• Sonuç bulunamadı

Günümüzde, bireyin özgürlüğünü koruma noktasında en önemli güvence olarak hukuk devleti ilkesinden bahsedilir489. Bu ilkenin temel vurgu noktaları, devlet yönetimi ile ilgili konulmuş olan kurallara sadece yönetilenlerin değil yönetenlerin de uyma zorunluluğunun bulunması, yönetenlerin tüm eylem ve işlemlerinin hukuk kurallarına uygun olması gereği, hukuka aykırı bir işlem tesisi veya eylem gerçekleşmesi durumunda, bunu değişik yaptırımlara tabi tutacak olan adil bir yargı düzeninin varlığı ve herkese hukuk güvenliğinin sağlanması olarak sayılabilir490. Vatandaşların devlete karşı güven beslemeleri ve kendi kişiliklerini hiçbir baskı altında kalmadan geliştirebilmeleri, ancak hukuk güvenliğinin sağlandığı bir hukuk devleti içinde mümkündür491. Bu bakımdan hukuk devleti, demokratik toplumun ulaştığı en önemli aşamalardan biridir.

Devlet herhangi bir otorite tarafından uygulanan keyfi bir baskı aracı olmadığına göre, hukuk devletindeki en önemli hususlardan birisi, yönetenler de dahil olmak üzere

486

KAPANİ, s. 61; KOÇAK, Devlet ve Egemenlik, s. 135; ÖZBUDUN Ergun, Türk Anayasa Hukuku, 7. Baskı, Ankara 2002, s. 169-170; TURHAN, “Değişen Egemenlik Anlayışı”, s. 225.

487 HAKYEMEZ, s. 105.

488

UYGUN, “Üniter ve Federal Devlet”, s. 393-394.

489 Ayrıntılı bilgi için bkz. ATAR, s. 91-101; KABOĞLU İbrahim Ö., “Türkiye’de Hukuk Devletinin Gelişimi”, İnsan Hakları Yıllığı, C. 12, 1990, s. 139-147.

490 HAKYEMEZ, s. 106; KOÇAK, Devlet ve Egemenlik, s. 129.

herkesi bağlayan kuralların bulunmasıdır. Dolayısıyla klasik egemenlik anlayışında devlet, kurallara bağlı kalmaksızın hüküm sürerken; hukuk devleti ilkesiyle birlikte egemenlik yetkilerini artık hukuk kuralları çerçevesinde ve yargı denetimine açık biçimde kullanmaktadır492. Bu süreçte en üstte yer alan kurallar topluluğu ise anayasalardır. Bir devletin hukuk devleti olabilmesi için bireyin devlet karşısında sahip olduğu hak ve özgürlüklerinin anayasada güvenceli biçimde düzenlenmesi gerekir. Keyfi yönetimi ortadan kaldırmakla, hukuk devletinde bireylerin özgürlüklerine yönelik önemli bir güvence getirilmiş olmaktadır493. Bu noktada her anayasası olan devlet, hukuk devleti sayılamaz; devletin “anayasal devlet” biçiminde örgütlenip, bireyin özgürlüklerini güvence altına alması gerekir.

Mutlak ve sınırsız bir iktidar anlayışına dayanan egemenliğin hukuk devleti kavramıyla bağdaşmayacağı açıktır. Zira, kendisinden hiçbir üstün güç tanımayan, bağımsız ve sınırsız bir irade kudreti manasına gelen egemenlik, sınırlı iktidar anlayışına dayanan hukuk devletinin tam karşıtıdır494. Eğer egemenlik, geleneksel olarak ileri sürüldüğü gibi, kendisinden üstün hiçbir güç tanımayan tam manasıyla bağımsız bir irade kudreti anlamına geliyorsa, bu anlamdaki üstün irade kudreti, sınırlı iktidar anlayışı ile çatışma ve çelişme halinde demektir495. Dolayısıyla, hukuk devletinin gerekleri dikkate alındığında, egemenliğin sınırsız olduğu kesinlikle söylenemez.

Anayasada belirtilen ilkeler ve sınırlar, genellikle bireyin özgürlüğünü devlet organları karşısında koruma amacını gerçekleştirmeye çalışır. Bu nedenle, bireyin özgürlüğünün güvence altına alındığı bir devlette, bu organların yetkileri insan haklarını korumakla sınırlı olmak zorundadır496. Böyle bir hukuksal ortamda, ne yasama organı anayasada belirtilen güvencelere aykırı bir kanun çıkarabilir ne de yürütme organı bu güvencelere aykırı bir işlem tesis edebilir. Bu açıdan bakıldığında, demokratik düşüncenin günümüzde gelmiş olduğu aşamada, hiçbir ilke insan haklarına verilen önemin bir sonucu olarak görülen, devlet organlarının yetkilerinin insan hakları ile sınırlılığı ilkesinden daha

492 SACHS Michael, “Hukukun Üstünlüğü ve Hukuk Devleti”, Uluslararası Anayasa Hukuku Kurultayı, Türkiye Barolar Birliği Yayını, Ankara 2001, s. 623.

493 ERDOĞAN Mustafa, Anayasa ve Özgürlük, Ankara 2002, s. 19.

494 HAKYEMEZ, s. 107; HAZIR, s. 20; UYGUN Oktay, Federal Devlet, İstanbul 1996, s. 120. 495

KAPANİ, s. 60; TURHAN, “Değişen Egemenlik Anlayışı”, s. 223; UYGUN, “Üniter ve Federal Devlet”, s. 394.

496

HAKYEMEZ, s. 107; REUS-SMITH Christian, “Human Rights and the Social Contruction of Sovereignty”, Review of International Studies, Vol. 27, No. 4, October 2001, s. 519; UYGUN, Federal Devlet, s. 122.

önemli değildir497. Dolayısıyla, devlet içerisindeki egemenlik, bireyin özgürlüğü lehine bir değişime tabi olmaktadır.

İnsan hakları terimi, bütün insanların, yalnızca insan oluşlarından dolayı, insanlık

onurunun gereği olarak sahip oldukları haklar bütününü ifade eder. Çağdaş demokratik devlet, insan haklarının gerçekleştirilmesini kendi varlığının temel nedenlerinden biri olarak kabul eder. Böyle bir siyasal sistemde, devlet otoritesi sınırlandırılmıştır. Devlet otoritesinin mutlak, sınırsız ve bölünmez nitelikte olduğu bir düzende, insan haklarının korunması ve gerçekleştirilmesi bakımından güvenli bir ortam yaratılamaz498. İnsan hakları ilkesine dayanan bir devlette, devlet otoritesinin her zaman ve her koşulda en üstün otorite olması söz konusu değildir. Anayasal güvenceye bağlanan bir hak ile devletin otoritesi karşı karşıya geldiğinde, bireyler devletin otoritesine uymamayı seçebilmektedirler. Duverger’nin belirttiği gibi, “geleneklere bağlı bir katolik için, kilisenin oluşturduğu topluluk içerisinde egemen olan papadır ve inanmış katolikler devletin buyruklarına karşıt da olsa, papanın buyruklarını izlemeye devam ederler. Aynı şekilde, bir sendikacı açısından, sendikanın aldığı grev kararı, hükümetin aldığı kararlardan daha üstündür”499.

20. yüzyılda insan hakları alanında en önemli gelişmeyi, bireyin uluslararası hukuk öznesi durumuna gelmesi oluşturmaktadır. İkinci Dünya Savaşı öncesinde Almanya’da Nazizmin ve İtalya’da Faşizmin ortaya çıkması ve her iki ülkede devletin ve egemenliğinin yüceltilmesi ve yine dünya savaşının doğurduğu acı sonuçlar, insanın insan olarak değerini reddeden ve insanlar arasında eşitliği kabul etmeyen görüşlerin yeniden ortaya çıkmaması için insan haklarına saygılı bir düzenin kurulmasını zorunlu bir duruma getirmiştir500. 10 Aralık 1948’de İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin ve 4 Aralık 1950’de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin kabulüyle birlikte bu alanda çok büyük adımlar atılmıştır. İnsan hakları, egemenliğin geleneksel anlayışının inkarı anlamına gelmektedir. Bu gelişmeler bize artık geleneksel egemenlik düşüncesinin insan haklarının çağımızdaki gelişim karşısında çağdışı bir anlayış olduğunu göstermektedir501.

497 HAKYEMEZ, s. 108; TOURAINE Alan, Demokrasi Nedir?, (Çev.: Oktay Kunal), 2. Baskı, İstanbul

2000, s. 58.

498 UYGUN, “Üniter ve Federal Devlet”, s. 395. 499

DUVERGER Maurice, Siyaset Sosyolojisi, (Çev.: Şirin Tekeli), İstanbul 1982, s. 197.

500 HAKYEMEZ, s. 109; ÖZMAN, s. 106-107; TURHAN, “Değişen Egemenlik Anlayışı”, s. 225-226.