• Sonuç bulunamadı

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 3 ESERLERİ

7. Hayattan Hikâyeler

Aka Gündüz, Birinci Dünya Savaşı başlarında İttihat ve Terakki Partisi’yle ters düşünce Anadolu’ya sürülür. Gündüz, sürgün yıllarında Anadolu insanı yakından tanıma fırsatı bulur. Gözlemlediği insanların ve olayların hikâyelerini gerçekçi bir şekilde kaleme alır. Toplumun aksayan yönlerini mizahi bir üslupla gözler önüne serer. Gündüz, bu hikâyeleri Hayattan Hikâyeler368 adı altında yayınlar. On üç hikâyenin yer aldığı kitapta sırasıyla şu hikâyeler bulunur:

“Katmerli Ahmet Efendi’nin Hikâyesi”, “Silikzade’nin Hikâyesi”, “Hatır İçin Öldürülenin Hikâyesi”, “Yürü Ya Kulumun Hikâyesi”, “Hafız Efendi’nin Mebusluk Hikâyesi, Almanak Bey’in Hikâyesi, “Küçük Sıhhıye Memurunun Hikâyesi”, “Sinemacı Hayret Efendi’nin Hikâyesi”,“Sebatsız Sabit Efendi’nin Hikâyesi”, “Sansar Ali’nin Hikâyesi”, “Peltezade Şapiroğrafın Hikâyesi”, “Gazetelerin ve Gazeteciliğin Hikâyesi”, “Dertli Müstehliğin Kendi Hikâyesi”.

Katmerli Ahmet Efendi’nin Hikâyesi’nde, yazar (Aka Gündüz), sürgüne

gönderildiği ücra bir kasabada can sıkıntısını gidermek amacıyla ahalinin arzuhallerini yazmaya başlar. İyi niyetle yaptığı bu iş arzuhalci Katmerli Ahmet Efendi’yi zor durumda bırakır. Dört defa cinayet işlediği için Katmerli lakabıyla tanınan Ahmet Efendi, bu durumu yazara iletir. Yazar, kendisini anlayışla karşılar. Aralarında bir dostluk oluşur. Ahmet Efendi, yazara hayat hikâyesini anlatmaya başlar. Fatihli temiz bir ailenin çocuğu olan Katmerli, okulunu başarıyla bitirdikten sonra babasının tavsiyesiyle ticarete atılır. İlk başlarda işleri yolunda gider ama bir polis müdürünün istediği rüşveti vermeyince düzeni bozulur. Başına olmadık belalar açılır. İftiralara maruz kalır. Ama o sürekli sabreder. Ne var ki sonunda tahammülü kalmaz ve istemediği hâlde katil olur.

Katmerli Ahmet Efendi’nin Hikâyesi’nde anlatıcı 1. tekil şahıstır. Bununla

birlikte okuyucu olaylara yazar-anlatıcının ve Katmerli Ahmet Efendi’nin bakış açıyla bakar. Vaka zamanı Birinci Dünya Savaşı yıllarıdır. Ahmet Efendi’nin hayatını anlattığı bölümlerde geriye dönüş tekniği kullanılarak zaman elli dört yıl

öncesine kadar derinleşir. Asıl vakanın yaşandığı yer Anadolu’da bir kasabadır. Ahmet Efendi’nin hayatının anlatıldığı bölümlerde olaylar İstanbul ve İzmir’de cereyan eder.

Silikzade’nin Hikâyesi’nde bebekken bile ağladığı duyulmayan Silikzadelerden

Ebhem, kimsenin farkında olmadığı sessiz ve silik bir kişidir. Onun bu sessizliği Abdülhamit’in bile dikkatini çekmiş ve ikbal basamaklarını birer ikişer sessizce çıkmıştir. Yönetimi Meşrutiyetçiler ele alınca Silikzade bir müddet ortalarda gözükmez. Ama ardından onlar tarafından da önemli makamlara getirilir. Silik bir şekilde en önemli makamlarda bulunarak yaşamını sürdürmeye devam eder.

Silikzade’nin Hikâyesi’inde anlatıcı 3. tekil şahıstır. Olaylara onun bakış açısı

hâkimdir. Vaka Cumhuriyet döneminde İstanbul’da cereyan eder.

Hatır İçin Öldürülenin Hikâyesi’nde Enis, yüksel tahsil görmüş, arasıra

gazetelerde güzel sanatlarla ilgili yazılar yazan, çok güzel keman çalan şöhretli bir sanatçıdır. Bir konserinde temiz ve saygın bir ailenin genç ve güzel kızı Enis’e âşık olur. Kızın aile çevresinden biri Enis’i kötüleyerek kızı ondan soğutmaları gerktiğini söyler. Bu görüş kabul görür ve her ortamda Enis, ağır suçlamalarla karalanır. Toplum nazarında kötü bir üne sahip olur. Enis ise kıza zarar gelmesin diye haklındaki asılsız ithamlara cevap vermez. Kız bu duruma çok üzülür. Ama elinden bir şey gelmez. Çare olarak ölmeye karar verir. Dedikodu olmasın diye intihar etmek yerine önce terler ve sonra soğuk havada kalır. Zatürreye yakalanır ve vefat eder. Ne var ki değişen pek bir şey olmaz. Enis’in kötüleyenler iftiralarını devam ettirirler. Zaman içerinde Enis’de zatürreden ölür.

Hatır İçin Öldürülenin Hikâyesi’nde anlatıcı 3. tekil şahıstır. Olaylar onun

bakış açısıyla verilir. Vaka zamanın belirgin değildir. Hikâyede geçen “O sırada bir fırkacılık ve bir harp meselesi vardı.” cümlesi ışığında zamanın 1912-1913’lü yıllar olduğu söylenebilir. Vaka İstanbul ve Sinop’ta cereyan eder.

Yürü Ya Kulumun Hikâyesi’nde kadının biri hamileleliğinin doğumuna kırk bir

gün kala rüyasında bir derviş görür. Derviş ona “bir oğlun olacak adını Ya Kulum koy. Hiçbir kasvetin olmasın, birgün gelecek yürü ya kulum sırrına mazhar olacak.”

der. Kadın dervişin sözünü tatar ve çocuğuna Ya Kulum adını koyar. Çocuk, bebekliğinde hiç ağlamaz, dört, beş yaşına kadar yürüyemez, yedi yaşından önce konuşmaz, eti bile kesilse ses çıkarmaz. Sessiz ve sedasız bir biçinde okulunu bitirir. Bir, iki memurluk işine girer, ticaretle uğraşır ama pek başarılı olamaz. Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte kısmeti açılır. Sessiz olduğu için birçok devlet kademesinde görev verilir. Ne derlerse “emredersiniz”, “itaat vaciptir efendim” gibi sözler sarfeder. Ya Kulum’un bu kısmeti çok fazla sürmez. Birgün aniden ölür ama kısmetini anasına ve akrabalarına miras bırakır.

Yürü Ya Kulumun Hikâyesi’nde anlatıcı 3. tekil şahıstır. Olaylar onun bakış

açısıyla verilir. Hikâye, İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul’da geçer.

Hafız Efendi’nin Mebusluk Hikâyesi’nde, yazarın Tercüman-ı Hakikat’in yazı

işleri müdürlüğünü yaptığı sıralarda gazeteye gelip gidenlerden Hafız Efendi, yazarın seçimlerle mebuslukla ilgili öylesine söylediği bir kısım sözleri ciddiye alır ve mebusluk için yardım ister. Para teklif eder. Parayı alan yazar ciddi görünmeye çalışarak bir program ve beyanname hazırlar. İttihatçılık revaçtadır. Hafız Efendi’nin beyannamesi dikkat çeker. İttihat ve Terakki yetkilileri parti programlarının aynısı olduğu için Hafız Efendi’yi aralarına kabul ederler. Böylece Hafız Efendi’nin mebusluk günleri başlar. Önemli kurullara, komisyonlara katılır. Meclisin dağılmasıyla Hafız Efendi’nin mebusluğu da sona erer.

Hafız Efendi’nin Mebusluk Hikâyesi’nde anlatıcı 1. tekil şahıstır. Okuyucu olaylara yazar-anlatıcının bakış açıyla bakar. Vaka 1912’li yıllarda İstanbul’da geçer.

Almanak Bey’in Hikâyesi’nde, Almanak Bey, birçok kişinin en mahrem aile

sırlarına kadar her şeyi bilen işi gücü bu bilgileri toplamakla geçer. Sonra hiç alakası yokken insanlarla bu bilgileri kullanarak akraba ve ahbap olur. Çok samimi davranır. İltifatlar eder. Sonra bunlardan bir şekilde aldığı tavsiye mektuplarıyla imzalı kartvizitlerle işini yürütür. Almanak Bey, herkesi tanır. Memleket yansa etkilenmez. Yazar da bunları bilmesine rağmen Almanak Bey için birine telefon açıp ricada bulunur. Almanak Bey’in işi görülür. Fakat Almanak Bey yazarın bunları para

karşılığı yaptığı dedikodusunu yayar. Yazar onu arar fakat bulamaz çünkü o, Paris’te gezmektedir.

Almanak Bey’in Hikâyesi’nde anlatıcı 1. tekil şahıstır. Okuyucu olaylara yazar-

anlatıcının bakış açıyla bakar. Vaka zamanın net olmadığı olaylar İstanbul’da geçer.

Küçük Sıhhıye Memurunun Hikâyesi’nde bir sıhhiye memuru bir kasabaya

tayin olunur. Anasıyla birlikte gider ve göreve başlamasıyla, uzak akrabaları gelip sıhhiye memurunun evine yerleşirler bir evde on üç kişi yaşamaya başlarlar. Sıhhiye memuru evlenmek ister ve bu evde kimse yaşamayı kabul etmez. O da gider şehirden zorda kalıp düşmüş güzel bir kızı alıp gelir. Uslu durursa evleneceğini yoksa göndereceğini söyler. Kız da minnetle söz verir. Bu durumu haber alan kaymakam, mal müdürü, belediye başkanı, jandarma mülazımı, komiser, kendi aralarında dedikoduya başlar. Hepsi teker teker kızı ayartmaya çalışırlar. Kız hiçbirine yüz vermez Reddedilmiş olmanın ezikliğiyle bu kez de sıhhiye memurunun başına türlü belalar açarlar. Çeşitli hileler düzenleyip onu şikâyet ederler. Yapılanlara tahammül edemeyen sıhhiye memuru sonunda intihar eder.

Küçük Sıhhıye Memurunun Hikâyesi’nde anlatıcı 3. tekil şahıstır. Olaylar onun

bakış açısıyla sunulur. Hikâye, yirmi yıllık bir zaman dilimini kapsar. On altı yaşında rüştiyeden mezun olan sıhhiye memuru Mütareke yıllarında çevre baskısına daha fazla dayanamaz ve otuz altı yaşında intihar eder. Olaylar adı verilmeyen bir Anadolu kasabasında ve İstanbul’da geçer.

Sinemacı Hayret Efendi’nin Hikâyesi’nde, Hayret Efendi’nin sinemasında

meşhur bir filmin oynandığı sırada bir polis yanında uzak yakın bir sürü akrabasıyla filmi bedava seyretmek isterler. Hayret Efendi polisin girebileceğini fakat bu kadar kalabalığa bedava izletemeyeceğini söyler. Polis asılsız bir ihbarda bulunur. Tedbiren sinema beş gün kapatılır. Beş günün sonunda kapatma gereksiz bulunarak sinema tekrar açılır. Hayret Efendi beş günde üçbinbeşyüz lira zarar etmiştir. Avukatlara danışır. Memuru mahkemeye verip davayı kazanabileceğini dörtyüz kuruşluk maaşının çeyreğini hak edebileceğini söylerler. Hayret Efendi, tahsil olunabileceğini

görür ve dava açmaktan vazgeçer. Bari sen bir hikâyesini yaz diye bunları yazara anlatır.

Sinemacı Hayret Efendi’nin Hikâyesi’nde anlatıcı 1. tekil şahıstır. Okuyucu olaylara yazar-anlatıcının bakış açıyla bakar. Vaka 1914’lü yıllarda İstanbul’da cereyan eder.

Sebatsız Sabit Efendi’nin Hikâyesi’nde gazetecilik yapan, işinin ehli iyi de bir

insan olan Sabit Efendi’ye her nasılsa sebatsız sıfatını uydururlar. Sabit Efendi sebatsızlıkla meşhur olur. Buna inanan birkaç saf adam Sabit Efendi’ye onun kazandığının yanında çok cüzi kalacak miktarla iş teklifinde bulunurlar. Sabit Efendi kibar bir insan olduğu için teşekkür ederek bu teklifleri kabul etmez. Bu olaylar iyice yaygara çıkmasına sebep olur. Otuz sene gazetecilikten başka bir iş yapmadığı geliri iyi olduğu hiç kimseye zararı olmadığı hâlde bu namdan kurtulamaz. Ömrünce böyle anılır. Ölüp de defnedildikten sonra mezarlıktan dönenler Sabit Efendi’yi tanımadıkları halde Allah rahmet eylesin ama sebatsız bir adamdı derler.

Sebatsız Sabit Efendi’nin Hikâyesi’nde anlatıcı 3. tekil şahıstır. Olaylara onun

bakış açısı hâkimdir. Hikâyenin cereyan ettiği zaman ve mekân belli değildir.

Sansar Ali’nin Hikâyesi’nde, Sansar Ali namıyla meşhur bir yankesici vardır.

İşinin ustasıdır meslektaşları arasında işinin piri olarak kabul edilir. Sık sık hapishaneye girer sonra yine yankesiciliğe devam eder. Bir gün namusluca yaşamaya karar verir. İstanbul dışına çıkar bir gazinoda garsonluk işi bulur. Üç gün beş gün, bir ay, üç ay namuslu yaşamak, kendi kazandığı parayı harcamak çok hoşuna gider. Bir gün lokantaya eski sivil polislerden biri gelir. Ali’nin eski kimliğini gizlediğini görünce hesabı ödemez. Öbür gün birkaç kişiyle gelir hatta para da alır. Sonraki gün yine sonraki gün yine Sansar Ali’nin biriktirdiği paralar biter. Sansar Ali’nin kimliği açığa çıkar. İşten kovulur. Zabıtalar tekrar tepesine biner. İstemeyerekde olsa eski çirkefin içine tekrar düşer.

Sansar Ali’nin Hikâyesi’nde, anlatıcı 1. tekil şahıstır. Okuyucu olaylara onun bakış açıyla bakar. Vaka zamanın belli olmadığı hikâyede olaylar İstanbul’da ve adı verilmeyen bir Anadolu şehrinde geçer.

Peltezade Şapiroğrafın Hikâyesi’nde, yazar, mütareke yıllarında bir yerde

gezerken sultanlığa ait bir kısım eşyanın açık artırma ile satıldığını görür. Bu eşyalara bakarken İngiliz yapımı teneke bir tepsi görür tepsideki bir insan figürü dikkatini çeker. Ona bakarken figür canlanır ve şahit olduğu ilginç olayları anlatır. Bu arada rüşvetçi polislerle başı derde girer. Tepsideki figürün yani Peltezade Şapirografın anlattıklarını yazar ve polislerden zor kurtulur.

Peltezade Şapiroğrafın Hikâyesi’nde anlatıcı 1. tekil şahıstır. Olaylar onun

bakış açıyla sunulur. Vaka zamanın Birinci Dünya Savaşı ve Mütareke yıllarıdır. Olaylar İstanbul’da cereyan eder.

Gazetecilerin ve Gazeteciliğin Hikâyesi’nde, iki çocuk sahibi karı koca

gazetecilik yapmaktadırlar. Hem birbirlerini hem de mesleklerini çok sevmektedirler. Mütareke yıllarıdır. Üzerlerinde her çeşit baskı mevcuttur. Bir gün olaylar büyür gazeteyi basarlar. Karı koca çocukalarını tanıdıklarına emanet edip kaçarlar. Yakalanmamak için sürekli yer değiştirirler. Kadın “lanet olsun gazeteciliğe başka bir iş yapalım” der. Kocası da aynı düşüncededir. Bir köye yerleşip çiftçilik yaparak sakin bir yaşam sürdürmeyi hayaller ederler. Köyde okul açmak, kooperatif oluşturmak, portatif bir eczane işletmek, küçük bir matbaa kurmak, ajans haberlerini halka ulaştırmak gibi hayallere kapılırlar. Hayallerinde bile gazetecilikten kopamadıklarının fark ederler ve birbirine bakıp kahkahayla gülerler.

Gazetecilerin ve Gazeteciliğin Hikâyesi’nde anlatıcı 3. tekil şahıstır. Olaylara

onun bakış açısı hâkimdir. Hikâye, Mütareke yıllarında İstanbul’da geçer.

Dertli Müstehliğin Kendi Hikâyesi’nde, insanların davranışlarını yadırgayan bir

müstehlik vardır. Müstehlik zamlardan şikâyet etmenin gereksiz olduğunu düşünmektedir. İnsanlar yapılan zamlardan şikâyet edeceklerine içinde bulundukları lüksü terk etmelidirler diye düşünmektedirler. İnsanlar marka düşkünü olmamalıdırlar. Her şeyin ithal olanını tercih etmemelidir. Güzelim yerli mallarımızı beğenmeyip ne olduğu belli olmayan yabancı mallara talep ahmaklıktır.

Dertli Müstehliğin Kendi Hikâyesi’nde anlatıcı 1. tekil şahıstır. Olaylar onun

bakış açıyla sunulur. Vaka zamanının 1912’li yıllar olduğu hikâyede olaylar İstanbul’da geçer.

Benzer Belgeler