• Sonuç bulunamadı

HISIM AKRABA ARASINDA

H a l i t bey şişman, ka rayağız, son derece babaya n i , bu­

nunla bera ber sevim l i ; kaza ndığı, harca d ı ğ ı be l l i olmayan, da ima neşe l i veya hiddetli görünen, hulasa i ki had a rasında durmada n gidip gelen bir rakkas, bir terazi m i l i gibi, süku­

net ha l i ne pek az rasge l i n i r bir adamd ı .

Babası öldüğü za man M ü l kiye 'yi yeni biti rmiş toy b i r de­

l i ka n l ıyd ı . Eski süpürgeciler kahyası o l a n ba ba s ı n ı n elde ka­

lan servetiyle yaşa mayı tercih ettiği için, bir memuriyet ka­

bu I etmediği g ibi, baba s ı n ı n Bahçekapı'daki zah i re şirketi­

ne de y ı l lard ı r bir kere o lsun uğrama m ı şt ı . Ya rı gününü ev­

de, ya l n ı z l ı ğ ı pek içine doku na n a nnesine a rkadaşl ı k etmek­

le geçi rir, öğ leden sonra evvel a semtin delika n l ı la r ı n ı n top­

landıkları berber Ali efend i n in dükkanı ndan başlamak ve Kü­

çükpaza r 'dan Vefa yoluyla yu ka r ı ç ı kma k üzere, rasgeldiği kahvehane, çaycı, bozacı dükka n l a r ı na uğraya uğraya, yaz ı n hemen hepsi n i n kendisini tan ı d ı ğ ı şerbetçi lerin o n u gorur görmez doldurdukları şerbetleri içe içe Şehzadebaşi 'na

ka-M A H U R B E S T E

dar gel i rd i . Mevs imine göre, ikindi veya a ksam piyasa s ı n ı, b i r pencere a rkas ı n da n ifta r za ma n ı n ı bekleyen sab ı rsız bir oruçlu gibi, da lgın da lgın seyrede r, sonra Beyazıt'a doğru yavaş yavaş yürürd ü . O rada, kurmak bahanesiyle her eline a ld ı kça birkaç dakika i l erlettiği saatine son bir defa daha bakar, vakti münasip bu�unca M ercan 'dan a şa ğı ya doğru sü­

zülür, ya B a l ı kpazar ı , yah ut Ga lata veya B eyo ğ l u 'nun daha kiba r, daha külfetli meyhan elerinde bitecek olan bir gecenin kapısı n ı çalard ı .

H a l id 'i n eve dönüşü, evden .çı k ı ş ı gi bi gürü ltüsüz ol­

mazd ı ; çok defa maha l l e h a l k ı , evvela sokakta sert b i r teker­

lek ve na l sesiyle bu dönüşten haberda r o l u r, sonra telaşl ı telaşl ı kapı ça lma la r ı başlar, bazan uzun, h iddetli konuşma­

la r o l urdu . N ihayet, kap ı n ı n yan ından bu a n la rda h iç eksik o l maya n emektar maha l l e bekçisinin şefka t l i , pencerelerden sarkmış mah a l l e l i l erin hayretli bakışları a lt ında, gündüz ay­

n ı kap ıdan eski İ stanbul terbiyesinin bütün vekariyle tesbihi­

ni çeke çeke ç ıkmış o la n H a l i t beye hiç benzemiyen, parde­

l?Üsünün ön leri açık, ka l ı p l ı fesi ya na yatmış, omuzları düşük b i r başka Ha lit bey, zorla a ra badan indirilir ve ko l una gi ren h izmetçi lerin, uşakların yard ı miyle merdiven lerden ç ı ka r ı l ı r, yata ğ ı na yatı rı l ı rd ı .

Bazı gecelerde ise i ş büsbütün değişirdi : H a l it bey, öm­

rünü dolduran ya l n ı z l ı ğa a ç ıktan itiraz etmek ister gibi, bü­

tün bir sarhoş ve çalgıcı kafi lesiyle eve dönerd i . O zaman yüksek perdeden atılan nara lar, bozuk sesle söylenen türkü­

ler sokağ ı kaplar, saki n semt gecesi, rüyasına bile girmeyen kaba zevklerin gürü ltüsiyle dol a r, süpürgeci ler kahya s ı n ı n cephesi bir buçuk a d ı m l ı k bir bahçe parça s ı n ı n gerisinden sokağa baka n kona ğ ı n ı n bütün pencereleri ayd ın l a n ı r,

mut-M A H U R B E S T E

ba kta oca klar yanar, hava n la r d öğülür, yemek hazı r l a n ı r, yu­

ka rda oda oda sofa lara kadar temiz yer yatakları seri l i r, gı­

c ı rtı l ı keman lar, çat l a k çifte nara lar ahenk yapa r; hulasa çok a la tu rka bir eğlence, gece ya rısından sonra, bir hokkabaz cebinden ç ı ka n o bitmez tü kenmez eşya gibi, bir a nda baş­

lar ve misafi r ler küçük beyin ihaneti i le girdikleri evi öyle ko lay kolay terketmeye razı o l madıkları için bu ha l , geceden geceye va himl iği a rta n o gün leri sayı l ı hasta l ıklar gibi dev­

resini ta mam layana kada r sürerdi .

Bu progra m ı n bozu lduğu sayı l ı geceler, Ha lit beyin bü­

yük meraklarında n biri olan yan g ı n seyretmek için içkiyi fe­

da ettiği gecel erdi . İ sta n bu l ha l k ı ; servetleri n i , saadetlerini kemiren bu afetle başba şa yaşaya yaşaya ona ga rip bir su­

rette a l ışmış, önüne geçemiyeceğini anlayınca onu hayatı nın çerçevesi içine a lm ı ştı . Ya ngın seyrini estetik bir örf gibi be­

nimseyen, her s ı n ı ftan yığı n la rca insan va rd ı . Zenginlerin a l e lacel e hazırlattıkları a ra ba la riyle, ihtiya r la r ı n sırtlarında a ğ ı r kürkleriyle, ti rya ki lerin içinde küçük ispirto lambası ve kahve takımları bulunan sepetleriyle, hatta ufak tefek kah­

va ltı neva leleriyle gittikleri bu a levl i eğlenceye Ha l it bey de duma n l ı o l maya n bir kafayla gitmek itiyadı nda idi .

Ha kiki manası eski süpürgeciler kahyası n ı n servetinden beş kardeş üzerine annesine ka lanları bitirmek olan bu ha­

yatı Ha l i t bey iki sene yaşa d ı . Annesinin son dü kkanı da el­

den çıkt ı ğ ı gün birdenbire babası n ı n ortaklarını ve Si nop ta­

raf la r ı nda h ı sım a kraba e l i nde ka l m ı ş a raziyi hatırlad ı . Bu hatırlama i le evin hayatı birden değişt i : geceyarısı misafir­

l erinin yerini çok kibar, a ğ ı r baş l ı , uzun fes l i , temiz, kıvra k bıyı k l ı , redingotlu, dik yaka l ı avukatlar a ld ı .

Ha l it bey onlarla saatla rca kütü phanesine kapa n ı p

Def-M A H U R B E S T E

teri Haka nı senetleri ve ka nun maddeleri üzerinde münaka şa etti. B i rka ç gün önce geceleri oğlunu taş l ı kta bekleyen a n­

nesi, bu sefer, baş ı nda beyaz bir baş ö rtüsü, ya rı a ra l ı k kapı a rka sı nda, avukatlara cevap vermeye başlad ı . iki üç gün son­

ra da Halit bey Kastamonu ve Sinob'a ufak bir seyahat yap­

tı . Dönüşte, ba bası n ı n orta klarına b ı rakmış gibi göründüğü yazıhaneye bir bomba gibi d üştü .

B i r yandan da , ba ba s ı n ı n h ı s ı m a krabas ı ve uzun ikame­

ti bir nevi tasarruf hakkı gibi kul lanara k h i ç bir şey ödeme­

yen kiracı la r a l eyh ine bir sürü dava a çt ı . H a l it beyin hayatın­

da mühim bir merha le olan bu dava lar y ı l la rca sürd ü . Bun­

ların sonunda ba ba mira s ı n ı iyi kötü tasfiye edebi l d i . O kadar ki, kendisini ilkin çok hoyratça �arşı laya n ba ba ta rafı akraba bi le, sonunda ma l l a r ı na m ü l klerine musa l lat olan parazitler­

den onla rı kurta rd ı ğ ı için kendisine m i nnetta r . b i l e oldular.

Hatta büyük amcası, bu minnet duygusunu göstermek için ona büyük kızını vermeyi teklif etti. Fakat Ha l it bey, çiflik ve değirmenlerin y ı l l ı k geliri nden pay ı na düşen bir iki bin l i­

radan fazlası n ı a l mamağa a hdetm işti; onun ı ç ı n a mca s ı n ı n k ı z ı gene amca s ı n ı n ya n ı nda ka l d ı . Buna ka rşı l ık, amcası­

nın her güz başı nda evinin bahçesine küçük teneke kutu la­

ra istif ederek gömdüğü sa rı, pa rlak a l tınların sayısı bi r pa r­

ça aza l d ı .

B ütün bunları yapa rken kendisi de Mecel l e'yi, ka nunları iyice bel lemiş oldu. Fa kat netice bununla ka lma d ı ; H a l it bey dünya n ı n en tehl i keli hasta l ı klarından biri olan ada let hasta l ığ ı na da tutu ldu. Y ı llarca a razi kanunları ve tefsirleri, i lam, Defteri Haka nı senedi, istinaf, temyiz istidas ı , avukat yazıhanesi, mahkeme koridoru a rası nda geçen bu hayat onu adeta büyü lemişti . " Hukuk-u sa riha ", " hisse-i şayia", v.s.

M A H U R B E S T E

gibi o zamana kadar hiç bi lmediği tabirler; "bir tarafı ta rik-i am, diğer tarafı Ö küzoğ lu va kfı ima reti ve Y ı rtıkgöz Hasa n efendi medresesi " ta rzı nda a razi tahditleri d i l inden, ka le­

minden düşmez o l mu ştu . Yavaş yavaş iyi bir vata ndaş için ası l vazifenin a da let dediğimiz cihazın işlemesine ya rdım et­

mesi o l duğuna inand ı . Bu büyük makine kendi kendine işle­

yemezdi ; nası l bir lokomotife kömür lazımsa, o na da ha kkı­

nı isteyen vata ndaşların iyi niyeti lazımdı . " Mema l ik-i O s­

maniye'de her vatandaş senede ü ç dava açsa işler değişir"

diyordu. Baba m iras ı n ı kurta rma k için yedi sekizini birden açmasiyle bizzat kendisi bunu n en güzel örneğini vermişti . i şte kendi açtığı bu yolda tek baş ı na bütün ömrü nce yürüdü . Çetref i l vakıf meseleleri bu dava la r ı Anado lu ve Rume l i 'nin muhtelif şeh i r ve kasaba la rına ko layl ı kla taşı d ı . Böylel i kl e Ha l it beyin şahsi ada let haritası gittikçe genişledi, gölgesi bi rkaç ü l keyi bi rden istila eden bir a ğaç gibi büyüdü. Ha l it bey, dede m i rası evi nde, geniş karyolası içinde, başucunda Mecel le, cüzda n cüzda n senet, i lam sureti, isti nabe müsved­

desi dinlenirken, bu geniş ağacın kök sa ldığı yerlerde s iya h cübbe l i, beyaz sar ı k l ı , nur yüzlü hakimlerin; titiz, pinti ev­

kaf müdürlerinin; uya n ı k, da lavereci avu katlar ı n ; pa rma kla­

rı tütün duman ı , mü rekkep lekesiyle boyanmış zayıf, kir l i ya ka l ı , düzelmemiş sa ka l l ı zabıt katiplerin in onun açtığı da­

va larla meşg u l o ldukla r ı nı ; zayıf petrol lambası ı ş ı ğ ı nda bu dava lara a it dosya lar üzerinde ciga ra ü stüne cıga ra içerek düşündü klerini; kibirli ecnebi konso losla r ı n ı n bile zama n za­

man onlar için ma hkemelere gitmeye yahut cerbezesi pa rlak göz l üklerinden okunan tercümanlarını göndermeye mecbur o ldukla r ı n ı düşündükçe gerçekten eşsiz bir hazzı n bütün vü­

cudunu bir saadet sıtması gibi sard ı ğ ı n ı hissederdi.

M A H U R B E S T E

H a l it beyin bu dava açma merakı gittikçe öyle bir h a l a l­

d ı ki, günün birinde, b i r tica ret işi için gittiği Trabzon 'dan , kaybedi lmek üzere olan b i r d avayı yi rmi yedi bin l i ra ya sa­

t ı n a larak ge l d i . i şin ga ribi, bu davayı i ki senelik bir gayret­

l e kazanmasıyd ı . Fakat onun i çi n kazanmak, kaybetmek diye bir mese le yoktu; a s ı l mese le dava n ı n açı lması, hazı r l ı k la r ı , he leca n la r ı , v e hepsi nin a rkas ı nda, hayatını bir nevi spor gibi doldura n mücadele h ı rsı idi. Bu oldukta n sonra gerisi ehemmiyetsizdi .

B i rçok dava larda az çok b i r tasarruf hakkı a ld ı ğ ı mü l k­

leri e lden ç ı karmış, a nne ta rafına karşı bir han yüzünden aç­

tığı dava neticesinde oturduğu konağ ı , dayı larının, teyzele­

rinin veresesinden adeta yeni başta n satın a lma ğa mecbur olmuştu .

B u n la r kötü fakat mukadder kaza lar, hatta her meslekte, her hayat şeklinde kab u l edi lmesi gereken za ra r lardı. Bunun­

la beraber, b i rçok dava la r ı , hatta hiç kaza n ı lması ümidi o l ­ maya n la r ı d a kaza n ı r d ı . Avukatları bunun sırr ı n ı , Mece l le'yi herkesten iyi öğrenmesinde b u l uyorlard ı . Kendisi ise, büyü k bir tevazu i l e ve pa rdesüsünün yahut ceketinin düğmelerini çözüp yeniden i likliyerek: " bendenizde fikri takip va rd ı " der­

d i . ö lümüne kadar, yedi sekiz a rkadaşla birden oynaya n iyi satranç usta ları gibi, mem leketin her ta rafı nda, her cinsten dava lar takip ett i . O kadar ki rahat döşeğine uzand ı ğ ı zaman ö lümün yaklaşt ı ğ ı n ı hissed ince, ya n ı na ça ğırdığı oğluna mi­

ras o la ra k onyed i dava b ı ra kt ı . B u n la rdan i kisi Ati na 'da, üçüncüsü Odesa 'da idi. Bu d ışarı memleketlerdeki dava lar, H a l it beyi en çok sevindiren ler o lmuştu . Hele Ati na 'daki da­

va larından en kıdem l isi, onun üzerinde, kend isini d ışa rı' memleketlere henüz kab u l etti rmemiş bi r i hti l a l

hükumeti-M A H U R B E S T E

nin bir yabancı payitahta i l k göndereceği sefiri tayin eder­

ken duyduğu gurur ve muvaffakıyet şuuruna benzer bir te­

s i r yapmışt ı . Bunu Odesada, Trabzon'da görü l en bir petro l gemisi davas ı ta kip etmişt i . N ihayet bir üçüncü dava, izmir'­

den B rendizi'ye atlamışt ı .

Onun evlenmesi de garip o l muştu. B i r g ü n annes i ona :

"Ata Mol la B eyefend inin büyük kızını gördüm; Al lah bağış­

lasın, s ü l ü n gibi . . . Sana a l mayı çok isterdim, a ma b i l mem veri r m i ? " demişti . Annes i n i n ağzından herhangi bir kadı­

nın methini ilk d efa işiten H a l it bey: " N iye vermesin ? bir ke­

re isteyiver. Gerçi dev l et memuri yetimiz yok a ma , iyi kötü var l ı k l ı insa n larız. Ai l emiz de öyl e tan ınma m ı ş deği ldir." ce­

vabını vermişt i .

Annesi bunun üzerine, M o l l a Beyin paraya p u l a bakma­

d ı ğ ı n ı , ya lnız satranç mera k l ı s ı o lduğu için kız ı n ı satranç bil­

meyene vermek istemediğini söy l emişt i . Bu isteksiz konuş­

ma burada ka lmış, ne ana, n e de oğu l b i r daha bu bahse dönmemişti .

Altı ay sonra , bir a kşam ü stü, yemek yerlerken, konuş­

ma a rası nda H a l it bey: "Anne, Ata Mol la kızını evlendirdi mi ? " d iye sormuş, "Hayır'' ceva b ı n ı a l ınca : "Şunu beni m için bir isteyiver. B en satranç öğrendi m " demişt i . H a l it bey, a radaki zaman za rfı nda, çeşitli dava larından, avukat istişa­

relerinden, vakıf ve şeriye sicil leri kayıtla rını yoklamadan, müh i m gördüğü işlerde baba s ı n ı n ortaklarını harekete getir­

mek gibi şeylerden vakit buldukça satra nca ça l ışmı ş, a da let i şlerinde gösterdiği anlayı ş ı , kabi l iyeti, isra r ı bu işte de gös­

tereb i l diği için şöy l e böy l e b i r şeyler öğrenmişt i .

i ki ay sonra H a l it bey, p a r l a k bir düğün le, Ata Mol la B e­

yin konağına i ç güveyisi girmişt i . M o l l a Bey, damadında n

M A H U R B E S T E

çok memnundu. Sabah a kşam onu satra nç tahta s ı n ı n başına oturtuyor, uzun uzun oynuyo rl a rd ı . Fa kat Ha lit bey ne sat­

rancı seviyor, ne de iç güvey i l i kten hoşlan ıyord u . O, dava­

ları n ı , bu dava l a r için ku l lanmağa muhtaç o lduğu geniş za­

manı , bir kendisi ka darını daha içine a labi lecek gibi yaptı r­

d ı ğ ı pa rdesüsü kadar geniş bir zaman istiyordu . . .

B i raz gayretle buna da muvaffa k oldu . . . i l k önce a kşam yemeklerinden sonra hafif bir mide a ğ ı r l ı ğ ı ndan bahsetti . Sonra satranç tahtası başı nda uyukladı . M o l l a Bey: " O ğ l um, gene kendinden geçti n" dedi kçe o, vazife başında uyumuş bir nöbetçi utanciyle yerinden sıçrıyor, şaşkın şaşkın kay ı n­

babasına bakıyor, sonra büyük bir gayretle biraz önce e l in­

den düşen silah l a rı na, vezire veya süvariye yapışıyor, fa kat daha ikinci hamleyi biti rmeden , el leri oyun tahtasının üstün­

de, başı gene göğsüne düşmüş, daha rahat ve uyku tan rı s ı na daha geniş yer ayı ran bir hayata hasret çeker gibi derin, iç­

ten nefes lerle yeniden mışı l mışı l uyuyordu . . .

M o l la Bey birkaç gün buna tahammül etti. "Yazık, bu kada r istidadı va r, bu uyku çocuğu mahvedecek ! " diyord u . B u istidatl ı dama d ı n ı elden kaç ı rmamak i ç i n bütü n sabrını ku l la n ıyor, ufak tefek ça re ler bulup söy l üyordu : " Haydi, yü­

zünüzü y ı kayın, bel ki aç ı l ı rs ı n ı z " diyor, fa kat Ha l it, boyun derisini yüzecek kadar ova ovuştura y ı kandığı halde, gene a ç ı l mıyo rd u . Herkesi n uykusunu dağıtan soğuk su, onun ü­

zerinde uyutucu tesi r yapıyo rd u . Öyle ki m u s l u k başı nda n döner dönmez, sabahta n akşa ma kada r afyon ta rlası nda ot­

l a m ı ş bi r at gibi, yeni den baygı n esnemeler üzerine çöküyor, gittikçe şiddetini a rt ı ra n bir hor u l tu i l e i l k f ı rsatta uyuyo rd u . O nun uykusu a rttı kça M o l la Beyin sa b ı r v e tahammü l ü de artıyor, daha emniyetli çareler düşünüyord u . S ı k sık enfiye

M A H U R B E S T E

kutusunu uzatıyor, " bi r daha, bir daha ! " d iye dama d ı n ı teş­

vik ediyord u . H a l it, bu i kra m l a rdan sonra oyun masası n ı ay­

d ı n latan büyük, uzun pirinç ayakl ı , tirşe ka rpuzu minel i bronzdan i nce çemberl eri nin a ras ında b i r " kü re-i müdevve­

re" gibi duran lamba n ı n ı ş ı ğ ı n ı ka ra rtacak kadar şiddetli a k­

sırıklara rağmen gene uyuyordu.

N i hayet kayınbabası ona ta lebeliğinde derse ça l ı ş ı rken uyuma mak için burnuna ka ra bi ber çektiğini, hatta bir gece taba n ı n ı ka lemtraşla ya rıp tuz ektiğini, o acı sayesinde nas ı l sa baha kadar ça l ı şarak e n çetref i l miras meselelerini öğren­

diğini söyledi . E rtesi a kşam H a l i t bey, bir aya ğ ında terl iğin üstünden geçmiş büyük bir sarg ı , burnu, duda kları biber yanmasından kıpkırmızı, a ks ı ra topa l l ıya yemeğe oturd u . Bü­

tün ha l i nde vazife uğrunda fedaka r l ı ğ ı en son kertesine gö­

türmüş olanların sükuneti, u l v i l iği, yüksek feragat kara r ı n ı n i nsanoğ luna bahşettiği ayd ın la nma vardı . i kide bir şiddetli ağrının tesiriyle yüzünü buruştura rak içini çekiyor, fakat M o l la Bey kendisine baktıkça yüzündeki ıstı rap ifa desini derha l yeniyor, "ey Seza r, senin için her fedakarl ığa hazı ­ rım" d e r gibi itaatli, i radeli bakışlarla kayınbabasına bakı­

yord u .

Fakat satranç ba şına geçer geçmez gene uyuyordu . H e m ya ra l ı aya ğ ı n ı satranç masa s ı n ı devi recek kadar oynata oy­

nata uyudu . M o l la Bey bir iki defa dama d ı n ı dürttü, ha re­

kete geti rmek istedi, fakat burnuna çeki len biber, tabana eki len tuz menfi tesirini okada r kafi şeki l de ya pmı ştı ki, so­

nunda sa brı tükendi, damadı n ı , bütün bu ha l leri merakla, ko­

cas ı na karşı bir nevi hayra n l ı kla seyreden kızına b ı rakıp odasına çeki ldi . . .

Ka rı koca, evlenme leri n i n daha i kinci ayında, ka ra

rlaş-M A H U R B E S T E

t ı rd ı kları şeyde muvaffak olmuşlard ı . Ata Molla, ertesi a k­

şam eve gelmedi . Daha ertesi gün, " o uyku tu lumu herif"

ile aynı çatı a ltı nda otura m ı yaca ğı n ı , gittikleri eve gefemi­

yeceğini karısına mektupla bildird i . ü ç gün sonra H a l it bey, karısiyfe baba evine dönd ü . O rada Ha lid'in annesi ile küçük Refik kend i lerini sab ı rsızlı kla bekl iyorla rdı . Molla Bey, sat­

ra nç gibi b i r oyuna bile uykusunu feda edemiyen dama d ı na ve " böylesi bir camusa kocam demekten utanmı ya n " kızına birkaç ay darg ı n d u rdu.

Benzer Belgeler