• Sonuç bulunamadı

Toplum teorileri üzerine kafa yoran birçok düşünürün ortak görüşü, “İnsanın tek başına kendi kendine yetememesi” yönündedir. Bu durum, insanları bir arada yaşamaya sevk etmiştir. Böylece toplumlar oluşmuş, ortak değer ve yargıların bir arada yürütüldüğü toplumsal bir düzen sağlama gereksinimi duyulmuştur. Bu gereksinim de hukuk yoluyla giderilmeye çalışılmıştır. Hukuk, insanların bir arada yaşamalarını sağlayan toplumsal sözlü ya da yazılı kurallar bütünüdür.

Hukuku belirleyen birçok unsuru arka arkaya sıralayabiliriz. Ancak bunlardan iki tanesi son derece mühimdir. Bunlardan birincisi eğitimdir. Zira toplumu iyi okuyamayan eğitimsiz, tecrübesiz yöneticiler topluma yönelik kurallar koyamazlar. Bu durum toplum içinde bir çözülmeye yol açar. İkinci unsur ise inançtır. İnsan inandığı ölçüde yaşar. İnanç, hukuk kuralların oluşmasında son derece etkilidir. Devletler de insanlık tarihinden itibaren belli hukuk kuralını benimsenmiş, ona göre yargılamalar, ceza ve yaptırımlar yapmıştır.

Osmanlı Devleti'nde, hukukun işleyişinde, Sultanlar önemli konuma sahiptirler. Ancak bu durumda yasama organı olarak direk sultana bakılması, tek ölçütün sultan olduğunun düşünülmesi yanlış bir bakış açısıdır. Bu ölçüde hukukun işleyişini iyi anlamak ve kavramak gerekmektedir.

Osmanlı Devleti'nde, “İslâmiyet gerek kamu hayatı gerekse bireyler arası ilişkileri düzenleyen ve dini emirlere dayanan tek bir kanun tanıyordu. O da şeriattı”392 İslâm

hukukunda oluşmasında iki temel kaynak mevcuttur. Bunlarında ilki Kur‘an-ı Kerimdiğeri Hz Peygamberin sünnetidir. Bunun dışında Hz Peygamberin vaz‘ ettiği ilkeler ışığında ulul emr’e393 bazı yetkiler tanınmıştır. Bu yetkiler örfi hukukun oluşumuna zemin hazırlamıştır.

Örf kelimesi, mâlum olduğu üzere töre, gelenek mânâsına gelmektedir. Ancak Osmanlı Devleti'nde örf kelimesi bu mânâda kullanılmamıştır. Örf denilince, devletin hâkimiyetini korumak ve sürdürmek, halkın idaresini gerçekleştirebilmek için şeriatın müsaade ettiğini ölçüde ve şeriat dışında padişahın yetki ve vesayetidir.394

Hz. Peygamber döneminde Kur‘an-ı Kerim’in ruhuna ters düşmeyen eski Arap

392Halil İnalcık, Devlet-i Aliyye: Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar, 27. Baskı, İstanbul 2009, s. 227.

393Nisâ Sûresi'nin 59. Ayeti'nde şöyle buyrulmaktadır:Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e itaat

edin ve sizden olan ulu'l-emre (idarecilere) de.Nisâ 4/59.

54

gelenekleri uygulamada geçerli kabul edilmiş, buna takrir-i sünnet denilmiştir.395 Bu durum,

şeriata ters düşmeyen İslâmiyet öncesi Türk geleneklerinin hukuk yapısında yer almasının yanı sıra İslâm’a ters düşmeyen diğer milletlerin(Roma, Moğol gibi) hukukundan da yararlanılmasın sağlamıştır.

Osmanlı Devlet'inde, hukuki konular bu temel ilkeler üzerine oluşurken, hukuki konunların var olmasından daha mühim olan kanunların tatbik edilmesidir. Hukukun varlığı aynı zamanda o hukuka uymayanların da varlığına delalet etmektedir. Haliyle hukuki kanunlara uymayan insanların denetlenmesi gerekmektedir. Bu denetlemede kolluk kuvvetleri ve mahkeme aracılığı ile gerçekleşmektedir.

1- Mahkemenin İşleyişi ve Mahkeme Personelleri a) Kadı ve Mahkeme

Kelime anlamı olarak kazâdan gelen kadı kelimesi; yapan, yerine getiren manasına gelmektedir. Çoğulu ise kuzzatır.396Osmanlı toplumundaki hukuki meselelerle ilgi davalar,

mahkemede görülürdü. Mahkemenin başında diğer İslâm devletlerinde olduğu gibi bir kadı bulunurdu.

Kadılar, şer’i ve örfi kanunlar aracılığı toplumdaki düzeni tahsis etmekle görevliydi. Bunu dışında görev sahası içinde muhtesipler ile birlikte çarşı pazarları denetlerlerdi. “Kadı ile muhtesibin önemli bir görevi para rayicine dikkat etmek ve alışverişin bu raciye üzerinden yapılmasını denetlemektir.” Bunun dışında bölgede buluna avarız hânelerini tespit etmek ve imar planlarını denetlemekle görevliydi397

Bir kişinin kadılık görevini eda edebilmesi için şu hususlara dikkat edilirdi; “1-Kadı fasık olmamalıdır.

2-Geniş yetkilerinde rağmen helali haramı bilmeli harama helal; helale de haram diyemezdi.

3-Başvuracağı kaynaklar yemin, yeminden vazgeçme ve ikrardır.

4-Tarafsız olmalıdır, kuşkulu yaklaşmamalıdır, davaları doğru sonuca bağlamalıdır. Eğer hata yaptığının anladıysa hemen verdiği kararı bozmalıdır.

5- Karanını etkileyecek psikolojik ve fizyolojik bir rahatsızlığı olmaması lazımdır.”398

395Ali Şafak, “ Osmanlı Devleti’nde Dinin Yarğı Üzerine Etkisi”, Osmanlı, C.6, Ankara 1999, s. 422. 396Ferit Develioğu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklobedik Lügat, 30. Baskı, Ankara 2013, s. 550.

397İlber Ortaylı, Kadı s.54-58.

55

Kadılar Osmanlı padişahından aldıkları beratla birlikte görev yerlerine tayin olurlardı. Görev süreleri genelde 1,5- 2 yıl sürmekteydi. 56 numaralı Konya Şer'iyye sicillerinin incelediğimiz bölümünde kadılık görevini Süleyman Efendi' icra etmektedir.399

Hukuki konularda verilen cezalar makmede tam olarak belirtilmemiştir. Genelde mahkmede tazir, tenbih, men, def, kavramları geçmektedir. Ancak geriye dönük bazı davalar bu cezaların uygulanma biçmi hakkında bize bir takım bilgiler vermektedir. Örneğin bizim incelediğiniz defterin satır aralarında habs, 400zincire bağlama,401 İdam,402 gibi cezalarının

uygulandığını bilmekteyiz. Mahkeme yargı görevini üstlenirken, yürütmeyi askeri sınıf üstlenmektedir. Bu dönemde mahkemeye yansıyan bir davada mahkemenin nasıl işlediğini bize görmektedir.

Mahkeme'de davacı ve davalılar dinlendikten sonra, kadı hukuki açıdan gerekli cezayı onardı. Onan ceza ilâm olarak vâliye sunulurdu. vâli ulul emr olarak merkezde en yetkili kişidir ve kadının verdiği kararıda hesaba katarak gerekli uygulamayı yerine getirirdi.403

Hem mahkeme tarafından hem de vâli tarafından davalara mübaşir tayin edebilirdi.Vâli tarafında tayin edilenlere, mübâşir tayin buyrulan yazılarak vâlinin adamlarından görevlendirilen kişini ismi yazılırdı.404 Mahkeme tarafından görevlendirilen

de savb-ı şeri enverden denilerek görevlendirilen kişinin adı yazılır ve irsâl olundu şeklinde kaydedilirdi.405

Mahkemede gayri müslimler ve müslümanlar şahit gösterilebiliyordu.406 Mahkeme

aynı zaman halk içinde söylentilere son verekmek için beyanda bulunulan bir yerdir.407

b) Naib

Kısaca vekil mânâsına gelen naib kelimesi sözlükte “birini temsil etmek, birine vekâlet etmek” anlamındaki nevb mastarından türeyen nâib bir makam sorumluluğunun asıl sahibi yerine geçici bir zaman için yüklenen kimse şeklinde geçmektedir.408

İslâm devletlerinde adliyede naiblik görevi, ilk olarak Abbasiler dönemine

399KŞS. 56 / 17-1

400Habs cezasında kefaret ödenerek serbest kalına biliyordu. KŞS. 56 / 43-3. 401KŞS. 56 / 162-2.

402KŞS. 56 / 196-2. 403KŞS. 56 / 196-2.

404Karaman Vâlisi verzir Mustafa Paşa, fi‘l-i şen‘ davasına mübaşir olarak Abulfettah beyi tayin etmiştir. KŞS. 56 /30-3

405Konya'da bir Hibe(Miras) davasına, mahkeme tarafından görevlendirilen Mevlana Ahmed Efendi irsâl olundu. KŞS. 56 /33-1.

406KŞS. 56 /45-2; 56 /124-3.

407Rukiye hamileliğini zevcinden olduğunu mahkemede beyan etmiştir. bk. KŞS. 56 / 46-1. 408Casim Avcı, “Naib” DİA, C. 32, İstanbul 2006, s.311

56

kullanılmıştır.409 Daha sonraki İslâm devletlerinde, bu makam varlığını korumuştur. Naibler

kadıların yerlerine, kadıların ulaşamadığı ya da kadı tarafında görevlendirilerek belirli bölgelerde davalara bakarlardı.

Osmanlı Devleti'nde kadılar, naiblerini kendileri belirlemekteydi.410 18. yüzyılda

Konya, Kayseri, Sivas, Ayıntap gibi Anadolu'nun şehirlerine Mevleviyet derecesi yüksek naibler bakmaktaydı.411

Naibler, görevlerini eda etmeleri için medrese bitirmek zorundaydı. Göreve kadı tarafından getirilen naibler, genelde süresiz tayin edilselerde, belli bir süreden sonra görev değişikliğine gidilirdi. Her ne kadar göreve kedilerini kadılar getirsede, Kadılar naibler görevden alamazlardı.412 Gelir bakımından naiblerin temel kaynağı mahkeme harçlarıdır.

Baktıkları davalar ve kayıtlar üzerinde para alırlardı.413 Daha öncede belirttiğimiz gibi

incelendiği defterde, Konya naibi olarak iki kişinin ismi geçmektedir. Bunlardan ilki Süleyman Efendi414 diğeri Kuşçu Mehmed Ağa'dır.415 Masraf kayıtlarında Köylere bakan

ayrı bir kadının olduğunu anlıyoruz416

c) Kassâm

Arapca bir kelime olan Kassâm; “Kamus-u Osmani”de “Terekeyi taksim eden şer'i memur;(Kassam-ı askeri, kassam kâtibi). Kısım kısım ayıran, veren” olarak adlandırılmaktadır.417 Bu tanımdan da anladığımız üzere, Osmanlı şehirlerinde kadının

maiyetinde ölen kişilerin miraslarını taksim için bir kassâm bulunurdu.

Ölen kişilerin terekelerini kadılar tarafında kayıt altına alınılıyordu. Bu işlerde kadılara ve naiblere kassâmlar yardımcı olurdu. Bu işlemler, ölenlerin metrükâtını ve vereseye taksimini gösteren "metrûkât defteri"ne kaydedilirdi.418 Ölen kişinin, vârislerinin

arasında meydana gelen husumet sonucu kadı ihtisas sahibi olan kassâmın önünde mirasdan kalmış olan malların sayımı yaptırır, yetkili bilirkişiler ve dellâllar vasıtasıyla kıymetleri belirlenerek teferruatlı muhallefat listeleri oluştururdu.419

İncelediğimiz defterden de alışılacağı üzere bu belgelere, defter-i kassâm'da

409Avcı,“ Naib”, s. 311.

410Mehmet İpşirli, “Naiblik” DİA, C.32 İstanbul 2006, s.312. 411İpşirli, “Naiblik”, s.313.

412 İpşirli, “Naiblik” s. 312. 413 İpşirli “Naiblik” s. 313. 414KŞŞ 56 /2-3; KŞŞ 56 /268-4. 415KŞŞ 56 /274-3

416Masraf kayıtlarında kurâ‘-ı nâ'ib hanesine yapIlan matbâh, bir duvar ve sâ‘ir ta‘miratadan bahsetmektedir. bk. KŞS. 56 /16-1.

417 Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C.II İstanbul 1993, s. 209. 418Feda Şamil Arık, “Osmanlılarda Kadılık Müessesi 1” OTAM, Sayı. 8, Ankara 1997, s. 52.

419Ömer Lütfi Barkan, “Edirne Askeri Kassamı'na Ait Tereke Defterleri” TTK Belgeler Dergisi, C. 3, Sayı, 5- 6, S. 1-479.

57

deniliyordu. Birçok miras davasında bu defterlerin isminin geçmemesi, varislerin kendi aralarında rızalarıyla miras taksimi yapıldığını göstermektedir. Bu defterlere daha çok anlaşmazlıklarda ve güven sorunu yaşandığında başvurulduğu görülmektedir.

Bunun dışında kassâm defterinde vefat edenin mallarını hepsinin kaydedilmediği bazı davalardan anlaşılmaktadır.420 Bu mallar kassâmlar tarafından ihmal edilmiş yahut ölen

kişilerin varisleri, malları kassâmlara bildirmekte aciz davrandıkları şeklinde yorumlayabiliriz.

Kassâm defterine kayıt edilen meblağdan, öncelikle ölen kişinin borçları tahsil edilirdi. Eğer ölen erkekse ve zevcesinin mehrini ödememiş ise öncelikle bu defterlerden zevcenin mehri ödenirdi. Örneğin; Çirkap Mahallesi’nde fevt olan Ahmed bin Ramazan'nın zevcesi Safiye bint Ebû Bekir Ağâ' kardeşi Ahmed'i vekil olarak mahkemeye göndermişti. Ahmed mahkemede Safiye'nin ölüm sonrası ber-mûcib-i defter-i kassâm'da, kendisine isabet eden mehir ve nafakası olan elli kuruşluk miktarı çocukları Hüseyin ve Seyyid Hasan'nın elinden aldığını, artık bu konuda “bir akçe alacağım hak ve alâkam ve dava ve nizâm yoktur.” diyerek mahkemeye bildirmiştir.421 Daha sonra ölen kişinin vasiyyeti varsa vasiyetler yerine

getirildi. Geri kalan mirasın mirasçılara tevzi edecek kısmın binde onbeş veya yirmi nispetinde bir resm-i kıymet adı altında resim tahsil etmek adettendir.422 Mirasta hak sahibi

olan herkesin tasarruf hakkı vardı. Varislerden küçük olanlara vasi tayin edilirdi. Zira kadı bölgesindeki küçük çocukların haklarını korumak ve oların bakım ve gelişimi için harcanacak miktarı belirlemek zorundaydı. Askeri Sınıfın kassâm defterleri ise daha geniş olduğu için Kazaskerin görevlendirdiği kassâm memurları tarafından tutulurdu.423

B) Hukuki Meselelere Konu Olan Davalar

Benzer Belgeler