• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: NESRU’L-CUMÂN VE TEFSİR ÖZELLİKLERİ

2.5. İşârî Açıdan Özellikleri

2.5.2. İşârî (İrfânî) Te’vîl Yaklaşımı

İşârî te’vîlin caiz olduğunu kabul edenler olduğu gibi reddedenler de olmuştur. Cevazını kabul edenler Kur’ân, sünnet ve sahabe sözlerinden bazı deliller getirerek fikirlerini savunmuşlardır. Kehf sûresinde anlatılan Hz. Mûsâ ile Hızır kıssasında,890 insanların sahip olduğu zâhiri bilginin dışında, Allah’ın bazı kullarına lütfettiği ledünnî bir ilim olduğu; Hz. Yûsuf’un kokusunu Mısır’dan alan Hz. Yakub’un, kendisini ayıplayan çocuklarına, “Allah’tan ben sizin bilmediklerinizi bilirim”891 demiş olması kendisinin sahip olduğu ayrı bir ilim olduğunu ifade etmektedir.892

887 Denizer, Nurullah, İşârî Tefsirlerdeki Kıssa ve Mesel Yorumlarında İʻtibâr /Analoji Yöntemi: İsmail

Hakkı Bursevî Örneği, Gümüşhane Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, c. 6, sy: 11, ss. 92-114, 2017, 95.

888 Denizer, 94, 111.

889 İbn Korkmaz, Nesru’l-Cumân, I, 36b.

890 Kehf, 18/60-82.

891 Yûsuf, 12/96.

892 Ateş, 28; Demir, Abdullah, İşârî Tefsirin Delilleri, Avrasya Sosyal ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi,

139

İşârî te’vîlin caiz olduğunu söyleyenlerin delillerinden biri de İbn Abbâs’ın Nasr sûresiyle ilgili yaptığı yorumdur. “İbni Abbâs şöyle anlatıyor: “Ömer (r.a.) beni Bedir’e katılanların toplantısına alırdı. Onlardan bazıları içlerinden, “Niçin bunu meclisimize alırsın, bizim bunun kadar oğlumuz var?” derlerdi. Ömer (r.a.) de: “Siz öyle bilin!” derdi. Bir gün Ömer (r.a.) beni onların meclisine çağırdı. Beni onlara göstermek için çağırdığını sonradan anladım. Ömer (r.a.) onlara sordu: “Allah Teâla’nın “Allah’ın yardımı geldiği zaman…”893 âyeti hakkında ne dersiniz?” Kimi, Allah bize yardım ettiği ve fetih verdiği zaman O’na hamd ve istiğfar etmekle emrolunduğumuzu ileri sürdü, kimi de sustu. Ömer (r.a.) bana, “Sen de mi böyle diyorsun ey İbni Abbâs?” dedi. Dedim ki: “Hayır, oradaki yardım ve fetih, Allah Resulü’nün eceline işârettir. Yani Allah’ın yardımı ve fetih geldiği zaman bu, senin ömrünün bittiğine işârettir. Artık Rabbine hamdet, O’na istiğfar et, şüphesiz O, tevbeleri kabul edicidir.” demektedir.” Ömer (r.a.): “Ben de bunu senin bildiğin gibi biliyorum.” dedi.”894

Tasavvuf literatüründe bir metnin gizli (bâtın) anlamının açığa çıkarılması, yapılan yorumun serbestlik derecesine göre “istinbât, işâret, i’tibâr” gibi kelimelerle ifade edilmekte, bu metotla ulaşılan anlam için de “hakîkat, latîfe, sır” vb. terimler kullanılmaktadır.895

Beyânî bilgi sisteminde, bilgiyi üreten aklî eylem lafızdan anlama yönelirken, irfânî bilgi sistemindeki mekanizma, bunun tersine bâtından zâhire yönelir. Gazzâlî şöyle demektedir: “Kendisine hakikatler keşfolunan, manaları asıl, lafızları tâbî kabul eder. Zayıf olan, bunun aksidir. O kişi, hakikatleri lafızda arar.”896 İbn Arabî’ye göre Kur’ân’daki zâhir ve bâtın anlamın ikisi de Allah katındandır. Zâhir, ümmetlerinin diliyle “Kitabın, nebilere indirilmesidir.” Bâtın ise “Allah’ın kitabının anlamının bazı mü’minlerin, yani âriflerin kalplerine indirilmesidir.”897

893 Nasr, 110/1.

894 Buhârî, Tefsir, 360.

895 Uludağ, İşârî Tefsir, XXIII, 424.

896 Gazzâlî, Ebû Hâmid, Mişkâtü’l-Envâr, (thk. Semih Dugaym), Dâru’l-Fikri’l-Lübnânî, Beyrut, 1994, s.

70; Ay, age, 104-105.

140

Sûfîler zâhiri ahkâma ters düşen bâtın ilmine itimat etmemişlerdir. Nitekim “zâhire uymayan her bâtın batıldır.”898 denilmiştir. İbn Arabî zâhir ile bâtın, işâre ile ibâre’yi birbirini tamamlayıcı unsurlar olarak görür ve el-Fütûhâtu’l-Mekkiyye’de şöyle der: “Allah, zâhiri bâtından, bâtını zâhirden ayırmamıştır. Şer’î hükümleri yalnız bir tarafından alıp onların bâtınî hükümlerinden gaflet etmeyenler, ancak Tanrı adamlarıdır. Şeriatın zâhir hükümlerini terk edip sırf bâtınını kabul eden bâtınîler sapmış ve sapıtmışlardır. Keza sırf basit ve eksik bir anlayışla hükümlerin yalnız zâhirini anlayanlar da sapmışlardır. Ama yine de bunlar ötekilerden üstündürler, mutluluktan yoksun olmazlar. Tam mutluluğa erenler, ancak şunlardır ki zâhir ve bâtını cem ederler.Bunlar Allah' ı ve O'nun hükümlerini bilen, âlimlerdir.” 899

Sûfîlerin, Kur’ân kıssalarını sembolik bir şekilde yorumlamaları, bazı âlimlerin tepkisini çekmiştir. Sûfîlerin bazı işârî yorumlarına müsâmaha ile bakan Şâtıbî, kıssalarda anlatılan olayların sûfîler tarafından sembolik olarak yorumlanmasını yanlış ve sakıncalı bulmakta ve ona göre, “kelâmda zâhiri ve bâtıni mana vardır. Zâhir ile kast edilen Arapça ibareden anlaşılan şey, bâtın ile kast edilen ise Allah’ın sözündeki ve hitabındaki maksadıdır.”900

Zâhirî mezhebinin en önemli temsilcisi kabul edilen İbn Hazm (ö. 456/1064), Kur’ân’da zâhirin dışında herhangi bir bâtınî mana olmadığını, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) şeriattan hiçbir şeyi gizlemediğini, her şeyi açıkça beyân ettiğini, dolayısıyla Kur’ân’da bâtınî manalar aramanın doğru olmadığını söylemektedir.901 Tasavvufî tefsirlere en sert tepkiyi ise tefsir âlimi el-Vâhidî (ö. 468/1075) göstermiştir. Ona göre güvenilir sûfîler, Kur’ân’a dair açıklamalarının tefsir olduğunu söylememişlerdir. Bunun aksine kendi görüşlerini tefsir sayanlar, Bâtınîlerin yolunu tutmuş olur, demekte ve “Ebû Abdurrahmân es-Sülemî (ö. 412/1021) Hakâiku’t-Tefsîr adlı bir eser yazmış. Şâyet o, bunun bir tefsir olduğuna inanıyorsa, şüphesiz kâfir olmuştur.”902 ifadesini kullanmaktadır.

İbnü’s-Salâh (ö. 643/1245), Zehebî (ö. 748/1347) ve Zerkeşî (ö. 794/1391) daha uzlaştırmacı bir yaklaşım içerisindedir. İbnü’s-Salâh, Vâhidî’nin mezkûr sözünü naklettikten sonra şöyle demektedir: “Kanaatimce sûfîlerden güvenilir bir kişi, (Sülemî’nin tefsirindeki yorumlara benzer) bazı yorumlar yapar, ancak bunların tefsir

898 Afîfî, Ebu’l-Alâ, et-Tasavvuf es-Sevretu’r-Rûhiyyeti fî’l-İslâm, Dâru’ş-Şaʻb, Beyrut, ts., 111.

899 İbn Arabî, 334-335; Ateş, 181.

900 Şâtıbî, IV, 210.

901 Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II, 11.

141

olduğunu iddia etmez ve bu yorumları, Kur’ân’da zikredilen kelimelerin açıklama yöntemi olarak ortaya koymazsa kâfir olmaz. Ancak bunun aksini yaparsa o takdirde Bâtınîlerin tutumunu benimsemiş olur. Sûfîlerin tefsirleri, Kur’ân’da zikredilen herhangi bir lafzın bir benzerini ifade etmekten ibarettir. Zira benzer lafızlar, benzerleriyle anılırlar.903

Zerkeşî, sûfîlerin Kur’ân hakkındaki yorumların tefsir olmayıp, Kur’ân’ın tilâveti esnasında onların iç âlemlerinde zuhûr eden bir takım ilhâmlardan ibaret olduğunu söylemektedir.904Bu yorum herhangi bir ithamdan uzak olduğu gibi işârî tefsirin mahiyeti ile ilgili daha gerçekçi bir bakış açısını sergilemektedir.905

İbn Teymiyye, umumiyetle işârî tefsirleri sakıncalı bulmamakla birlikte bazı tasavvufî yorumların, Bâtınîlerin te’vîllerine benzediğine dikkat çeker. Ona göre bâtın ilmi, iki çeşittir: Biri zâhire muhâlif olan bâtındır, ikincisi zâhire uygun bâtın. Birincisi bâtıldır. Zâhire muhâlif bâtın olduğunu iddia eden ya mülhid, ya zındık, ya cahil veya sapıktır. İkincisine gelince bu, zâhir gibidir. Zâhire muhâlif olmayan bâtın da iki kısımdır: Biri Kur’ân’ın zâhirine uygundur. Kur’ân veya hadislerin lafızlarından o manalar çıkarılabilir. Fakat bu lafızlarla bizzat o mana kastedilmemiştir. Bunun için sûfîler buna “işârât” demişlerdir. “Bu lafızla sadece bu mana kastedilmiştir” demek, Allah’a iftiradır.”906

Hem sûfîler hem de usûlcüler işârî tefsiri, tefsir olarak kabul etmemektedirler. Sûfîler, yaptıkları yorumları da içerisine dâhil ederek Kur’ân’dan istihrâc edilecek herhangi bir bâtınî mananın hakemi olarak nassın zâhirini belirlemektedirler. Bu da en azından onların zihninde de aslî ve değişmez olanla fer’î olan ayrımının bulunduğunu göstermektedir.907