• Sonuç bulunamadı

Eserin Yazıya Geçirilişi, Kime Ait Olduğu, Metnin Sıhhati, Bulunabilirliği vb

A. Osmanlı Toplumu, Şiir, 16. Yüzyılda Şairlerin Durumu

C. 16. Yüzyılda Yazılmış Tezkireler ve Müellifleri Hakkında Bilgi

1.3. Eserin Yazılışıyla İlgili Bilgi ve Tanıtmalar

1.3.3. Eserin Yazıya Geçirilişi, Kime Ait Olduğu, Metnin Sıhhati, Bulunabilirliği vb

Bu konuyla ilgili bilgilere Gülşen-i Şu’arâ’da çok az yerde rastlıyoruz. Tezkireden tespit ettiğimiz örnekler şöyledir:

‘Âli Efendi Ħınnalı-zâde: Cümlesinden bu bir ķaç Fārisī ve Türkī ebyāt anlaruñdur. Ebyāt

Goftem suħenī gūy merā goft dehen nīst İbrām ne kerdem çi konem cāy-ı suħen nīst34

Dil mī bered zi ĥalķ be-āşūb u kīn heme Ħorsend hem nemī şeved ān meh be dīn heme35

Rāķım-ı ĥurūfuñ iʿtiķadı budur ki eger mıśraʿ-ı evvel böyle oķunsa evlā idi. Dīn mī bered zi ĥalķ be-āşūb u kīn heme36 (Solmaz, 2005: 142)

Tezkire yazarımız Ahdî burada Ħınnalı-zâde ‘Âli Efendi’nin Farsça şiirine bir düzeltme yapmıştır. Bu da metnin okunuşundaki sıhhat üzerine yapılmış bir tenkittir.

34 - Dedim bir söz söyle. Bana dedi ağız yok. Diretmedim ne yapayım sözün yeri yok. 35 - Bunca kargaşa ve kin ile insanların kalbini çalıyor, o ay yüzlü bununla da yetinmiyor. 36 -Kargaşa ve kin ile insanları dinden ediyor.

Nevâlî Çelebi: Maħfī olmaya ki erbāb-ı ĥased dirler ol şāʿir-i pür-maʿānīnüñ sābıķan diyār-ı ʿAcem’de meşhūr olan Mevlānā Lisānī-i Şirāzī-i siĥr-sāzuñ beş beyit bir ġazelin bir iki beytin az çoķ taśarrufla tevārüd itmişler ve źikr olan ġazel-i meşhūruñ ebyātı budur ki meśtūr olundı. Ġazel :

Ne bā-tu dest-i heves der-kenār tevān-kerden Ne ārzū-yı tu ez-dil beder tuvān-kerden37

Ne ez-pey-i tu tevān-ı āmeden zi bīm-i raķīb Ne bī tu rū bediyār-ı diger tevān-kerden38

Beyā ki girye-i men an ķadr zemīn ne guzāşt Ki der firāķ-ı tu ħākī be ser tevān-kerden39

Çünān ki ʿāşıķ-ı rūy-i tu em zi bīm-i ħasūd Key ez-cemāl-i tu ķaŧʿ-ı tevān-kerden40

Lisānī ez-pey-i vaśl-ı tu ger ziyāde reved Metāʿ-ı zindegī eş muħtaśar tevān-kerden41

Maʿlūm-ı erbāb-ı maʿrifet ola ki tevān kerdeni tevānem kerd itmişdür. Maŧlaʿ Ne bā-tu dest-i heves der-kemer tevānem-kerd

Ne ārzū-yı tu ez-dil beder tevānem-kerd42

El-ķıśśa tamām-ı ġazel böyle vāķıʿ olmışdur. Ümmīd budur ki ol fāżıl-ı cihān ʿ anķaribü’z-zamān sāir şuʿ arā-yı suħen-perver gibi kişver-i nažmda hüner-güster ve dilāver-i baĥr ü berr olup erbāb-ı ħussād-ı bed-nihāddan āzād ola maʿ ānī ħisārın fetĥ-i fütūħ ide veyāħud böyle şiʿ r dimeden tevbe-i naśūħ eyleye (Solmaz, 2005: 165).

37 -Ne sana kavuşmak mümkün ne de senin arzunu gönülden çıkarmak mümkün.

38 - Rakip korkusundan ne senin peşin sıra gelebiliyorum ne de sensiz başka bir diyara yönelebiliyorum. 39 -Gel artık, benim gözyaşım ıslanmadık toprak parçası bırakmadı ki senin ayrılığından başa toprak saçabileyim.

40 - Senin yüzüne öyle aşığım ki hasetçi korkusuyla senin yüzünden bakışlarımı nasıl alabilirim? 41 - Lisanî sana kavuşmak için eğer aşırı giderse onun rızkını azaltmak lazım.

Burada tevârüd unsurundan bahsedilmiştir. Tevârüd, iki şâirin birbirinden habersiz olarak aynı mısra veya beyti söylemeleridir (Devellioğlu, 2007). Nevâlî Çelebi, Mevlānā Lisānī-i Şirāzī’nin gazelinin matla’ına tevârüd yoluyla matla söylemiştir. Ancak burada başka bir durum vardır. Ahdî’nin devam eden cümlelerine baktığımızda Nevali Çelebi’nin, Mevlānā Lisānī-i Şirāzī’nin şiirinden habersiz olmadığını düşündüğünü anlıyoruz. Edebiyatımızda bu iş bilerek yapılmışsa “intihâl” denilirdi ki, pek büyük bir kabahat olarak telakkî edilmekteydi (Çavuşoğlu, 1981: 81-86). Burada da intihâli işaret eden bir durum vardır ve bu tezkirenin yazarı Ahdî tarafından hoş karşılanmamış, şairin bundan dönmesi için uyarmıştır.

Dâ’î Efendi: Sābıķan Laħsa beglerbegiliginden münfaśıl olan Śāliĥ Paşa oġlı Meĥemmed Paşa bu maŧlaʿ ları mütālaʿ a ķılduķda nažīre tarīķıyla bu maŧlaʿ -ı meŝel-endūz-ı pür-sūzı žuhūra getirüp mesŧūr ķılmışlardur.

Alıcaķ cevr ile cānum o dehānı yaķūt

Būse-i laʿl-i lebin virdi dile ĥaķķ-ı sükūt (Solmaz, 2005: 169)

“Nazire” bir şairin manzum bir eserine başka bir şair tarafından aynı vezin ve kafiyede yazılan şiir diye tanımlanır (TDV İslam Ansiklopedisi, Köksal, 2006: 455-456). Mehmet Paşa, Dâ’î Efendi’nin şiirini okuduğunda nazire olarak bu matlayı dile getirir. Tevârüdün aksine nazirecilik hoş karşılanmıştır. Nazirecilik geleneği şairlerin yetişmeleri, şiirlerini olgunlaştırmaları ve eksiklerini tamamlamaları bakımından önemliydi. Gelenek bu yönüyle “mektep” konumundadır. Taklit, sanatın başlangıcıdır. Ancak “nazirecilik”le tebarüz eden şairler, edebiyat tarihimizin ön saflarında yer alamamışlardır (Köksal, 2006: 9-119). Şairin nazireyi yazış amacı, şairliğinin gücü, niyeti değerlendirmeye tabi tutulmuştur.

La’lî: Bu maŧlaʿ-ı dil-peźīr benümdür diyü taĥrīr itdürdi. Nažm : Yanuñda düşmen-i bed-ħˇāhı zem itmem benüm ħānum

Kelām-ı nā-sezā eyler ŧururken dü tenüm cānum (Solmaz, 2005: 508) Metnin bulunabilirliği açısından tespit ettiğimiz bir diğer unsurda şairin tezkire yazarı Ahdî’ye benimdir diyerek tezkireye bizzat kendisinin yazdırmasıdır.

‘Ârif Çelebi: Sene tisʿā ve semānīn ve tisʿā mi’ede ferzend-i ercmendleri ʿĀrif-zāde dimekle iştihār bulan Muśŧafā Çavuş-ı śāĥib-i hūşemr-i sulŧān-ı cihān-metāʿ Sulŧān Murād ile Baġdād’a gelüp ħıdmetlerine müşerref olduķda vālid-i erşedlerinüñ nažmın istimaʿ idüp bu teźkireye yazılmasına ŧālib oldı. Bu bende daħi taĥrīr olunmasını münāsib gördi. Ġazel :

Ŧıfl-ı dil raĥm -ı tenüm içre degülken ʿalaķa Yazdı Ķassām-ı ezel ħ˘ān-ı belādan nafaķa Ķodı utmaķ içün ŧıfl-ı dili dīdelerüm Bezm-i miĥnetde olan nuķl-ı ʿunābı ŧabaķa Ġayriden śorma ġam-ı hicri gel e benden śor Śıġmaya biñde biri nīce kitāb u varaķa Ķadd-i bālāsına dil düşeli buldı rifʿat

Serve śarılmaġ ile buldı ʿulyāyı ʿaşaķa Dergehüñ sāilidür ʿĀrif ider şey’ li’llāh

Ħ˘ān-ı vaśluñdan umar luŧfuña lāyıķ śadaķa

Tezkirede karşılaştığımız yukarıdaki örneğe benzer bir diğer örnek de ‘Ârif Çelebi’de görülür. ‘Ârif Çelebi’nin “Arifzade” olarak bilinen oğlu Mustafa, Sultan Murat’ın çavuşudur. Bağdat’ta padişahın hizmetinde bulumduğu sırada tezkirenin müellifi Ahdî ile görüşmüş babasının şiirini işitip tezkireye alınmasını istemiştir.

Celâl Efendi: Netāyic-i ŧabʿından münāžara tarīķıyla Saʿd u Saʿīd nām bir kitāb-ı sürūr-encām ve bir manžum Şerĥ-i ʿAvāmil ki maķbūl-i efāżıldur ve bir ʿarūż-ı ķavāʿid-güster ki pesendīde-i erbāb-ı hünerdür ve daħi Ĥüsn-i Yūsuf nām bir risāle taśnīf-i ħūb ve te’lif-i merġūbdur ki elfāž-ı rūĥ-efzāsı rengīn ü ħōş şīrīn-edāsı derece-i taĥrīr ü taķrīrden müberrā vü muʿarrādur. Ser-ā-pā aʿżā-yı şāhid-i raʿnā vaśfında yigirmi ŧoķuz ʿaded ġazel-i bī-bedel ve bir ķaç nažm-ı pür-meŝel ile śaĥīfe-i beyānı murassaʿ u mülemmaʿ ķılmışdur (Solmaz, 2005: 121).

İbni Kemâl Aĥmed Efendi: Beyne’l-ʿ ulema’ü’l-ʿ ižām mecmaʿ ü’l-ĥaķāyıķ ve ʿ inde’l-mevālīü’l-kirām mütecemmiʿ ü’d-deķāyıķ ve taĥrīr-i tefāsirde bī-nažīr-i zamān ve taķrīr-i eĥādiŝde dil-peźīr-i ʿ ulemā-yı cihān ve fünūn-ı ʿ ulūma geregi gibi resāyil yazmışdur maķbūl-i ŧabāyiʿ -i merdüm-i efāżıl olmış ve zebān-ı Fārisī’de Ĥaķāyıķu’d-Deķāyıķ ŝebt ķılmış bir ĥadde ķavaʿ id-i pür-fevāyid göstermiş ki müŧālaʿ asında ħıred-i ħurdedān ĥayrān ķalup engüşt-i ĥayret der-dehān ve zār ü ser-gerdān olur. Eger ol dürr-i deryā-yı hünerüñ te’līfātını ve taśnīfātını birer birer yazup beyān idersek ġāyetde söz uzadur. Zīrā ki lā-yuʿ add ü bī-ħadd vāķıʿ olmışdur (Solmaz, 2005: 130).

Kâmî Efendi: Ehliyyetde ehālī içre aķrānı nādir ve fużalā-yı ʿ asr arasında fażl ile şāʿ ir ve üslūb-ı inşāsı bī-nažīr olmaġın pādişāh-ı saʿ ādet-encām nāmına Kimyā-yı Saʿ ādet’i neŝr ü nažm ile Türkī’ye terceme ķılmışdur (Solmaz, 2005: 139).

Sürûrî Efendi: Kütüb-i mütedāvile nīce nīce şürūĥ ü ħavāşi ve tefāsir ü eĥādiŝ yazmışdur ve kelimāt-ı dür-pāşı yoķdur. Her bir ʿ ilmde dürlü dürlü su’āl ü cevāb ķılmış ve zebān-ı Fārisī’de olan tedāvin-i selefe ve Şebistān-ı Ħayāl’e ve ħalli āsān olmıyan resā’il-i muʿ ammāya ve Meŝnevī-i pür-Maʿ nevī’nüñ altı cildine tafśīl üzre şerĥ yazup her birisin erbāb-ı ĥāle ve ŧālib-i kemāle gün gibi žāhir ü ʿ ıyān itmişdür ve źāt-ı ʿ azīzi bey-ne’l-ıħvānü’z-zamān zühd ü taķvā ile mevśūf ve fużelā-yı ʿ ālī-güher içre fünūn-ı maʿ ārifle maʿ rūfdur ve śanāyiʿ -i şiʿ rde maʿ lūmāt-ı pāk birle ķavaʿ id-güster ve fünūn-ı ʿ arūż ü ķāfiye bilmede hünerver ve üç zebān ile nažma ķādir ve her birinde ħūb ü māhirdür. (Solmaz, 2005: 148)

Bazı eserler direk olarak kitap olarak basılmış isimleriyle verilmiştir, yazılı oldukları ifade edilmiştir. Celâl Efendi’nin, İbni Kemâl Aĥmed Efendi’nin, Kâmî Efendi’nin ve Sürûrî Efendi’nin eserleri isim olarak verilmiştir. Bunlar yazılı eser olduğu için metnin sıhhati ve bulunabilirliği açısından da önem taşır.

1.4. Bazı Şekiller ve Türler