• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM II: HEGEMONYA

2.1 HEGEMONYA KAVRAMI

2.1.1 Hegemonya Kavramının Tanımı

1990’larda Sovyet Sosyalizmi’nin yıkılışıyla birlikte 20. yüzyılın son on yılının uluslararası sistemi, aynı anda gelişen tek kutuplu ABD egemenliğine (hegemonyasına) ve küreselleşmenin hızla büyümesine tanıklık etmiştir. Ancak 11 Eylül olayları bir anda ABD Hegemonyasının sarsılmasına neden olmuştur.1 Buradan hareketle hegemonya kavramının ne anlama geldiğini ve ABD hegemonyasının nasıl bir seyir içerisinde olduğunu açıklamak konunun önemini ortaya koymamızda bize yardımcı olacaktır. Hegemonya kavramı Yunanca’dan gelen bir kavramdır. Bu dönemdeki “Hegemonya” kavramı, konfederatif bir yapıya sahip olan bir devletin liderliği üstlenmesi anlamında kullanılmaktaydı. Ancak kavram günümüzde, eski anlamından uzaklaşarak farklı bir yapıya kavuşmuştur. Günümüzde kullanılan en geniş anlamıyla Hegemonya; “bir kişi, elit veya grup insanın, kendi

şahsi arzu, fikir, ideoloji veya herhangi bir felsefe sistemine göre, çoğu zaman yetki alanlarının genişliği nispetinde, rızaları olup olmadığına bakılmaksızın diğer insan ve grup davranışlarını tayin ve kontrol edebilme ve gerektiğinde(itaatsizlik, muhalif olma gibi durumlarda) toplumu oluşturan fertler üzerinde cebir kullanma imkânı ve

1 Noam Chomsky, 11 Eylül Sonrası/ Dünya Nereye Gidiyor?, çev. Taylan Doğan- Nuri Ersoy- Mehmet Kara- Ali Kerem, İstanbul: Aram Yayıncılık, 2004, s.102-103.

kapasitesidir”.2 Gramsci bu kavramı 1920-1930’lu yıllar arasında tartışmaya açarak hegemonya kavramını, başarılı bir sınıf iktidarı olarak görmektedir.3 Yani “hegemonya tartışılmaz bir biçimde başarılı bir sınıf iktidarını ifade etmektedir

çünkü toplumun tüm katman ve sınıfları söz konusu hegemonyayı doğal, gerekli ve vazgeçilmez olarak algılamaktadırlar”.4 Bir toplum içerisinde bulunan sosyal bir grup, başka bir sosyal grup/grupların kendi ideolojisini, bu ideoloji kültürel/ahlaki ve sosyal yaşantı olabilir, kabul etmeleri için onları zorlamış veya ikna etmişse, bu baskıyı kabul ettiren grup diğer grup veya gruplar üzerinde hegemonyasını kurmuş demektir. Böylece baskın olan ve diğer grupların kontrolünü eline geçiren gruba hegemonik grup adı verilir.5 Bu tanım üzerinden yola çıkarak hegemonya kavramını Uluslararası İlişkiler bağlamında şu şekilde açıklayabiliriz: İlk olarak, bir devletin diğer devletler üzerindeki gücünü ifade eder. İkinci olarak ise, bir devletin dünya sistemi üzerinde başat güç olması anlamına gelmektedir. Hegemonik İstikrar Teorisine göre, hegemon gücü belirleyen üç temel unsur bulunmaktadır: Bunlardan birincisi, Maddi güç, yani ekonomik ve askeri(dünyadaki mevcut ekonomik ve askeri gücün en az %50’sine hâkim olmakla beraber, bunları kullanmaya sahip bir siyasi iradesi olması gerekmektedir) güçtür. Buna göre hegemon güç, dünyadaki hammadde kaynaklarını elinde bulundurmak zorundadır. Hegemon güç diğer devletlerle karşılaştırıldığında ekonomik yeterliliğe sahip ve ekonomik rekabette ön sırada bulunmalıdır. Dünyadaki fiziksel(para) ve entelektüel(zihin) sermayeyi kontrolü altında tutmalıdır. Dünya tüketim pazarını elinde tutacak ve bu ekonomik varlığı koruyacak bir askeri(nitel) güce sahiptir. İkincisi, uluslararası rejim ve kurumlar üzerinde etkisi, yani uluslararası sistemde var olan normların, prosedürlerin, yöntemlerin tamamının belirleyicisi olmalı ve diğer devletlerinde bunlara riayet etmesidir. Üçüncüsü ise, ideolojidir, yani hegemonun liberal değerlere sahip olmasıdır. Bunların yanı sıra hegemon güç iki yönlüdür: İlk olarak, hegemon iddiasında bulunan devletin her şeyden önce bunu yapabilecek güce ve iradeye ulaşmasıdır. İkincisi ise, diğer devletlerin bu hegemonu takip etme güdüsü olmak

2 Murat Kirişçi, “Hegemonya, İstikrar ve Sonrası”, İktibas Dergisi, c..XXIV/sayı 332 (Ağustos 2006), s.56.

3 Antonio Gramsci, Hapishane Defterleri: Tarih, Politika, Felsefe ve Kültür Sorunları Üzerine Seçme Metinler, çev. Kenan Somer, İstanbul: Aşina Kitapları, 2009, s.247.

4 Nur Vergin, Siyasetin Sosyolojisi, Ankara: Bağlam Yayıncılık, 2003, s.79. 5 Kirişçi, a.g.m., s.57-60.

zorundadır. Yani, hegemonun, kendi koyduğu kuralları uygulatabilecek yeteneği ve koyduğu kuralları gerçekleştirebilecek azim ve güce de sahip olmalıdır. Aksi takdirde bu güce sahip olmayan bir hegemon diğer devletleri etkileme de başarısız olur ve uluslararası sistemde hegemonun kurmuş olduğu statükoyu bozmak isteyen devletler ortaya çıkabilir. Ayrıca hegemonya, ekonomik, siyasi ve askeri güç mekanizmaları üzerindeki kontrole dayandığı kadar, devamlılığı açısından paylaşılan çıkar ve değerler doğrultusunda inşa edilmiş arzu edilir bir liderlik pozisyonuna da ihtiyaç duymaktadır. Küresel sistemde, ikna ve baskı birlikteliğine dayanan hegemonya, sisteme dâhil olan ülkelerin içindeki egemen grupların aktif rızasıyla işlerlik kazanmaktadır. Hegemon, çıkarlarını diğerlerinin çıkarlarına tercüme ederek, liderliğini arzu edilir kılmaktadır. Böylece bu faaliyet hegemon güç için kazanmak istediği güce ait olan maliyeti azaltır ve gücün sürdürülebilirliğini arttırır.6

2.1.2. Amerikan Hegemonyası

Günümüz uluslararası literatüründe ilk akla gelen hegemon güç ABD’dir. Bütün dünyaya yayılmakla beraber ABD’nin, yeryüzünün “jandarmalığını” yaptığı da iddia edilmektedir. Ayrıca dünyanın değişik ülkelerinde askeri üsleri olan ABD’nin, kurmuş olduğu sistemle, IMF (Uluslararası Para Fonu) ve Dünya Bankası aracılığıyla, dünya ekonomisine yön verdiği ifade edilmektedir. Bunların yanı sıra geliştirmiş olduğu sistem sayesinde diğer ülkelerin yönetim biçimlerine müdahil olabilmektedir. İkna ve baskıya dayanan ABD hegemonyasının bu çift taraflı bakış açısı, bugün ABD’nin siyasi, askeri ve ekonomik gücüyle oluşturduğu hegemonyayı açıklamaktadır.

Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte artık dünyada tek süper güç kalmış ve adeta bu dönem Amerikan Hegemonyasının başlangıcı ilan edilmişti. 1990’lı yılarla başlayan bu süreç hemen hemen diğer bütün devletlerin rıza göstermesiyle, sorunsuz olarak “Tek Kutuplu Dünya Sistemi”ne gidiyor izlenimi yaratmaktaydı. Bu

6 E. Fuat Keyman, “Eleştirel Düşünce: Hegemonya, Kimlik/Fark”, Devlet, Sistem ve Kimlik, der. Atila Eralp, İstanbul:

dönem içerisinde ABD hegemonyasını gerek askeri, gerek siyasi ve gerekse de ekonomik olarak tüm dünyaya kabul ettirmiş durumdaydı. Sanki bir “Paxamerican”a dönemi yaşanıyor görüntüsü vermekteydi. Ancak yukarıda sıralamış olduğumuz hegemon tanımına uygun olması beklenen ABD Hegemonyası Soğuk Savaş sonrasında beklenildiği gibi olmamıştır. ABD Soğuk Savaş sonrasında fiilen tek taraflı olarak uluslararası gündemi dikte edecek bir konuma gelememiştir. ABD gücü şaşılacak bir şekilde dağılmıştır.7 Dünya ekonomisinin %50’sine sahip olması beklenen ABD’nin, günümüz dünya ekonomisinin neredeyse %25’ine bile sahip olmadığı ortadadır.8 Özellikle Çin ve AB’nin yanı sıra Asya’dan birçok devletin son yıllarda ekonomik açıdan sıçrama yapması ABD’nin ekonomik olarak gerilemesine ve ekonomik değer olarak hegemon güç tanımından uzaklaşmasına neden olmuştur. Bununla birlikte askeri anlamda, Nükleer teknolojik silahlara sahip olan ülke sayısının son zamanlarda artması (BM Güvenlik Konseyi’nin Beş Daimi üyesinin yanı sıra, özellikle Hindistan, Pakistan vb. gibi devletlerinde elinde bulundurması) ABD’nin dünya devletlerini kontrol altında tutmasını kısıtlamaktadır. Bu durum hegemon güç ABD’yi zor durumda bırakmaktadır. Ayrıca küreselleşme süreci ile birlikte teknoloji ve silahların hızla yayılması illegal grupları devlet mekanizmaları tarafından kontrol edilemez hale getirdi. Bu illegal gruplar küreselleşmenin etkisiyle birlikte faaliyetlerine yeni bir boyut kazandırdılar. Bunun sonucunda 11 Eylül 2001’de New York’taki ikiz kulelere ve Pentagon binasına yapılan saldırıların ardından uluslararası literatüre terörizm damgasını vurdu. Böylece terör yerel ve bölgesel niteliğinden uluslararası bir niteliğe geçiş yaptı. Terörizmin uluslararası boyuta geçiş yapması ABD’nin bütün planlarını alt üst etmeye yetmişti. Bu saldırıların ardından ABD artık kendini güvende hissetmemeye başlamış ve bu çerçevede yeni bir dış politika çizgisi çizmeye çalışmıştır: “Terörle Topyekün Savaş”.

Hegemon güç ABD 11 Eylül 2001 yılı itibariyle uluslararası arenada sarsılan prestijini yeniden tesis etmek amacıyla dış politikada yeni açılımlar yapmaya

7 Henry Kissinger, Diplomasi, çev. İbrahim H.KURT, İstanbul: Türkiye İşbankası Kültür Yayınları/Tarih Dizini, 2006. s.641. 8Mahfi Eğilmez, “Tuhaf İlişki”, Radikal Gazetesi, 20.04.2006.

başlamıştır.9 Belkide bu açılımların en önemlisi Orta Doğu ve Orta Asya’ya yönelik belirlediği politikalardır. Orta Doğu’da gerçekleştirmeye çalıştığı “Büyük Orta Doğu Projesi” bu yeni açılımın bir ürünüdür. Aynı şekilde Orta Asya coğrafyasına yönelik belirlediği dış politika ise, diğer bir önemli dış politika atağı olarak değerlendirilebilir.10 Orta Asya’ya yönelik bu yeni açılımı ekonomik değerler açısından ele aldığımızda, Orta Asya’da var olan enerji kaynaklarının kontrolü ve bu kaynakların işlenerek dünya pazarlarına Amerikan Petrol Şirketleri aracılığıyla sunumunun yapılacak olması Hegemon güç ABD’ye ekonomik bir kazanç olarak görülmekteydi. Ayrıca bölgede bu sayede elde edeceği pazarlar aracığıyla hammadde ihtiyacının karşılanacak olması ABD ekonomisinin canlılığı açısından önemli bir yer teşkil etmektedir. Bunların yanı sıra nükleer silahların yayılmasının önlenmesi ve terör gruplarının faaliyetlerinin sınırlandırılması gibi politikalar, ABD Hegemonyası açısından son derece stratejik kavramlardır. Bu açılımın gerçekleştirilebilmesi ABD’nin Orta Asya coğrafyasındaki etkinlik sahasını genişletmesi ile paralellik göstermektedir. Diğer taraftan “devletin yeniden inşa süreci”nde Afganistan’a yerleşmesi ise, bölgedeki diğer ülkelere ulaşmasını kolaylaştırmış ve bu sayede baskı yapma imkânı bulmuştur. Hegemonyasını yeniden tesis etmeye çalışan ABD, Orta Asya gibi son derece kritik bir bölgeye adım atarak ve burada güvenlik ve istikrarı sağlayarak ekonomik ve askeri alanda olduğu gibi siyasal alanda da düşlediği politikaları geçekleştirmek istemektedir.

Hegemonya kavramından hareketle bu bölümde öncelikli olarak, ABD’nin hegemon gücünü ülkeler üzerinde tesis etmek adına diğer ülkelere yönelik izlediği dış politika ele alınmıştır. Bu yapılırken ilk olarak, dünya geneline yayılmaya başlayan kitle imha silahlarının ABD’yi nasıl etkilediği üzerinde durulmuş ve ABD’nin hangi önlemleri almaya çalıştığının analizi yapılmıştır. Daha sonra ise son yıllarda ekonomide yükselen güçler olan Asya ve Avrupa Birliği karşısında ABD’nin tutumu irdelenmiştir. Üçüncü olarak ise, küreselleşmenin etkisi ile uluslararası

9 Immanuel Wallerstein, Amerikan Gücünün İlerleyişi: Kaotik Bir Dünyada ABD, çev. Tuncay Birkan, İstanbul: Metis Yayınları, 2004, s.256.

10 Halit Refiğ,“Küresel Bunalımın Felsefi ve Stratejik Boyutları”, Küresel Bunalım: 11 Eylül Konuşmaları, yay.Ahmet Davutoğlu, İstanbul:Küre Yayınları, 2002, s. 16-33.

boyuta geçiş yapan ve 11 Eylül’le birlikte ABD’ye büyük bir etki bırakan terör grupları karşısındaki Amerikan tutumu incelenmiştir.