• Sonuç bulunamadı

C- KALIPLAŞMIŞ İFADELER

6. Argolar ve Küfürler

Argo ve küfür içeren ifadeler, nezakete aykırı bulunduğu için genellikle hoş karşılanmaz. Ne var ki, dil canlı bir varlıktır ve kendi akışı içinde anlam yoğunluğunu bazı kalıplaşmış sözlere bırakır. Elbette küfür ve argolar da kalıplaşmış söz sayılmaktadır. Çünkü bu tür sözlerde aslolan şey; herkesçe bilinen kelimelerin anlamca bütünlenmiş, bazen de kendiliğinden kafiye kazanmış olmasıdır. Bu konu halk bilimi açısından değerlendirildiğinde, halkımızın sözel kültür çerçevesinde oluşturduğu bir birikimi fark ediyoruz. Küfür ve argolar, rahat söylenebilir, söylenen ortamın seviyesine uygun, bir ses ritmi taşıyan özellikte olduğunda daha çok tercih edilmektedir.

Kültürümüzde, küfürlü konuşmanın fazla kabul görmediğini; ancak zor durumda kalındığında başvurulabileceğini ifade eden bir deyim vardır: “Ağzını bozmak…”. Mehmed Niyazi, romanlarda argo ve küfre yer verirken, roman kahramanının karakteri, konumu, kızgınlık derecesi gibi hususları göz önünde bulundurmuştur. Yazarımız, yerli yersiz argo ve küfür kullanmayı tercih etmediğinden tasvir bölümlerinde bunlara rastlanmaz. Ancak diyalog bölümlerinde kahraman, yeri geldiğinde “ağzını bozar”.

Romanlarda tespit ettiğimiz küfürlerin tamamına yakını “kızgınlık” sebebiyle söylenmiş alışıldık sözleri içeriyor: mankafa, piç, puştluk… Bazı kısımlarda rastladığımız argo sözler ise hakaret amacı taşıyor: züğürt, geri zekâlı, mankafalı… Son dikkatimizi çeken başlık, toplum içinde fazla kullanılmayan, sert küfürlerdir. Bunlar da yine, roman kahramanlarının karakteri ve kızgınlığına bağlanabilir: dümbük, orospu…

Yürümediler diyorum be hey geri zekâlı (DD/245)!

Dokuz buçuk dendi; dokuzu on beş geçe girildi; anaları bellendi ve çıkıldı (DD/240). Ama size safa değil de, bela gelirse, manda pisliği gibi dağılırsınız (DD/233).

Hilmi Oflaz geri döndü.

−Yanlış biliyorsun mankafa (DD/213)! Avukat Osman’ın yüzünde bir kasırga koptu. −Ulan anana küfretsem, kızarsın!

…….

−Dedim ya, anana küfretsem kızarsın. Ne hilafeti, ne saltanatı (DD/204,205)!... Niyazi daha da sinirlendi.

−Benim de mi soyumdan başlayacaksın?

Filozof Cemal’in yüz çizgileri gerildi, bakışları değişti. −Aptallaşma seks anlamında değil (DD/204)!

Ne kadar hazret varsa soyundan başlarım (DD/203).

Rahmetli Başbakan’a sabah akşam küfreden bir piç var (DD/153). Küfürleri arka arkaya sıralayarak, soyunup yatağına girdi (DD/152).

Alçaklar, milletin oyuyla gelmiş Anadolu’nun billur gibi evladını yediniz. Hele o sözün ona ilim adına konuşan hukukçu gadoşlar (DD/151)…

Niyazi’nin dikkati onun üzerindeydi, gelip bir şey söylemeden masalarına çıktı; iki elini yumruk yaparak, yüksek sesle bağırmaya başladı:

−Bizim karşımızda olanların…

Der demez, Niyazi, Nail’i çekip aşağıya indirdi; birkaç kişinin yardımıyla onu dışarı sürükledi. Yağmur yağıyordu. Nail içeri girip küfretmek istiyor, Niyazi sokmak istemiyordu (DD/151-152).

Yurdakul kalkınca, Mu Mehmed’in sesi kinini gizleyemez hale geldi: −İşte rejimin köpeği! Kemik yalayıcısı (DD/148)!

“−Aklını mı kaçırdın.” diye zırvalama. Gazetede ölüm ilanımı okudum; ben ölmedim, mutlaka bir puştluğa kurban gittim (DD/134).

Ferhad epeyce direndikten sonra, Filozof Cemal : “Kahpenin dölü.” diyerek yerinden fırladı (DD/133).

Sigarasını temizlediği sırada:

−Descartes de zırvalamış, diyerek kitabı masaya koydu (DD/119). Vay kerkenez vay! Hiç belli etmiyor (DD/82).

Kahve sakinlerinden hafife alıp, “sümsük” diye nitelendirdiği gencin ünlü bir yayınevi tarafından bir hikâye kitabı yayımlandı (DD/52).

Annenle konuştuğunu unutuyor musun serseri! Nereye gidiyorsan, kalk git! Asabımı bozma. Dışarıda ne halt edersen et, ama o kadını eve getirme (DD/38).

Musikiden hiç anlamayan, sözlerine de pek dikkat etmeyen Mustafa Demir, III. Selim’i kastederek:

Kartal’a: “Dışarıda ne herze yersen ye! En azından görmüyorum. Ama eve bir şıllık getirmeye kalkma!” diye çeşitli kereler tembih etmişti; çünkü oğulları her şeyi yapardı (DD/31–32).

Lekelenen bir şey, bir daha eski halini alır mı? Fakat kaz kafalılara anlatamazsın (DD/23). Şiven köylü, elbisen züğürt, bu yaşta hâlâ öğrenci olman da geri zekâlı olduğunu söylüyor. Yani sen köylüsün, züğürtsün, geri zekâlısın; adının Ahmet veya Mehmet olması neyi değiştirir (DD/9)?

Henüz birkaç adım uzaklaşmadan Kartal bütün gücüyle Meral’i itti. −Şırfıntı! Bana ilham vermiyorsun (DD/56)!

Fazla bağırmayın, duyamıyorum. Kıbrıs gene karışmış, Rumlar Türkleri katletmişler. Beş yüz bin cin gönderip, analarını belleyeceğim (DD/93).

Çıkarken Hüseyin Bayırlı’ya:”Bu film kısa olmuş.” deyince, o da Karadenizli mantığı ve üslubuyla cevap vermişti: “Uçkurumu takamam ya ona; ne ise odur.” (DD/9)

Vasfioğlu Ahmet dayanamadı; ayağa fırladı.

−Ali, daha kızmadın mı Ali! Ne zaman kızacaksın benim öküz oğlum (DD/34)! Projektör tekrar bunlara doğru yönelince, Deli Fazlı tabancasını sıyırdı: −Bakmasana zırtapoz (DD/41)!

İnsan yenilir; fakat sıkıp canını çıkaracağı çocuğa da yenilmez ki. Pezevengin dölü kesinlikle bana muska yaptırdı; yoksa beni yenemez di (DD/49).

Kan fışkırdı; Deli Fazlı’nın yüzünde bir alev parıldadı.

−Puştluk yaptın, dişime değil, parmağıma attın, diyerek tabancasını çıkardı (DD/81). Ormancı Hadi’nin ocağına incir ağacı dikeceğim. Yumurtanın ipini vuran pezevenk, dişime atıp parmağımı vuruyor (DD/82).

Üç beş kişi Abdurrahim’i tutmakta güçlük çekiyordu.

−Pezevenk, iki patates için dört tokat! Seni geberteceğim (DD/90). Abdurrahim homurdandı:

−Diplomat! Seni gidi dümbük seni (DD/91)!

Kahpenin dölü, beni kendi evimde kalleşçe mayına bastırdı; güvendim (DD/93). −”Yarın veririm.”dedim, rahatça uyudun; belki yengemi de biraz yordun. −Ulan Hacı, sen şeytanın kıç bacağısın, nasıl da biliyorsun (DD/101).

Top oyunda tabancanın belde bulunması puştluktur; çünkü oyunda ve oyuncularda yok (DD/171).

−Hangi ırzı kırık yüzüme yaprak düşürüyor? ……..

−Seni pezevenk seni! Güpegündüz şehrin göbeğinde silah atıyorsun, bir de: “Size bir şey mi yaptım.” diyerek polisleri itiyorsun (DD/242-243).

−Sermayesini ne yaptı?

−Son kuruşuna kadar orospularla yedi (DDY/258). “Ulan gel buraya.” dedim; geldi (VK/70).

−Senin gibi mankafalar oldukça hoşafın adı komposto, hıyarın adı salatalık olur. Bu iş, burada da kalmaz; deliliğin adı melankoli olup deva eder.

Yusuf kaşının birini alnına doğru kaydırdı. −Ya otobüsteki kavgaya ne diyelim?

−Ulan, ben pezevenk başı mıyım? Adam gidip kadına sarkıntılık etti (VK/70).

−Bak en akıllım ne diyor? Adam anama sövecek, münferit olaydır diye aldırmayacak mıyım (VK/71)?

Acı olmayan bir dünya, dilencisi olmayan bir dünya, banknotları yakarak karanlıkta orospuların yüzüne bakanlarla ilaç alamadığı için ölen çocuğunun ıstırabıyla ciğerleri parçalanan babanın bir arada yaşamadığı bir dünya (VK/111)!

−Siz dükkâna gidin. Ne oldu Mirza Ağa, ne istiyorsun?

−Baksana öğretmen itine. Gelmiş, köyde açık başla geziyor. Boğa mı kesildin, köpoğlu! ……..

Namussuz herif, öğretmenmiş! Köyde boğa kesilmiş pezevengin dölü! Şapkasız dolaşıyor (VK/143)!

−Kim bilir ne herzeler yedin? ……..

−Hadi utanma, karının neresine muska yazdın (VK/219)?

Enver Bey, Yakup Cemil’e :”Ne halt ettin.” diye bağırırken yanına Talat Bey gelmiş, onu teskin etmiş, sonra da beraber sadaret makam odasına girmişler (YD/42).

−Biz bu ülkeye geldiğimizde, burada Rumlar, Ermeniler ve daha başka Hıristiyan kavimler yaşıyorlardı. Onların ne miktarda başka ülkelere göç ettiklerini biliyoruz. Kalan kısmı ne oldu?

…………

−Erkeklik organlarımızı kullanarak hepsini Türk yaptık. Şimdi anladın mı ne olduğunu? Asap bozmak için birebirsin. Kalk buradan (DD/284).

−Bırakınız Atsız Beyciğim, ortalık piç dolu; ben bu sözlere kanacak adam mıyım (DD/280)? −O halt etmiş! Biz eşeğin işine, insanın sözüne ve niyetine bakarız (DD/258).

Filozof Cemal arkasından bağırmaya başladı.

−Şerefsiz; bakalım seni elimden kim kurtaracak (DD/254)!

Benzer Belgeler