B ehçet bey, N ecip Paşa yalısının muhayyelesini okadar zevkli hayallerle dolduran bu parlak ve lezzetli hayatını, mu
siki ile sazın giydirdiği bu bir yığın genç, güzel, hisli ve ür
kek kad ın kalabalığını ancak ondokuz yaşına kadar takip e
debildi . O sene babası, Hünkarın ani bir karariyle Mekke kadılığı verilerek, ista nbul'da n uzaklaştırıldı. İsmail Molla beyin çok ölçülü olmakla beraber, bir ya ndan da pervasız ola n mizacı, her türlü entrika nın dışında -hiç bir zevkini ih
mal etmemek şartiyle- o sağlam yaşayışı çokta ndır dikkati çekmişti . Son zamanla rda ise, Molla bey, mizacının emret
tiği bu hayatı adeta bir nevi çekingenliğe dökmüştü . Bir Sa
ray, birçok tasavvurları affedebilirdi; fakat istiğnayı, uzleti affedemezdi. B unu bilen dostla rı, zaman zama n kendisini iy
kaza çalışmışlar, "Molla bey, vazgeçin bu çekingenlikten, hoş görülmüyor" demişlerdi. Fakat Molla aldırmadı. Daha doğrusu, yeniden ikbalin yükünü taşımak kudretini kendin
de bulmuyordu . Hatta bir defasında, gene böyle bir
nasiha-M A H U R B E S T E
ta cevap olarak: "selamlığımı o lüzumsuz misafir kalabalı
ğından temizlemek için tam altı yıl çalıştım; rahatımı boza
mam" demişti . Adamlarından birinin himmetiyle işittiği bu söze Abdülhamit son derecede kızmış ve ertes gün, Mabeyn vasıtasiyle "İsmail Molla beyefendi, anlaşılıyor ki bizim ha
reketlerimizi tasvip etmiyorlar; bari kendilerini Mekkei Mü
kerreme kadısı yapalım. B u vesileyle hem Haccı Şerifi eda etmiş olurlar, hem de duamızla meşgul olu rlar." emrini ver
mişti. İsmail Molla bey, bu emirden üç gün sonra, hazırlığı
nı bitirip karısiyle Hicaz'a gitti.
Bu gidiş, Behçet beyin hayatını altüst etti . Yanlış anla
şılmasın, Behçet beyin hayatında, zayıf yaratılışının kendi
sine doğduğu andan itiba ren çizmiş olduğu yoldan en ufak bir ayrılış bile "yoktur. Bu değişiklik, sadece hissi mahiyet
teydi . Behçet bey, baba sevgisini bir nevi din gibi alanla r
dandı. Onun için birdenbire yatılı bir mektepte, babasından:
ve itiyatlarından ayrı yaşamak, ondokuz yaşındaki bu genç adama hala bir çocuk muamelesi eden anne ve dayısından ayrılmak, onu aylarca ümitsizliğin derinliklerinde yaşattı.
Hakikat şu ki İsmail Molla bey, tahakkümlü tabiatiyle ..
nufuzlu ve her tenkidin üstünde kalan şahsiyetiyle etrafın
dakilerin hemen hepsini farkında olmadan bir esir gibi kul
lananlardan, daha doğrusu, bir esir bağlılığını onlarda en ta
bii bir ruh haleti yapanla rdandı . Karısı, onunla evlendiğ�
günden itibaren, hayattaki bütün saadetini bu iradeye itaatta ve onun heveslerine katlanmada görmüştü. Kızı Rühsal ha
nımefendi, bütün ömrünce babasiyle mukayese ederek koca
sını küçük bulmuştu. Yaratılıştan zavallı doğan oğlu ise, da
ha ilk yaşlarından itibaren, bir nevi yarım Tanrı gibi baktığf
M A H U R B E S T E
bu güzel, cömert, zeki ve zaafsız babanın karşısında şahsi
yetini bir çırpıda silivermişti.
Behçet bey, babasını çok sever, fakat pek az tanırdı.
Onun bütün şahsiyetine hakim olan ga rip ve ahenkli hotbin
liğini bir kere bile ölçmeye kalkmamıştı. O, daha çok, ha
remde, annesi ve dadısiyle büyümüş, babasının hoşuna git
tiğini sanarak onların sönük ve biçare görüşlerini olduğu gibi benimsemişti. ilk önceleri Molla bey buna üzülmüş, oka
dar dua ile ve sonuna doğru Allahın kendisine bahşettiği oğ
lunu bu terbiyenin sakatlığından kurtarmaya çalışmıştı. Fa
kat çocuğun tabiatındaki pısırıklığın ve zavallılığın dışa rı
dan aşılanmış bir şey olmadığını anlayınca, bu biça re do
ğuşla mücadeledeki güçlük karşısında birdenbire ürkmüş ve bir daha onunla meşgul olmamıştı. Behçet beyin bütün genç
liği iki ihtiyar ve zavallı kadının "Maşallah, oğlumuz, ciddi ve terbiyelidir, sağa sola bakmaz " yahut "A, vallahi, emi
nim bütün Emirgan önünde soyunsa, Behçet şöyle yüzünü çevirmez, bir kad ın görünce gül gibi kıza r ı r" cinsinden söz
lerin çizdiği bir a hlak düsturunda kendisini idrak etti. Bazan dadısı veya annesi şaşırırlar, bu sözleri Molla 'nın önünde tekrarlarlar, o zaman Molla çileden çıkar, " eğer doğru ise, Allah sizin de, onun da belanızı versin ! " diye odadan f ı rla r
dı.
Hulasa Molla bey, bütün ümitlerini bir zaman üzerinde topladı ğ ı biricik oğlunun kendisine benzemeyişini bir türlü affedemezdi. Onun için oğlunun istediği gibi yetişmesinden ümidini kestikten sonra, h ayat ını büsbütün değiştirmişti.
Hatta kendisini yakından tanıyanla ra garip bir zevkle bunu anlatmıştı bile . . . insan hayatta, yapmak istediklerinin birço
ğunun evladı ta rafından yapılmasını isterdi. Bu, tabii bir
M A H U R B E S T E
şeyd i . Fakat şimdi Molla, Behçet'in hiç bir şey yapamıyaca
ğını, bu geniş sofrada hiç bir nimetin tadını çıkaramyıacağı
nı anladığı için ona terkettiklerini kendisi yiyord u . " Ben im evladım bana benzemedikten sonra, ha olmuş, ha olmamış, benim için birdir" sözünü zaman zaman söylediği olurd u .
İsmail Molla, cinsinin asilliğinden gurur duyan bir hay
van insiyakıyle, boyu kendisinden en aşağı kırk santim kü
çük olan bu cılız omuzlu, sakat çocuğu bir türlü beğenmiyor, onda kendi levent, atılgan, uçarı, çapkın ve gerçekten efen
di hayatının hiç bir tarafının devam etmiyeceğini anlıyord u . Oğlunun kitap aşkı bile böyleydi . B üyük bir okuyucu olan Molla bey için kitap ta kadın gibi bir şeydi; yani okunduk
tan sonra başından atılırdı . Yalnız, biri diğeri gibi rahatsız edici olmadığı için, - kitap unutulmaya razıdır, fa kat kadın razı olmaz - bir köşede kendi kendine durmasında bir mah
zur yoktu . Ev genişti; okunmuş kitap b i r servetti. Halbuki Behçet öyle değildi: kitabı o kumaktan ziyade, onunla meş
gul olmasını severdi . Mesela, daha oniki yaşında kitap cilt
lemeyi öğrenmişti . Nereden, kimden ? B unu bilen yoktu . Fa
kat öğrenmişti, hatta Molla'nın bir kere ba kıp şuraya bura
ya attığı kitapları ciltlemeğe başlamıştı . Sazan hiç açılma
mış bir kitabı, yapra klarını kesmeden ciltlediği bile olurd u . Sade bu kitap hikayesi baba ile oğul arasındaki mizaç farkını göstermeye yeterdi .
Molla bey, hayatının belki en büyük hüznünü oğlunun cilt atelyesini gördüğü gün duymuştu. Akşama kadar vaktı
nı haremde yorgun bir kedi tembelliği içinde geçiren Molla, oğlunun terbiyeli ve hürmetli selamlariyle, göze girme teşeb
büsleriyle h enüz kendisini taciz etmediğinin birdenbire far
kına vararak " Behçet nerde? . . . " diye sorunca,
Hanımefen-M A H U R B E S T E
di ile Dadı, ilkin bir suç ortağı korkaklığiyle birbirlerine bak
mışlar, sonra ikisi b irden "galiba tavan a rasında " cevabını vermşilerdi . Sadece bu "taban a rası" kelimesinin uyandır
dığı kendi gençlik hatırala riyle oğlu için büyük bir ümide dü
şen Molla, d.erhal merdivenlere tırmanmıştı. Behçet, tavan a rasında gerçekten çalışıyordu . Fakat bu çalışma h iç te Mol
la beyin umduğu gibi değild i ; sırtını geniş şehnişinden ge
len aydınlığa dönmüş, elleri çiriş ve boya içinde, bir türlü çevi remediği kocaman bir mengenenin üzerinde, zayıf omuz
ları yuka rıya doğru bir gölge gibi çırpınıp duruyordu. Sıcak yaz akşamında, iki kanadı birden açık pencereden dolan göl
geli ışıkta, Molla bey oğlunu, bir insandan ziyade kendi ördü
ğü ağa takılmış çı rpınan, büyük bir yaralı bir örümceğe ben
zett i . Bu çatı odası, duvar boyunca uzanan bir masa ile çeşit çeşit aletlerle, çiriş ve tutkal çanaklariyle, şurada burada ası
lı renk renk bez, ebruli kağıt, meşin hevenkleriyle hakiki bir ciltçi dükkanına benzemişt i . H ulasa, anne şefkatiyle emekta r hizmetçi becerik l i l i ği sayesinde, kendisi hiç farkına varma
dan, burada tam bir atelye kurulmuştu .
Molla bey, oğlunu bütün gün tepesinde kaynıyan yaz gü
neşinin bir külhana çevirdiği bu odada, bayıltıcı çi riş kokusu içinde, bütün biçare kaderiyle görmemiş olsaydı, evine habe
ri olmadan g iren bu değişikliğe kıza r, bütün bu mengeneleri, bu çiriş ve tutkal tabakla rın ı , soğuk kalıpları, olduğu g i bi, he
men o dakika da denize attırır, günlerce hareme uğramazdı.
Fakat ayaklarının ucuna basarak mengenesinin üstüne bütün kuvvetiyle asılmış olan bu zavallı vücut, bu çiriş lekeleriyle · terin birbirine karıştığı zayıf yüz, yumuşak ve kumral saç la
rın bir bir yap ıştığı bu geniş ve solgun alın, onu bir vicdan aza bı g i bi yakalamıştı . öyle ki, kendisini görür görmez,
oğlu-M A H U R B E S T E
nun mav i, iri gözlerine çöken korkuyu yıllarca unutamadı : il
kin başını çevi rip te ka rşısında yabancı görünce şaşırmış "'.e gerilemeş, sonra onun yüzün deki değiş ikliği fark eder etmez, ani bir kararla kucağına atılmıştı . Bu, baba ile oğulun, her bi
rinin içinde başka şekilde çalışan bir talihin üzerinden ilk ku
caklaşmalariyd i . ikisinin de gözlerinden bir perde sıyrılmış, ikisi de kendi va rlıklarının derinliklerinde bu talihin hakikati
ne uyanmışlar, h iç bir kelime sarfetmeden, onu olduğu g i bi kabul ettiklerini biribirlerine söylemişlerdi .
O gece Molla bey, ilk defa olarak, insani zaafın da bir ne
vi kuvvet olduğunu öğrenmiş, büyük kartal uçuşlarının alıp götürmediği yerlerde sabrın, küçük ve devamlı çalışmanın, kanaat ve tevekkülün bi rtakım şeyler, hatta çok iyi şeyler ya
pabileceğini samimilikle düşünmüştü . Şimdi oğlunun her yıl küçücük ve dar göğsünü adeta şişiren bir iftiharla, geti rip ayaklarının dibine koyduğu deste deste "Aferin" leri, " Z ikri Cemil" leri, cilt cilt ve üstü tuğralı, yaldızlı mükafat kitapla rı_
nı anlıyordu . Hayır, herkes kendisi g i b i " fatih " doğamaz, her ad ımında bir zafer borusunu çalarak yürüyemezdi . Küçük ve sürekli çalışmanın da bir muvaffakiyet payı, hatta şerefi ol
malıydı . Bunun gibi zaaf' bilmeyen bir ahengin yanıbaşında şefkatin, merhametin, kanayan yüreğin de b i r yeri vardı . Şim
di oğlunu anlıyordu, hatta ona acıyordu bile.
Molla bey, bu geceden sonra da Behçet beyi sevmedi . O
nun bir şeyi sevebilmesi için beğenmesi lazımdı . Behçet da
ha küçüktü; onu beğenemezd i . Hatta o sadece küçük değil, şekilsizdi de . . . B i r yığın zavallılık içinde yüzüyordu . H iç bir zaman tek başına mevcut olmıyacak, daima ikinci ve orta ka
lacak, uçmak nasip olmadan sürünecekti . Bununla beraber, onun da bir hayatı, bütün eksiklerinin ve sakatlıkla rını n
far-M A H U R B E S T E
kında olduğu, birtakım küçük hareketler, merakla r ve üstüne düşmelerle kaçt ı ğ ı, avutmaya çalıştığı bir hayatı va rd ı. işte, .kabul etmeye mecbur kald ı ğı bu hayat ve onun trajedisi, Mol
fa beyi oğluna yeni bir gözle bakmaya, ona acımaya zorluyor
d u . Onu, o akşam, ciltlediği bir kitabı gösterdikten sonra yi
ne olduğu yere koya rken iyice anlam ışt ı .
Zaval l ı Behçet, bütün ömrünce hiç bir efendilik hissini duymıyacak, her tan ı dığı şey ona sa hip olacaktı . Hay ı r, hiç bir sevdiği ve inand ı ğ ı şeyi, sırf bu sevginin üstüne çıkabil
mek, kendisini bu imtihanda muzaffer görmek, bir bağı daha koparmış görmek için olsun, f ı rlatıp atamıyacakt ı . O, eşyan ın ve insanların mutlak bir saltanatı altında, küçük, müstebit bir saklanma , her şeye rağmen saklanma duygusunun büklümleri içinde küçük, çok küçük bir şey ola rak yaşıyacakt ı . İşin fena
sı, kendisi de bütün bunla rın fa rkındaydı . Bunu ilk defa ora
da, oğlunun Boğaz gecesini renk, ışık ve cümbüşüne sırtın ı çevirerek çalışt ı ğı odada fa rketmişti. Çocuğun mavi ve ayd ın
Jık gözlerindeki o ürkek parıltının gerçek manası başka bir şey olamazdı . Bu bakış, kendisine "babacığ ım, bunu ben de biliyorum, böyle doğd um" d emiyor muydu? işte bunu anla
masıyd ı ki Molla'n ın kalbini ilk defa olarak burkmuştu . Son .zerresine kadar erkek olan bu mağrur ya ratılışta, bu gece, o eski ve ezeli kadın, tabiatın büyük aslı birdenbire bir ya ra gi
bi kanamışt ı .
Bu yüzdendir ki Molla bey, muayyen müddeti iki defa ye
nilemek su retiyle, Hicaz'da ka l d ı ğı beş y ı l za rf ında oğlunun
"velinimet-i biminnetim, sebeb-i hayatım, candan aziz pede
rim efendim" diye başlayan uzun, çocukça, her yıl biraz da
ha büyümesine, tahsilinin ilerlemesine rağmen, gerçekten ço
,cukça yazılmış mektupla rını, mizac ının emrettiği istihfafla
'
M A H U R B E S T E
okumaktan çekindi . Hatta yazdığı cevapla rda alay bile etme
di . Halbuki, sonunda , bu gülünç olmaya başlayan saygı, bu hiç bir şeyi, en küçük teferruatı bile unutmayan vuzuhla, da
mın kiremidinden Dadının romatizmasına kadar her şeyin ü
zerinde duran dikkat ka rşısında geniş ve gürültülü bir kahka
ha savurmayı, bütün bu manasız ve gülünç şeylerle alay et
meyi, oğlunun yüzüne ka rşı "bı rak bu budalal ıkla rı yavrum, biraz adam ol, biraz geniş yaşa ! " diye haykırmayı neka dar is
terdi. Fakat bunu yapma dı . Hatta, sonuna doğru genç adamı müteessir ettiğini görünce, a rasıra Beyoğlu alemlerinde eğ
lenmesi için verdiği nasihatlerden bile vazgeçmedi . Daha da ileriye gitti: bütün ömrünce hiç kimseye göstermediği bir sa
bırla, ona bazan uzun cevapla r yazdı, sorduğu suallere iza h la r verdi . Zaten böyle olmaması biraz d a imkansızdı. Behçet, hiç bir yazdığını unutmuyor ve mutlaka her birine karşılık isti
yordu. Kısacası, bu her şeyi bilen ve anlayan, fakat ya ratılı
şın kendisini hapsettiği çemberden çıkamayan zavallıyı kır
mamak için elinden gelen gayreti sa rfetti.
Bu mektuplaşma ilerledikçe, Molla , oğlunu daha yakın
dan tanımaya başla dı . Hiç te zekasız değildi; sadece orta idi.
Ga rip denecek kadar kuvvetli bir hafızası, alakala rı küçük fa
kat ihtimamlı bir dikkati va rdı . Bu dikkatle insanla r ve hadi
seler ka rşısında çok isabetli, çok ta rafsız hükümler veriyordu . Molla bey, oğlunun mektuplarını okudukça orta bir kafa da otorite fikrinin ne demek olduğunu iyice öğreniyordu . Her şeyin ve bütün bir hayatın gecikmiş bir ihtilale doğru gittiği bir alemin ortasında Behçet, yerleşmiş telakkilere, an 'ane, te
kamül, kanun, keyfi nizam, ne olursa olsun, bir nevi Tanrıla
ra baka r gibi bakıyordu. Ayrıca iktida ra ka rşı girişkendi. Vak
tiyle küçük b i r çccukken mıs : I babasının ve annesinin
gözü-M A H U R B E S T E
ne girmek için hiç bir fırsatı kaçırmamışsa, nasıl idadiden Mülkiye'ye kadar bütün tahsil hayatında n� müdürlerin, ne de hocala rının ve arkadaşla rının teveccühünü kazanmak için elinden gelen her şeyi yapmaktan çekinmemiş, gece sabahla
ra kadar uykusunu feda etmiş, vaktına vakıt katarak çalışmış
sa, şimdi "mülazemet"le girdiği Dahiliye Kalemi'nde de aynı ta rzda çalış ı yor, üstüste fezlekeler, telhisler yazıyor, ken
disine hiç sorulmayan meseleler hakkında sağa sola, hiç kimseyi kuşkulandırmayan layıhalar takdim ediyor, Nazır'a, Mabeyincilere, babasının eski dostla rına boş zamanlarında kendi eliyle ciltlediği kitapla r gönderiyor, kısacası henüz ilk adımla rını attı ğı memurluk hayatında, birdenbire açık pencereden bir odaya girmiş a rı gibi, sanki küçücük cüsse
siyle her ta rafı doldurmaya çalışıyordu. İsmail Molla, sıcak yaz gecelerinde, Mekke'deki evinin damında, bir yandan, bilinmeyen bir hastalıktan ölüm döşeğine yatmış karısının baş ucunda beklerken, bir yandan da oğlunun, bu hiç bir hu
yu kendisine benzemiyen yadigarın, hangi irsiyetin mahsu
lü olduğunu acı acı düşünüyordu . Bir yandan da memnun
d u . Oğlunun istikbalini temiz etmek için kendisinin yapaca
ğı bir şey yoktu. Şüphesiz, gerekince, oğlunu yerleştirmek, hayatını temin etmek için Molla bey, hala devam ettiğini bil
diği nüfuzunu kullanacaktı . Fakat Molla bey de, her şeyin, hatta aile bağlarının üstünde yaşayan doğruluk hissiyle böy
le bir teşebbüsü yapmaktan memnun olmıyacağını biliyor
du.
Oğlunun üstüste yazdığı mektuplarda üşenmeden, yo
rulmadan saydığı muvaffakiyetlerine rağmen Molla bey ha
la onu beğenmiyor, yuvasında kuzgun yavrusu bulmuş bir leylek gibi, bu girişken, mütevazı, her haliyle göz içine
ba-M A H U R B _E S T E
kan mahluktan tiksiniyord u . "Yarabbim, ben neyim, o ne di
yordu; karım ölüyor da bir satırlık bir şey yazıp bu memle
ketten kurtulmağa elim gitmiyor . "
Mağrur Molla, gece evinin damına serilmiş yatağında , hasta ka rısının yanıbaşında, gündüz mahkemede, bir yığın iş a rasında, çapraşık bir irsiyetin gururuna indirdiği ve bir tokada benziyen bu acaip evladı, saatla rca süren tahlillerle anlamağa çalışıyord u . Artık mektuplarını elinden düşürmez olmuztu . Yavaş yavaş oğlunun kendisine bukadar ağır gelen bu düşüklükleri, bu göze girme teşebbüslerini her hangi bir menfaat için yapmadığı, bunun doğuştan bir çalışkanlık ol
duğunu anlamıştı . Evet o, hep o tavan a rasındaki cilt men
genelerine eğilmiş büyük örümcekti . . .
Molla beyi memnun eden başka bi r nokta da, bütün mahviyetine, gayretkeşliğine rağmen, oğlunun kimseye fe
nalık edemiyeceğine inanmasaydı. Zayıf ya ratılışı buna el
verişli değildi . Bunu öğrenmek onun için gerçek bir ferahla
ma, her türlü sevinç olmuştu. "Ya maazallah, benim tabi
atımda olsaydı . " Evet, Molla'nın, istediği her hangi bir şey
de sonuna kadar gitmemesinin ihtimali yoktu . O, yaratılış
tan büyük ve kudretliydi; ihtiyar yaşına rağmen, sade bunu bilmek bütün ömrünce kendine hayran yaşamış olan bu ada
mı sevindirebiliyordu.
Molla bey, nefis sevgisini bir din haline getirenlerdendi . B u gururlu hodbinlik Molla'yı bir nevi kayıtsız a hlaka bile götürmüş, onu devrinin içinde pa rmakla gösterilen bir adam yapmıştı . Şirvanizade'nin sad razamlığı sırasında küçük bir kadı iken Saray'ın ve Babıali'nin bütün ısrarlarına rağmen verdiği hüküm, kendisinden başka herkesi şaşırtmıştı . İşte bütün ömrünce nefsine ka rşı hürmetten başka hiç bi r
içti-M A H U R B E S T E
mal imanı olmıyan bir adam, sırf bu sevgi sayesinde her şe
yin satın alındığı bir devirde hür, başıboş ve her yandan saygı görerek yaşamıştı.
Molla beyin teşebbüs için iki yıl beklediği işi Behçet bey bir gün içinde yaptı . Şurayı Devlet aza mülazimliğine tayi
ninden bir yıl sonra babası da Fetvahane'deki eski vazifesi
ne "teveccühat-ı seniyye" ile iade edildi . Kend isine bir mu
cize gibi görünen bu haberi aldığı zaman Molla şaşkınlıktan donakalmıştı . Yazık ki bu arada karısı Şefika hanımefendi bu ha berden üç dört gün önce ölmüştü . Altı sene hasret çek
tiği istanbul'dan uzakta gelen bu ölüm, Molla'yı yıldı rım ye
miş bir çınara döndürmüştü . Ka rısını hala seviyor muyd u ? Burası bilinemezdi. Fakat eğri b i r bıçağın kını gibi onun bü
tün hususiliklerini almış olan bu kırk yıllık dosttan ayrılmak, onu yabancı bir toprağa bırakıp gitmek gerçekten tahammü
lün üstünde, güç bir şeydi . Dostları, karıs ının bu kadar mu
kaddes bir yerde öldüğünü hatırlatarak onu boş yere tesel
l iye çalışıyorlardı . Dinde bile bukadar yakından gelen bir acıya çare yoktu . Mo lla acı içindeyd i . B u acıyla kendisini yeni vazifesine çağıran telgraflara, emi rlere rağmen aylarca karısının gömüldüğü topraktan bir türlü ayrılamadı . Zavallı Şefika hanım, bütün ömrünce korkt�ğu ve delice sevdiği a
damın her akşam üstü meza rının başına gelip sessiz seda
sız saatlerce orada düşündüğünü yattığı yerden görse neka
dar sevinird i . . . Fakat şehir halkı yavaş yavaş bir ölüye ka r
şı gösterilen bu alakayı hoş görmemeye başlamıştı . Bunu her akşam geçtiği yolda çocukların ve kendisini görür görmez yolun bir köşesine çömelen kadınla rın fısıltıla rından anlı
yordu . Nihayet halefi de onun oradan ayrılmamasını hoş gör
müyordu, çünkü Mol la 'nın nüfuzlu şahsiyeti ka rşısında
za-M A H U R B E S T E
vallı adam bir türlü tutunamıyor, memleketin ileri gelen
le rinden başka, iş sa hiple rinin bile sabah akşam onu evine doldurdukla rını gördükçe Mabeyne, Meşihat'a üstüste telg
rafla r çekiyor, " hakk-ı kazası" nı "ihlal " eden bu lüzumsuz kalışın kısaltılmasını rica ediyordu. Nihayet altı ay sonra al
dığı sıkı bir emir üzerine Molla harekete karar verdi.
İstanbul'a geldiği zaman ikinci bir sürprizle ka rşılaştı : oğlu, Şurayı Devlet aza mülazimlerinden Behçet beyefendi, ders şeriki Ata Molla'nın kızıyla evleniyordu. Asıl garibi, bu evlenmenin, genç aza mülazimini h imayesine alan Hün
kar tarafından emredilmiş olmasıydı. Molla, Fatih'deki İbra
kar tarafından emredilmiş olmasıydı. Molla, Fatih'deki İbra