• Sonuç bulunamadı

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 3 ESERLERİ

11. O Bir Devird

O Bir Devirdi354 Cumhuriyetin on beşinci yıl dönümü için yazılmış ve Cumhuriyet Halk Partisi tarafından bastırılmıştır. Oyunun başına düşülen notla temsil hakkı herkes için serbest bırakılmıştır.

Bir giriş, dört perde ve dokuz tablodan oluşur.355 Birinci perde iki, ikinci perde beş, üçüncü iki ve dördüncü perde iki tablo olarak düzenlenmiştir.

Kurtuluş Savaşı yıllarında bir Anadolu kasabasında öğretmenlik yapan idealist, Millî Mücadele taraftarı beş öğretmenin kasabada bulunan Millî Mücadele karşıtı, cahil, yobaz müftü vekili ve yandaşlarıyla giriştikleri mücadele piyesin ana konusu oluşturmaktadır.

Piyesin özeti kısaca şöyledir:

Cumhuriyet’in on beşinci, Başöğretmen Mehmet Yurdun’un ise otuzuncu öğretmenlik yıldönümü münasebetiyle bir tören düzenlenir. Törende Mehmet Yurdun, bu milletin, bu vatanın kara taassup, kara cahillik ve kara fitne olmak üzere üç karadan çok çektiğine ve bu üç karanın en son kendi başına Tomruk Hoca adında

354 Aka Gündüz, O Bir Devirdi, Recep Ulusoğlu Basımevi, Ank., 1938, 92 s.

355 Eserin iç kapağında piyesin on iki tablodan oluştuğu belirtilse de ikinci perdenin dördüncü

tablosundan sonra beşinci tabloya geçilmesi gerekirken sehven dokuzuncu tablo yazılmıştır. Dolayısıyla diğer tablo numaraları da dokuz rakamını takip etmiştir.

bir bela getirdiğine dair bir konuşma yapar. Törene katılanların isteği üzerine Mehmet Yurdun, Tomruk Hoca belasını anlatmaya başlar.

Mehmet Yurdun ve dört öğretmen arkadaşı Millî Mücadele yıllarında bir Anadolu kasabasında öğretmenlik yapmaktadırlar. Aynı zamanda cephede savaşanlara çeşitli giysilerde dikmektedirler. Ne var ki eski kafalı, yobaz, cahil ve Millî Mücadele karşıtı bir müftü vekili Tomruk Hoca ve yandaşları kendilerine sürekli zorluk çıkarmaktadır. Pervasızlıkta sınır tanımayan Tomruk Hoca, Mehmet Yurdun’un karısıyla evlenmek ister. Bu sırada Mehmet Yurdun ve arkadaşları Kurtuluş Savaşı’nı desteklemek amacıyla bir piyes düzenlerler. Piyeste rol gereği Mehmet Yurdun eşini boşar. Bu durumu fırsat bilen Tomruk Hoca, Mehmet Yurdun’un karısıyla boşandığını artık evine gidemeyeceğine dair fetva verir. Mehmet Yurdun, Tomruk Hoca’nın bu fetvasını dinlemeyerek evine gider. Bunun üzerine Tomruk Hoca, yandaşlarını şeriat elden gidiyor sloganları eşliğinde Mehmet Yurdun’un evine gönderir. Başına gelecekleri önceden tahmin eden Mehmet Yurdun, tedbirli davranır ve göstericilerden Delibaş’ı öldürür. Bu sırada düşman orduları kasabayı kuşatır. Mehmet Yurdun ve arkadaşları Millî Mücadele’ye katılmak için kasabayı terk ederler. Çocuklarını alıp başka bir yoldan kasabayı terk etmek isteyen Yurdun’un karısı Fatma Hanım yanlışlıkla Müftü’nün evine sığınır. Sığındığı evin Müftü’ye ait olduğunu anlayan Fatma Hanım bir plan kurar ve önce Müftü’yü bıçaklar sonra da evi ateşe verir. Müftü yaralı olarak kurtulur. Fatma’yı mahkeme çıkarırlar. Duruşma devam ederken Mehmet Yurdun ve arkadaşları kasabaya girerler ve Müftü’yü meydanda asarlar. Arkasından mahkeme salonuna giren Yurdun, Fatma’yı kurtarır ve Millî Mücadele’nin artık kazanıldığını müjdeler.

Mehmet Yurdun başından geçen bu olayları anlattıktan sonra törende bulunanlar hep birlikte onuncu yıl marşını söyleyerek töreni bitirirler.

Piyeste zaman Cumhuriyet’in on beşinci yıldönümünün kutlandığı 29 Ekim 1938 senesidir. Bu tarihte otuz yıldan beri başarıyla sürdürdüğü öğretmenlik mesleğinden emekliye ayrılan Mehmet Yurdun için de bir tören düzenlenir. Törende bir konuşma yapan Yurdun’un anlattığı olaylar vasıtasıyla zaman Millî Mücadele yıllarına kadar genişler.

O Bir Devirdi piyesine genellikle kapalı mekânlar hâkimdir. Piyesteki ilk

kapalı mekân Cumhuriyet’in on beşinci yıldönümü ile Mehmet Yurdun’un otuzuncu öğretmenlik yıldönümün kutlandığı salondur. Bu mekân beyaz duvarın iki yanında iki pencere, pencerelerin üst pervazları arasında T. C. Öğretmenler Birliği adlı bir levha asılıdır. Bunun altında da levha genişliğinde bir (15) rakamı yer almaktadır. Önde ve ortada örtülü bir masa dekoru tamamlamaktadır. Birinci Perdedeki ilk mekânda bir okul sofasıdır. Müftü’nün evi, karakol, mahkeme salonu diğer mekânlardır.

3. 3. Hikâye Kitapları 1. Türk Kalbi

Aka Gündüz’ün ilk hikâye kitabı 1911 yılında yayınlanan Türk Kalbi’dir .356

Bu kitap aynı zamanda onun yayınlanan ilk eseri olma özelliğini de taşımaktadır.

Genç Kalemler dergisi Aka Gündüz’ün “Nine ve Oğul” adlı hikâyesini üçüncü cilt

16. sayısında yayınlar. Dergi, Türk Kalbi isimli eserin de birkaç güne kadar yayınlanacağını okuyucularına duyurur.357

Bu eserde, “Türk Kalbi, “Ültimatom”, “Haber”, “Trablusgarb”,

“Bombardıman”, “Cennet Kapısı”, “Şukka-i Senaveri”, “İki Bayram”, “Kayıkçı”, “Ukkaş Bin Mansur”, “Ali Fizani”, “Burak Reis”, “Yolda”358, “Atanaş’ın Üç Günü”, “Yumurcak”, “Mahkemede”, “En Büyük Cinayet” isimli hikâyeler

bulunmaktadır.

Türk Kalbi adlı hikâyede yazar-anlatıcı Baykal’ın ötelerinden Türk illerinden

gelen genç bir delikanlıyla tanışır ve kısa sürede aralarında bir dostluk oluşur. Beş yıl süren bir ayrılıktan sonra Bursa’da karşılaşırlar. Askerî okulda öğrenci olan delikanlı onu evine götürür. Memleketinden gelen ninesiyle tanıştırır. Aradan üç yıl geçtikten sonra yazar-anlatıcıya delikanlıdan bir mektup gelir. Cephede ağır bir şekilde yaralandığını yazan delikanlı yazar-anlatıcıdan ninesine bakmasını ister. Torunun öldüğünü öğrenen nine, yeni torunlar yetiştirip cepheye göndermek için memleketine dönmeye karar verir.

Hikâyede anlatıcı 1. tekil şahıstır. Olaylara onun bakış açısı hâkimdir. Vaka zamanı net olarak verilmemiştir. Hikâyede geçen “Bu mektubu Milano’dan yazıyorum. (…) Beş haftadan beri muhaberedeyim” cümlelerinden hareketle vaka zamanının Türk-Yunan Savaşı’nın cereyan ettiği 1897’li yıllar olduğunu

356 Aka Gündüz, Türk Kalbi, Matbaa-i Hukukiye, İst., 1327/1911, 182 s.

357 Genç Kalemler, Üçüncü Cilt, S. 16, 16. 02. 1327. Duyuru şu şekildedir: “Birkaç güne kadar Türk

Kalbi unvanlı küçük hikâyeleri intişar edecek olan Kafkasyalı genç edip Aka Gündüz Bey’in kitabının

eserlerinin içindeki eserlerinden birini numune olarak kari’lerimize takdim ediyoruz.” Genç Kalemler dergisinin bu sayında adı Nine ve Oğlu olarak yayınlanan hikâye kitapta Türk Kalbi olarak yayınlanmıştır.

söyleyebiliriz. Olaylar bu tarihten sekiz yıl evvel İstanbul’da başlar, Bursa’da devam eder ve tekrar İstanbul’da sona erer.

Köyün imamının koşarak kahveye gelip İtalyanların Osmanlı Devleti’ne savaş açtığının haber vermesi ve kocası ile oğlunu cephelerde kaybeden Esma Nine’nin gençleri yüreklendirici konuşmalar yapması Haber hikâyesinin konusunu oluşturur.

Düşmanın, memleketlerine saldırmasını endişeyle bekleyen bir delikanlıya dedesinin ve annesinin verdiği nasihatler Trablusgarb adlı hikâyede ele alınır.

Bombardıman hikâyesinde İtalyanların Trablus’u işgal ettikleri sırada açtıkları

bombardımanda hamile karısını, dört yaşındaki oğlunu ve kayınpederini kaybeden bir yüzbaşının yaşadığı dram anlatılır.

Aydınlı bir gencin Bingazi’de İtalyanlarla çarpışırken ağır bir biçimde yaralanması, annesine göndermek için komutanına bir mektup yazdırması, mektubunda annesiyle cennet kapısında buluşacağına dair olan inancı Cennet Kapısı adlı hikâyede işlenmektedir.

Şukka-i Senaver adlı hikâye Cennet Kapısı adlı hikâyede Aydınlı gencin

annesine gönderdiği mektubun cevabı niteliğindedir. Aydınlı gencin annesinin oğlundan duyduğu gurur ve onur hikâyenin konusunu oluşturur.

Kayıkçı hikâyesinde karısı, beş çocuğu ve yaşlı babasıyla birlikte yaşayan otuz beş yaşlarındaki bir kayıkçı ele alınır. İtalyanların Trablus’u işgalleri sırasında kayığı darmadağın olan kayıkçı açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Ailesinin karnını doyurmak için peksimet çalmak zorunda kalır. Ne var ki yakalanır. O sırada evde olamayan büyük oğlu dışında bütün aile kurşuna dizilir.

Ukkaş Bin Mansur adlı hikâyede Ukkaş Bin Mansur dokuz kişilik ailesinin

geçimini tek deveyle yaptığı taşımacılık sayesinde sağlamaktadır. İtalyanlar Trablus’u işgal ettiklerinde Mansur devesini satın almak isterler. Düşmanların cephane taşıyacağını öğrenen Ukkaş Bin Mansur devesini satmak istemez. Gözü dönmüş İtalyanlar bu sefer deveye zorla el koymaya çalışırlar. Ukkaş Bin Mansur, bir fırsatını bulup deveyle kaçmaya başlar. Bir hayli yol aldıktan sonra arkasından

açılan ateşle can verir ama devesinin İtalyanlar tarafından kullanılmasını önlemiş olur.

Ali Fizani adını taşıyan hikâyede Ali Fizani şuurlu bir vatanperverdir.

Memleketinin yalnız kum, güneş ve seraptan ibaret olmadığının farkındadır. Trablus şehrinin İtalyanlarca işgal edilmesini içine sindiremez. Halkı işgale karşı gelmesi yönünde harekete geçirmeye çalışır. Kendisi de beş arkadaşıyla birlikte yirmi üç, yirmi beş kişilik bir İtalyan müfrezesine saldırır. Kahramanca çarpışmalarına rağmen Ali Fizani esir düşer ve kurşuna dizilir.

Haber, Trablusgarb, Bombardıman, Cennet Kapısı, Şukka-i Senaver, Kayıkçı, Ukkaş Bin Mansur, Ali Fizani adlı hikâyelerde anlatıcı 3. tekil şahıstır. Okuyucuya

olaylar onun bakış açısıyla sunulur. Vakalar, Trablusgarp cephelerinde 1911’li yıllarda cereyan eder.

Burak Reis hikâyesinde Sultan Beyazıt Mora’yı fethetmeye çalışırken Kaptan-ı

Derya Davut Paşa’da İnebahtı’yı ele geçirmeyi düşünür. Bu iş için Burak Reis’i görevlendirir. Kendisine verilen bu kutsal görevi yerine getirmek için filosuyla denize açılan Burak Reis çok geçmeden Venediklilerle karşılaşır. Sayıca kendilerinden çok üstün olan Venedikliler tarafından etrafları çevrilir. Buna rağmen düşman gemilerinin birçoğunu ateşe verir. Yakalanacağını anladığı anda da esir düşmemek için kendini ve gemisini yakar.

Hikâyede anlatıcı 3. tekil şahıstır. Okuyucu olaylara onun bakış açısıyla bakar. Vaka Sultan II. Beyazıt döneminde 1499 yılında Akdeniz’de cereyan eder.

Ruslarla amansız bir savaşın içinde olan Osmanlı ordusu büyük mücadelelerden sonra Batum’u alması ve orduya moral vermek için Veliahdın cepheye gitmesi Yolda ele alınmıştır.

Anlatıcının 3. tekil şahıs olduğu hikâyede olaylar onun bakış açısıyla sunulur. Vaka zamanın net olmadığı Yolda hikâyesi mekân olarak İstanbul’da ve cephede cereyan etmektedir.

Birbirine bağlı üç ayrı hikâyeden oluşan Atanaş’ın Üç Günü adlı hikâyelerde Balkan topraklarında yaşayan Atanaş isimli bir Hristiyan gencin Osmanlı Devleti’ne olan bağlılığı ve bu uğurda canını vermesi anlatılır.

Hikâyede anlatıcı 3. tekil şahıstır. Okuyucu olaylara onun bakış açısıyla bakar. Vaka II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Alasonya yakınlarında bir köyde cereyan etmektedir.

Yumurcak’da annesinin memesini emerken ısırması üzerine adı yumurcak

kalan pisboğaz, hırsız ve yankesici bir delikanlının hazin sonu işlenir.

Hikâyede anlatıcı 3. tekil şahıstır. Okuyucu olaylara onun bakış açısıyla bakar. İstanbul’un değişik mekânlarında geçen hikâyede zaman belirgin değildir.

Asayişsizliğin ve ahlaksızlığın kol gezdiği bir ortamda karısını taciz eden birisini öldüresiye dövdüğü için yargılanan bir adamın mahkemede verdiği ifade

Mahkemede adlı hikâyenin konusunu oluşturur.

Hikâyede anlatıcı 1. tekil şahıstır. Olaylar onun bakış açısıyla anlatılır. Vaka Ramazan ayında İstanbul’da bir mahkeme salonunda geçer.

En Büyük Cinayet’te bir kadının hünkâr geçtiği sırada öksüren kocasının

sürgüne gönderilmesi üzerine yaşadığı bulanım eleştirel bir dille ele alınır.

Hikâyede anlatıcı 3. tekil şahıstır. Okuyucu olaylara onun bakış açısıyla bakar. Hikâyede zaman ve mekân net değildir.

Ültimatom hitabe tarzında kaleme alınmış bir yazıdır. İki Bayram, köyde

kalanların ağzından cephedeki askerlere hitaben manzum olarak kaleme alınmış bir mektup özelliği taşır.

2. Türk'ün Kitabı

Aka Gündüz’ün yayınlanan ikinci eseri de bir hikâye kitabıdır. Türk’ün

Kitabı359 isimli bu eser hikâye, hitabe ve şiirlerden oluşmaktadır. Eserde yer alan

hikâyeler sırasıyla şunlardır:

“Barut Kokusu”, “Üçüncü Yüzbaşı”, “Sulh Mürekkebi”, “Ramazan Hoca”, “Rüzgârın Sırrı”, “İki Tarih”, “Acu Mehmet”, “Piç”, “Sulhun Ağzı”, “Hakikatin Hikâyesi”, “Paşa Kadını”.

Barut Kokusu hikâyesinde bir Türk obasına misafir olan iki arkadaşın nezdinde

misafirperverlik, doğum ve ad koyma gibi Türk kültüründe önemli bir yere sahip olan örf ve âdetler ele alınır.

Hikâyede anlatıcı 1. tekil şahıstır. Okuyucu olaylara onun bakış açısıyla bakar. Vaka 1910 yılında bir Türk obasında geçmektedir.

Üçüncü Yüzbaşı adlı hikâyede altı yıl Yemen’de başarıyla görev yapan bir

subayın yaralandıktan sonra hava değişimi için heyecanla köyüne gelişi, bu sırada mezarlıkta bir çocuğa rastlayışı, kendi oğlu olduğunu öğrendiği bu çocuktan, babasının ve eşinin öldüğünü öğrenmesi anlatılır.

Hikâyede anlatıcı 3. tekil şahıstır. Olaylara onun bakış açısı hâkimdir. Vakanın zamanı ve mekânı net olarak belli değildir.

Trablus cephelerinde elde edilen başarıların devleti yönetenler tarafından sulh adına yapılan antlaşmalarla yok sayılması Sulh Mürekkebi’nde eleştirel bir dille ele alınır.

Hikâyede anlatıcı 3. tekil şahıstır. Okuyucu olayları onun bakış açısıyla takip eder. Vaka, Trablusgarp cephelerinde 1911’li yıllarda cereyan eder.

Ramazan Hoca, adlı hikâyede teftiş için Kozan’a giden Adana valisi Cemal

Bey’in, Ramazan Hoca’nın önderliğinde kalabalık bir heyet tarafından karşılanması ve bu sırada Türk gelenek ve göreneklerinden örnekler sunulması anlatılır.

Hikâyede anlatıcı 1. tekil şahıstır. Olaylara onun bakış açısı hâkimdir. Vaka, Cemal Paşa’nın Adana valiliği yaptığı 1909’lu yıllarda Kozan civarında geçmektedir. Kimsenin geçmediği bir gölün kenarında dinlenen bir askerin burada Konyalı Mehmet Çavuş’un mezar taşına rastlaması ve onun hikâyesini rüzgârdan dinlemesi

Rüzgârın Sırrı adlı hikâyenin konusunu oluşturur.

Hikâyede anlatıcı 1. tekil şahıstır. Okuyucu olayları onun bakış açısıyla bakar. Vaka 1912’li yıllarda geçmektedir. Bununla birlikte zaman geriye dönüş tekniğiniyle 1902’li yıllara kadar genişler. Genişleyen zaman diliminde olaylar bir Anadolu köyünde geçmektedir.

İki Tarih adlı hikâyede büyük kardeşi cephede şehit olan bir yüzbaşının,

abisinin eşi ile dört çocuğuna ve annesine bakmaya çalışması, küçük kardeşinin de şehit olduğunu öğrenmesi anlatılır.

Hikâyede anlatıcı 3. tekil şahıstır. Olaylara onun bakış açısı hâkimdir. Vaka, Balkan Savaşları sırasında bir Anadolu köyünde cereyan etmektedir.

Bulgarların Sofya’ya saldırmaları üzerine Türk gençlerinin seferber edilmesi ve Plevne Savaşı’nda sol bacağını kaybeden Acu Mehmet’in onları şevklendiren sözler söylemesi Acu Mehmet adlı hikâyenin konusunu şekillendirmektedir.

Hikâyede anlatıcı 3. tekil şahıstır. Okuyucu olaylara onun bakış açısıyla bakar. Vaka, Balkan Savaşları’nın hemen öncesinde bir Anadolu köyünde geçmektedir.

Mektup tarzında kaleme alınan “Piç” adlı hikâyede cephede mülazım olarak görev yapan oğlundan haber almak için yaralı askerlerin yanına giden yaşlı bir baba, oğlunun cepheyi terk ederek kaçtığını öğrenir. Büyük bir hayal kırıklığı yaşayan baba, oğlununa ulaşır düşüncesiyle lanet ve hakaretlerle dolu bir mektup yazar.

Hikâyede anlatıcı 1. tekil şahıstır. Olaylara onun bakış açısı hâkimdir. Vaka cephedeki askerin babası tarafından okuyucuya aktarılır. Balkan Savaşları’nın en hareketli döneminde cereyan eden olaylar hastanede ve cephede geçmektedir.

Sulhun Ağzı’nda, Balkan Savaşları sırasında düşman askerlerinin yaptıkları

katliamların bir an önce hesabının sorulmasının şart olduğu, ülkeyi idare edenlerin sulhu sağlamak amacıyla antlaşmalar imzalamamaları gerektiği dile getirilir.

Hikâyede anlatıcı 3. tekil şahıstır. Okuyucu olaylara onun bakış açısıyla bakar. Vaka, Balkan Savaşları’nın devam ettiği yıllarda cephede cereyan etmektedir.

Hakikatin Hikâyesi, “Piç” adlı hikâyenin devamı niteliğindedir. Bu hikâye de

mektup şeklindedir. Mektup, Palabıyık Ali Efendi’nin Alay kumandanı tarafından Palabıyık’ın babasına gönderilmiştir. Kumandan mektubunda Palabıyık Ali’nin zannedildiği gibi hain olmadığını, düşman askerlerden birinin Ali’nin taklidi yaparak içlerine sızmaya çalıştığını, Ali’nin ise düşman cephaneliğini havaya uçurmak için görevlendirildiğini ve bu görevi başarıyla yerine getirdiğini, Ali’nin ise yaralandığını anlatır.

Hikâyede anlatıcı 1. tekil şahıstır. Olaylara onun bakış açısı hâkimdir. Vaka Palabıyık Ali Efendi’nin Alay kumandanı tarafından okuyucuya aktarılır. Balkan Savaşları’nın en hareketli döneminde cereyan eden olaylar cephede geçmektedir.

Türk’ün Kitabı’nda hitabe özelliği taşıyan yazılar şunlardır:

“Silah Başında”, “Bingazi’de Enver Bey’e”, “Ana Mektubu”, “Kırmızı Cevap”, “Vatandaş”, “Fatih’e”, “İlk Top Patlarken”, “Arab’a”, “Meşhed’i Hüdavendigar”, “Mihrab Önünde”, “Mahkeme-i Kübra”, “Gerideki Bayrağım”, “İsyan”, “Rauf’a”, “Gidenlere”,” Orduya Açık Mektup”, “Nerelerdesiniz? Niçin Susuyorsunuz?”, “Galata”, “Büyük Padişahıma Arıza”, “Bir Damla Zehir Daha”, “Paşa Kadını”.

Kitapta yer alan şiirler ise Balkan Savaşları’nın acısını dile getiren “Bozgun” ile “Ah”tır.

Benzer Belgeler