Çokta n d ı r o rtada görün meyen Sabri Hoca 'n ı n bir a kşa m evlerine gel mesi ona i l k fı rsatı verdi . Sabri H oca, İsma i l M o l l a 'nın, babası n ı n medrese a rkadaşıydı . O n u çocukluğun
danberi tan ı rd ı . Ata M o l la'nın küçük kızlarına, Atiye ile a b
lası na y ı l larca hoca l ı k etmişt i . O nun için Sabri Hoca 'dan ka
çı lmazd ı .
Sabri H oca, po l itika n ı n yuttuğu adamlardandı. 1 285 de
·istanbu l 'a gel miş, medreseye g i rmiş, çok parlak geçen bir
kaç y ı l dan sonra parası z l ı k, biraz da po l itika aşkı yüzünden tahs i l i yarıda ka l m ı ş, devrin hususi liğini veren hadise ler i çine dol udizgin atılmıştı .
Garip bir a damdı . H i ç kimse onun kadar kolay l ı kla i n
san ta nıya mazd ı . Her gördüğüne emniyet telkin eder, yanın
da konuşu lan her işi, a h laka uym ıya n tarafı olmamak şartiy
l e, ca nla benimserdi . Fa kat bu a lakadan istifadeyi hiç dü
şünmez, kirli e lbiseleri, saçı saka l ı kar ı ş ı k yüzü, y ı rtık cüb
besiyle garip bir istiğna içinde yaşardı. Daha tahsi l de i ken
M A H U R B E S T E
Ş i rvanizade R üştü Pa şa i l e tanışmış, az sonra konağa ser
bestçe girip ç ı kmaya başla m ı şt ı . B u intisap, biraz sonra hu
dutla rını gen işletmiş, Sabri Hoca muayyen bir sınıfın ada
m ı olmuştu . Abd ü laziz'in ha l 'i sı ra la rında M ithat Pa şa 'nın yakı n larından b u l unuyord u .
O zama nların istanbu l 'unda M edrese, icabı nda Saray'a veya Bab ıa l i 'ye karşı kul lanı labi lecek büyük bir kuvvet un
suru id i . i kinci Mahmut devrinde adı b i le geçmiyen "Ta le
be-i U l ü m ", Ta nzimat'tan sonra Saray'ın, Vezirlerin s ı k s ı k müracaat ettikleri, kah İ stanbul efkarı umumiyesini avlamak için, kah ferdi s iyasetlerini zorla terviç ettirmek için hareke
te getirdikleri b i r m uvazene ami l i olmuştu. Abd ü laziz devri
nin son larında i se adeta D evlet hayatını kend i l iğinden kont
ro l eder b i r hale gelmişti . Onun için Pa şa ların çoğu bu kuv
veti ko l lamak, kend i a leyh inde ya hut Devlet a l eyhinde hare
kete geçmemes i için onu tutma k zorunda ka l ıyorlard ı . Dev
l et d izgini A l i Paşa 'nın sıkı el lerinden çıkınca i stanbul'un iç hayatına M edrese hakim o lm uştu . islam a leminin geçird iği buhran, Cem iyet-i Tedrisiye-i i slamiye'nin faa l iyet leri, yeni fikirleri benimsemiş b i rçok büyük b i lgin lerin mevcud iyeti, adeta ihti la lci adı verilebil ecek bir yığın M üderris, onun bu devirde' cemiyet mese lelerini menfi tarafından tutmasına en
gel o l uyord u . Bu yüzden, yen i l i k tarafta rı Paşa lar, bu kuv
vetin başka e l l ere geçmemesi için çok uya n ı k d uruyorlar, onu hem başı boş b ı ra km ıyorlar, hem de bu kontro l sayesin
de bu kuvvetin kend i fikirleri a leyhinde bir hareketinden çe
kinmiyorlard ı .
M ithat Paşa i le a rkadaşları Sabri Hoca 'da, gerekti ği za
man İ stanbul sokaklarını ka laba l ı ğ ı i l e dolduraca k bu e l l ibin kişiyi idare eden gizli dizg i n l erden birini bu lmuşlard ı . Hoca,
M A H U R B E S T E
o devir ista nbul 'unun bütün tarihini yaşıya n lardand ı . Katı l
madığı va k'a yok gbiydi. H i ç birine şahsiyeti nden mühim bir şey katmadan, en yak ı n l a r ı na b i l e kendisini kab u l ettir
meden her hadiseye girip ç ı km ı ş, daima ön safta , en teh l i
kel i yerde bul unduğu ha lde, garip b i r ta l i h l e, b i r türlü ken
dini göstermeden yaşam ı ş b i r adamd ı . . .
Onun ta l ih i unutu lmak, fark ed i l memekti. Sanki masa l
lardaki o s i h i r l i külah cinsi nden, görünmemeni n s ı rr ı na sa
h ipti . Onu herkes f ı rsat düştükçe günde b irkaç defa unutur
d u . Anasından, babasından Suavi Vak'a s ı n ı tahkik eden mahkeme heyetine, bu Vak'ada din lenen şah itlere kadar her
kes unutmuştu . Sonra l a rı İstanbul içindeki derbeder haya
t ı na, şurada burada sarfettiği "'bi r yığın mana l ı , teh l ikel i sö
ze rağmen Abdü lham id'in jurna lcı ları onu unuttu lar. Adeta kaza eseri olara k sürüldüğü Zonguldak'ta, zaptiye, idare ma
kam ları bu sürgünü okadar unuttu lar ki üçüncü haftasında tekra r istanbu l 'a geldi, oradan da bir gemiye atlayarak Ode
sa 'ya g itti . ü ç sene kadar Avrupa merkezlerini do laştı . Pe
tersburg'u, V iyana 'yı , Paris'i gördü, tekrar memlekete dön
d ü . i çten, d ı şta n kuş uçurtmayan b i r sürü kayda rağmen kim
se ona : " N erden gel iyorsun ? Hani sen Zonguldak'ta sür
günde idin . . . " b i l e demed i .
Onda b u unutu l ma k ta l i h i doğuşuyla başlamıştı . Baba
siyle darı l d ı ğ ı için mem l eketinden kaçm ı ş, Tirebo l u 'da ev
l enmiş, çok zengin bir Adana l ı n ı n çocuğuydu . Fakat babası ev lendi kten üç ay sonra G i resun'dan ayr ı l m ış, bir daha ka
rısının ya n ı na dönmeyi a k l ı na getirmemişti. ü stel i k g i der
ken karısına beş on pa ra b i r şey b ı rakmayı, hatta haber ver
meyi bile unutmuştu . iki y ı l sonra genç kad ı n ı n boş kağ ı d ı gelm işti . Sabri'nin babası, çocuğunu yak ı nda ya nına a l d ı
ra-M A H U R B E S T E
cağını da a yr ıca yazıyo rd u . Fakat y ı l l a r geçmiş, bu vaadini yerine getirmemiş, unutmuştu. Mahkeme i lamiyle kesi l en da böyle unutul muş, kah gönderi l memiş, kah a rada kaybol muştu . B i r müddet d u l yaşa d ı ktan sonra a nnesi yeniden ev
lenmiş, üst-üste birkaç çocu k daha doğurmuş, onların yü
zünden evde daimi bir misa fi r gibi duran i l k oğl unu, zaman zaman a d ı n ı hatı r l a m ı yacak derecede unutmuştu.
Çocuk, yarı vaktini d ı şarda, kayı kçı l a ra yard ı m ederek, ka lafat için katran kaynatarak, kızaktaki sanda l lara tahta rendeliyerek, ba l ık mevsiminde ağ çekerek, geceleri da lyan bekleyerek geçirirdi . Bu işlerin mevsime göre ağırlaştığı da o l urdu. Fakat hiç ki mse, bu gönül l ü yard ı mcıya , yorgunlu
ğuna bir karş ı l ı k vermeyi düşünmezd i . Hatta öğle sıcağın
da kendi lerinin yarıda b ı ra ktı kları işe onun başı açık devam ettiğini gören ler b i l e : "Acıkmıştır, şuna b i r lokma ekmek. ve
rel i m " demez lerd i . Ancak cünbüşlü, kah kaha l ı yemek b it
tikten sonra, içlerinden biri g ü l erek: "Uşa kl a r, gördünüz mi yaptuğunuzi ? Sabri 'yi unuttuk . Oğlan lokmasız ka l d ı . . . " di
ye hayı fl a n ı rd ı .
O kumayı yazmayı nas ı l , nerede öğrenmişt i ; bunu b i l en yoktu. Fakat on, oniki yaşına doğru, maha l lenin bütün mek
tuplar ı n ı o yaza r d ı . S ı rtında y ı rtık b i r cepken, ayakları diz
lerine kadar zift, kum içinde evden eve koşar, dul kad ı n la
rın, asker baba l a r ı n ı n, böyl e bedava bir yardı mcıyı b u lduk
tan sonra e l i n i hokka ka l eme sürmekten vazgeçen muhta r ı n mektuplarını, senetlerini yazar, o n l a r ı yer lerine götürür, geç kal ırsa azarlan ı r, vaktinde yeti şse, "eline, aya ğ ı na sağl ı k !"
kab i l inden b i r cümleye b i l e na i l olmadan, i l k ihtiyaçta gene çağrı lmak üzere baştan savul urdu . . .
Bununla beraber hiç ki mseye benzemiyen garip bir
uya-M A H U R B E S T E
n ı k l ı ğ ı va rd ı . Bütün bu i şler içinde cami ders lerine devama başlamış, aylak hayatına rağmen seneden seneye hoca ları
nın d ikkatin i daha çok çekm i şti . i stanbu l 'a geldiği zaman a rapçayı, acemceyi iyiden iyiye bi l iyord u . üste l i k hayat hak
kında kimseye açma d ı ğ ı bir y ı ğ ı n fikri va rd ı . Sessizliği yü
zünden M edrese a rkadaşları ona ikin " Di lsiz H oca " adını verd i ler. O istediği kada r kendi mem leketinin hususi şive
siyle: " Benim adum Sa bridur ha . . . " d iye itiraz ededursun, bir müddet D i lsiz H oca aşağ ı , D i lsiz H oca yukarı g itti . Fa
kat günün birinde M edresel erinde çıkan silah l ı , b ı ça k l ı bir kavgada Sabri H oca sağ ku lağının üst ta rafını kaybedi nce, a rkadaşları gözünde a rtan ehemmiyetle mütenasip olarak
"Kırık kulak Sabri Efendi" oldu. Az sonra girdiği Mason Lo
casındaki dost l a r ı n ı n teşvi kiyle fransızca öğrenmeye başla
dığı zama n, D i lsiz H oca laka bı , D i nsiz H oca şek l i ni a lma k üzere yeniden hatırland ı .
Fakat M edrese tahsi l i n i n Sabri H oca 'nın hayatına geti r
diği değişiklikler, üstüste takındığı bu lakapla rda ka lmıyor
d u ; onda şaşırtıcı bir gel işme başla m ı ştı . Devrinin bütün h ü r düşünce l i adamlariyle d ost o l ma n ı n yolunu bulmuştu . Kafası nda garip fikirler ça lka n ı p duruyordu . . . " H ü rriyet",
" istibdat", " mesa i l-i mühimnie-i -da h i l iye", " buhran-ı ma
l i ", " meşrutiyet" kel i meleri d i l inden eks i l miyor, a rkadaşla
riyle uzun, ciddi münakaşa l a r ediyor, on lara , girip ç ı kt ı ğ ı muhitlerde din lediği şeki lde, bir gün Hersek meselesinin, bir gün şi mend ifer işinin tefsirlerini yapıyor, şunun bunun a leyhinde atıp tutuyord u . Artık çocukl uğunda olduğu gibi uysa l , kim o l u rsa o l sun h izmete haz ı r deği ldi . içindeki yaşa
ma kudretini şaşkın bir hayret le körükörüne itaatta boş yere harcamıyordu .
M A H U R B E S T E
Parasızl ı ğ ı na rağmen veka r l ı i d i . Matba a l a rda bu lduğu ufak tefek işlerle tahsi l masra f ı n ı çıkarıyordu . Ayrıca , baş
ta Şirvan izade Rüştü Paşa o l miJ k üzere, bazı Vezirlerin ko
nakla rına devama başlam ı ş ı ı . Gerçi bu münasebetlerin çoğu, soku lgan softa ziyaroı lori nden i leri geçmiyordu; Rüştü Pa
şa konağına, bu konııkı;ı çıı l ışan bir hemşerisinin dela letiyle sokul muş, vok i l l w rı,: odıısında n çarça buk Paşa'nın selam l ı ğ ı na çıkm;ıy;ı ı ı ı ı ıvıı I lı ı k olmuştu. H e r çeşit siyasi entrika n ı n doludiıı ı l ı ı ı ı l ı ı l ı ı ı l ıu devirde her muh itten e m i n adama ihti
yaç vııı c l ı . 0 1 1 1 1 1 1 içindir ki veki lharç, Paşa 'ya genç softa n ı n c l l k kı ı ı c ı ı lc ı 1 1o r l ı i r adam o l duğunu söy leyince, Paşa i l k önce ı ı ı ı ı ı ı ln , l ıı ı �;kcı ları gibi, beş on para vererek savma k istemiş,
· 11 11 ıı o ı ;;u ;ıdamı bir göreyim d iyerek ya n ı na çağırmış, konuş
ı ı ıu;;. Sıı bri Hoca 'nın uya n ı k l ı ğ ı n ı beğenerek nihayet onu be
n l ı ı ısem işti . Sa bri Hoca 'n ı n ayakta , iki yana sa l lana sa l lana söze her baş layışında gözleri n i kapata rak, bütün hecelerin aksa n la r ı n ı , keski n hattat ka l emiyle boşluğa yazar gibi, ka
barta ka barta kendisine verd i ğ i cevaplar Paşa 'n ı n çok hoşu
na gitmişti .
Sabri H oca konağa sık s ı k gidip gelmeye başlad ı . B i r müddet sonra ona ufak tefek i ş l e r emanet edi ldi . H epsinden muvaffa kiyetle çı kıyordu. Yavaş yavaş Paşa 'n ı n dostları a rasında emin adam olarak ta n ı nd ı . Senesine va rmada n, ka
ğıda emanet edi l mekten çeki n i len haberleri o götürüp geti
riyordu.
Rüştü Paşa 'n ı n yard ımiyle, yeni açı lan Rüştiyelerden bi
rinde ona bir fa risi hoca l ı ğ ı bu ldular. Ayda beşyüz kuruş ge
tiren bu işe rağmen Sabri Hoca, M edresedeki odas ı n ı b ı rak
mad ı . Ders lerine daha az deva m etmek le bera ber, hayatı he
men hemen eski çerçeve içinde geçiyordu. Ya lnız a
rkadaş-M A H U R B E S T E
ları a rasında vaziyeti değişmişt i . O n la r, bu bir ayağı d ı şa r
da, biri i çerde, kafası günde l i k po l itika n ı n ded i kod usiyle do
lu adamı daha başka bir gözle görüyorlar, daha başka türlü d i n l iyorla rd ı .
Eski payıtahtın bir y ı ğ ı n üzüntü l ü mese ley l e her gün bir
az daha köpü rdüğü, gitti kçe va him leşen b i r i sti kba l endişe
s i içinde biraz daha homu rdan d ı ğ ı yı l la rd ı . Çeşitl i sınıflar a rası nda yer l i , ya bancı, her türlü propaganda, doludizgi n iş
liyord u . Hemen herkeste, niza m ı bozu lmuş bir hayatın ver
d i ğ i şaşkın l ı k va rd ı . i şte Sa bri Hoca , M ed resedeki a rkadaş
ları için bu ga rip ruh ha l in i n konuşan d i l i olmuştu .
Çok geçmeden had iseler i çinde de görü l meye başla d ı . G ü mrükler meselesi dolayısiyle çıka n v e Mahmut Ned i m Pa şa 'n ı n azliyle biten ta lebe ha reketinde Sabri Hoca başta ge
lenlerdend i . Bundan sonra, Suavi Va k'ası na kadar, her top
lu harekette, ön safta görü l d ü .
Sa bri Hoca , Suavi Vakası 'na istemiye istem iye, Vaka '
n ı n ikinci derecede e lebaşı ları ndan birinin israriyle g i rmişti . i l kin çetin bir münakaşa yapm ı şlar, H oca gözlerini sımsıkı kapaya ra k, avuçla r ı n ı aça aça dostuna böyle bir teşebbüsün sadece bir del i l i k olduğunu isbata ça l ışmış, ona şöyle nasi
hat etmişti :
- B i r d e l i için a kı l l ı kanı dökmek günahtı r. Haydi sa
raydan çıka rd ı n ız, baş ı n ı zda bir d e l i i le ne
y
apa rs ı n ı z ? Sonra hapisten çıkartma kla tahta oturtmak ayrı ayrı şey ler. Bu iş bir avuç i nsan la yap ı l maz. M uvaffak olsanız bile yapt ı ğ ı n ız işten fayda ge lmez. Çünkü herifin a l n ı nda ."de l i " dam
gas ı va r. M i l leti tefri kaya düşürürsünüz. M uvaffa k olmazsa
n ız hem kendiniz g idersiniz, hem de berikinin vehmini a rttı r ı rsınız. Zaten işki l l i n i n biri. Büsbütün baş be lası olur.
Ge-M A H U R B E S T E
l i n , vazgeçin bu sevdada n . Acıyın bu m i l l ete. Düşman payı
taht kapısı nda iken ya pı laca k iş mi bu . . .
Fa kat dostu bu nasihatlere gü lmüş, ona Suavi 'nin bece
rikl i l iğinden, dev let rica l inden bi rçokla rının kendi leriyle be
raber olduğundan, İ ngi liz müzahereti nden uzun uzadıya bah
setmişti .
- B i � bölük askerle dağıtırlar sizi . . . A l i ma l la h bir bö
lük asker de istemez. İ ngi l iz müzaheretine gel i nce, o da ay
rı bir iş. Belki Suavi dediğiniz adam, Bahçekapı 'da ki göz l ü k
çüden va it a lmıştı r. İşin kötüsü, makam h ı rsınız yüzünden mem leketteki birliği bozuyorsunuz. Düşünün bir kere : bu İn
gi liz müzahereti doğru ise, üste l i k işte yaba ncı bir mem le
ket po l itikasına a let o l mak da va r.
Bu sözler üzerine Bağda t l ı Sü leyman bey, Hoca 'ya kor
ka k l ı ğ ı yüzünden hem memlekete h izmet etmek, hem de ayağına kadar gelen fı rsattan fayda lanmak istemediğini söy
ledi.
Bunun üzerine Sabri Hoca :
- Ben korka k değ i l im, a kı l l ıyım. Fakat mademki sen bu sözü söyled in, ya r ı n i stediğin yerde hazırım, diyerek mü
nakaşayı kesti.
Ertesi gün Sabri Hoca, şurada n buradan ça rçabuk teda
ri k ettiği Rumeli muhaci ri kıyafetiyle ka ra rlaşan saatta Me
cidiye cami i önü nde a rkadaşiyle bul uştu .
Kendisine K ı r ı k Kulak laka b ı n ı kaza n d ı ra n kavga günün
den beri yata ğ ı n ı n a ltından eksik etmediği sa l d ı rmas ı n ı şa l va rına sa rkıtm ı ş, eline d e ka l ı nca bir değnek a lm ıştı . Fa kat mecbur o l mad ı kça bunla r ı n hiç birini kul lanmak niyetinde değ i l d i . M uvaffa kiyetinden şüphe ettiği kadar da l üzumsuz bulduğu bu va ka n ı n a nca k teh l ikesini paylaşmağa ka ra r
ver-M A H U R B E S T E
mişti . Yoksa, teşebbüse insan ka nı dökerek katı lacak dere
cede onu benimsemem işti .
O, bu raya sadece inadı yüzünden, biraz da çocukl uğun
dan beri içinden bir dev gibi kendisini iten ha reket ihtiyaciy
fe gelmşti . Kendi lerini hareketin ifritine b ı ra kt ı kları zaman
lar mesut olan insan larda nd ı . Onun içindir ki son derecede tetikte durmaya, postunu e l e vermemeye kara r verm işt i. Çı
rağan Sarayı 'na karadan sa l d ı ra n ka laba l ı k, " serdap" kısm ı
n ı geçip de, kırd ı kları kapı, pencere lerden as ı l Saray'a gir
meye başlayınca, Sabri Hoca , bi rdenbire kendisine teh l i ke
l i bir tuzak gibi görünen sarayın içine gi rmem iş, bir köşeye çeki lerek etrafı gözetlemeyi tercih etmişti.
Düşündükçe kendisine b i r mucize gibi gelen bu kurtu
luşta n sonra Sabri Hoca bir müddet ista nbul 'da, şurada bu
rada gizlend i . Sonra , f ı rsat ı n ı bulur bulmaz, Anado lu 'da uzun bir seyahata ç ı kt ı . Bursa, Ba l ı kesir, İzmir taraflarını do
laştı . O ra la rdan Konya 'ya geçti . N ihayet, o senenin ra ma
zan ı n ı geçirmek için Ada na 'ya geldi, babas ı n ı n konağı nda kendini tan ıtmadan ka l d ı .
Babası zengin o lduğu kadar i kramdan hoşlanan bir a
damd ı . Daha konağa girer gi rmez Sabri Hoca tesadüfün kö
tü ta lihin kendisini nelerden mahrum ettiğini a n l a d ı . Bu bir ev değ i l, hakiki bir sarayd ı . Bir y ı ğ ı n uşak, aşç ı , yanaşma a rası nda, gelip giden, el öpen, ya lvaran, i hsan gören bütü n bir ka laba l ı k ortası nda babası a deta küçük bir hükümdar sa l
tanatiy le yaşıyord u . ikinci karıs ından iki oğlu, iki kızı o lmuş
tu . Kızların ikisi de evlenmişler, kendileri için konağ ı n yan ı başı nda yapı lan büyük evlerde yaşıyorlard ı . Erkek ka rdeşl e
rnden büyüğü, o gel meden iki hafta evvel ölmüştü� Sabri Ho
ca ya l n ı z küçüğünü ta n ı d ı . B u, esmer benizli, büyük siyah
M A H U R B E S T E
gözlü, s ı rma a ba l ı , Tunus ipeğ i kuşa k l ı yerl i e l bisesini a r
t ı k gerçekten l event bir eda i l e taşı maya başlamış on yed i, on sekiz ya şları nda bir delika n l ıyd ı . Ava gidiyor, at koştu
ruyor, f ı rsat buldukça gizli g i z l i za r atıyor, sağa sola sa rkın
t ı l ı k ed iyor, yemeklerde ba ba s ı n ı n ka rşısı nda onun misafi r
lerine e l pençe h izmet ed iyordu . Kuvvetin, zengin l iğin verd i
ğ i ga rip bir kibir, hoyra t l ı k iç inde,• genç yaş ı n ı n bütü n hod
b i n l iğiyle mesut görünüyord u . Ka rdeşinin ö l ümünden pek o kadar müteessi r görü nmüyord u . B u ö l ü m l e bütün bu serve
tin kendisine ka laca ğ ı n ı b i l iyord u .
Babası, geçkin yaşına ra ğmen, hala d inç, güzel bir adam
d ı . Keskin bir Rumeli şiyvesiyle ağır ağır konuşuyord u . Bu
kada r ya k ı n ı ndan geçen ölümün onu bir ta raf ı ndan y ı kt ı ğ ı h e r ha l inden a n laşı l ıyord u . Fakat çok d indar bir tevekkül içinde, acısını sa klamağa ça l ışıyord u . Sa bri H oca , otuz se
ne önce doğmuş olanı hiç hatı rlamadan, iki hafta önce ö len için ağlayan bu adama bir nevi şaşkı n l ı kla ba kıyord u . Baba
s ı n ı n herhangi bir evlat ölümü için a ğlayacak cinsten bir i n
sa n olaca ğ ı n ı h i ç zannetmem işti . O ya rı eşkıya , ya rı müte
ga l l ibe, kend i nefsi ne düşkün, insa n ta raf ı çok az, garip bir mah l u kta n karşı laşaca ğ ı n ı san m ı ş, hatta böylesi bir mahl uku görmek f ı rsatı n ı kaçı rmama k için oraya kadar gelmişt i . Halbuki daha ikinci gecesinde kend isine ö l e n oğl undan, gençl iği nden bahseden bu ada m ı n okadar yumuşak ta rafla
rı va rd ı ki . . . üvey annesi ölel i yedi sekiz sene olmuştu . ih
tiya r adam, oğl undan bahsederken, ö len ka rısını da bera
berce hat ı r l ıyor, ömrünün bul unduğu merha lesi nde ö l ü m ü çok başka bir gözle gördüğünü an latan bir y ı ğ ı n dokuna k l ı şeyler söy l üyord u . Sa bri onunla konuşurken, "acaba kim ol
duğumu söylesem memnun o l u r mu ? " d iye düşünüyordu .
M A H U R B E S T E
Belki de bi r ba şka evlad ı n ı n meydana ç ı kması onu sevindi
rir, hatta ona bir nevi tese l l i geti rird i . . .
Her a kşa m, kendisine ayrı lan müke l l ef se lam l ı k odasın
daki yatağa , işlemeleri yüzünü y ı rtmasın d iye bir ta rafa at
tığı yast ı ğ ı n yerine yorganın bir ucunu ba ş ı n ı n a ltına kıv ı r ı p yata rken, "yarın sa ba h kendimi onlara a n l a t ı r ı m " d iye ka ra r verir, fakat sa ba h o l u r o l maz, cerre ç ı km ı ş softa sıfatiy le kend isine hürmet eden, sofra l a rında yer ayıran bu i nsanları, hefe öteki a nası n ı ve kendini hatı rlamadan ölen ka rısına , oğ
l una ağ layan bu ihtiya r ı , onların kendi içinde geçen şeyler
den ha bersiz ha l lerini görünce bundan vazgeçerd i .
Sa bri Hoca, bütün ömrünce kimseyi sevmemiş insan
lardand ı . i nsanlardan a ld ı klarını o l d uğu gibi geri vermişti . Çocuk l u ğ u onun içinde şefkat ağac ı n ı n yer etmesine imkan vermemişt i . Anası ona, kend isini b ı rakıp giden adamın ço
cuğu gözüy l e, bir ihaneti n can l ı hat ı rası gibi ba km ı şt ı . Onun için anasını da sevmezdi . Fa kat şimdi bu gururlu, dimdik ihtiya r ı n, ana i le oğu l u hayatından atıveren bu adamın ka r
şısında, anasına ka rşı vaziyeti değişiyor, onu hatı r l ıyor, ona acıyord u . O n u y ı l la rd ı r görmemişti . Ya l n ı z ö l med iğini, bü
yük o ğ l u i le oturduğunu bi l iyord u .
G i resun'dan ayrı lacağı gün, o d a hocasının zoru i l e a n
nesine vedaa gitmişti. Kad ı n , oğl unun istanbu l 'a g ideceğini öğrenince, "Allah selamet vers in, gü le gü l e g it" dem iş, onu belki bütün hayatında i l k defa olara k gerçekten sıcak bir ö
püşle öpmüş, arkası n ı sıva m ı şt ı . Fakat vedadan sonra da bir türlü b ı ra kma m ı ş, lata tutmuş, uzun uzun, da lgın da lgın yü
züne ba km ı şt ı . Şimdi Sabri, her köşesine, her anına yaban
c ı olduğu bu ba ba evinde, annesinin zor zaptettiği göz yaş
lariyle daha ba şka pa rl ıyan ba kışlarını hatırl ıyord u . Anca k
M A H U R B E S T E
otuz beş yaşları nda görünen bu kad ı n , o gün kendisine ne
kadar yorgun, nekadar yaşlı görünmüştü . Yüzünde ka l ı n çiz
giler vard ı . Saçları ki rli, perişandı . Parma kla r ı n ı n uçları iş
ten tok tok olmuştu . Onu a yağında ya ma l ı bir şa lva r, ayak
ları nas ı r içinde, bir köşesine değirmenden s ı rtında getirdi
ğ i bir çuva l m ı s ı r unu daya l ı taş l ı kta olduğu gibi görüyor, is
ter i stemez, yedi yı 1 önce bu evde çoluk çocuğun u n arasın
da , bu dimdik, guru rlu ihtiya r ı n kolları a ras ı nda ölen kadı
nın hayatiyle kendi hayatını kıyas l ıyordu . Kendisiyle ahbap olan bir uşak, ona han ı m ı n ı n ölüm döşeğinde, çocuklarının pay ı n ı ayırd ı ktan sonra ah retliklerine, iki ca riyesine dağıttı
ğ ı avuç dolusu mücevherden bahsetmişti .
ğ ı avuç dolusu mücevherden bahsetmişti .