• Sonuç bulunamadı

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

3. MEHMED NİYAZİ ÖZDEMİR’İN ESERLERİNDE HALK BİLİMİ UNSURLAR

3.2. Geçiş Dönem

3.2.4. Hacca Gitme Törenleri 1 Hacı Uğurlama

İslamiyet’in yalnızca bir din değil, yaşayışımızda derin izler oluşturan bir olgu olduğunu görmekteyiz. Bu tespitten hareketle, dini ve kültürel kimliğimiz iç içe geçmiştir. Hac, İslam’ın beş şartından biridir ver imkânı olan her Müslüman’a farzdır. Müslümanlar için bu ibadet, kutsal topraklara özlemin kavuşmaya döndüğü anı ifade eder. Hacca gidenlere imrenerek bakılır. Onların duasının kabul olacağı düşünülür. İşte bütün duyguların, saygının, duanın ve geleneğin buluştuğu anlar, “hacı uğurlama” töreninde yaşanır.

Perşembe sabahı yazıhane kalabalıktı; giren çıkan belli değildi. Önünde bayraklarla, flamalarla süslenmiş on dört otobüs, iki kamyon dizilmişti. Beşinci otobüsün en arkasında Vasfioğlu Ahmet oturmuş, bisküvi tenekesini yanına koymuştu. Çoluk çocuğu, hısım akrabasıyla evinde helalleşmişti; kalabalıktaki telaşeden sıkılıyordu. Ondan pek beklenmeyen sessiz, sakim bakışlarla çevresinde olup bitenleri seyrediyordu. Annesini, babasını veya bir yakınını uğurlayanlar yazıhaneye girip çıkıyor, otobüslere binip iniyor, kucaklaşıyor, el öpüyor, vedalaşıyorlardı. Vasfioğlu Ahmet sıkıldı; yerinden kalktı; yazıhaneye geldi.

−Hacı sürün şu arabaları; bu milletin zırıltısına kafa mı dayanır; ölmeye mi gidiyoruz, ibadete mi?

Hacı Ziya, karşısındakine bir şeyler anlatmaya çalıştığından Vasfioğlu Ahmet’in sözlerini duymazlıktan geldi; yanında oturan İhsan Efendi ise yürek ısıtan bakışlarını ona çevirdi.

−Sabır Hacı, hayırda sabır ibadetten sayılır.

Telefon hiç durmuyordu; pasaportların, dövizlerin sahiplerine teslimiyle uğraşan Kenan’ın sık sık kulağına çarpan amcası Hacı Ziya’nın sesi bir ara dikkatini çekti.

−Deli nerdesin? −…

−İstanbul’da alacaklarının peşinde mi? −…

−Almadan sakın gelme; bizlere hakkını helal et; kısmetse gelince görüşürüz. −…

−Benim hakkım varsa, ananın ak sütü gibi helal olsun.

Hacı Ziya, “Hacıoğlu Hacı Ziya Hac Kafilesi” yazılı flamanın asılı olduğu binek arabasının direksiyonuna geçti. Kalabalığı yaran Abdurrahim diğer kapısını açıp başını uzattı.

−Hacı, rüyamda aksakallı bir ihtiyar, başımdaki ağırlığın katışıksız zemzem içersem, geçeceğini söyledi; bana katışıksız zemzem getir.

Hacı Ziya ona döndü.

−Hiç merak etme; sana bir testi katışıksız zemzem getireceğim.

Yolcu edenlerin bazıları da otobüslere doluştular; aralarında pek çok imam ve müezzin vardı; korna sesleriyle kalkan arabalardan tekbirler dalga dalga göğe yükselirken sanki Akyazı’yı manevi bir iklim sarıyordu. Hacı Ziya’nın binek arabasını arabalar takip ediyordu. Tevfik Amca, Hacı Ziya’nın yanında yerini almıştı; gözleri dolu doluydu; arada bir

kurulamak ihtiyacını hissediyordu. İradesini alabildiğine zorlamasa, yaşları sel gibi boşanacaktı. Birinci otobüsün ilk numarasında İhsan Efendi oturuyordu; her zamanki gibi görünüşü vakurdu; cenneti aksettirircesine bakan derin ve sakin gözleri sanki karşısındakine devamlı iman telkin ederdi. Hac yolculuğunda onun çevresinde bulunmak, sohbetlerinden yararlanmak her Akyazılı’nın rüyasıydı.

Ömercikler mahallesine saptılar; değirmenlerin yanında dolaşarak Tatar Mahallesi’ne çıkarken korna sesleri, tekbirler yaprakları dökülmüş ağaçların bulunduğu bahçeleri, sokakları inletiyordu. Mudurnu Caddesi’nden yukarıya devam edip, hastanenin önünden geri gördüler; camlardan kadınlar, çocuklar el sallıyorlardı. Yazıhanenin önünde durmadılar; aralıksız kornalar çalınıyor, tekbirler getiriliyor, değişik yerlerde birikmiş kalabalıklar onlarla vedalaşan hareketler yapıyorlardı. Yatağından çıkamayan Deli Fazlı eşine sezdirmeden gözlerini kurulurken, ona yumruk atanı hayalinde eline geçirmiş, yoğuruyordu.

Adapazarı Caddesi’nden yola koyulunca uğurlamak için kervanın peşine daha pek çok araba takılmıştı. Hacı Ziya’nın evi de bu caddenin üzerindeydi; hısım, akrabaları, konu komşuları evin balkonunda toplanmışlardı; kimisi başörtüsünün uçlarıyla gözlerini siliyor, kimisi el sallıyordu. Arkadan gelen arabalarda Diplomat Sadi ve Akyazı’nın diğer politikacıları da bulunuyordu. Böyle bir günde görünmeleri onlara puan kazandırırdı. Kenan’ın arabasında, dönüşte Tevfik Amca’nın bineceği bir kişilik boş yer vardı (DDY/138–140).

3.2.4.2.Hacı Karşılama

Hacca gidenleri uğurlarken gösterilen sevgi ve ilgi, karşılama töreninde coşkuya dönüşmektedir.

Sınırdan girdilerinde Hacı Ziya telefon ederek hangi gün hangi saatte Bolu Dağı’nda olacakları bildirdi. Yazıhaneye gelip gidenlerin haddi hesabı yoktu; dönüş zamanını öğrenmek isteyenler annesini, babasını, bir yakınını karşılamanın telaşı içindeydiler. Akyazı halkının tümü yıllardır Hacı Ziya’nın hac kafilesinin dönüşünde bir şenlik yaşandığını biliyordu. Ama Deli Fazlı’nın bu yılki durumu çok farklıydı; Hacı Ziya’yı uğurlamamanın ezikliğini duyuyor, acısını çıkarmanın tutkusuyla yerinde duramıyordu. Bu kış mevsiminde, damarlarında bir sıcaklık dolaşıyor, zaman zaman kanı tutuşacakmış gibi oluyordu. Körüklü, siyah çizmelerini boyatmış; külot pantolon, beyaz gömlek siyah ceket giymiş; damalı bir

kravat takmış; beyaz Meksika fötrünü başına geçirmiş, bıyıklarını yine mızrak gibi dikmişti. Kendine göre güzel giyinince, bıyıklarını mızrak gibi dikince, bütün heybetinin ortaya çıktığını hisseder, ufuklara sığmayacağını sanırdı. Beş araba kiralamış, hepsini bayraklarla süslemişti. En öndekine kendisi bindi; ötekilerine fakirleri bindirdi. Tekbir getirmede düzeni sağlamaları için her arabaya bir hafız almayı da ihmal etmedi. Sürücülere talimat verdi; sağ elini camdan çıkardı mı, tekbirler duracak, kornalar başlayacaktı. Silahının sesi duyuldu mu kornalar da duracak; bir süre eli dışarıda bekleyip tekrar ateş edecekti; ama bu kere bir defa etmeyecekti; peş peşe attığı mermiler sona erdi mi, tekrar kornalar ortalığı velveleye verecekti. Daha sonra yine tekbirler göğe yükselecekti. “Hacı’yı yetim gibi Akyazı’ya sokmayacağız.” diyordu. Beş arabayı, üstünde boynuzlu bir koç bulunan pikap takip ediyordu. Oğlu Aydın da koçu boynuzlarından tutuyordu.

Başka taksiler, minibüsler de bayraklarla donatılmıştı. Ankara asfaltının yolunu tuttular. İçindeki sevincin yansımasıyla yüzü aydınlanan Deli Fazlı’nın arabası en öndeydi; onun önüne geçmek kimin haddine idi; hiçbir şey yapamazsa, lastiklerini delik deşik ederdi. Tabancasını belinden sıyırdı; kolunu camdan çıkardığında kornalar başladı; tetiği çekince kornalar sustu; üç mermi daha sıkıp tabancasını içeriye çekince, kornalar şiddetlendi; ağzı kulaklarına varırken: “Aferin bizim uşaklara.” dedi.

Geçtikleri köylerin, Hendek’in, Düzce’nin halkı Akyazılıların Hacı Ziya’nın hac kafilesini karşılayışlarını yıllardan beri biliyorlardı; ama böyle canlısına hiç şahit olmamışlardı. Bakacak Bayırı’nın tepesine çıktılar; arabaları geri çevirdiler; Deli Fazlı’nınki yine en öndeydi. Kırmızı kurdeleyle süslenmiş koçu pikaptan indirdiler; kurban edilirken tekbir getirmek için hafızlar başına toplandı. Oğluna: “Hacı’nın arabası görünür görünmez silah atacağım; koç ürker, sıkı tut!” diye tembih etti.

Güneşli bir kış günüydü; kehribar sarısı aydınlık gök kubbeyi doldurmuş, gelinlik giymiş gibi çamlar karla süslenmişti. Deli Fazlı için beklemek zor şeydi; fakat başka ne yapabilirdi? Ökçelerini vurup devamlı asfaltın kenarında gidip geliyor, sigarayı sigaraya ekliyor, ardı ardına sıralanmış, ışıldayan beyaz tepelerde gözlerini gezdiriyordu. Öğleden bir saat kadar sonra, ileriki dönemeçten Hacı Ziya’nın binek arabası çıktı; banttaki tekbir arabanın üzerindeki hoparlörden vadilerde yankılanıyordu; hemen onu bayraklarla, kimin kafilesi olduğunu belirten dövizlerle donatılmış otobüsler takip ediyordu. Heyecanlanan Deli Fazlı, oğluna bağırdı:

−Koçu tut!

Ve tetiğe asıldı. Meğer Deli Fazlı’yı bekleyen gençler de varmış. Bolu Dağı, manevra alanına döndü. Yavaşlayan Hacı Ziya, gelip Deli Fazlı’nın önünde durdu; arabadan inerken silah sesleri, taksilerin, minibüslerin kornaları dağı taşı inletiyordu. Bu anda tekbir sesleri yükselmeye başlayınca, her şey sustu. Kurban kesilirken Deli Fazlı, Hacı Ziya’yı kucakladı. O kaba saba, haydut tipli insanın yüzündeki duygu, azıcık hassasiyeti olanın yılarca hafızasından silinmezdi. Sanki küçük bir mahşer yaşanıyor, herkes annesini, babasını, yakınını arıyor, buluyor, elini öpüp boynuna sarılıyordu. Onlar hasret giderirlerken Kenan ile Tevfik Amca arabaya binip Akyazı’nın yolunu tuttular. Hacıların buraya gelemeyen yakınları vardı; onlar da yazıhanede karşılamak isterlerdi.

Arabalar yola koyuldu; neşenin her çeşidini yüzünde görmek mümkün olan Deli Fazlı yine en öndeydi; tabancasının namlusu camdan göründü mü kornalar susuyordu. Deli Fazlı’yı gençler de yalnız bırakmıyorlardı. Arkadan kornalar başlıyor, onları da tekbirler takip ediyordu.

Akyazı’ya korna, silah sesleri ve tekbirlerle girdiler. Hacı Ziya, bakışlarını evinin balkonuna kaydırdı; yine doluydu; kimisi yaşlarını kuruluyor, kimisi el sallıyordu. Her zamanki gibi Ömercikler Mahallesi’ne saptılar. Camlar açılıyor, kocakarılar, genç kızlar nemli gözlerle bu dönüş şenliğini yakından izliyorlardı. Çarşının yukarısına çıktılar; hastanenin önünden geri dönüp yazıhanenin önüne geldiler. Kalabalığın arasında Tevfik Amca: “Rabbim, yine bugünleri gördüm, şükürler olsun.” diyerek gözyaşı dökerken, taksi durağını tıklım tıklım dolduran halkın içinden Abdurrahim bağırıyordu:

−Hacı, zemzemim nerede?

Yüzünden o iç okşayan gülümseme hiç eksik olmayan Hacı Ziya, Abdurrahim’in de karşılayanların arasında bulunacağını, siparişini isteyeceğini tahmin ettiğinden, ona getirdiği zemzem dolu testiyi, koltuğunun arkasına yerleştirmişti. Geriye dönüp testiyi aldı ve Abdurrahim’e uzattı.

−Al sana katışıksız zemzem; hepsi senin, doya doya iç; inşallah şifa bulursun (DDY/144– 147).

Benzer Belgeler