• Sonuç bulunamadı

Hasb-i Hâl, Şâhid-i Hâl, Mübeyyen-i Hâl, Mâsadak-ı Hâl

A. Osmanlı Toplumu, Şiir, 16. Yüzyılda Şairlerin Durumu

C. 16. Yüzyılda Yazılmış Tezkireler ve Müellifleri Hakkında Bilgi

1.6. Duygu-Düşünce veya Tem

1.6.1. Hasb-i Hâl, Şâhid-i Hâl, Mübeyyen-i Hâl, Mâsadak-ı Hâl

Hasb-i hâl, karşılıklı konuşma, sohbet, konuşup dertleşme, hâlini bildirme vb. anlamlara gelmektedir. Divan edebiyatında, şairlerin genellikle kendi durumunu anlattığı, içinde bulunduğu koşullarla ilgili şikâyetlerini, sıkıntılarını dile getirdiği şiirlerin adı hasb-i hâldir (Batislam, 2007: 31). Tezkirede farklı konu ve içeriğe sahip hasb-i hâller olmakla birlikte ağırlıklı olarak şairlerin aşk acısı çekmesi üzerine gönül sancılarını, sevgiliye sitemi dile getirdikleri örnekler fazlaca yer kaplar. Şairlerin kendinden bahsettikleri hasb-ı hâllerin sayısı dönemden, devirden şikâyet ettkleri örneklere göre çok daha ön plandadır. Şairler bireysel sıkıntılarına daha fazla yer vermişlerdir. Hasb-ı hâl örneği olarak alınan şiirler konusu bakımından yukarıda anlatılan durumla aynıdır. Anlatılanlar “ masduka-i makal”, “şâhid makâl” gibi söz gruplarıyla desteklenmiş, inandırıcılığı artırılmıştır.

Sulŧân Meĥemmed: Ħaylice ʿ āşıķāne ve ĥasb-i ĥāl-i dil-i dīvāne olmaġın bī-bahāne ŝebt olundı. Beyt:

Ol śaçı leylī umardum baña mecnūnum diye Gezmesün gelsün belā ŧaġında maĥzūnum diye

Yoluña cān virmege anuñçün iķrār eyledüm

Ĥabs idüp çāh-ı zeneħdānuñda medyūnum diye (Solmaz, 2005: 102) Şemsî Aĥmed Paşa: Bu ġazel ki hep ĥasb-i ĥāl-i ʿ āşıķāndur mihr gibi žuhūra gelüp lemeʿ ān u dırāħşān olup ŝebt olundı. Ġazel :

Sīneme yāre uran ħançer-i dil-cūyuñdur Dili medĥūş iden ol kākül-i ħōş -būyuñdur Ŧolanursun ne ʿaceb uçmaġa kūy-i yāre Çeken ey dil seni ya ħāküñ ya śuyuñdur Ser-be-ser vādī-i gülzār-ı maĥabbetde bugün Bülbüli mest iden ey ġonce dehen rūyuñdur Beni ķatl itmege ķaśd eyler imiş ġamzelerüñ ʿĀşıķ öldürmek ezelden bilirüz ħūyuñdur Nice biñ bendeñi sen dām-ı belāya śalduñ

Bend iden Şemsī’yi zülfüñdeki bir mūyuñdur (Solmaz, 2005: 105)

Ħˇâce Çelebi: İttifāķen bir kere mülāķat-ı dīdār müyesser olmayup ʿ arsagāh içre sümm-i semend-i śabā-reftārın bī-tereddüd ol üftāde-i dil-dāde ħāk-i rāha düşüp pāmāl-i rūzgār olup bu maŧlaʿ -ı bediʿ yi bī-iħtiyār ĥasb-i ĥāl-i dil-i zār diyü naķş u nigār ķılmış bu evrāķda ŝebt oldı. Maŧlaʿ :

Bī-ħod oldum eŝer-i sümm-i semendin göricek

Ĥālüm ey dil ʿacebā nic’ola kendin göricek (Solmaz, 2005: 134)

‘Âlî Efendi: ...ve ŧabʿ -ı ābdār-ı laŧīfinden Maŧlaʿ ü’l-Envār’e muķābil fikr-i bikr-i şerīf den Maħzenü’l-Esrār’e muʿ ādil Tuĥfetü’l-ʿ Uşşāķ nām bir kitāb-ı nādirü’l-mümāsil ve ĥasb-i ĥāl-i erbāb-ı dil daħi vücūd buldı (Solmaz, 2005: 185).

Bidârî: Bu bir ķaç maŧlaʿ u beyt ki ĥasb-i ĥāl-i ʿ āşıķān-ı bī-mecāl ü şāhid-maķāl ol şāʿ ir-i şīrīn-kelām-ı mübārek fālüñdür. Nažm :

Göz göz oldı cism-i zārum nāvek-i dildārdan

Cümleten çeşm oldım amma doymadum dīdārdan (Solmaz, 2005: 237) Cevherî: Cevher-i nažmı dürr-i sīrāb gibi olmaġın bu maŧlaʿ -ı pür-sūz mānend-i şemʿ -i dil-efrūz ki vaśf-ı ħūbān-ı meh-veş ve ĥasb-i ĥāl-i rindān-ı belā-keşdür. Maŧlaʿ

Ez-mey-i laʿl-i bütān çihre ber-efrūħte īm

Çihre efrūħte vü şemʿ-śıfat suħte īm61 (Solmaz, 2005: 256) Şerĥî: Bu ebyāt-ı pür-nikāt ĥasb-i ĥālidür. Beyt :

ʿ Işķ ehli dergehüñde can terceman çekerler Ey pādişāh-ı ħūban gör kim ne can çekerler [Diger]: Ķaddüñ görünce dil nice dürlü cefā çeker

ʿ Āşıķı gör ķapuñda ne resme belā çeker Vaśluñ ġamıyla dil elem-i bī-girān çeker Laʿ l-i lebüñ ħayāline her demde ķan çeker [Diger] : Ĥabībümsiz baña aġyār-ı yekdil hep hücūm itdi

Belürdi her ŧarafdan şimdi fitne fitne-kārumsız [Diger] : Ŧutalum şerĥ-i cefā itmedi Şerĥī senden

Sen de inśāf idüben arada gör Allāh’ı (Solmaz, 2005: 369)

Śabrî Çelebi: Ġāyetde eşʿ ār-ı ʿ āşıķāne ve güftār-ı rindānesinden bir ķaç Fārisī maŧlaʿ -ı ābdār ki ĥasb-i ĥāl-i efkārdur iħtiśār üzre ŝebt olundı. Ebyāt :

Zaħmī ki zi tīr-i tu resed ber-dil-i çākem Çeşmī şeved ü girye koned ber-ser-i ħākem62

Der-ŧarīķ-ı ʿışķ-bāzī īn ten-i ħākī-nihād Āħir ez-ʿışķ-ı tu ey şūħ belā ez-pā fütād63

Ĥüsn-i turā ķıyās be-Yūsuf nemīkonem Devrān-ı ħüsn-i tust tekellüf nemīkonem64

Zi-tāb-i mey şeved her geh ki gul gul rū-yı zībāyeş Zi-ĥayret mīşevem medhūş ü maħrūm ez-temāşāyeş65

Dād ez-hicr ü viśālem ġam-ı ʿışķ-ı tu ferāġ

Hest ʿāşıķ belī ez-ħuld u cehennem fāriġ66(Solmaz, 2005: 379) Żiyâyî: Bu bir nice maŧlaʿ u beyt kendinüñ ĥasb-i ĥālidür. Şiʿ r :

Pertev śalalı göñlümüze mihr-i cemālüñ

Dīdemde mekān eyledi ol māh-ı ħayālüñ (Solmaz, 2005: 402)

Maĥvî: El-ĥaķ ŧabīʿ at-ı şiʿ riyyesi pesend-i žurafā-yı zamān-ı pāk ve her beyti ĥasb-i ĥāl-i ʿ āşıķān-ı nātüvāndur ve vird-i zebān-ı cevānān-ı cihāndur (Solmaz, 2005: 519). Yaĥyâ: ...zīrā ki kitābları maʿ ānī-i dil-firīb ile bī-nažīr ve ser-ā-ser ħikāyāt-ı ġarīb ile dil-peźīr ʿ ale’l-ħuśuś Şāh u Gedāsı maķbūl-i şāh u dervīş ĥasb-i ĥāl-i ʿ uşşāķ-ı dil-rīşdür (Solmaz, 2005: 593).

Buraya kadar aldığımız örnekler şairlerin aşk karşısındaki hasb-i hâlleridir. Divan edebiyatının başlıca teması aşktır. Aşk hakkında divân edebiyatının sözü asla

62 - Parçalanmış yüreğime senin okundan gelen yara, bir göz olur da mezarımın başında ağlar. 63 - Āşıklık yolunda bu toprak özlü vücut, ey şuh belā, senin aşkından sonunda elden ayaktan düştü. 64 - Senin güzelliğini Yusuf ile kıyaslamıyorum, bu çağ senin güzelliğinin çağıdır, abartmıyorum. 65 - Şarabın verdiği kızarıklıktan, güzel yüzü ne zaman gül gül olsa, hayretten kendimden geçiyorum ve onu seyretmekten mahrum kalıyorum.

66 - Senin aşkının gamı hicrandan ve kavuşmadan beni fariğ kıldı. Evet, āşık cennet ve cehennemden fariğdir.

tükenmez. Bu edebiyatta her vesile ile aşktan söz edilir (Pala, 2010: 38). Dolayısıyla aşktan bahseden şiirler oldukça geniş yer tutar. Divan edebiyatında âşık, maşuk ve rakip arasında geçen aşkta âşık oldukça eziyet çeken tarafsa da sevgilinin yolunda can vermede kendini borçlu hisseder. Maşuğundan hep eziyet görür. Sevgilinin güzellik unsurları âşığının canına kasteder, onu şaşkına çevirir, tutsak yapar ve ölüme sürükler. Âşık sadece sevdiğini değil ondan bir iz bile görse heyecanını gizleyemez, kendinden geçer. Âşık, maşuk için gözyaşı döker, bunca belaya katlanır. Sevgiliden ayrı kalmamak için çektiği her zorluk ona lütuf gibidir. Tesellisi vuslat ve sevgilinin insafa gelmesini dilemektir. Hal böyle olunca tahammül yolunu seçen aşığa bu kendi hasb-i halini içeren dizeleri dökmekten başka bir çare kalmaz.

Aşkın ikinci hali tasavvufîdir. Dünyadan vazgeçip ilahi aşka yönelen âşıklar bu düşünce ile ilgili şiirler yazmışlar, hasb-i hâllerini dile getirmişlerdir. Gaflet uykusundan uyanan âşık cihanın halini idrak eder, dünyadaki haşmet ve yüceliğe aldanmaz, ilahi aşk ile kendinden geçer, dünyaya değer vermez ve tek gerçek aşk olan Allah aşkına yönelir.

Ħˇâce Çelebi: Bu ķıŧʿa-i zībende-me’āl anlaruñdur ki māsadaķ-ı ĥāl ve şāhid-māķaldür. Ķıŧʿa :

Maħv olup gitmez mürūr-ı dehr ile bāķī ķalur Ĥāme ile śafha-i evrāķda mezbūr olan

Śafĥa-i ʿālem ne resme levĥdür kim altına Neşf eyler bir nefesde üstine mesŧūr olan Bī-ser ü sāmān gider nā-būd ü nā-peydā olur Ĥaşmet ü cāh ü celāl-i ʿāleme mesrūr olan Ħˇāb-ı ġafletden uyan fehm it cihānuñ ĥālini

Ey zamāne devlet ü iķbāline maġrūr olan (Solmaz, 2005: 133)

Penâhî: Gūyā ki bir gün maħāfil-i erbāb-ı hidāyetde şevķ-ı şems-i pür-ħarāretle vecd ü ĥālet irişüp raķś u semāʿ a bī-iħtiyār mānend-i źerre-i bī-miķdār girüp bu beyt-i ĥasb-i ĥāl-i dil-i bī-ķarār dimiş. Beyt :

Şevķ-ı Mevlānā ile ŧañ mı semāʿ itsem bu gün

Źerre lābüd raķs ider ŧoķınsa şemsüñ pertevi (Solmaz, 2005: 236)

Ĥayretî: ...ħayfā ki evāħir-i ʿ ömründe dīde-i cihān-bīni ʿ alīl ve beyne’l-aķrān zār u źelīl olup bu cihān-ı pür-āşūbdan göz yumup görmez den evvel iʿ tibār ile nažar itmeden göz yumup nīk ü bedden geçüp kūşe-i ʿ uzletde nişīmen ŧutup kendü ĥasb-i ĥālin bu maŧlaʿ da derc itmişdür. Maŧlaʿ :

Bu fenā evde vefādan görmedi aśla eŝer

Bunca yaşlar yaşadı ħatta aġardı çeşm-i (Solmaz, 2005: 265)

Ĥıfžî: Bu ġazel-i mestāne ĥasb-i ĥāl-i rindān-ı zamān olduġıçün şāhid-maķāl ve mübeyyen-i ĥāl ve vaśf-ı mecālis-i erbāb-ı dünyā olsun diyü peydā itmişler. Ġazel :

ʿĀlimüñ mertebesin gör ne ķadar ber-terdür Başdan bezm-i śafā bir ayaġ altı yirdür Ne ķadar vaħşi ġazāl olsa da rāmuñdur yār ʿIşķ-ı dīvāneligin gör ki ne vādīlerdür ʿIşķ-ı Manśūra felek bay-śıfāt baş egdi

Ol ne Ĥallāc durur gör bu nīce çenberdür Dehen-i nāzüki ter düşdügine cānānuñ Yoķ yire ol lebi nev ħaŧŧı yine muġberdür Söz güherdür dir iseñ Ĥıfžī-i śāfi-dile gel

K’andan ġayrıda bulınmaz o bir cevherdür (Solmaz, 2005: 272)

Aşk konusundaki hasb-i hâllerden başka şairler, devlet büyüklerinin kendilerine yaptığı ihsanlar için, kendi eğitim durumlarını ifade etmek için, devlet görevine giderken yolda yaşadıkları olaylar için, dönemlerinde yapılmış önemli mekânlar hakkındaki beğenilerini dile getirmek için, kendi hayat hikâyelerini anlatmak için hasb-i hâl içerikli şiirler yazmışlardır.

Rıżâyî Efendi (Ķaśśab-zâde): Bu maŧlaʿ ı kendülere Ferhad Aġa iltimāsıyla medrese virüldükde buyurmuşlardur tamāmı ĥasb-i ĥālleridür. Beyt :

Sipehr rā çi ʿaceb ger koned riʿāyet-i dūn

Ki cuz mütābaʿat kār key koned gerdūn67 (Solmaz, 2005: 155)

Enverî: Ĥadd-ı źātında aġ u ķara oķumamış ʿ āmīdür amma āteş-bāzlıķ śanʿ atinde hemān bir çaķım ķav ve bir pāre yanar od imiş. Her bir zamānda bir dürlü reng ile fitil otları peydā itmede māhir ve imdād-ı himmet ile cārī mürekkeb düzmege ķādir ve şūħ-ŧabʿ -ı nedīm ü žarīf ve yār-ı laŧīf olduġı ecilden kendü ĥasb-i ĥālīn bir maŧlaʿ da derc itmiş budur yazıldı. Maŧlaʿ :

Zülfüñle ħaŧuñ ʿilm-i vefā baħŝin ider hep

Biri ķara cāhil birisi cehl-i mürekkeb (Solmaz, 2005: 220)

Ĥüsâm Beg: Bināen ʿ alā źālik İstanbul ķurbünde Ĥażret-i Eyyūb-i Enśārī ʿaleyhiʿ r- raĥmeti’l-bārī muķābelesinde Südlüce nām maķām-ı sürūr-encāmda Kaʿ be-i ʿ ārifīn-i güzīn ve teferrüc-gāh-ı erbāb-ı yaķīn olan zāviye-i Caʿ fer Abād’uñ itmāmı bünyādında buyurduķları tārīħ-i ħūb-maķāl şāhid-ĥālidür. Tāriħ :

Ħamdülillah ki in ħuceste-maķām Şod besī dil-küşā ve hem dil-keş Geşt mülhem zi ħātıf-i ġaybem

Kaʿbetü’l-ʿārifīn tārīħeş68 (Solmaz, 2005: 276)

Dânişî Efendi: Ol eŝnāda ʿ Arab-zāde dimekle maʿ rūf ve zühd ü taķvā ile mevśūf olan Mıśr ķāđīsı ile bī-vaķt keştīye girüp mevsim-i bahārdur diyü baĥr-i bī-pāyāne düşüp Mıśr’a revāne oldı. Ol demde bir ġazel-i ābdār dimiş üç beyti ĥasb-i ĥāl-i dil-i zār olmaġın naķş u nigār oldı. Nažm :

67 - Felek alçağı gözetirse buna şaşılmaz; çünkü felek gözetmeden başka ne yapar ki...

68 -Elhamdülillah bu mübarek mekân çok hoş ve güzel oldu. / Bana gayb elçisinden ilham olundu. Tarihi Ka'betü'l-ārifîn oldu.

Dil uzadursa yaşuma deryā kenārda Āhum çoķ oynadur anı bu rūzgārda Bu āh-ı āteşīn ile deryā-yı ġamda dil Bir keştidür ki baĥre śalupdur yanārda Tek devlet-i viśāli ele girsün ol şehüñ

Manśıb olursa Dānişī olsun kenārda (Solmaz, 2005: 298)

Fânî: Kendü ĥasb-i ĥālin Belā-zāde nām bir kitāb-ı sürūr-encām nažm itmişdür ziyāde dervīşāne vü muĥaķķıkāne vāķıʿ olmışdur belā-zādelere nāfi’dür (Solmaz, 2005: 478).

Dil, toplumu ve o toplumu oluşturan bireyleri yansıtır. Dil ve toplum sürekli etkileşim halindedir. “Rothacker, bir kültürün kendisi ve dünya karşısındaki tavrının en iyi ifade alanı olarak dili görüyor:

Bir insan topluluğu ile bu topluluğun şuur muhtevası arasındaki bu kanuni münasebeti, en iyi şekilde onun dilini inceleyerek anlayabiliriz. Herhangi bir dilin sözlüğü bize realitenin bütünü içinde nelerin özel bir kelime ile tespit edilecek kadar dikkate değer olduğunu gösterir (rothacker: 59; Okuyucu 2013: 127)

Tezkirede yer alan hasb-i hâl başlığı altındaki şiirlerimizde şairi ve toplumu yansıtır. Böylelikle dil aynasından dönemi ve şairi seyretmenin inceliğine ve tadına nail oluruz.