• Sonuç bulunamadı

1. ÇEVRENİN DİNE ETKİSİ

İnsan varlığı ile bir mekânda yaşamak durumdadır. Dolayısıyla insan bulunmuş olduğu çevreyi etkilerken aynı zamanda yine bu çevreden de etkilenecektir. Yeri gelmişken hemen belirtelim ki çevrenin dine etkisinden anlaşılması gereken, insanların dini algılamalarına etkisidir bizatihi dini emirlere müdahalesi değildir.

İnsan ve insan topluluklarının coğrafi çevreleriyle etkileşim halinde bulunmaları tabii bir durumdur ( Arslantürk ve Amman, 2001: 36). “Gerçekte her din bir toplum içinde ortaya çıkar ve gelişir. Bilinen bütün insan toplulukları içinde bir dine rastlandığı gibi, toplumsal bir olay olmak nedeni ile sorunların, olayların ve çatışmaların olmadığı bir din de var olmamıştır. Çünkü dinin toplumsal, bir olay olması demek, din olaylarının belli ölçülerde coğrafi, toplumsal ve kültürel değişkenlere bağlı bulunması demektir” ( Günay, 1999: 29; 2003: 232; 1986b: 43). “Din ve toplum arasında karşılıklı bir ilişki bulunduğuna göre, dini inançlar, pratikler, kurumlar, tutumlar ve davranışları ortaya çıktıkları toplumsal koşullar,

çevreler ve ilişkilerden tamamen bağımsız saymaya imkân yoktur. Dini inançlar ve pratiklere olan bağlılık kişisel olduğu kadar aynı zamanda toplumsal bir olaydır. Her fert, kendini belli bir tutuma zorlayan bir çevrede gözlerini dünyaya açar ve yaşar. Kişinin doğduğu ve büyüdüğü çevresinin, ait olduğu toplumsal tabakası veya sınıfının, yaşadığı yerin ve çağın gelenek ve göreneklerinin, dünya görüşünün ve hatta modanın dini inançlar ve pratiklere duyduğu ilgide payının bulunduğu kuşkusuzdur” (Günay, 1999: 31–32).

Toplumun din üzerindeki etkisi, dinin ilk ortaya çıkışı ya da dinin ahkamı ile değil, daha çok var olan dinin inanç ve ritüelleri üzerinde kendini göstermektedir. Gerçekten de, “dünden bugüne, özellikle çok tanrılı toplumların din üzerindeki etkisini gösteren pek çok örneğe rastlarız. Bunların başında ekonomik ve sosyal faktörler gelmektedir. Nitekim tarımcı toplumların tanrılarına ‘Toprak Ana’, akarsu yataklarında yaşayanların ‘Bereket Tanrısı’, denizci toplulukların ise, ‘Koruyucu Mabut’ adının verilmesi; anaerkil toplumlarda ‘kadın tanrıçalara’, babaerkil toplumlarda ise, daha çok ‘erkek tanrılara’ denk gelinmesi; arazinin çetin olduğu yerlerde ‘natürist’, düz olduğu yerlerde ‘animist’ inançların ağırlık kazanması, toplumun din üzerindeki etkilerini ortaya koyması bakımından oldukça ilgi çekicidir. Yine toplumsal etkinlik, mülkiyet tarzları, zümre yapıları, dinî anlayışlarda önemli şekillenişlere sebep olmuşlardır” ( Keskin, 2004: 17; Frayer, 1964: 66).

İbn. Haldun coğrafi şartlarla sosyal hayat arasındaki münasebetlere değinen, (Günay, 1986a: 71) fiziki çevrenin, insanın ahlakı, dini ve psikolojik yapısı üzerinde etkisine dikkat çeken ilk sosyologlardandır (Görgün, 1999: 46; İbn. Haldun, 1988: 331). Sosyolojinin öncülerinden kabul edilen Montesquieu’ de çevrenin, insanların fizyolojik sinirsel, psikolojik varlık biçimlerini doğrudan belirlediğini düşünür (Aron, 2005: 46).

Bu durumda, ‘inanç, kişi ile Tanrı, arasında’ var olan bir olgudan ibarettir denilebilir mi? Birçok sosyal-psikoloji çalışmaları, durumun tamamen kişisel tercih ve uygulamalardan ibaret olmadığını göstermiştir. Din tercihinin özel ve kişisel olduğunu söylemek yerine; “kişinin çevre koşullarının hazırlamış olduğu seçenekler arasından bir tercih yapmada özgür olduğunu ileri sürmek, yapılan araştırma sonuçlarına daha uygun bir yargı olacaktır” (Aktaran: Eren, 2007, 129–152). “Çünkü dini yaşayışı toplumsal kontekstinden yani ortaya çıktığı coğrafi, tarihi,

etnik, politik, kültürel, ekonomik v.s. ortamından tamamen bağımsız saymak imkânsızdır. Dolayısıyla, ekonomik, politik, bilimsel ve teknik alanlarda olduğu kadar, toplumun genel yapısı, zihniyeti ve hâkim ideolojide ortaya çıkan değişikliklerin de dini yaşayış alanında değişiklikler ortaya çıkarması doğaldır” (Günay, 1999: 37; Abadan, 1964: 212–222).

Crutchfield ve Krech de, kültürün oluşmasında, fiziksel çevrenin belirleyici etkisi üzerinde durmaktadır (iklim, coğrafya, doğal kaynaklar vd.). Örneğin, toprakları hayvancılık ya da tarıma uygun olan topluluklar, sahip oldukları toprak yapısının gerektirdiği yaşam koşullarına uygun bir kültür yapısı üretmektedirler. Kıraç arazide yaşayıp hayatını hayvan beslemekle idame ettiren topluluklar, bulunduğu toprağa ve göçe dayalı hayat tarzına uygun kültür etmenleriyle belirginleşen yaşam tarzını sürdürürken, düz ve tarıma uygun arazi sahipleri ise, çeşitli tarım teknikleri ve buna bağlı yaşam kültürünü sürdürmekte ve geliştirmektedirler. Bu bağlamda hemen şunu belirtmek gerekir ki, insanların tamamıyla çevrelerinin ürünü olduğu gibi bir kesin yargıda bulunmak doğru değildir. İnsanlar, bir taraftan fiziksel çevre şartlarından etkilenirken, diğer taraftan o çevre koşullarını değiştirme yetisine sahiptirler (Crutchfi ve Krech, 1983: 109; Eren, 2007: 140).

“Ferdi ve sosyal olaylarda, kültür ve medeniyetler üzerinde tek faktörün değil; tabiat şartları, iklim, ırk, tarih, nüfus, ekonomi, dil, adet ve benzeri pek çok faktörlerin tesiri vardır ve bunlarda karşılıklı bir etkileşim içindedir” (Solmaz, 1996: 136).

2. DİNİN ÇEVREYE ETKİSİ

İnsan ve toplumları etkileyen, sosyal bütünleşmeyi sağlayan olgulardan biri dindir. Din insan topluluklarını çeşitli şekilde etkilerken aynı zamanda insanların düşünce biçimlerini oluşturmaktadır. İnsan, toplumsal bir varlıktır. İnsanın belirli bir toplum ve çevre içerisinde yaşaması bunlarla etkileşim içerisinde bulunması sebebiyle âdeta çevrenin ürünüdür.

İnsanın içinde doğup-yaşadığı “sosyo-kültürel çevre onun belleğini, kişiliğini oluşturduğu gibi, insan-toplum, insan-tabiat ilişkilerinde de yönlendirici rol oynar, aynı zamanda ona dünya görüşü kazandırır”. Kültürün temel unsurlarından olan din, insanın toplumsal ve fiziksel çevresiyle ilişkilerinde, anlamlandırma ve tanımlamalarında önemli unsurlardan biridir. Dolayısıyla insanın çevreyle ilişkilerini dinden bağımsız düşünmek, anlamaya çalışmak mümkün değildir (Bayyiğit, 2002: 40). “Din mensuplarına, onların dünyayı özel bir gözlükle görmelerini sağlayan ve bu şekli altında insan davranışlarını etkileyen metafizik bir “dünya görüşü ve hayat anlayışı” sağlar. Bu durum, herhangi bir dine sulük eden bir ferdin, kutsal dışı meselelere karşı belli bir tutumu takınması ve mesela, tabiat tarih ve kültürü muayyen bir açıdan değerlendirmesi sonucunu doğurmaktadır” (Günay, 2003: 253). Belirli bir dine mensup insanlar günlük işlerini görürken ve hatta tabiatı seyrederken bile bu inancının tesirinde kalırlar. Hatta onlar, dünyaya karşı takındıkları tavrın, dinden kaynaklandığının bilincinde olmasalar da, kendileri dışındaki dünyayı daima dinlerinin ışığı altında görürler (Keskin, 2004: 11).

Din, hem bireyi hem de toplumları etkileyen sosyo- kültürel bir kurum olarak insanın günlük hayatındaki davranışlarına yön veren faktörlerden biridir (Peker, 1990: 94; Ünal, 2010: 357). “Din insanlık tarihinde çok önemli bir faktör olmuştur. Mesela insanların yaptığı ilk büyük binalar mabetler olmuştur. Şehirler mabetlerin etrafında kurulmuş veya ona göre şekillenmiştir. Her dinin icabına göre yapılan mabetler, o milletin genellikle en büyük sanat ve mimari eserler arasında yer almıştır. Bu sebeple dini törenler, mimarlık, müzik, dans ve şiir sanat dallarının ortaya çıkmasına yol açmış veya bunların gelişip zenginleşmesine yardım etmiştir” (Solmaz, 1996: 128).

Din, insanın davranışlarına yalnız ihtiyaç duyulan yerde meşruluk kılıfı geçirmekle kalmaz, aynı zamanda kendi de etken olarak gereken itici kuvveti verir (Ülgener, 2006: 10). “Dinin davranışları etkilemesi, aynı zamanda da davranışların ve ilişkilerin örgütlü bütünü olan yapıları ve sistemleri etkilemesi anlamına gelmektedir”( Dursun, 1992: 32).

Din sadece varlığını sürdürmekle kalmamış, aynı zamanda; siyasi inançlar ve bağlılıklar, aile ilişkileri, sağlık ve mutluluk, özgür alan ve sosyal sermaye konuları üzerindeki etkisini de devam ettirmiştir. Batıda yapılan alan araştırmalarında dini

faktörler ergen bireyin cinsel tutumlarını, evlilik ve boşanma, çocuk yetiştirme, vb. davranışları etkilediği, dostluk ve yardımlaşma duygularını artırdığı, alkol, sigara, madde ve uyuşturucu kullanımı, sapkın davranış türlerine engel olduğu, çeşitli stresli olaylar ve durumlara maruz kalmayı azaltarak sağlık ve mutluluk üzerinde etkili olduğu tespit edilmiştir (Sherkat ve Ellison, 2006: 249–285). Din, “kültürün kendisinden ayrılması mümkün olmayan bir unsuru olarak öncelikle fertlere, fertler aracılığıyla toplumsal olgu ve kurumlara nüfuz eder. Bundan dolayı fertlere nüfuz edebilme kabiliyeti sayesinde bütün kültür sahalarına hakim duruma gelir” (Akyüz, 1998:295–308).