• Sonuç bulunamadı

G- BAZI HADİS USULÜ KONULARINA YAKLAŞIMI

2- Hadis Çeşitleri

İbnü’l-Cezerî burada öncelikle hadis çeşitlerini ortaya koymaya çalışmıştır. Temelde hadisin çeşidinin üç olduğunu ifade etmiştir. Bunları sahih, hasen ve zayıf hadis olarak sıralayabiliriz.

Sahih Hadisler:185 Şâz ve illetli olmadan Peygamber’e (as), bir sahâbiye veya sonrakilerden birisine varıncaya kadar adalet va zabt sahibi kimselerin, yine kendileri gibi adalet ve zabt sahibi kimselerden muttasıl senetlerle rivâyet ettikleri hadislerdir. Bu tanıma göre munkatı’, mürsel ve mu’dal hadisler sahih değildir. İbnü’l-Cezerî bu tanımı şekten ve şüpheden uzak bir tanım olarak (doğru bir tanım olarak) nitelendirmektedir. İbnü’l-Cezerî sahih hadisi iki kısma ayırmıştır. Bunlar

182

İbnü’l-Cezerî, el-Muhtasar fî İlmı’l-Hadis, 1a.

183

İbnü’l-Cezerî, age., 1b.

184

Sehâvî, el-Ğaye fî Şerhi’l-Hidâye fî İlmi’r-Rivâye, I, 226-227.

185

sahih lizâtihî ve sahih ligayrihî’dir. En güvenilir olan ve kabul şartlarının tamamını taşıyan sahih hadis çeşidi sahih lizâtihîdir. Ayrıca sahih hadislerin kendi aralarında farklı derecelerinin olduğunu belirtmiştir.186

Hasen hadisler:187 Hasen hadisin tanımında ihtilaf edilmiştir. Ebû Süleyman el-Hattâbî (388/998) şöyle demiştir: “Mahreci bilinen ve ricâli meşhur olan hadistir.” Hadislerin çoğu bu türden hadislerdir. Âlimlerin çoğunun kabul ettiği ve fakihlerin genelinin delil olarak kullandığı hadislerdir. “Mahreci bilinen” ifadesiyle, munkatı’ hadis ve tedlisi ortaya çıkmadan önce müdellisin rivâyet ettiği hadiste tanımın dışında tutulmuştur. İbn Dakîk el-‘Îd ( 702/1302), bu tanım sahih hadis için de geçerlidir diyerek bu tarife itiraz etmiştir. Daha sonra İbnü’l-Cezerî; Şeyh Tacettin Tebrîzî (746/1345), Irâkî (806/1404) ve Mevlânâ Şemsettin el-Kûrânî (705/1305)’nin görüşlerini aktardıktan sonra kendi görüşünü şöyle açıklıyor. “Ben derim ki, evet doğrusu İbn Dakîk’in söylediğidir…”188

Ebû Îsâ et-Tirmizî : “Hasen hadis, isnadında yalan ile itham edilmiş bir kimse bulunmamakla beraber şâz da olmayan ve kendisi gibi başka yollardan rivâyet edilen hadislerdir.” Hafız Ebû Abdillâh Muhammed b. Ebî Bekir el-Mevvâk (642/) bu tanıma itiraz etmiş, sahih hadisin de şaz olmadığını ve ravîlerinin yalanla itham edilmediğini aksine sika olduklarını söylemiştir. Bu bakımdan hasenle sahih hadisin bir farkı kalmamaktadır. Ona göre her sahih hasendir ama her hasen sahih değildir.

İbnü’l-Cezerî: “Hafız Ebû Abdillâh Muhammed b. Ebî Bekir el-Mevvâk (642/)’ın ifade ettiği şeye şöyle cevap verilebilir: Tirmizî’nin maksadı hasen hadisin bir vasfını söylemektir. Böylece zayıf hadis mertebesinden daha yüksekte olduğu, ama zayıf hadisten de ayrıldığı belirtilmiş oluyor. Sahih hadisten ayrılmasına gelince; o, sahih hadiste mevcut olan bazı özelliklerin hasen hadiste olmamasıyla sahih hadisten ayrılmaktadır ki, çünkü hasen hadiste kendisine has eklerle beraber göz önünde bulundurulan şartlar kaçınılmaz olarak sahih hadiste de vardır.189

Bundan sonra İbnü’l-Cezerî hasen hadisle alakalı çeşitli meselelere değinmiştir. Şöyle ki:

186

İbnü’l-Cezerî, el-Muhtasar fî İlmı’l-Hadis, 12a.

187

Sehâvî, el-Ğaye fî Şerhi’l-Hidâye fî İlmi’r-Rivâye, I, 245-250.

188

İbnü’l-Cezerî, el-Muhtasar fî İlmı’l-Hadis, 23a.

189

1) Hasen hadis; sahih hadis bütün râvilerinin adalet, zabt ve itkan sahibi olmaları şart kılındığı ve hasen hadiste böyle bir şartın aranmadığı için, kusurlu olsa da hüccet olması hususunda sahih hadis gibi olan hadislerdir. İbnü’s-Salâh (642/1244) ve muhaddislerden hasen hadisi ayrı bir çeşit saymayan kimseler; hüccet kabul edilenler kapsamında olduğu için bu hadisleri sahih hadis kapsamında değerlendirmişlerdir. İbnü’s-Salâh şöyle demiştir: “Haseni sahih diye isimlendirenler, daha önce onu açık bir şekilde tanımı geçen sahih hadisin aşağısında yer aldığını inkâr etmemişlerdir. Öyleyse bu ihtilaf manada değil lafızdadır.”190 Bu tanımdan sonra İbnü’l-Cezerî kendi düşüncesini açıklamaktadır: Hüccet kabul edilenler kapsamında olduğu için bu hadislerin sahih hadis kapsamında değerlendirilmesi iki bakımdandır; birisi, hüccet kabul edilmesi açısından ortak olduğu için sahih hadislere hasen denmesi mecâzîdir. Bu durumda ihtilâf ifade edildiği gibi manada değil, lafızda olur. İkincisi, ifadeden ilk bakışta anlaşılan hasen hadisin, sahihin bir karşılığı olarak kullanılmadığıdır. Aksine onun bir bölümü kılınmış ve alt başlığı yapılmıştır. Çünkü sahih hadis, hüccet kabul edilen anlamında kullanılınca hasen hadis onun çeşitlerinden birisi olur. Böylece ona isim verilmesi doğru olup buradaki tartışma da kavramsal olur. İfade ettiğimiz şeylere göre Mevlanâ Şemsettin el-Kûrânî’nin; hasenin özel anlamda sahihin zıddı olduğu ama hüccet bakımından sahihle ortak olduğu için, esnek davranılarak ona bu adın verildiğini gerekçe göstererek İbnü’s-Salâh’ın “Öyleyse bu ihtilaf manada değil lafızdadır,” şeklindeki görüşünün tahkike muhtaç olduğu şeklindeki iddiasının geçersiz olduğu ortaya çıkmaktadır.Çünkü hasen özel anlamda sahihin zıddı olduğu ama hüccet bakımından sahihle ortak oldukları için esneklik getirmek üzere bu ad verilmiştir.191

2) Kuşkusuz ki bazı hadisler "سأﺮﻟا ﻦﻣ نﺎﻧذﻷا" (kulaklar baştandır) hadisi gibi- çeşitli tariklerden birçok senetlerle rivâyet edilmiş olsa da, birbirlerini desteklemiş de olsalar zayıflıktan kurtulup hasen olmazlar. Çünkü hadisteki her zafiyet o hadisin çeşitli tariklerden gelmesiyle ortadan kalkmaz. Çünkü zafiyet farklıdır. Şayet râvî sıdk ve diyânet ehlinden olup da hafıza zafiyeti sebebiyle rivâyet ettiği hadis zayıf kabul edilmişse, bu hadisin diğer yollardan gelen hadislerle

190

İbnü’s-Salâh, Osman b. Abdurrahman, (643/1245) Mükaddime fi Ulûmi’l-Hadîs, Beyrut, 2007, s.40.

191

zayıflığı ortadan kalkar. Çünkü aynı hadis başka yoldan gelince bu ravînin söz konusu hadisi ezberlediği, zabtına ve yaptığı nakle bir halel gelmediği anlaşılır. Nitekim hâfız bir imamın naklettiği mürsel bir hadiste biraz zayıflık varsa, bu hadis başka bir yoldan rivâyet edilince zayıflık ortadan kalkar. Zayıflık ağır ise bu durum onun zayıflığını ortadan kaldırmaz ve onu sağlamlaştırmaz. Bu durum ravînin yalancılıkla itham edildiği ve hadisin şâz olduğu durumlar için geçerlidir. Yani bu durumdaki bir hadisi, diğer tarikten rivâyet edilen hadisler güçlendirmez.192

3) Ravîsi doğrulukla ve adaletle meşhur olan, bunun yanında başka tariklerden de rivâyet edilen hasen hadis. Böyle bir hadis güçlenmiş ve sahih derecesine yükselmiş olur.193

4) Hasen hadisin bilinmesinde Ebû İsâ et-Tirmizî (279/892)’nin kitabı esastır. Kendisi bu ismi kullanmış ve el-Câmî’inde de çok zikretmiştir. Ahmed b. Hanbel (241/855) ve Buhârî (256/870) gibi kendisinden önceki çağdaki şeyhlerin ve kendi şeyhlerinin bazı ifadelerinde de bu isim geçmektedir. İbnü’s-Salâh (643/1245) der ki: Hasen hadisin çokça zikredildiği kitaplardan biride Ebû Dâvûd es- Sicistânî’nin süneni’dir. Ondan bize rivâyet edildiğine göre o şöyle demiştir: “Onun içinde sahih olanı, ona benzeyeni ve ona yakın olanı zikrettim.” Yine bize, her bâbda en sahih bildiği hadisleri zikrettiği ve şöyle dediği aktarılmıştır: “Kitabımda aşırı zafiyet olup da açıklamadığım hiçbir hadis yoktur. Hakkında hiçbir şey söylemediğim ise sâlihtir. Bunların bir kısmı diğerinden daha sahihtir.” (İbn Salâh) şöyle demiştir: “Buna göre onun kitabında bulduğumuz mutlak olarak ifade edilen, Sahîhayn’ın birisinde olmayan ve hasenle sahihi farklı gören hiç kimsenin sıhhati konusunda bir şey ifade etmediği her hadisin Ebû Dâvûd’a göre hasen olduğunu anladık. Ama başkalarına göre bunlar hasen olmayabilir…”194 Buna Ebû Abdillah b. Muhammed b. Reşid şöyle itirazda bulunmuştur: “Ebû Dâvûd’un zayıflığı hakkında bir şey söylemeyip bir başkasının da sıhhati hakkında bir şey söylemediği hadisin Ebû Davûd’a (275/888) göre hasen olduğu anlamına gelmez. Zira başkalarına göre sahih olmasa da, hadis ona göre sahih olabilir…

192

İbnü’l-Cezerî, el-Muhtasar fî İlmı’l-Hadis, 27a-b.

193

İbnü’l-Cezerî, age., 27a.

194

5) İbnü’l-Cezerî diğer farklı görüşleri vekendisine yöneltilen sorulara cevapları aktardıktan sonra kendi görüşünü şöyle belirtmektedir. “Gördüğün gibi bu cevap tatmin edici değil. Aksine Ebû Dâvûd ‘Onun (Sünen’in) içinde sahih olanını, ona benzeyeni ve ona yakın olanı zikrettim.’ Ve ‘Kitabımda aşırı zafiyet bulunan bir hadis varsa onu açıkladım. Hakkında hiçbir şey söylemediğim hadis ise sâlihtir. Onların da bir kısmı diğer kısmından daha sahihtir’ deyince, onun şöyle demek istediği söylenir: Biz şunu anladık ki, onun kitabında hakkında hiçbir şey söylemediği şeyler iki kısma ayrılır: Bunlar sahih ve hüccet olarak kabul edilmeye elverişli olan gayr-i sahihtir, bu da hasendir. İbnü’s-Salâh: “Bu çağlarda sırf isnada itibar ederek sahih hadisleri diğerlerinden ayırmak nerdeyse imkânsızdır. Çünkü rivâyetinde kitabında bulunan bilgilere itimat eden kişi, o isnadın ricalinde hıfz, zabt ve itkan bakımlarından sahih hadiste şart koşulan şeylerden yoksun olduğunu görür. Öyleyse iş, sahih ve haseni tanıma konusunda hadis imamlarının güvenilir ve meşhur tasniflerinde belirttikleri şeylere güvenmeye gelip dayanıyor.”195 Ona göre hadis imamlarının hakkında hiç bir şey söylemediği ve Sahîhayn’da bulunmayan hadisler hasen, Sahîhayn’da bulunanlar ise sahih oluyor. Soruyu soran kişiye göre Ebû Dâvûd’un, hakkında zayıf olduğuna dair bir şey belirtmediği hadisin ve bir başkasının sahih diye belirtmediği bir hadisin Ebû Dâvûd’a göre hasen olduğu sonucu çıkmaz. Çünkü ona göre sahih de olabilir. Aklen sahih olması mümkündür. Fakat bu durum İbn Salâh’ın görüşünü olumlu veya olumsuz anlamda etkilemez. Şayet ifade “hadis imamlarına göre böyle bir sonuç çıkmaz” şeklinde kayıt altına alınmışsa, bu İbn Salâh’a mal edilmez. Çünkü sıhhati hakkında güvenilir olanlardan birisi bir şey belirtmemişse o hadisin sahih olduğuna hükmedilmez. Güvenilir olanların sıhhati hakkında bir şey söylemediği söz konusu bu hadisler için sahih olarak değil, hasen olarak hükmedilir.

Sonra Ebu’l-Feth el-Ya’murî (734/1333), İbn Reşîd (731/1321)’in eleştirisini güzel bulup İbn Salâh’a itirazda bulunmaktadır.196

Bu görüşler karşısında İbnü’l-Cezerî şöyle demektedir: İmam Müslim sahih olduğuna hükmettikten sonra kitabında tahriç ettiği hiçbir hadise kimse bu hadis ona

195

İbnü’s-Salâh, age., s.17.

196

göre (Müslim’e göre) hasen diye hükümde bulunamaz. İmam Ebû Dâvûd öncelikle “Onda sahih olanı, ona benzeyeni ve ona yakın olanı zikrettim” diyor, ikinci olarak da “Hakkında hiçbir şey söylemediğim şey ise sâlihtir” diyor. Onun bu ifadesi, hüccete elverişli olanlardan sahih olmayan hadisleri kitabında zikrettiğine delildir. Bu da hasenden başkası değildir. Ebû Dâvûd’un “ona benzeyen” derken kastettiği sahihe benzeyen hadistir.“ona yakın olan” derken “onunla” ifadesinden zikri geçenlerin (sahih ve sahihe benzeyen) kasdedilmesi akla gelmemektedir, hatta vehme bile yaklaşmamaktadır. Çünkü kelam akla ilk gelenin aksine konusulmuş olsa dahi müstedrek olur. Bu durumda o zaman bunların hepsi sahih olur. Müstedrek olmayı def (istidrakliği çıkarmak) için sahih hadisi onun bir mertebesi şeklinde yorumlamak mümkün değildir. Çünkü o bu mertebelerden hiçbirine delalet etmeyip mutlaktır. “O da salihtir.” sözünden sonra “onların bir kısmı diğer bir kısmından daha sahihtir” sözüne gelince bunun, delil bakımından onların bir kısmı “daha sahih” veya daha önce geçen ifadeden de anlaşılacağı gibi “daha elverişli” anlamında “daha sahih” şeklinde yorumlanması gerekir. Kuşkusuz o, “hakkında bir şey söylemediğim şeyler salihtir” yani delil olmaya elverişlidir deyince, sahih olanların aralarındaki farkı belirtmek açısından onları iki kısma ayırdığına dikkat çekmiş oluyor.197

6) “el-Mesâbîh” in sahibi İmam Begavî (516/1122) hadisleri “sıhâh” ve “hısân” diye ikiye ayırmaktadır. O böyle yapmakla zikredilen istilahları tatbik etmiş olmuyor. Aksine “sıhâh” tabiriyle Sahîhayn’de veya onların birisinde geçenleri kastediyor, “hısân”la da Ebû Dâvut ve Tirmizî gibilerinin kitapları gibi sünenlerde geçenleri kastetmektedir. İbnü’l-Cezerî burada İbnü’s-Salâh’ın görüşlerini de aktardıktan sonra kendi düşüncesini söylemektedir. Ona göre: Beğavî, kitabında bu kelimelerin ıstılahî tabirler olduğunu açıklamadan Sahîhayn’dan aktardığı hadislerle diğer kitaplardan aktardığı hadislerin arasını ayırmak isteyince herkesin dilediği tabiri kullanmasında tartışmaya yer yoktur. Sanki o böyle yaparak, Sahîhayn’de geçen sahih hadislerle diğer kitaplarda geçen sahihlerin arasını ayırmış, Sahîhayn’da geçenlere “sıhâh”, diğerlerine de Sahîhayn’de geçenlere göre “hısân” demiş gibi

197

oluyor. Böylece diğerlerinde geçen hadislerde “hısân” tarafı ağır basmış ve onları böyle nitelendirmiştir.198

7) Senetlere göre tasnif edilenlerin bâblara göre tertibi gözetmeden, her sahabeden gelen hadislerin belli bir sıraya göre ayrı ayrı toplandığı kitapların “Müsned” diye isimlendirildiğinin bilinmesi gerekir. Bunun örneği, Ebû Dâvûd et- Tayâlisî’nin (203/818) müsnedidir. Bunun müsnetlerin ilki olduğu söylenmektedir. Müsnedler delil ve güven bakımından sünenlerin aşağısındadırlar. Müsnedlerde takip edilen metod hadisin hüccet olup olmayacağını dikkate almadan her sahabinin müsnedinden, rivâyet ettikleri her hadisi tahriç etmektir. Bu kitapların müelliflerinin mertebeleri Kütüb-i Hamse’nin ve bâblara göre telif edilmiş kitaplardan Kütüb-i Hamse’ye katılanların müelliflerinin mertebelerinden yüksek olsa da fark etmez.199

8) Sahih hadisi isnadına göre isnadı sahih veya hasen şeklinde nitelendiriyorlar. Çünkü hadis şâz olması sebebiyle veya illetli olması sebebiyle sahih olmadığı halde ricalinin sika olması sebebiyle isnadı sahih olabilir. Burada İbnü’l-Cezerî, İbnü’s-Salâh’ın (643/1245) görüşünü aktarıyor. Ona göre böyle bir hadis “sahîh fî nefsihî” dir. Çünkü bu hadiste asıl olan ve zahir olan kendisinde bir illetin ve kusurun olmamasıdır. İbnü’l-Cezerî, bazılarına göre aynı durumun hasen hadisler için de geçerli olduğunu aktarıyor.200

9) Tirmizî ve daha başkaları hasenle sahihin arasını birleştirerek tek bir ifadeyle “bu hadis hasen sahîhtir” demektedirler. Daha önce açıklandığı gibi hasen, sahihten daha noksan olduğu için bu ifadede problem vardır. Burada noksan olanla olmayan birleştirilmiş oluyor. İbnü’l-Cezerî bu konuda İbnü’s-Salâh’ın görüşünü aktarıyor. Ona göre bir hadis iki isnatla rivâyet edildiği zaman isnatlardan birisi hasen, diğeri sahih olursa hadisin hasen sahih olduğu söylenebilir. Yine ona göre hasen tabiriyle ıstılahî değil de lügat anlamın kastedildiği aklen mümkündür. İbnü’s- Salâh’ın bu görüşünden sonra İbnü’l-Cezerî, İbn Dakîk el-Îd’in (702/1302) ona itirazını aktarmaktadır. O, böyle bir hadisin sadece bu lafızla ve bu tarikten geldiğini söylemiştir. Bunu Tirmizî’nin söylediğini ifade etmektedir.201

Lügat anlamda “hasen” lafzının kullanılmasına gelince mevzu hadiste lafız

198

İbnü’l-Cezerî, el-Muhtasar fî İlmi’l-Hadis, 31a, 31b.

199

İbnü’l-Cezerî, age., 31b.

200

İbnü’l-Cezerî, age., 32a.

201

güzel olunca bu durumda hasen tabiri onun hakkında da kullanılabilir. İbnü’l-Cezerî kendi düşüncesini şöyle açıklamaktadır: “İbn Dakîk el-îd’in cevabı sağlıklı değildir. Çünkü (isnatta) yüksek derece olan hıfz ve itkanın bulunması sıhhatte yeterli değildir. Aynı şekilde onda (hasenin isnadında bulunan) sıdk derecesinin de bulunması gerekir. Çünkü sıhhat bunların hepsinin varlığıyla gerçekleşir. Dolayısıyla ona “hadis, düşük sıfat bakımından hasen, yüksek sıfat bakımından da sahihtir denilmesi doğru olur” sözü doğru değildir. Şeyh Ebû Amr İbnü’s-Salâh’ın ifade ettiği (hasenin lügat anlamında kullanılmış olabileceği) hususuna gelince bu düşünce akla “fert hadis” tabirini getiriyor. Dolayısıyla bu hususta hasen tabirinin sözlük anlamında kullanıldığını gösteren bir karineye ihtiyaç vardır. Bu sebeple sanki İbnü’s-Salâh, ilaveten ikinci cevabı (lügat anlamında kullanıldığına dair ileri sürdüğü görüş) vermiş gibidir. Öyleyse bizim bu probleme cevap vermemiz gerekir. Bu hadis, bu tarikın dışında başka bir tarikle de rivâyet edilmiş hasen hadistir. Böylece hasen derecesinden sahih derecesine yükselmiş oluyor. Muhammed b. Amr (145/762)’ın Ebû Seleme’den rivâyet ettiği hadiste geçtiği gibi o, itkan sahibi olmadığı için hasen, başka tariklerden rivâyet edildiği için de sahih oluyor. Böyle bir hadis için şöyle demek doğru olur: ‘Asıl itibarıyla hasen, başka tariklerden gelen rivâyetin kendisine katılması bakımından da sahihtir.’ İkinci cevaba yaptığı itiraza gelince (Bu itiraz; “Lügat anlamda “hasen” lafzının kullanılmasına gelince mevzû hadiste lafız güzel olunca bu durumda hasen tabiri onun hakkında da kullanılabilir.” (şeklinde geçmişti.) Biz böyle bir şeyin zorunlu olduğunu kabul etmiyoruz. Zira kendisinde bir kırmızılık bulunan bir adam için “kırmızı adam” denilmesi zorunlu değildir. [Tıpkı bunun gibi içinde güzel bir şeyin bulunduğu hadisin tamamına da hasen denilmez.] Böyle bir isimlendirmenin doğru olduğunu var sayarsak (söz konusu hadisin) ifadelerine gönlün meyletmesi ve kalbin reddetmemesi anlamında böyle bir isimlendirmeye engel yoktur. Çünkü bu anlamda hasenin Nebi (as)’e yalan isnat edilmesi bakımından çirkin olması, çelişki doğurmaz. Lafızları güzel, akıcı ve fasih olduğu zaman bir sözün lafız bakımından hasen olması, Peygamber (as)’den böyle bir söz sâdır olmadığı için sözün ona isnat edilmesi bakımından da çirkin olması mümkündür.” Bu sözlerden sonra İbnü’l-Cezerî, “üstâd” diye nitelendirdiği Mevlanâ Şemsettin el-Kûrânî (705/1305)’nin bu itiraza verdiği cevabı aktarmaktadır. O şunları söylemektedir: “Şüphesiz mevzû (hadis) icma ile reddedilmiştir. Reddedilmiş hadisin icma ile hesen diye nitelendirilmesi, onun (reddedilmiş hadisin) bazılarına

göre hasen diye nitelendirilmesinden daha batıldır. Bunu, tenezzül edip kabul etsek bile bunun faydası olmaz. Çünkü soru zayıf hadisin diğer kısımları hakkında bakîdir. Zira mu‘dal, muallel, munkatı’, mürsel vs. zayıf hadis kısımlarının hasen diye nitelendirilmesi hususunda da bu cevabın verilmesinin zorunlu olduğu belirtilmelidir.” El-Kûrânî, mevzû hadisi özellikle zikretmiştir. Çünkü ondaki fesat diğerlerinden fazladır202

Zayıf Hadisler:203 Zayıf hadis sahihlik ve hasenlik şartlarını taşımayan

hadislere denilir. Zayıf hadisin birçok çeşidi vardır. Bunlar maklûb, şâz, münker, muallel… vb. dir. Zayıf hadislerdeki bu çeşitliliğin sebebi zayıflık derecelerinin farklı olmasındandır.

Mürsel Hadis:204 Bunun tanımında ihtilaf edilmiştir. Meşhur olan tanıma göre tabiînin sahabeyi atlayarak doğrudan Nebî (as)’e ref ettiği hadistir. Bu tâbiî ister onların büyüklerinden olsun, ister küçüklerinden olsun fark etmez. Bazılarına göre küçük tâbiînin ref etmesine mürsel hadis denmez. Zira bu tâbiîn birkaç sahabeyle karşılaşmamıştır. Bu görüşü İbn Abdilberr (463/1071) bir grup muhaddisten aktarmıştır. İsnadından herhangi bir ravî düşen hadisin de mürsel olduğu söylendi. Buna göre Mürsel hadisin alanı genişletilmiş oluyor. Buna göre mürselle munkatı’ bir olur. İbnü’l-Cezerî kendi görüşünü şöyle ifade etmiştir: “İsnadından bir ravîsi düşen hadise fıkıhta ve fıkıh usûlünde daha çok mürsel dendiği bilinmektedir. Hatîb (463/1071) muhaddislerden aldığı görüşe göre şöyle dedi: Şu kadar var ki, mürsel tabiri daha çok Tâbiînin Resûl (as)’den rivâyet ettikleri için kullanılır. Tebeu’t- Tâbiîn’in Resûl (as)’den rivâyet ettiklerini ise mu’dal olarak isimlendiriyorlar.205

Burada İbnü’l-Cezerî “teznîb” adı altında konuya ek yapmıştır. Mürsel hadisin delil kabul edilip edilmeyeceği konusunu ele almaktadır. Buna göre; âlimler bu konuda ihtilâf etmişlerdir. İmam Mâlik (179/795), Ebû Hanîfe (150/767), Ahmed (b. Hanbel) (241/855) ve fakihlerin çoğu delil kabul etmektedirler. Tâbiûn, hadisi isnat edip, rivâyeti kendisinden rivâyet ettiği kişiye dayandırdığı zaman ve “Rasûl (as) şöyle dedi” şeklinde bir ifade kullandığı zaman bunu ancak hadisin sahih

202

İbnü’l-Cezerî, el-Muhtasar fî İlmi’l-Hadis, 34a, 34b.

203

Sehâvî, el-Ğaye fî Şerhi’l-Hidâye fî İlmi’r-Rivâye, I, 257.

204

Sehâvî, age., I, 272-278.

205

olduğunu bilme konusunda ictihat ettikten sonra yaparlar. Şâfî, mürsel hadise kendisini güçlendirecek bir şey katılırsa delil kabul etmektedir. Bu da, müsnet veya mürsel olarak başka tarîkten rivâyet edilmesiyle, bazı ashâbın veya âlimlerin çoğunun amel etmesiyle olur. Bu konuda İbnü’l-Cezerî kendi düşüncesini şöyle açıklamaktadır: “Sahîh-i Müslim şerhinde Nevevî (676/1277) ve Üstâd İmam Ebû İshak el-İsferâinî eş-Şâfî (418/1027) şöyle demiştir: Mürsel ancak sahabeden rivâyet edildiğini söylersek delil kabul edilir. Irâkî (806/1403), İsferâinî’nin görüşünü iyi bulmamaktadır. “Câmi‘u’l-Usûl” sahibi ve kıyası tercih edip mürseli reddeden İbnü’l-Esir el-Cezerî (606/1209) şöyle dedi: Tâbiî ve Sahabi haber-i sarîhiyle veya

Benzer Belgeler