• Sonuç bulunamadı

Fakr fakirlik, yoksulluk; gına ise zenginlik demektir. “Fakr, şerefli bir

makamdır. Mutasavvıflara fukara adı verilir. Zira onlar, kendilerini mülklerden boşaltmışlar; yani içlerinde mal-mülk sevgisi bırakmamışlardır. Fakrin hakikatı, kulun Allah’tan başka hiçbir şeye ihtiyaç duymamasıdır. Fakrın şekli, bütün sebeplerden uzaklaşmaktır. Fakirlerin en belirgin özelliği şudur: Onlar yoklukta feryad etmez; sızlanmaz; sükûnetlerini korurlar; ellerine bir şey geçince de, onu başkasına verirler; başkalarını kendi nefislerine tercih ederler.”202

Fakir fukara olan kişiler zengin olana muhtaç olurlar. Tasavvufta zengin olan yalnız Allah’tır. Allah ganidir. “Zira her şeyi nzâtı O’nundur. Kul, Hakk ile

mâsivâdan müstağni olunca ganî (zengin) olur. Yani Hakk’a muhtaç olur, kullara muhtaç olmazsa, o kul, zengin demektir. Kul, onun vücudunu kazanınca her şeyi kazanmış olur; bu durumuyla o, Allah’tan gayri hiçbir şeyin varlığını ve tesirini görmez hale gelir.”203

Tasavvufta maddî zenginlik hoş değildir; en güzeli maddiyatta fakir, maneviyatta zengin olmaktır. Mutasavvıf şair Askerî Muhammed divanda maddî fakirlik ile manevî zenginliği savunan şiirler yazmıştır. Bir beyitte fakr ile övündüğünü fena fakrında olduğunu zahide söylemiştir. Zenginlik hazinesini bulduklarını ve zengin olduklarını yine zahide seslenerek ifade etmiştir.

202 Cebecioğlu, a.g.e., s.204. 203 Cebecioğlu, a.g.e., s.230.

147 Fakr ile fahr eylerüz fakr-ı fenâyuz zâhidâ

Bulmuşız kenz-i gınâyı agniyâyuz zâhidâ (s.125:10:1)

2. 29. ‘AŞK

Sevginin şiddetlenmiş, son mertebesine aşk denilmekte, İlahî (hakiki) ve beşerî (mecazi) aşk olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Beşerî aşk, insana duyulan aşktır. Hakiki aşk ise kulun Allah’a duyduğu aşktır. Mecazi aşkı küçümsememek gerekir. Beşeriyeti yaratan, yarattığı insanları “Ahsen-i takvîm”i sunan, beşeriyete tecellisini yansıtan Allah’tır. Beşerî aşk, kişiyi Allah’a ulaştıran merdivenin basamakları gibidir. Bu basamakları çıkmadan O’na ulaşmak mümkün değildir.

Tasavvufun belkemiği olan aşk, kulu Allah’a götüren en önemli geniş, uzun yoldur. Askerî Muhammed içerisinde Allah’a karşı bitmez tükenmez, sonsuz, karşılıksız bir aşk beslemektedir. Askerî Muhammed her âşık gibi aşk derdi çekmektedir. İçerisinde aşk ateşi vardır ki bu da onu, varlığını yakmakta ve Allah’a ulaştırmaktadır. Onun aşkı denizdir, tektir, sarhoş edici badedir, lezizdir, şahanedir. Askerî Muhammed her baktığı yerde her şeyde Allah’ı görmekte, tecellisini seyretmektedir. Bir beytinde aşk (ayn, şın, kaf) içinde seyrânı (Allah’ı) gördüğünü söylemiştir.

Bu sadâ-yı hay u hûyı nâ‘ra-i ‘uşşâkile

‘Ayn u şın u kaf içinde görinen seyrânı gör (s.161:37:5)

Askerî Muhammed için aşk çok önemlidir. Divanda daima İlahî aşkı işlemiştir. Şairin divanında geniş yer verdiği aşkın geçtiği ifadeler şunlardır: “Derd-i ‘aşk, miftâh-ı ‘aşk, sevdâ-yı ‘aşk, râh-ı ‘aşk, ‘ummân-ı ‘aşk, tîg-i ‘aşk, şarâb-ı ‘aşk, mey-hâne-i ‘aşk, ‘aşk-ı İlâhî, ‘aşk-ı Hak, ber-dâr-ı ‘aşk, ‘aşk âfitâbı, ‘aşk-ı yâr, deryâ-yı ‘aşk, “‘Urve-i vüska”-yı ‘aşk, âteş-i ‘aşk, şemşîr-i ‘aşk, bezm-i ‘aşk, câm-ı ‘aşk, mazhar-ı ‘aşk, hâlet-i ‘ışk-ı lezîz, meydân-ı ‘aşk, ehl-i ‘aşk, talaz-ı ‘aşk, dâr-ı ‘aşk, bende-i sultân-ı ‘aşk, zincîr-i ‘aşk, mest-i ‘ışk, çevgân-ı ‘aşk, râh-ı ‘aşk, ‘aşk-ı Mevlâ, bîmâr-ı ‘aşk, mestâne-i ‘aşk, şâhâne-i ‘aşk, lâne-i ‘aşk, dîvâne-i ‘aşk, vîrâne-i ‘aşk, ferdâne-i ‘aşk, sâye-i ‘aşk, hâlet-i ‘aşk, nâr-ı ‘aşk, ıkrâr-ı ‘aşk, inkâr-ı ‘aşk,

148

efkâr-ı ‘aşk, ‘aşk-ı Leylâ, ezkâr-ı ‘aşk, hummâr-ı ‘aşk, envâr-ı ‘aşk, gül-zâr-ı ‘aşk, ızhâr-ı ‘aşk, Kisve-i ‘aşk, gufrân-ı ‘aşku’llâh, sûk-ı ‘aşk, bâd-ı ‘aşk, Mecma‘u’l- bahreyn-i ‘aşk, hevâ-yı ‘aşk, hayme-i sultân-ı ‘aşk, ni‘met-i ‘aşk, hasta-i ‘aşk, hem- nişîn-i ‘aşk, ‘aşk-ı zülâli, arây-ı bezm-i ‘aşk, tarîk-i ‘aşk, merâm-ı ‘aşk, mazhar-ı tam-ı ‘aşk, cünûn-ı ‘aşk, tîh-i ‘aşk, tekye-gâh-ı ‘aşk, sırr-ı ‘aşk, şâh-ı ‘aşk, tîşe-i ‘aşk, sırr-ı reh-i ‘irfân-ı ‘aşk, mest-i ser-gerdân-ı ‘aşk.”

Askerî Muhammed bir beyitte cihanın varlığının aşk olduğunu söyleyerek aşkı yüceltmiştir. Aşka irer bâzârlığı ifadesi ile Hz. Yusuf’un güzelliğinin pazarda satılmasına telmihte bulunmuştur. Aşk ile gönülden darlık, sıkını gitmiş can ve gönül mutlu, sevinçli olmuştur.

‘Aşkdur cihânuñ varlıgı ‘aşka irer bâzârlıgı

Gidüp göñülden tarlıgı cân ü dili mesrûr olur (s.180:55:3)

Aşkı yücelten, tüm cihana yayan şair bir başka beyitte boynuna aşk zincirini taktığını söylemiştir. Rezillik şehri içinde bir bölük divane olduklarını anlatmıştır. Zincir eskiden zarar vermemesi düşüncesiyle delilere takılırmış. Şair deli anlamına gelen divane kelimesini bu yüzden kullanmıştır. Şair aşk yüzünden divane olmuştur. Bir bölük divaneyiz ile kastettiği Halveti tarikatında bulunanlar, Allah yolunda olanlardır.

Takmışuz zincîr-i ‘aşkı ibtidâ boynumuza

Biz melâmet şehri içre bir bölük dîvâneyüz (s.197:72:3)

Âşık her zaman çaresiz, dertlidir. Şair aşkının büyüklüğünü ve kendini öyle bir anlatmıştır ki âşıkların kendisinin derdinin ateşine düşüp yandığını anlatmıştır. Gönül şehrinde sevgili âşıklara vefa eylemektedirler. Dış âlemde ise âşık acınacak haldedir.

149

Düşüp ‘aşkıma ‘âşıklar yanarlar derdüm odına

Vefâlar eyler ‘uşşâka göñül şehrinde dil-dârım (s.275:152:8)

Askeri Muhammed bir başka beyitte Hakk zikrine gönül verip, zevk ve sefalar sürüp aşk nimetine ereceğini ve bu aşk nimeti ile canın gıdasını bulacağını söylemiştir. Allah’ın verdiği her şey nimettir. Nimet kutsaldır, yücedir. Aşk kutsal ve değerli olması bakımından nimete benzetilmiştir. Can, manevî (ruh) anlamında kullanılmıştır.

Zikr-i Hakka dil virüp zevk ü safâlar sürüp

Ni‘met-i ‘aşka irüp cân bula gıdâsını (s.339:213:3)

Aşkın aşırı, hastalık derecesi haline sevda denilir. Kara, gam, keder manaları da olan sevda aşkın ilerlemiş halidir. Şair gönlünün latif bir güzele düştüğünü, aşkın başından aşıp sevdaya düştüğü söylemiştir. Başından aşmak deyimini kullanan şair kendini kaybettiğini anlatmıştır.

Göñül bir dil-ber-i ra‘nâya düşdi

Başından aşdı ‘aşk sevdâya düşdi (s.342:217:1)

2. 30. ‘ÂŞIK

Aşka düşen, seven manasındadır. Divan Edebiyatı’nın, tasavvuf ehlinin en mühim, en yaygın kullanılan tipidir. İlahî aşkı ele alan şair âşık tipinin tüm özelliklerini taşımaktadır. Pervane gibi cismini aşk ateşine salmıştır. Ayrılık ateşi ile yanmaktadır. Peygamber Efendi’mizin cemalinden şifa bulmaktadır. İlahi nurlara boğulmuştur. Allah’ı özlemektedir. Sevgiliye karşı şevki vardır. Vahdet meyi ile kendinden geçmiştir. Sevgilinin yolunda canını kurban vermeye ezel bezminde verilmiş sözü vardır. İki cihandan da geçmiş, yolu Allah’ın zatına gitmektedir. Âşığın yolu aşk yoludur.

150

Âşık, Allah’ın tecellisini gören ve daima görmeyi arzulayan kişidir. Sık sık âşığın hallerinin, duygularının işlendiği divanda geçen bazı ifadeler şöyledir: “Zümre-i ‘uşşâk, ‘âşık-ı sâdık, hazret-i ‘âşık, nâ‘ra-i ‘uşşâk, ‘âşık-ı şeydâ, kalb-i ‘âşık, kutb-ı tâcü’l-‘âşıkîn, ehl-i ‘uşşâk, ‘âşık-ı dîdâr-ı Hak, dil-i ‘uşşâk, ‘âşık-ı nâ- çâr, meclis-i ‘uşşâk, ‘âşık-ı rindân, ‘âşık-ı şeydâ-yı yâr, ‘âşık-ı teşne, ‘âşık-ı dîdâr-ı yâr, ‘âşık-ı dil-haste.”

Bir beyitte gönlü levhe (deftere) benzetmiş nakkaşın bu levhe güzel, saf, süslü bir şekilde nakş olmasını dilemiştir. Âşığın kalbinin saf olması halinde Allah aşkı ile bir bütün olur. Nakkaş nakış yapan manasında olup tasavvufta Allah’ı sembolize eder. Nakkaş olan Allah’ın gönle yapacağı nakış kendi aşkıdır. Eğer kulun kalbi temiz olursa, Allah’tan başka her şey kalpten atılırsa Allah aşkı ile aynı olacağı anlatılmıştır.

Kıl göñül levhin musaffâ nakş ola nakkâş aña

Sâf olıcak kalb-i ‘âşık ‘ayn-ı ‘aşku’llâh olur (s.178:53:6)

2. 31. SEVGİLİ

Divan edebiyatında sevgili; ma‘şûk, cânân, yâr, dildâr, dilber, dilrübâ vb. olarak zikredilirken Tasavvuf Edebiyatı’nda hepsinin karşılığı Allah’tır. Sevgili, Divan edebiyatında âşığa naz, cilve, zulüm, eziyet eder; cefa verir; rakibe (ağyâra) ilgi gösterir. Tasavvuf ehlince sevgili âşığa kendini hatırlatmak için dert verir, cemalini perdeler, tecellisini gösterir; âşığı mest eder. Mutasavvıf şair Askerî Muhammed divanda hakiki aşkın sahibi için sevgili, ma‘şûk, cânân, yâr, dildâr, sultan gibi ifadeler kullanmıştır. Bir beyitte aşk ehlinin maşuka ulaşmak için maşuk yolunda can verdiğinden bahsetmiştir. Âşıkların sevgiliye ulaşması kolay değildir. Beşeri sevgiliye bile ulaşmak için birçok zahmet çeken âşık hakiki sevgiliye ulaşmak için illa ki onun yolunda can vermesi gerekir. Can vermek iki anlamda kullanılmıştır. Hem sevgilinin yoluna ölmek hem de gerçekten insanın ölünce ruhunun baki âlemde Allah ile buluşması anlatılmıştır. Aşk ehli maşuk yolunda can verip maşuğa ulaşır. Yiğitler, aşk meydanına at sürüp dolaşırlar. Şair beyitte at süren yiğitlerin meydanda dolaşmasını tasvir etmiştir. Yiğitlerin dolaştığı bu meydan aşk meydanıdır.

151

‘Aşk ehli ma‘şûka irüp ma‘şûk yoluna cân virüp

Meydân-ı ‘aşka at sürüp cevâlan ider merdâneler (s.187;62;5)

Askerî Muhammed sevgili manasındaki bir başka kelime olan “cânan”ı Allah, Hz. Muhammed (s.a.v) ve Hz. Ali için kullanmıştır. Şair cananı anlatırken genellikle can kelimesini de beraberinde kullanmıştır. Can, canana ulaşmaya engeldir. Âşık cananın yolunda canını terk ederse ancak canana ulaşabilir.

Gel berü hem-dem olursañ sen dahı cânânile

Terk-i cân eyle yolunda iremezsin cânile (s.316:191:1)

Tasavvufta sevgili için en çok kullanılan bir terim de “yâr”dir. Yâr, kelimesi daha çok dîdâr, cemâl, celâl ile birlikte kullanılır. Askerî Muhammed beyitlerde yârin cemâl yüz güzelliği) dîdâr (yüz, görünüş) ve celâlini (tecellisi) görmeyi arzuladığını, vuslatını istediğini sık sık belirtmiştir. Şair bir beyitte yârin didarını görmek için gönlünün hiç durmadığını söylemiştir. Yârin didarını gördüğü gün âşık için visâl bayramı olacaktır. Âşık canını yâr için kurban etmeye hazırdır. Gönül sabırsızca yârin didarını görmeyi ister. O’nsuz gönlü eğlenmez.

‘Iyd-ı visâle irmege cânını kurbân virmege

Yârüñ dîdârın görmege hiç göñlüm ârâm eylemez (s.212:89:3)