• Sonuç bulunamadı

D. DİNLERİN ÇEVREYE YAKLAŞIMI 63

2. HIRİSTİYANLIK 65

Hıristiyanlığın tabiata bakışı karmaşık bir durum arzetmektedir. Çünkü doğal düzenin korunmasında hristiyanlıkta farklı düşünceler mevcuttur. Bütün ilahi dinlerin ilk gelişlerinde tabiata ve doğal düzene bakışı olumlu iken, daha sonraları gerek dinlerin tahrif edilmesi, gerekse toplumların peygamberlerin öğretilerinden

uzaklaşmaları nedeniyle Hıristiyanlık ve Yahudilikte farklı algılamalar ve yorumlar ortaya çıkmıştır.

Doğal düzen konusunda Hıristiyanlıkta farklı düşünceler mevcuttur. Hıristiyanlığın doğal düzen görüşünü ve kaynaklarını ayırt etmekte zorlanırız (Nasr, 2002: 72). Hıristiyanlık evrendeki ekosisteme bakışta Yahudilikten farklı bir anlayış getirmemiştir (Demirci, 1995: 21).

Bütün dinler gibi Hıristiyanlığın da evrene bakış açısının olumlu bir takım davranış kurallarına dayalı olduğu genellikle benimsenen bir görüştür. Buna karşılık Lynn White gibi kimi düşünürler Musevilik ve Hıristiyanlık etiğinin, insanı doğasına yabancılaştırdığını, doğal değerleri ve süreçleri “metalaştırdığını”, ve bu yaklaşıma bu dinlerin doğa karşısında insanı ön plana çıkarmalarının neticesinde doğadan uzaklaştığını öne sürmüşlerdir. White, ayrıca “Hıristiyanlığın, yeryüzündeki dinler arasında en çok insanmerkezli (anthropocentrist) olduğunu ve doğayı sömürmenin Tanrı buyruğu olduğunu” da öne sürmüştür (Keleş ve Harmancı, 2002: 245; Bayyiğit, 2002: 42; İ. Özdemir, 1998: 69). Yorumcular, İncil’de yer alan; “Yeryüzüne hakim olmak” buyruğunun, tıpkı bir aile başkanının ailesine hakim olmasındaki gibi; ona, “güvenlik, koruma ve yardım” sağlama sorumluluğunu da kapsadığını öne sürerler. Hem Yeni Ahit, hem de Eski Ahit, Tanrıya saygılı olmanın, onun yarattıklarına da saygılı olmayı zorunlu kıldığını gösteren anlatımlar yer almaktadır (Keleş ve Harmancı, 2005: 257; Rifkin ve Howard, 1992: 258).

İncil’de de İsa (as) ın ölümünün ve yeniden dirilişinin tabiatın sararıp solması ve sonra yeniden çiçeklenmesi ile birlikte oluşu Mesih’in kozmik niteliğine işaret etmektedir. St. Paul, bütün mahlûkatın kefaretine iştirak ettiğine inanıyordu (Nasr, 1982: 94; Macit, 2000: 9; Kula, 2008: 221). İlk Hıristiyanlar ayrıca “Tanrı’nın güzel kokusu” olan pneuma’nın kozmosu doldurduğuna inanıyordu zira İncil’de ifade edildiği gibi “Rabbin ruhu tüm dünyayı doldurmuştur” (Hikmet, 7; 22-23). Bu ruh bütün her şeyin “düzenleyici ve şekillendirici” ruhudur. Doğal düzenin anlamı Aziz Augustine (354–430) tarafından ayrıntılı biçimde ele alınmıştır. Aziz Augustine doğal dünyanın öneminden derinden etkilenmiş ve insanoğlunun doğal dünyaya Kovuluşu’nun etkisine inanmakla beraber “sonsuz çeşitliliği içerisinde dünyanın bütünü ilahi bir yaratıktır” şeklinde beyanda bulunmuştur (Nasr, 1982: 73). “Bütün

varlık Tanrı’nın yaratıcı gücüne göre gelişir ve işlerler. Bununla beraber, doğa Âdem’in Cennet’ten Kovuluşuna iştirak etmiştir, zira “bu tür düzensizliklerden sonra Tanrı tarafından biçimlenen doğadan arta ne kalır? Kötülük Âdem’in içindeki günahın kötülüğüydü fakat onun günümüze kadar propagandası içerisinde doğanın kötülüğü haline geldi. O zamandan beri iyi bir doğanın yerini bozulmuş kısır bir doğa almıştır. Uzun süre sonra Âdem’in Günahı tarafından karartılan doğa fikri, doğaüstü ile doğal olan arasına kalın bir perde çekti ve doğanın düzeninin ve bu düzenin İlahi Kaynağının önemini birçok gözden sakladı; muhalif Hıristiyanların sözcülerinin yüzyıllarca doğanın ruhani/manevi niteliğini ve onun çok katmanlı alanlarını kaplayan düzeni daha güçlü biçimde ilan etmeleri bu gerçeği değiştirmedi” (Nasr, 1982: 74).

Hıristiyanlığın tahrif olmasıyla birlikte muharref İncil’de doğa kavramı tuhaf bir şekilde "Cennetten kovulmuş" ve "günah" kavramlarıyla anılmaya başlamıştır. Bizzat Tekvin (III, 17) insanın Allah'la olan gerçek bağının kopuşunun; insanın doğayla, başka insanlarla ve kendi kendisiyle gerçek bağının kopmasına yol açacağını söylemektedir (Graudy, 1986: 300). Kilise, ilk başlarda paganizme bir tepki olarak kendisini kuşatan dünyadan yavaş yavaş elini eteğini çekmiş ve sonunda ondan büsbütün kopmuştur. Hıristiyanlık, insanların ruhunu kurtaracağım diye, doğanın teolojik ve manevi anlamını unutmak, ihmal etmek veya en azından küçümsemek zorunda kalmıştır (Nasr, 1982: 51). Süreç içerisinde batı kilisesinde bakir doğa ve yabani ortam bir barış ve murakabe alanı olmaktan çok bir savaş ve çatışma alanı olarak yorumlanmaya başlanmıştır. Rönesans dönemindeki coğrafi yayılma ile Yeni Dünyanın keşfi bu dürtüyle gerçekleştirilmiştir. Buna karşılık doğu kilisesinde doğaya murakabe açısından bakış vurgulanmış ve çok merkezi bir yere yerleştirilmiştir. Doğa, manevi hayatın desteği sayılmış bütün doğanın esenliği paylaştığına ve Mesih’in ikinci gelişinde evreni tazeleyip yeniden inşa ettiğine inanılmıştır (Nasr, 1982: 95; Macit, 2000: 10).

Çevreye saygı ve çevreyle uyum içerisinde olma Yahudilik ve Hıristiyanlıkta da önemli bir yer tutar. Her iki inanç sisteminde de insanın gerek sosyal gerekse doğal çevresine uyum içerisinde olması istenir. Öldürmemek, çalmamak, başkasının malına ve ırzına göz dikmemek gibi ilkeler dinin temel kuralları arasında zikredilir.

Kişinin komşusunu kendisi gibi sevmesi, gerek Tevrat gerekse İncil metinlerinde temel ilkeler arasında sayılır. Benzer şekilde doğal çevreye karşı da saygılı olmak ve çevreyi tahrip etmemek üzerinde durulur. Doğal çevre tanrının yaratığı olarak insan emrine verilen bir unsur olarak değerlendirilir. Her ne kadar Yahudi ve Hıristiyan kutsal metinlerinde zaman zaman doğal çevrenin tahrip edilmesine ya da lânetlenmesine yönelik bazı ifade ve olaylara yer verilse de bunlar istisnai durumlar olarak görülür. Bu istisnai durumlara Yahudilik’ten bir örnek olarak Eriha’nın Yeşu tarafından fethiyle Yahudi kutsal metnindeki şu ifadeler verilebilir: “... ve erkek ve kadın, genç ve ihtiyar, öküz, koyun ve eşek, şehirde ne varsa hepsini kılıçtan geçirip yok ettiler... Şehri ve şehirdekilerin hepsini ateşe verdiler; yalnızca gümüş, altın, tunç ve demirden eşyayı Rabbin evinin hazinesine koydu” (Yeşu 6:21–24). Hıristiyanlıkla ilgili olarak ise bu istisnai durumlara İsa’nın meşhur “incir ağacını lânetlemesine yönelik” kıssası (Markus 11:12-21; Matta 21:19) örnek verilebilir. Gerek Yahudilikte gerekse Hıristiyanlıkta istisnalar dışında genel olarak insanın doğayı tahrip etmemesinin dinî bir gereklilik olduğu belirtilir (Ş. Gündüz, 2008: 7).

Netice itibariyle Hıristiyanlığın doğal çevreye yaklaşımı iki maddede özetlemek mümkündür. Bunların birincisi insanın doğal çevreye eğemen olması neticesinde, çevresini “kullanması” ve “sömürmesi”, insanlığın doğal çevresiyle ilişkili olarak ikinci yaklaşım ise, doğal çevresi üzerindeki hâkimiyetlik duygusunu “sorumluluk” algısına dönüştürerek sahiplenip korumasıdır ( Olgun, 2008: 61).