• Sonuç bulunamadı

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

3. MEHMED NİYAZİ ÖZDEMİR’İN ESERLERİNDE HALK BİLİMİ UNSURLAR

3.4. Halk Bilgis

3.4.1. Halk Mutfağı– Yemek Kültürü

Halkın beslenme alışkanlıları; ekonomik durum, diğer kültürel birikimler gibi etkinliklere bağlıdır. Bu bölümde ilk olarak, azık olarak kullanılan besin maddeleri değerlendirmeye alınacaktır. Konargöçerliği yaşam tarzı bilmiş, böylelikle konserveciliği keşfetmiş bir milletin yemek taşıma konusunda alışkanlıklarının olmasını doğal karşılıyoruz. Mehmet Niyazi’nin romanlarında kahramanlar; bazen tarlaya giderken, bazen inşaat yaparken, bazen de sınır dışına çıkmaya çalışırken yanına azık almaya dikkat ederler. Azıklarda da, hazır gıdalar değil; geleneğimizin sıcak izlerini hatırlatan “tandır, bazlama, çökelek, peynir, yağ…” gibi yiyecekler gözümüze çarpıyor.

İhtiyar, arkada kalmıştı; yoğurt bakraçlarını çeke çeke geliyor, kızarmış yüzünden süzülen terler sakalının ucunda titriyordu. Burhan da beze sarılı sıcak tandır bazlamalarını getirdi (VK/184).

Bir parça ekmekle çökeleği bohçaya sardı; Murad için de eski perdeyi kullandı. ………..

Perdeye sardığı ekmekle çökeleği Murad’ın koyluğuna sıkıştırdı (VK/10)

Tüfeklerini bir ağaca yasladılar, Zeynep Ana atının heybesinden çıkardığı bohçayı bir ağacın dibine serdi; bazlama, peynir, yağ, birkaç tane de elma vardı bu bohçada (ÖDG/17).

Mehmed, torbasından bir parça ekmekle çökelek çıkarıp yemeğe başladı (YD/50)

Romanlarda rastladığımız diğer bir halk mutfağı özelliği, misafire ikramlar biçimindedir. Mehmed Niyazi, romanlarda ağırladığı misafirler için özel bir yemek hazırlığı yaptırmaz. Sofraya bir tabak daha koymak, misafir ağırlamak için yeterli bir hazırlıktır.

Romanlarda rastladığımız diğer bir halk mutfağı özelliği, misafire ikramlar biçimindedir. Mehmed Niyazi, romanlarda ağırladığı misafirler için özel bir yemek hazırlığı yaptırmaz. Sofraya bir tabak daha koymak, misafir ağırlamak için yeterli bir hazırlıktır.

Biraz sonra Muhtar, birkaç bazlamayı, büyük bir sahanda bulgur çorbasını, bir tas koyun yoğurdunu bir tepsinin içinde getirdi ve masaya koydu (VK/120).

Akşamki tepside iki çay bardağı, beze sarılı çaydanlık, iki yumurta, biraz tereyağı, buharı tüten bazlamalar bulunuyordu (VK/120).

Çalışmamızın bu bölümünde, geleneksel yemeklerimizin yer aldığı bölümleri sunacağız. Mehmed Niyazi’nin romanlarında yer bulan bu yemeklerimiz, “çökelek, taze fasulye, tarhana çorbası” şeklidedir.

Yağsız çökelekle yıllarını geçiren nice insanlar vardı (VK/177).

Bahçeye girdiğinde karısı Ayşe dış kapının eşiğine oturmuş, taze fasulye ayıklıyordu (YD/16). Dumanları tüten tarhana çorbasına kaşığını daldıran Topal Ali anlatıyordu (YD/214).

Yemek kültürü konusunda son değinmek istediğimiz konu, belirli günlerde yapılan yemeklerle ilgilidir. Burada söz konusu olan durum, Ramazan âdetleri ile ilgilidir. Romanda geçen köy halkı, dini ve geleneksel güzellikleri birleştirmiş ve bu ayda yardımlaşmanın, yemek kültürünün güzel örneklerini göstermiştir.

Ramazan kutsallığında yürekler yıkanmalı, insanlar birbirleriyle daha yakın, daha dost olmalıydılar. İlk gününün ikindi namazından sonra Murad yerinden kalkmadı; cemaat de, Hoca bir şey söyleyecek diye ırganmadı.

−Biliyorsunuz ramazanın ilk günündeyiz. Bu mübarek ayda yalnız oruç tutmakla görevimizi yerine getirmiş olmayız. Ramazanın törelerini de yaşamalıyız. Köyümüzün fakirliğini hepimiz biliyoruz, iftarda yapılacak iş, eli yeten kimselerin komşuları davet etmesidir. İhtiyar, genç, çoluk, çocuk gözetilmeden davet edilmelidir. İlk davet edilme hakkı fakirlerindir. Zengince komşuları ihmal edin demiyorum; ama fakiri sofranızdan eksik etmeyin. Fakirlik ateşten gömlektir. Davet ettiklerinize fakir olduklarını hissettirerek onları ateşten gömleklerinde bir kez daha yakmayın. Ramazan boyunca odamda iftar yemeği yenecek. Odamın genişliğini biliyorsunuz. Ama Ramazan süresince hepinizi inşallah davet edeceğim. Hepinizin adını yazarak şu torbaya koydum. Paltosunun cebinden torbayı çıkardı. İhtiyar’ı işaret ederek: Tabii davetli olan Baba altı kâğıt çekecek, kimin adı çıkarsa iftara bana davetlidir. Bundan böyle her ikindi namazından sonra iftar için Baba, altı kâğıt çekecek.

Murad torbanın ağzını açıp uzattı. İhtiyar gülümseyerek teker teker altı kâğıt çıkardı. Murad adlarını okudu.

−İmkânı olan komşulardan rica ediyorum; diğer komşuları davet etsinler. Bir tas çorbayı Allah kuluyla bölüşmek kimsenin sofrasına kıtlık getirmez. Allah çok daha fazlasını verir. Bir deneyin.

Köylülerin paylaşacakları yoksulluklarıydı. Ama paylaşmanın ekmeğine ayrı bir lezzet verdiğini bu ramazanda fark ettiler. Her ailede iftar sofrası hazırlamak hevesi vardı. Yaşlı- genç, kadın-erkek demeden herkes birbirini davet ediyor, çağın uzanamadığı bu yerde Ramazan insanlara mutluluk sunuyordu (VK/172–173).

3.4.2.Halk Ekonomisi

Halk ekonomisi ile ilgili bazı unsurlar, Mehmed Niyazi’nin romanlarında söz arasında değil, bilinçli bir şekilde yer bulan ögelerden biridir. Halk ekonomisinin bazı bölümlerdeki ayrıntılı tasvirleri, yazarın bu kavrama oldukça hâkim olduğunu göstermektedir.

Halk ekonomisi ilk olarak, halkın gıda ihtiyacını kendi yöntemleriyle karşılaması biçiminde ortaya çıkmaktadır. Bu bölümde vurgulanan, hayvansal gıdalardır.

Ayşe yağ ve peynir yapmıştı. Tavukları da yumurtluyordu. Zaten neye para verirlerdi ki (YD/23)!..

Yazarın yer verdiği bir başka halk ekonomisi yöntemi; üretilen hayvansal gıdaların pazarda satılarak, elde edilen parayla, üretimi yapılamayan ihtiyaç maddelerin satın alınması biçimindedir.

Yağ, peynir yapıp pazarda satarak; gazını, tuzunu aldıktan sonra Muradcığı için de birkaç kuruş artırabilir miydi (VK/9)?

Sattığı yağ ve yumurtadan eline üç beş kuruş geçerdi; bununla gaz mı, tuz mu, başörtüsü mü, entari mi alacaktı (YY/149)?

Halk ekonomisinin bir başka alt başlığı olan esnaflıkla ilgili halkbilimi maddeleri, yazarımızın ayrıntılı olarak tasvir ettiği bir husustur. Varolmak Kavgası romanında, bir alışveriş kültürümüz olan “celeplik”, ayrıntılarıyla yer almaktadır. Yine bu bölümde “yetim hakkı yememe”, vurgusu yapılan bir değerimizdir.

−Evladım, bu öküzler sizin mi?

Fadime Bacı’ya da işittirmek için sesin yükseltmişti. −Bizim.

−Satılık mı?

Murad başını sallarken Fadime Bacı yan döndü. −Kızım bir kusurları var mı?

−Yok amca.

Fadime Bacı kızardı; ama bir şeyler söylemeliydi. Fiyatı da tahminden acizdi. Sesi endişeliydi.

−Amca ben kadın kişiyim; fiyat bilemem. Bu yetim için satıyorum. İhtiyar’ın bakışları değişti; gözlerinde merhamet parıldadı.

−Ben de fiyatı tahmin edemem. İki celep getirip kıymet ettireyim. Yetim hakkı yemek istemem; zaten ayağımın biri çukurda.

Fadime Bacı’nın gözlerine bir ışık seli düştü. Aradan çok geçmeden İhtiyar, iki adamla geldi. −İşte öküzler. Bu kadın dul, bu çocuk yetim, ben de mezara yaklaşmış bir ihtiyarım. Size bırakıyorum.

Biri yuları alıp çekmeye başladı. Diğeri öküzleri mudulladı, yürümelerinde bir kusur yoktu. Durdular; arkadaki öküzlerin dişini yokladı, kasıklarına el attı, ayaklarını kaldırıp baktıktan sonra İhtiyar’a döndü. Gözünün birini kırpar gibi yaptı.

−Vebalden kaçarım. Ben bin iki yüz elli liraya satın alırım. Yuları elinde tutan da:

−Ahmed Ağa doğru söylüyor, dedi. Fazla da etmezler. İhtiyar, Fadime Bacı’ya döndü:

−Ne diyorsun kızım?

Fadime Bacı başını salladı, İhtiyar “Besmele” ile yeleğinin düğmelerini çözdü. Bin iki yüz elli lirayı uzattı.

−Bu tamam kızım. Elli lira da benden fazladan… Neme lazım (VK/12–13).

Anadolu’da hayvan ticareti yapan tüccarlar ile hayvan sahibi arasında ortaya çıkan bir gelenek vardır. Bu gelenek, hayvanın bakımıyla ilgilenen, çobanlığını yapan çocuğa bahşiş vermektir. Bu bahşişi tüccar verir ve pazarlığın sonunda, asıl fiyata dâhil edilmeden uygulanır. Kadirli’de söz konusu geleneğin adı “boynuz parası”, Yozgat’ta ise “yular parası” biçimindedir. Varolmak Kavgası’nda yazarımız bunu “bağ parası” olarak adlandırmış ve özellikle vurgusunu yapmıştır.

−Bu tamam kızım. Elli lira da benden fazladan. Neme lazım.

“Yetimdir, sevinsin.” diyerek beş lira da Murad’ın eline sıkıştırdı; çünkü bağ parası töredendi (VK/13).

Benzer Belgeler