• Sonuç bulunamadı

Hayret, kulun Allah’ın tanıyıp farkına varması, tecellisini görmesi ile kendisinde meydana gelen haldir. Kul, gördükleri karşısında acziyete uğrar. Tasavvufta ise “Hayret, Allah hakkında hırslı olmakla, ümitsiz olmak arasında bir

duraktır. Aynı şekilde, korku ve rıza, tevekkül recâ’ arasında bir duraktır. Hayret, derin ve düşünce Allah huzurunda, hakikat ehlinin ve âriflerin kalblerine gelen bir haldir. Âriflerin bazısı, hayreti, kavuşma, onu iftikâr, onu da tekrar hayretin izlediği kanaatindedirler.”197

Allah âşıkları gönüllerinde yalnız Allah’a yer verdikleri, gayrisini

temizledikleri için Allah’ın sırrına nail olurlar. Bulundukları, gördükleri üzerine hayret ve hayranlığa düşerler. Beğenilerini anlatamaz, şaşkınlıklarından ne yapacaklarını bilemezler. Bu hayret ve hayranlık mutasavvıfların en belirgin özellikleridir. Askerî Muhammed, Allah’ın sırrına ermiş, basireti açık olduğu için Allah’ın tecellisine vasıl olduğu anda hayret ve hayranlığa düşmüştür. Bu hayret ve hayranlığını şiirlerinde sık sık dile getirmiştir. Bir beyitte zahide seslenmiş ve vahyin esrarının hayret ve hayranı olduğunu söylemiştir. Dünyayı hayret vadisine teşbih eden şair, aşktan gayri her şeyden soyunduğunu, sıyrıldığını anlatmıştır. Şairin gönlünde yalnızca Allah’a duyduğu aşk vardır.

Zâhidâ esrâr-ı vahyüñ vâlih ü hayrânıyuz

Vâdî-i hayretde ‘ışkdan gayrinüñ ‘uryânıyuz (s.193:69:1)

Askerî Muhammed bir başka beyitte içinde bulunduğu hayretlik duygusunun büyüklüğünü anlatmak için hayret-i kübrâ ifadesini kullanmıştır. “Küntü kenz”in (Allah’ın kâinatı yaratma sebebi) sırrı ile esrarını (sırlarını) içtiğini söyleyen şair “Küntü kenz”i kadehe, Allah’ın sırlarını da şaraba benzetmiştir. Aşk başı dönmüşlüğünün (hayranlığının) sarhoşu olduğunu, büyük hayretler içerisinde bulunduğu hayret-i kübrâ ifadesi ile anlatmıştır.

141

“Küntü kenz”üñ sırrıile esrârını nûş eyledük

Mest-i ser-gerdân-ı ‘aşkuz hayret-i kübrâdayuz (s.390:254:5)

2. 23. HEVÂ

Hava, arzu, istek gibi anlamları olan hevâ kelimesi tasavvufta nefsin kötü arzu ve isteklerini anlatmak için kullanılır. Hem edebiyatta hem tasavvufta nefis ile birlikte sıkça kullanıldığı bilinmektedir. Askeri Muhammed, divanda yer yer nefis ile birlikte yer yer de mâsivâyı anlatmak için kullanılmıştır. Bir beyitte gönül arzularının hepsinin hava olduğunu söylemiştir. Gönül arzularının havaya (rüzgâra) teşbih edilmesi rüzgârın gelip geçici, bir anlık olmasındandır. Şair, Allah’tan başka ne ve kim varsa hepsinin mâsivâ olduğunu beytin ikinci mısrasında söylemiştir.

Göñül ârzûların bildim cemî‘isi hevâ imiş

Hakuñ gayrı ne kim varsa kamu hep mâ-sivâ imiş (s.215:92:1)

Askerî Muhammed bir başka beyitte hevâyı, boş, beyhude olarak nitelendirmiştir. Gönlün aşk ile Allah’a yar olması, boş isteklerden vazgeçmesi gerekliliği üzerinde durmuştur. İnsan kendi benliğini çok önemser, yeri gelir her şeyin üzerinde tutar. Oysa kişi ne kadar benliğinden uzaklaşırsa Allah’a o derecede yaklaşır. Ben, benlik insanın boş isteklerlerindendir. Şair insanın ben duygusunu benlik sarayı olarak vasıflandırmış ve bu benlik sarayının yıkılıp harap edilmesi gerekliliğinden bahsetmiştir.

Göñül gel ‘aşkile yâr ol bu bî-hûde hevâdan geç

Yıkup benlik sarâyını harâb eyle enâdan geç (s.152:30:1)

2. 24. FENÂ (FENÂFİ’LLÂH), BEKÂ (BEKÂBİ’LLÂH)

Devamlı olmayan, fâni olan, geçici şeyler için kullanılan fena kavramı tasavvufta kulun kendi varlığından vazgeçmesi, benlik duygusunun kaybolması durumunda kullanılır. Kulun kendi varlığından vazgeçerek Allah’ın varlığını bulmasına fenâfillaâh denilir. “Fenâfillah, Allah’ın varlığı içinde yok olmadır.

142

Tasavvufun temel düşüncelerinden biridir. Sûfî, bütün varlığını yok ederek, her şeyi unutup, her türlü dünya alakasından geçerek Allah ile bir olmayı amaçlar. Fenâfillah kesiksiz bir vecd ve coşkunluk halidir. Ancak o zaman sûfî gerçek olmayan varlığından geçmiş, Allah’ın varlığı ile var olarak O’nu gönlünde duymuştur. Yokluk tamamlanınca ortada yalnızca Tanrı kalır. Sûfî de böylece kendini Tanrı’da yok etmiş olur. Tasavvufta birçok şeyden fânî olmak gerekir. Ancak o zaman fenâfillaha erişilir. Fenâ bulacak olan şeyler yedi tanedir: Birincisi, Allah’a karşı muhalefetten fani olmaktır. İkincisi, kulların işlediklerinin, kendi işleri olduğundan fâni olmaktır. Üçüncüsü, mahlukların sıfatlarından fani olmaktır ki söyleyenin, işitenin, görenin Allah olduğuna kanaat getirmektir. Dördüncüsü, kulun kendi zatında fâni olmasıdır. Beşincisi, Allah’ın veya zâtının şühûduyla bütün âlemden fânî olmaktır. Altıncısı, Allah’tan gayrı her şeyden fânî olmaktır. Sonuncusu da Allah’ın sıfatlarından ve sıfatların nisbetlerinden fânî olmaktır. Buna masivâdan geçmek denir. Fenâfillah’ın sonu bekâbillah(Allah ile var olmak)tır.”198

Fenanın zıttı olan beka ise varlığının asla sonu olmayan Cenab-ı Hakk’ın bir sıfatıdır. Beka Allah’ın varlığının sürekliliğini, yok olmayacağını anlatır. Kulun fenâfillaha eriştikten sonra Allah’ın varlığına ulaşması bekâbillah kelimesi ile ifade edilir.

Askerî Muhammed şiirlerinde kişinin kendi varlığından, benliğinden vazgeçmesi gerektiğini; varlığının fâni olduğunu sık sık tekrarlamıştır. Fena ve beka olan iki zıt kavramı şiirlerinde çoğunlukla birlikte kullanmıştır. Şair “ba‘de’l-bekâ, bekâ-yı zât-ı a‘lâ, fenâ bahrı, fakr-ı fenâ, fenâ-ender-fenâ, bekâ-ender-bekâ, ‘âlem-i mülk-i bekâ, pür-fenâ, rifât-ı evc-i bekâ, lâhût-ı bekâ, bekâ ıklîmi, mahv-ı fenâ, fenâ- yı küllî, fenâ ihrâmı, fenâ fi’llâh” gibi ifadeleri kullanmıştır.

Bunun sebebi kişinin bekaya ulaşması için fena olması gerekmesindendir. İnsan varlığını ölmeden önce öldürmelidir. Buradaki öldürme, birinci anlamıyla değil mecazi anlamıyla kullanılmaktadır. Kişinin kendi varlığının fâni olduğunun bilincine vararak Allah’ın baki olan zatına ulaşma isteği ile ölümlü dünyada kalıcı dünyaya hazırlanmakla varlık fenası bulur (ölür). Fenaya ulaşan varlık aynı zamanda bekaya da ulaşmış olur.

Eger ölmezden öñ ölüp fenâ-ender-fenâ bulup

Bekâ-ender-bekâ bulup var içre var olursañ gel (s.245:121:6)

143

Askerî Muhammed bir başka beyitte kendini soyutlamış ve fenanı fena eyle diyerek kendisine seslenmiştir. Fenâfillah içinde Allah’ın bekasını göreceğini şair, kendini yok ederek Allah’ın zatının ve sıfatların içinde fena olmayı (yok olmayı) ve Allah’ın baki olan zatına ulaşmayı, onunla var olmayı istemektedir.

‘Askerîyâ gel fenâñı sen fenâ eyle bu gün

Gör fenâ fi’llâh içinde ol bekâ bi’z-zât nedür (s.173:49:7)