• Sonuç bulunamadı

B. ÇEVRE İLE İLGİLİ ÇALIŞMALARIN TARİHÇESİ VE MODERNLEŞME SÜRECİNDE

3.   ÇEVRE AHLAK İLİŞKİSİ 56

Çevre sorunları ahlaki bir sorun mudur? Yoksa bilimsel ve teknolojik bir sorun mudur? Sorunu teknoloji ile çözebilir miyiz? Sorunun bilimsel ve teknolojik boyutlarının da olduğu bir gerçektir. Ama bunlar sorunun sadece bilimsel ve

teknolojik boyutudur. Çevre sorunlarını çözmeye yönelik çalışmalarda niçin yetersiz kalınmaktadır? Çevrenin korunmasına niçin dikkat edilmemektedir? Sorularına cevap aradığımızda karşımıza insanın ahlak anlayışı çıkmaktadır.

Toplumumuzda çevre kirliliğinin zararları ve çevrenin korunması gerektiği bilindiği halde, bu görevin pek yerine getirilmediği görülmektedir. Çevrenin kirletilmemesi gerektiğini savunan bir kişi bu söylediklerinin aksini yaparak bir çelişki sergileyebilmektedir. Mesela sanayi atıklarının çevreye zarar vermeyecek bir şekilde imha edilmesini isteyen bir sanayici pekâlâ kendi fabrikalarının sebep olduğu çevre kirliliğini görmezlikten gelebilmektedir. Yine aynı şekilde sokakların kirletilmemesinin gereğine bilen birçok insan çöplerini sokaklara rahatlıkla atabilmektedir. Böylece sorunun ilk bakışta görüldüğü kadar basit olmadığı anlaşılmaktadır. Çünkü sorun artık bir çevre sorunu olmaktan çıkmış, bir ahlak sorununa dönüşmüştür. İnsanlar kişisel menfaatleri uğruna, çekinmeden ve gelecek nesilleri düşünmeden çevreyi kirletmekte ve tabiatı tahrip etmeye devam etmektedir.

İşte burada, İslam’ın bir din olarak toplumsal sorunlara genellikle ahlak sorunları olarak ele almasının sebebi hikmeti ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla bu sorunlara getirdiği çözümler de ahlaki çözümler olarak karşımıza çıkmaktadır. Şayet bu açıdan çevre sorunlarına bakılmazsa, İslam’ın çevreye bakışı bir anlam kazanmayacak sonuçta tüm çalışmalar da başarısızlıkla sonuçlanacaktır (Özdemir ve Yükselmiş, 1997: 77–78).

“Çevre kirlenmesine karşı mücadele etmek, doğanın yarattıklarını korumak, yeni enerji kaynakları bulmak ve barış içinde yaşamayı sağlayacak daha iyi işleyen anlaşmalara varmak amacıyla, daha çok kaynak seferber etmekle çağdaş dünyanın yıkıcı güçlerini "denetim altına alabileceğimizi" sanıyorsak, hakikatlerden kaçıyoruz demektir. Gerçi servet, eğitim, bilimsel araştırma ve daha birçok kaynak uygarlığa gereklidir; ama bugün en çok gerekli olan bu araçların hizmet edeceği amaçların yeniden bir gözden geçirilmesi ve değiştirilmesidir”( Schumacher, 1989:220). Çevre sorunlarının sadece teknolojik önlemler ve yasal düzenlemelerle çözülemeyeceğinin anlaşılması ile birlikte, sorunun ahlaki boyutunun önemi kabul edilmeye başlanmıştır. Nitekim konuyla ilgili yayınlanan raporda “ortada bir ahlaki seçim yapma sorunu vardır” denilmektedir. “Ne kadar hesap yapılırsa yapılsın, tek başına yanıtları bulmaya yetmez. Dünyanın dört bir yanından genç insanların alışagelmiş

değerlerin geçerliliğini sorgulamakta olmaları sanayi uygarlığından duyulan yaygın rahatsızlığın bir belirtisidir” denilmektedir (Özdemir ve Yükselmiş, 1997: 66; Schumacher, 1989:220).

İnsan çevreyi kirletmenin zararlı olduğunu bildiği halde niçin kirletmektedir? Kendi menfaati için başkalarını niçin feda etmektedir? Yiyeceği bir kilo balık için dinamitle bir gölün ya da ırmağın bütün canlılarına niçin zarar vermektedir? İşte burada ahlak devreye girmektedir. Şayet insan tabiattaki varlığın efendisi değil, ihtiyacını gideren bir dostu olarak görürse ve tabiattaki bu varlıklar insana verilmiş korunması gereken bir emanet olduğu bilinci ile hareket ederse, tabiatı kirletmenin kul hakkına giren günah bir davranış olduğunu inanırsa çevreyi kirletmekten çekinecektir.

Başka bir ifade ile insanın sahip olduğu dünya görüşü, inancı ve değer yargıları çevresi ile olan ilişkilerinde temel belirleyici bir unsurdur. Dolayısıyla insanın bu görüşleri araştırılmadan, tartışılmadan ve eleştirilmeden düşüncelerinin ve davranışlarının değiştirilmesi mümkün değildir ( İ. Özdemir, 1994: 14 ).

“İslâm’ın çevreyle ilgili temel yaklaşımını ve ilkelerini, öncelikle onun Allah- insan-tabiat arasında kurulmasını öngördüğü ilişkide aramak gerekir. Çok bilinen ifadesiyle İslâm tevhid dinidir. Ontolojik olarak her şey özünde Bir’e (Allah’a) dayanır. Tasavvuftaki derin ifadesiyle her şey O’nun cemâl ve celâl sıfatlarının tecellîsinden ibarettir. Bundan dolayı tabiat “Allah’ın ayetleri”, O’nun varlığının ve ulu kudretinin işaretleri, delilleridir. İnsanın, tabiatın, çevrenin, göklerin ve yerin, her şeyin varlık nedeni, mâliki ve sahibi O’dur. Dolayısıyla bu sayılanlara zarar veren, O’nun eserlerine zarar vermiş olur. Bütünüyle varlık O’nun “ayetleri” olduğuna göre, varlıktan kopan O’ndan kopar, O’ndan kopan varlıktan kopar. “sevgi” kavramının gerçek anlamıyla, O’nu seven varlığı sever, varlığı seven O’nu sever. Çünkü bütün varlıklar O’na vardığı için bütün sevgiler de O’nu sevmeye varır. İnsan O’nunla ve varlıkla, yani canlı ve cansız tabiatla, çevresiyle ontolojik olarak var olan bağını ahlâkî olarak da kurduğu zaman vahdetin bir parçası olur. Bu husus bir hadiste “Siz yeryüzündekilere merhametli olunuz ki, göktekiler de size merhametli olsunlar” şeklinde dile getirilmiştir” (Çağrıcı, 2008: 10).

Günümüzde dünyayı insanlara yaşanmaz hale getiren çevre sorunlarının temelinde ahlaki sorunlar yatmaktadır. İnsanı insan yapan değerden uzaklaşan, moral

seviyesi düşen insanlık, çevreyi de tahrip etmekten çekinmemektedir (Canan, 1995b: 29). Çevresindeki her varlığın manevî bir boyutunun olduğunu inanan bir insan dolayısıyla bu varlıklara karşı ekolojik ahlak ilkelerine göre davranmanın gerekliğini kabullenecektir (Kayhan, 2002: 90).

Çevre sorunlarının tanımında ve çözümünde yapılması gerekenlerden ilki krizin kökenini doğru tespit edip, ortaya koymaktır. Sorunlara çözüm ararken insandan başlamalı, insanın sahip olduğu inançlar, ahlaki değerler ve dünya görüşü önemlidir. Çünkü insanların sahip olduğu ahlaki değerler ve inançlar çevreleriyle olan ilişkilerini düzenlemede önemli rol oynamaktadır (H. Aydın, 2009: 208).