• Sonuç bulunamadı

“Pirimizin elinden bir bardak çay içtik, biz ondan alacağımızı aldık.

Almasını bilen, vermesini de bilir.”

İhramcızâde İsmail Hakkı kaddesellâhü sırrahu’l azîz Efendi Tekke, Örtülüpınar Mahallesi’nde Taşlı Sokakla Hasanlı Sokağı’nı kavuşturan bir parselin orta yerinde iki katlı, kocaman bir evdi. Bahçesinde elma ağaçları vardı. Üç-beş gün saltanat süren leylâk ağacı vardı ve leylâk, “İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi Hazretleri”nin odasının penceresine bakardı. Ben çocuktum; tekke, bahçesinden çatı arasına, odunluğundan “Efendi Hazretleri”nin yatak odasına kadar benim oyum sahamdı ve evimiz tekkenin tam karşısındaydı.

İkinci katla “büyük oda” vardı. Büyüktü, bazı geceler ihvanlar orada toplanır, tek kelime etmeden, çıt çıkarmadan Efendilerinin etrafında oturur zikir ederlerdi. Nakşî idiler, sükuti dervişler idiler. Büyük odanın duvarında bir eski zaman ressamının elinden çıkma “Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere” resmi asılıydı. Kapının hemen sağında büyük camekânlı bir kitaplık vardı. Kitaplıkta o zaman bilmediğim, anlamadığım, okuyamadığım eski yazılı meşin ciltli kitaplar vardı, “Efendi”nin kitaplığı idi. O okurdu. Sadece ehl-i gönül değil, ehl-i kâlem idi. Bu hükme 15 Rebiülevvel 1347 tarihinde şeyhine hitaben kâleme aldığı şu satırlar şahittir:

“İşte bu tesirin icrâ-yı ahkâmından olmalıdır ki, sizi hiç unutamam; aks-i timsâlinizi gözlerimden ve sûr-i hayâlinizi gönlümden çıkaramam. Her nerede bir çesm-i siyahın füsunkâr bakısını görsem yüreğim çarpar ve dîde-i kalbim size bakar. Bu zevk ile geçirdiğim günleri feleğe değişmem (...) Ey nâme! Git, mazhar-ı füyûzat-ı âlem olan bir paye, yed-i kemâl-i tazim ve muhabbetle hâl-i pürmelâlimi Hazret-i Baha’ya huzûren arz et. De ki; Sizin nazarınızdan şâh-ı râha yol gider..”

Şeyh ile ihvan arasındaki gönül alâkaları, çocukluk muhayyilemin kavrayışından çok uzaklardaydı, ama bu alâkanın hâsılını çocuk da olsanız elle tutabilir, gözle görebilirdiniz: Muhabbetti! Tekkenin kireç sıvalı duvarlarında, bahçe içindeki ince beton yolun en başında, meyvesini ancak eylüllerde teslim eden taş armutta, ihvanların çehresinde ve “Efendi Hazretleri”nin her haletinde titreşen, ince bir buğu gibi tebahhur ederek atmosfere yayılan, tekkeyi (uzaktan ya da yakından) istintak eden “siyasî memurları” son derece Efendi ve hürmetkâr davranmağa mecbur eden muhabbetti. Muhabbetin sıklet merkezi, iri gözlerinin maviliğinde gri bulutlar gezindiren “Efendi Hazretleri” ydi. Onun bilgisi tahtında duran kimya, sıradan insanları; berberleri, kundura tamircilerini, çiftçileri, ümmî ev hanımlarını, memurları gözbebeklerinde “muhabbeti” büyüten olgun insanlar haline getiriyordu.

Yıkıldı, tükendi diyeceğiniz insanları bu güzelleştiriyor, ayakta tutuyor ve her şeyle barıştırıyordu.

Onun çevresinde kavga yoktu. Çocuktum, ama anlıyordum.

Bir gönül neş’esiyle “Efendi” yi şiirin mücerret gökyüzünde gezindiren de, o “muhabbet” dedikleri şey olmalıydı.

“Gönül dilberdedir elhamdülillah Leb-i kevserdedir elhamdülillah Ne ferzend ü zen ister ne tertîb Ne sîm-ü zerdedir elhamdülillah.”

Belki çayı çok sevdiğinden olsa gerek, bütün nakşî dervişânı çaya âşıktı. Sıcak yaz günlerinde ara sıra Efendi Hazretleri ihvanı toplar. Yukarı Tekke dibindeki mesire yerine “sahra’ya gidilir, bir at arabasına kilimler, seccadeler, halı, yastık ve minderler yüklenirdi. Böyle günlerde pirinçten mamul devâsâ bir Rus semâveri mutlaka yükün başını çekerdi. Efendi Hazretleri, çayı açık ve şark taraflarında

“kıtlama” tâbir edilen tarzda içerdi. Kelle şekeri denilen topak kesme şeker bir çay tabağına kırılır, doyuncaya kadar üzerine limon sıkılır ve çaya şeker atmadan, bir ondan bir bundan çayın lezzetine

varılırdı. Ben, aynı çay muhabbetini hanım meclislerinde de gördüm. Cennetmekân halamın yanık sesiyle orta yerde etrafa nefis çay râyhâsı salan semavere karşı okuduğu “ilâhî” hâlâ kulaklarımdadır:

“Semâverin rengi aldan Getir sağdan, götür soldan Derviş çıkmaz böyle yoldan Yan semâver, dön semâver Limon, şeker, çay semâver Semaveri alıştırın

Maşa ile tutuşturun Küsenleri kavuşturun Yan semâver, dön semâver Semâverim iniliyor

Anlamıyor mu ne diyor?

Daim Hakk’ı zikrediyor Yan semâver, dön semâver Limon, şeker, çay semâver”

Sonraları öğrendim ki, ihvanlar çay içip “demlenirler” ve çaya “küçük derviş”

derlermiş. Bugün zihnimde bir bardak limonlu çay ve üzerinde buğusu tüten, bağrı ateşle yanan her semâver, o güzel insanların meşreplerinden tedai olunmuş sevimli bir rumuzdur.

60’lı yılların Sivas’ını inşâ eden beşerî çizgilerden belki de en mühimi, İhramcızâde Şeyh İsmail Efendi’nin etrafında dönüp duran bir mânevî iklimdi. “Efendi”nin Hakk’a yürüdüğü gün o âlem de göçüverdi. O gün ilk defa “ihvân”ın çehresinde ye’s gördüm; onlara dünya ve ukbâ’yı yorumlayıp anlatan mihveri kaybetmişlerdi. İmamesi kaybolmuş, ipi kırılmış bir tesbih gibi dağılıverdiler. İnhitat, az zaman geçmeden tekkenin duvarlarında bile derin izler bıraktı: Bahçe târ-ü mâr oldu, sıvalar çatlayıp döküldü, ihvanların müeddep ayak sesleri hafifledi ve birkaç yıl sonra tekke işbilir müteahhit esnafının dar hayalhanelerinde dört katlı bir apartman blokuna dönüşüverdi.

Şeyh Hakk’a yürüdü, tekke yıkıldı, ihvan dağıldı.

Ve ben hâlâ çocuktum.

(ALKAN, Ahmet Turan, Altıncı Şehir, 1992, İstanbul) Sohbetin Amacı

Allah Teâlâ’nın rızası ve terbiye için gereklidir.

Efendi Hazretleri buyurur ki;

“Gardaşlarım! İki ihvanımız bir araya geldiklerinde üçüncüsü pirândır” 26

“Sohbette edebinize muhabbetinize sahip olun.27

Her sohbette vuslat vardır. Hiç vuslatsız sohbet olmaz. Hiçbir şöhret afatsız olmaz. Öyleyse şöhretten kaçının”

Sohbette ne zuhur ederse, ona kanaat edilmesi tavsiye olunur. Sohbet, tecrübeli kimse ile yapıldıkta ihvana yardımcı olur.

Efendi Hazretleri sohbetine “Gardaşlarım” diyerek başlardı. Önemli bir kelâmı üç defa tekrar ederdi, Sohbetlerden sonra (son senelerinde) “Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az.” Atasözünü hatırlatırlardı.

Efendi Hazretleri sohbette oturur iken çaylar gelir. Bir süre rabıta eder. Sonra başını kaldırır.

“Gardaşlarım! Bu dünya bir âlem. Allah Teâlâ’dan geldik. Allah Teâlâ’ya gideceğiz.” Sonra biraz murakabe eder, sonra “Gardaşlarım, çay içerken, kulağımız bir ses ister” der, güzel okuyuşlu bir ihvan ilahi okuturdu.

26—Nuri Atasoy isimli ihvandan dinledim.

“1962 yılları idi. Genç ihvanım. Taşköprü’de Gizlice Köyü Caminde imamlık yapıyorum. İhvanlığı yaşarken heyecan ve coşkum son derece fazla olduğundan sohbetlerden kendimi alamıyordum. Her fırsatta bir ihvan kardeşimizi buldum mu, semaveri kurup sohbet yapmak istiyordum. Yine bir gün yatsı namazını kıldım. Evime giderken yolda nalbant arkadaşımı gördüm. Çok yorgun olduğu halinden belli oluyordu. Fakat ‘gel sohbet edelim’ ısrarımı kıramadı ve onu eve götürdüm. Sohbet uzadıkça uzadı. Feyzimin muhabbetimizin coşkunluğu her yanımızı sarmıştı. Her zaman sohbet mekânında Efendi Hazretleri için bir makam hazırlardım. Yine bu sohbette köşe minderi hazırlamıştım. Bu minderin önüne nasıl kendimize çay bardağı hazırlıyorsak Efendi Hazretleri içinde bir bardak çay hazırlayıp bıraktım. Bir yandan çay içiyoruz, ilâhiler söylüyoruz. Birden gözüm Efendi Hazretleri için hazırladığım bardağa takıldı. Çayın yarısı içilmişti. Birden her şey suspus oldu. Kendimde konuşacak, ilâhî söyleyecek takat kalmadı. Sonra Efendi Hazretlerinin

“İki ihvan bir araya geldiklerinde üçüncüsü biz oluruz” kelâmı şerifleri kalbime âyan olup, yolumuzun bir hakikatini müşahede eylediğimi anladım.”

27—Edep, ancak kendisine yol gösterecek, kusurlarını, düşük yönlerini, ayak sürçmelerini kendisine anlatacak bir mürşidin önderliğiyle öğrenilir. Çünkü nefsini mücahede de öldüren, vakitlerini zühd içinde yok eden kimse, nefsinin yanında olur. O haline kibr eder, ondaki kusurunu bilemez. Mutlaka makamları yürüyüp geçmiş, halleri yaşamış mürşidlerinden kendisine kutluluklar hâsıl olmuş, onlardaki şefkat nurlarına ermiş birinin kendisine yol göstermesi lâzımdır. Bu zat, müride yolunu gösterir; ona vakitlerinin düzgün ve bozuk olanlarını açıklar; hayrını, şerrini bildirir; böylece mürid, eğer nasibi varsa rüşd yoluna ulaşır. Eğer bu salik, yaşadığı makamlarda ve hallerde yanılırsa ilmiyle amel eden, dünyadan yüz çeviren öğüt verici bir bilgine müracaat eder, ona halini söyler, onun öğüdünü ve işaretini kabul eder, bu suretle doğru yolunu kaybetmez.

Eğer müridin iradesi doğru olursa Allah Teâlâ ona, ileri gitmiş bir salik, ya da öğüt veren bir bilgin nasib eder.

Zira tamamen Allah Teâlâ’ya yönelen kimsenin, Allah Teâlâ bütün muradını kendi üzerine alır ve hiçbir zaman onu ihmal etmez. Eğer öğüt veren bir âlim ve yolu yürümüş bir velî bulamazsa tamamen Rabbine müracaat eder. Ona yüz tutar ki, Allah bu kulundan sağlam irade ve karar gördüğü takdirde onun terbiye ve öğretimini bizzat kendisi yapsın. (Ebu Abdurrahman Sülemî, Risâleler, trc. Süleyman ATEŞ, Ankara, 1981, s. 75)

Erenlerin sohbeti ele giresi değil İkrâr ile gelenler mahrum kalası değil İkrâr gerek bir ere göz açıb dîdâr göre Sarraf gerek gevhere nâdân bilesi değil Bir pınarın başına bir destiyi koysalar Kırk yıl anda durursa kendi dolası değil Ümmî Sinan yol ayan oluptur belli beyân Dervişlik yolu hemân tac ü hırkası değil

Hz. Pir Ümmî Sinân-ı Halveti kuddise sırruhu’l-azîz Sohbette çay içmek sohbetin ana özelliklerindendir.

Çay için semaver kurulur. Sohbette içilmiş çayın tortusu tuvalet gibi, mekanlara dökülmez.28

Çayı sâki adı verilen kişi hazırlar ve çayları dağıtmada yardımcı kişiler bulunur. Çaylar kıtlama usulü ile içilir. Bu usulün tercihi ortanın kaşık sesleri huzuru bozmaması içindir. Çay içilirken sesiz fokurdatmadan, bardak tabağına korkan sessiz bir şekilde konulmasına dikkat edilir. Eğer Efendi Hazretleri veya her hangi bir büyük varken o içmeden çaya başlanılmaz.

İhvanlar sair zamanlarda sigara içmek men edildiği gibi, sohbet mekânında ihvan olmayanın içmesi hoş karşılanmaz.

Sohbet halkasında ayrılmak sessizce olur, giderken, “ben gidiyorum” gibi kelamlar söylenmez. Ayrıca saate bakmak gibi bıkkınlık ifade eden hareketlerden kaçınılır.29 Sohbette edebe çok önem verilir.

Cezbeli hali olanlar uyarılır veya büyükler o halden geçmesi için gerekli manevi terbiyenin usulleri ile ihvandaki bu hali terk ettirir. Çünkü bağırmak ve nara atmak yol başında görülen zayıf hallerdendir.

28—Şen Mehmet isimli ihvan Efendimizden evine gittiğim bizzat gözlerimle görüp ve şaşırıp sorunca, kalan içilmiş çay tortularını ayrı bir kapta toplayıp toprağa defin ettiğini söylemiştir. (Yazan)

Aslında temiz olan veya bu yolda kullanılan bütün eşya hürmete layık olduğu gibi, eşyanın hakikî mânevîsi pisiliğin zilletini çekmeye müsait değildir.

“Şeyh Ebü’l-Abbas bir gün yanında arkadaşları olduğu halde giderken, icâbında çocuğuna abdest bozdurmak için bir şişe satın almış. Fakat yolda su ve şerbet içmek isteyenler olunca yanlarında başka kap olmadığı için onu kullanmak mecburiyetinde kalmış. O zaman şişe, hal veya kal lisânı ile sizin gibi

“Allah Teâlâ’nın sevgililerine hizmet ettikten sonra ben idrar kabı olamam,” demiş ve çatlamış.

Ebü’l-Abbas, hâdiseyi Hazret-i Muhyiddin kuddise sırruhu’l azize anlatmış. Hazret de buyurmuş ki;

“O, öyle demek istememiş. Demek istemiş ki; İçine Cenâb-ı Hakk’ın marifeti dolan bir kalbe artık ondan gayri bir şey giremez ve o kalp Allah Teâlâ’nın yasakladığı şeyleri taşıyamaz. Kırılmasıyla de, Cenâb-ı Hakk’ın heybeti huzurunda insanın böyle acizden kırılması lâzım geldiğini göstermek istemiş,” buyurmuş.” (Ken’an Rifâî, Sohbetler. s. 340)

29—Efendi Hazretleri bir sohbetinde bir zaman sonra, ilim sahibi bir ihvanın cebinden saatini çıkarıp baktığını görence,

“Sohbette saate bakmak edep haricidir, kuşlar kaçtı” diyerek sohbeti orada kesip, kalkmıştır.

İhramcızâde M. Kâzım Toprak Efendi anlatmıştır.

“Sene 1945 yılından evvel idi. Bir Cuma günü, cuma namazından sonra eve gittik.

Evdekiler de hamama gitmişlerdi. Efendim Hazretleri,

“Gardaşım! Semaveri yak ta, bir çay içelim” buyurmaları üzerine, bir kova (20 litre) su alan semaveri doldurup yaktım. Çayı demledim. Kömürün mor alevi geçtikten sonra semaveri büyük odada Efendimin minderine yakın bir yere koydum.

Efendim dolaptan bir kitap işaret etti, kitabı da getirip rahlesine koydum. Sonradan anladım ki, bu kitap Hafız Divanı imiş. Efendim kitaptan okuyup anlatırken bende boşalan bardağımızı dolduruyordum. Semaverden çaydanlığa su almak için musluğunu çevirdiğimde bir iki damla su aktıktan sonra kesildi. Musluğun önüne kireç geldiğini zannettim. Semaverin üst kapağını açtığımda su kalmadığını gördüm. Bu hali gören Efendim cebinden saati çıkarıp bakarak,

“Gardaşım! Kerahet vakti gelmiş. Biz ikindi namazını da kılamadık” dedikten sonra buyurdular ki,

“Gardaşım! Namazın kazası olur, lakin sohbetin kazası olmaz.”

**

İhramcızâde İsmail Hakkı kaddesellâhü sırrahu’l azîz Efendi buyurdu ki:

“Pirimizin elinden bir bardak çay içtik, biz ondan alacağımızı aldık. Almasını bilen, vermesini de bilir.”

**

Kaynak: İsmail Hakkı ALTUNTAŞ, Gavs-ül Âzam İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Sivasî Nakşi Haki Tarikati İlm-i Ledün Sırları - İstanbul : Gözde Matbaa, 2007.

İNCİLER

“Allah bizi kaybetmiş; O bizi aramakta

O; bizim gibi muhtaç, bizim gibi arzuya öyle yakalanmış ki…

Lale yaprağına bazen bir yazıp öylece bize haberler yollar.

Kuşların sinesinde bazen çığlık koparır.

Nergis göz önünden bazen cemalimizi bizim, hayran hayran seyreder.

Öyle işlevlidir ki, gözleriyle konuşur.

Bizim firakımızla seher vakti ettiği o ah;

Dışta ve içte, altta ve üstte her yerde, dört köşemizde çağlar.

Kaynak:

Muhammed İkbal, Şarktan Haber

(Zebur-i Acem-Peyam-i Maşrık),

Haz:Ali Nihat Tarlan, Sufi Kitap, İstanbul, 2006. , s.213 (Avârifü’l Maarif)

Topraktan yaratılan fani’yi görmek için neler neler yarattı;

Renkleri, kokuları temaşa için güya bunlar yaratılmıştır.

Asıl maksat, bizleri temaşa eylemektir; bunlar birer bahanedir.

Her zerrede gizlidir; hala bilinemiyor.

Mehtap bir meydanda, her yerde parıldıyor.

Bizim toprağımızda hayat cevheri gaip Bu gaip olan cevher, biz miyiz yoksa o mu?

Muhammed İkbal

“Cebrâil aleyhisselâm gelip

‘Ey Allah’ın Resûlü! Ümmetinin fakirleri, zenginlerinden (öbür dünya hesabıyla) yarım gün olan beş yüz yıl daha önce cennete girecekler”

dediği esnada biz de oradaydık. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buna sevindi ve

“içinizde şiir okuyan kimse var mı?” diye sorunca, orada bulunan bir bedevî,

“Evet Ya Rasûlüllah” karşılığını verdi. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem;

“Hadi (oku)” diye emretti ve bedevî, şu şiiri okudu:

*****

Hevâ yılanı ciğerimi ısırdı,

Ne bir tabibi ne de efsun yapanı var, Âşık olduğum sevgiliden gayrı.

Hem efsunum hem de panzehirim ondadır.

*****

Bunun üzerine Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ve oradaki sahabeler vecde geldiler. Öyle ki Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin ridâsı omuzlarından düştü. Bu halden kurtulunca herkes kendi yerine geçti. Muâviye b. Ebü Sufyân

“Ey Allah’ın Resûlü! ne kadar güzel oynuyorsunuz!” dedi.

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem

“Bırak bunu ey Muâviye! Sevgilinin zikredildiğini işittiğinde titremeye kapılmayan kerem sahibi hiçbir kimse yoktur.” dedi ve sonra ridâsını dört yüz parçaya bölüp yanındakilere dağıttı.”

Bir nokta ise eğer bu semavata göre arz,

Binnisbe etmeliyim kendimi yok farz! Şinasi

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;

(Alauddin Ali b. Abdülmelik b.

Kadı Han Muttaki el-Hintçe, Kenzü’l-ummâl fi

süneni’l-“Bela (ağızdan çıkan)söze bağlıdır, eğer bir kimse başkasını köpek sütü emdi diye ayıplarsa, o kimse de, o köpekten süt emer. Yani bir kimse, bir başkasını kötü bir iş yapmakla ayıplarsa, ayıpladığı o kötü iş, onun kendi başına mutlaka gelir.”

akval ve’lef’al, III, 315)

“İnsan istese de istemese de tarihini sırtında taşır.”

Gavs’ül-Azam İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Efendi kaddese’llâhü sırrah’ül Azize sordular.-Edison bütün insanlığı aydınlattı, cennete girecek mi? -

“Gardaşım! Cennet usta Yeri Aliyormusun, iman yeridir.”

“Hey Yolcu, yapılmaz.Yollar Yollar yürüyerek oluşturulur” İspanyol Atasözü

“Üç hâkimin hükmünde isabet aranmaz: kalbin, kaderin, ölümün.”

Nurettin Topçu, Var Olmak, İstanbul, 1965, s. 93.

Ey İnsanlar!

Görüyorum ki evleriniz Rum Kayserleri evine Lüks hayranlığınız, Kisra’nın tutumuna Servet peşinde koşmanız Karun anlayışına Saltanatınız firavunun saltanatına

Nefisleriniz Ebu Cehil’in nefsine Gururunuz Ebrehe’nin gururuna

Yaşayışınız sefihlerin yaşayışına benziyor.

Allah Tıklayın söyleyin, Muhammedî olanlar nerede?

Yahya bin Muaz radiyallahu anh

“Batıl fikirler bu âlemde hiç bir vakit eksik olmadı.

Galiba bundan böyle de eksik olmayacaktır.”

Hacı Hasan Akyol Efendi kaddese’llâhü sırrahu’l Aziz

Bir şey bilmediğini bilmeyene cahil, bir şey bilmediğini bilene

âlim denir.

“Hep Sandim ki ben yapıyorum.

Nerede …. Yapanda

o yaptırda o. Öyle ise üzülmeme gerek kalmadı “

“Yitik bulununca emek aranmaz.”

“Bir şeye baktığın Zaman o, şu şekilde seslenir. Sakın bize aldanma, Bizim müstakil vücudumuzun var olduğunu sanma, Bizim hakikatimiz olan Allah’a Teâlâ’ya bak. Biz fitneyiz, seni aldatırız.”

“Dersini akıldan alıyormusun, alma.

Allah Teâlâ al.

O Zaman ilmin sana olsun delil.”

“Hakk’ın ve, melek de olsan faydası yoktur, yine yaprağın siyahtır inayeti olmayınca kulların var!”

Hazret-i Mevlânâ kuddise sırruhu’l Aziz

Bütün dilleri bilen bir Süleyman gelmedikçe, ikilik ortadan kalkmaz. Her vaktin bir Süleyman’ı vardır. Gönülleri birleştirir, berraklaştırır. Kalplerde hiçbir toz ve pas bırakmaz. Gönülleri anne gönlü gibi şefkatle doldurur. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin,”Müslümanlar tek bir can gibidir” sözünü gerçekleştirir. Dini bütün müslümanın gözleri, devamlı vaktin Süleyman’ını arar.

HZ. MEVLÂNA kaddese’llâhü sırrahu’l azîz

Ne ararsın tanrı ile aramda, Sen kimsin ki orucumu sorarsın?

Hakikaten gözün yoksa haramda, Başı açığa neden türban sorarsın?

Rakı, şarap içiyorsam sana ne, Yoksa sana bir zararı içerim İkimizde gelsek kıldan köprüye

Ben dürüstsem sarhoşken de geçerim.

Esir iken mümkün müdür ibadet Yatıp kalkıp Atatürk`e dua et…

Senin gibi dürzülerin yüzünden Dininden de soğuyacak bu millet.

İşgaldeki hali sakın unutma Atatürk`e dil uzatma sebepsiz

Neyzen Tevfik kaddesellahu sırrahül aziz

Sen anandan yine çıkardın amma Baban kimdi bilemezdin şerefsiz

Şeytanın kandırması çoktur.

Hayır yolu ile kandırdıkları ise daha fazladır.

Bu şekilde kurban ettikleri sayısı ise hergün daha fazla olmaktadır.

Onun için hayırlı bir iş yapıyorum derken daha çok düşünmek gerekir.

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem istişare edin derken hayırlı işler için söylemiştir.

Şer işin istişaresi zaten yoktur.

Akıllı geçinen istişare edendir.

İstihare de zayıf kimseler içindir. Ancak ne oldu ise bu Müslümanlara, istihare ederler ve istişarelerinide şeytan yaranları ile yaparlar.

Sonumuz hayırlı olsun, diyelim. “