• Sonuç bulunamadı

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

3. MEHMED NİYAZİ ÖZDEMİR’İN ESERLERİNDE HALK BİLİMİ UNSURLAR

3.2. Geçiş Dönem

3.2.2. Askere Uğurlama

Milli kültürümüzün övünçle sözünü ettiğimiz bir özelliği var ki bu, “ordu millet” oluşumuzdur. İslamiyet’ten önceki dönemde, profesyonel bir ordumuz bulunmuyordu, bütün millet aynı anda asker olarak savaşa katılmaktaydı. Bağımsızlığı, bu uğurda ölmeyi kutsal sayan milletimiz, eskiden beri ordusuna sahip çıkmaktadır. İslamiyet’in kabulüyle, kutsal sayılan askerlik mesleğine dini bir ruh verilmiştir. Halkımıza göre askerlik “peygamber ocağı”dır. Buradaki “peygamber” kelimesinin taşıdığı İslami anlayışı, Türk folklorunun en önemli ögelerinden “ocak” kelimesiyle birleştirmiş bir millet olmamız, kayda değer bir noktadır.

Yukarıda kısaca izah ettiğimiz bazı özellikler sebebiyle halkımız, evladını: “Dua, davul zurna, ziyafet, helalleşme…” gibi törensel bir suretle uğurlamaktadır. Mehmed Niyazi’nin romanlarında birkaç yerde asker uğurlama tasvir edilmektedir. Bu uğurlamalar, ahalinin yoğun katılımıyla, hüznün hâkim olduğu, duaların ve sallanan ellerin aynı karede yer aldığı törenler şeklindedir. Asker uğurlamalarını Mehmed Niyazi, ayrıntılı tasvir etmiştir. Çünkü gidenler, birer evlat, baba, dost ve umuttu; daha da önemlisi bu gidenler milyonlarca şehidin safında yer almaları adeta kesin olan kınalı kuzulardı.

Asker ocağında ana, baba, hısım akraba olmadığından bakışlar sadece arkadaşın üzerinde yoğunlaşır, duygular ve ruhlar barışıksa, hepsinin yerini alırdı. Zeliha Teyze, onları uğurlarken nasıl da içli bir sesle: “Birbirinizden ayrılmayın!” diye bağırmıştı (YY/13).

Mehmed, annesinin diktiği torbayı eline aldı. “Yaşamak ne zormuş oğlum.” diyerek Ayşe, gözyaşlarıyla boynuna sarıldı. Mehmed yaşlı gözlerle ayrılmak istemiyordu; çünkü annesi o halini unutamazdı. Gözyaşlarını tutan zarı sanki tığ gibi delecek, sel gibi boşanacaktı.

Topal Ali yürümekte güçlük çekiyordu. Mehmet dönemeçte geri döndü; yola çıkan annesi arkalarından bakıyor, başörtüsünün ucuyla gözlerini kuruluyordu.

Hüseyin’in evine yaklaştıklarında köprüde bir grup kadın ve erkek dikiliyordu. Naciye ayrılıp eve girdi. Topal Ali sendeler gibi oldu; kendisini güçlükle toparlayabildi. İri bir yaş damlası

yüzünden aşağı doğru yuvarlandı. Yorulmuş bahanesiyle durdu: “Rabbim sabır ver.” diye sessizce dua etti. Tekrar yürümeye başladılar.

Yaklaştıklarında duymayacakları şekilde Mehmet’i uyardı: −Büyüklerin ellerinden öp, hepsiyle vedalaş.

Mehmet, babasının dediğini yaptı. Gözü yaşlı kadınlar, erkekler çarşıya doğru yürüdüler. Birkaç adım uzaklaşmadan, Hasan’ın annesinin yüreklere işleyen sesi yükseldi:

−Hasan’ım mektup yaz.

Hasan geriye baktı. Annesi tekrar ediyordu: −Mektup yaz!

Derin bir iç çekişle Hasan başını öne eğdi. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu; ağır ağır yürüyorlardı.

Şubenin önü kalabalıktı. Geniş bir daire çizerek dikilen askerler teslim olacaklardan başkasını yakıştıramıyorlardı. Elindeki evraklara bakıp delikanlıları sıraya düzen başçavuş daireyi daraltmaya çalışan kalabalığa arada bir bağırıyordu:

−Yaklaşmayın.

Bazılarının anası da gelmişti. Çarşaflı, atkılı, şalvarlı kadınların iki gözü iki çeşme idi. Mehmet, babasıyla göz göze geldi; ikisi de o anda, güneşli bir günde uğurladıkları Süleyman’ı hatırladılar. Topal Ali sigara çıkarmak bahanesiyle elini cebine atar gibi yaparak, Mehmed’i görmeyecek şekilde kalabalığın arasına kaydı. Mehmet, yanındakilere sezdirmeden gözlerini kuruladı.

Merdivenden inen şube reisine başçavuş selam verdi. −Hepsi tamam kumandanım.

Evrakları, dikilenleri kontrol ettikten sonra şube reisi kalabalığa döndü:

−Yolu açın! –Askerlere- Arabalara kimseyi yaklaşmayın. - Yanındaki ere- At arabalarını çağır.

Biraz sonra arabalar geldiler. Dolan her arabaya iki de jandarma biniyordu. İyi hesaplanmıştı; sadece bir araba tamamen dolmamıştı. Hareket eden arabalar önlerinden geçerken Hüseyin bağırdı:

−Birbirinizden ayrılmayın!

Kalabalık da arkalarından yürüyordu. Arabalar hızlanınca kalabalık da koşmaya başladı. Topal Ali yetişemiyordu. Hüseyin koşmak istiyor; fakat Topal Ali’yi bırakmaya gönlü razı olmuyordu. Topal Ali:

−Sen koş Hüseyin Ağa, dedi; ama gayreti de elden bırakmıyordu.

Gözü yaşlı kadınlar, kızlar camlardan, avlulardan bakıyorlardı. Askerlik çağına gelmek üzere olan delikanlılar, çocuklar: “Güle güle ! Güle güle!” diye bağırıyor, kimisi de arkalarına takılıyordu.

Aşağı kasabanın aksakallı İdris Dede’si göründü. Kenara çekilip, ellerini açtı. Gözyaşları sakallarından yuvarlanırken gönülden dua ediyorlardı:

−Ya ilahe’l –Alemin! Ümmet-i Muhammed’in yardımcısı ol! Koç yiğitlerimi analarına, babalarına kavuştur. Yaban ellerde bırakma (YD/48–50)!

Taksim ve Metris kışlalarında temel eğitimini bitirenler Çanakkale’ye uğurlanırken merasim yapılıyordu. Kadın-erkek, genç-ihtiyar İstanbul halkının büyücek bir kısmı Beşiktaş’a akmıştı. Mehter “Kur’an’da zafer vaat ediyor Hazreti Yezdan” marşını çalıyor, ahali de eşlik ediyordu. Muin-i Zafer, Hamidiye, Sultanhisar gibi savaş gemileri Beşiktaş önlerinde demir atmışlardı. Ordunun nakliye gemileri olmadığından askerler gözyaşları arasında, el ve mendil sallamalarıyla Şirket-i Hayriye vapurlarına bindiriliyorlardı.

…….

− Evlatlarım, asker elbiseleri de ne güzel yakışmış. Allah sizleri ana-babalarınıza, milletimize, ümmetimize bağışlasın (ÇM/90–91).

3.2.3. Evlenme

Milletimizin övünçle ifade edebileceğimiz değerlerinden biri ailedir. “Ev”lenme, kelimesinin kendisi bile başlı başına bir kültürü barındırır. Toplumumuzda, insanların yalnız bırakılmadığı iki önemli andan, sevinçli olanı evlenme törenidir. Evlilik, binlerce yıllık birikimimizde yerini koruyan en güçlü kültür değerlerimizdendir. İslamiyet’in de evliliği teşvik ettiğini göz önünde bulunduran halkımız, bu kavrama büyük önem vermiştir.

Evlilikle ilgili folklorik ögeler, evlenme öncesinden evlilik anına ve güvey adetlerine kadar geniş bir yelpazede karşımıza çıkıyor. Mehmed Niyazi’nin romanlarında “nikâh”la ilgili birkaç tasvir vardır. Bunlardan ilkinde “imam nikâhı” kıyılmaktadır. Burada dikkati çeken nokta, nikâhı kıyacak olan imamın, resmi nikâhın olup olmadığını sormasıdır. Yani imam, resmi nikâha önem vermektedir.

Caminin imamı komşularıydı; Hafize zilini çaldı. Kapıyı imamın hanımı çaldı, sanki duası kabul olmuştu; çünkü hanımına daha rahat söyleyebilirdi.

−İmam Efendiyi, uygun bulacağı iki şahitle beraber akşam yemeğine davet ediyorum. Sonra da bizim oğlanın nikâhını kıyarlar. İnşallah bir başka işi yoktur.

−Herhalde yoktur Hafize Hanım; söylerim efendim.

Akşam imam iki şahitle eve gelince, Kartal olumsuz bir tepki göstermedi. Meral sevincinden uçuyordu; nerdeyse koşup, kaynanasının boynuna sarılacaktı.

Yemek yendikten sonra, nikâhı kıymadan önce imam sordu: −Resmi nikâhları var mı?

Hafize’nin başından aşağı kaynar sular döküldü:

−Yok, İmam Efendi; fakat yarı muamelelerine başlayacağız.

−Ben resmi nikâhı olmayanların, dini nikâhlarını kıymam; ama size güveniyor, ihmal etmeyeceğinize inanıyor ve nikâhlarını kıyıyorum (DD/331–332).

Yemen Ah Yemen romanında “görücü usulüyle” evlenen bir roman kahramanından söz edilmektedir.

Görücü usulüyle evlenen Necati Bey, Yemen’de mutlu bir hayat sürüyordu (YY/18).

3.2.4. Hacca Gitme Törenleri

Benzer Belgeler