• Sonuç bulunamadı

2.1. Olumsuz Nihilizm

2.1.1. Hınç Duygusu

Hınç durumunu anlamak için Nietzsche’nin dikey bir hiyerarşi olarak gördüğü efendi ahlakı ve köle ahlakı arasındaki ilişkiyi doğru anlamamız gerekmektedir. Nietzsche, efendi ve köleyi kuvvetler ilişkisinin olduğu her yerde görmektedir. Efendi etkin kuvvetlerin, köle ise, tepkisel kuvvetlerin hâkim olduğu yerde bulunur. Esasında yaşamın kendisi bunlardan başka

49Peter Berkowitz, Nietzsche: Bir Ahlak Karşıtının Etiği, Çev: Ertürk Demirel, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2003, s.116

50 Deleuze, N v F, s.116

51 Deleuze, NVF, s. 116

27

bir şey yoktur. Bu durum değer verme yetisine sahip insan yapısının hangi biçim ve motivasyonlarda çalıştığını ortaya koymayı gerektirir.

Nietzsche, insan zihninin -Freud’un topik varsayımında olduğu gibi- bilinç ve bilinçdışı olmak üzere ikili sistemden meydana geldiğini düşünmekteydi. Bilinçdışı, anlık uyarımları uzun süreli izlere dönüştüren sistem, bilinç ise, algılanabilir uyarımları alma maharetini gösteren fakat bunları kendinde saklayacak bir belleğe sahip olmayan sistem olarak tanımlanmaktadır.

Nietzsche, nihilizmin ortaya çıkışının temelinde yatan hınç durumunu iki şekilden düşünmekteydi: Bunlardan ilkini, zihin yapısındaki sistemde bilinç’e yerleştirilen bellek ve izleri tepkisel kuvvetlerin ele geçirmesiyle açıklamaktadır. “Hınç, tepkisel kuvvetlerin etkin kuvvetlere üstün geldikleri bir tipi ifade eder.”52 (Tepkisel kuvvetlerin yer değiştirmesi, bilincin izler belleği tarafından ele geçirilmesi).

Nietzsche, hıncın ikinci türü olan intikamı, kuvvetler çatışmasında tepkisel kuvvetlerin zaferiyle sonuçlanan bilinç durumunun ortaya çıkarttığı tepkisel tipler olarak açıklamaktadır.

(İzlerin belleği intikam ruhunu canlandırdığı ve sürekli bir suçlama yürüttüğü için tipsel bir özelliğe dönüşmesi). Deleuze, Nietzscheci bir tipi, kuvvetler çatışmasında ortaya çıkan

“biyolojik, psişik, tarihsel, toplumsal ve politik bir gerçeklik olarak tanımlamaktadır.” Tipler iki farklı şekilde oluşurlar: Etkin tip, etkin kuvvetlerin hâkimiyetinin olduğu “normal”

durumu, tepkisel tip ise, tepkisel kuvvetlerin etkin kuvvetleri yapabildiklerinden ayırarak zafer kazandığı hastalık halindeki durumu ifade eder.

Hınçlı insanın en önemli özelliği bilincin belleksel izlerce işgal edilmesi, belleğin bilinci ele geçirmesidir. Bilincin hatıralarla kirletilmesi ve unutuşun yasaklanması tepkisel kuvvetlerin en büyük mahareti olarak görülmektedir. Bu bağlamda unutkanlığı ortadan

52 Deleuze, NVF, s.146. --- Etkisel ve tepkisel kuvvetler bahsi güç istenci bölümünde incelenmiştir. --

28

kaldırma çabası tüm hınç ve intikam durumlarının beslediği esas dürtülerdir. Böylesi hastalıklı bir tip tersyüz ettiği kuvvet ilişkisiyle değer koyma konusunda kendisini söz sahibi görmektedir. İşte nihilizm de esasında bu yanılgının sonucu olarak ortaya çıkar. Yani yanlış iç güdelerin ortaya koyduğu değerlerden kurulu törelerin (kurgunun) hâkimiyetiyle oluşmuştur;

bir başka değişle köle ahlakı, güçsüzler, yoksunlar, hastalar, acı çekenlerin sahte egemenliğinde ortaya çıkmaktadır. Nietzsche, nihilizmin bu tipte değer koyma hikâyesini şöyle tasvir etmektedir:

Yahudilerdi, aristokratik değer eşitliğine

(iyi=soylu=güçlü=güzel=mutlu=Tanrının sevgilisi) karşı çıkarak, onları tersine çevirmeye çalışan, bu tersine çevrilmeyi, korkunç bir tutarlılık içinde dipsiz nefretlerinin (güçsüzlüğün yol açtığı nefret) dişleriyle sağlayan; yani

“yalnızca sefiller iyidir, yoksullar, güçsüzler, yoksunlar, hastalar, acı çekenler dindardır yalnız; yalnızca onlar Tanrının övgüsüne layıktır – bunun dışındakiler, soylular, güçlüler, ebediyen zalim, iç karartıcı, hırslı, doyumsuz, Tanrısız, ebediyen uğursuzdunuz, lanetlenmiş beddua almış!....53

“Bu yolla ahlak alanındaki köle devrimi, soylu değerler sistemini geri çevirip iyiyi aşağı-köle- olanla eşitlemeye başladı. Bu tersine çevirme, tehlikeli intikam ve nefret ruhunu değerlerin yaratılması diye sundu. Bu yüzden ahlak, anladığımız kadarıyla, güçsüzün güçlü üzerindeki bu “intikamcı” güç istenci içinde –kölenin efendiye karşı ayaklanmasında- kendi köklerine sahiptir. İyinin peşinden gelen –merhamet, diğerkâmlık, alçak gönüllülük gibi- değerleri geliştiren, bu görülmez, yeraltındaki kindir.”54

Anlaşılacağı üzere Nietzsche, hıncın ortaya çıkışının, bir başka değişle tepkisel kuvvetlerin zaferinin, bilincin “hakikat istencinin” etkisinde kullanılmasından kaynaklandığını söylemektedir. Köleci ahlak bilincinin, izler belleğinin kazındığı unutmamayı

53 Nietzsche, AS I. S.48

54 Saul Newman, “anarşi” http://anarsi.info/metinler/35-post-anarsizm/83-anarsizm-ve-hinc-politikasi, 11.04.2014, 22:13

29

kendisine görev edinmekle intikam halini sürekli dinç tutan bir tavrı ortaya çıkarttığı görülmektedir.55 Bu tipin en önemli özelliği ise yaşamı ve ötekini olumsuzlamada görülür.

“Köle ahlakı, hınç duygusu tavrıyla –güçlü olma yolunda güçsüz kalmışlığın yol açtığı hınç duygusu ve nefret tarafından- karakterize olur. Nietzsche, hınç duygusunu tamamen olumsuz bir duygu olarak görür, hayatı olumlayan ne ise onu inkâr etme, faklı olan, ‘dışarıda’ olan ya da ‘öteki’ olan ne ise ona ‘hayır’ deme tavrı olarak görür. Hınç duygusu dikkatini kendi üzerine vermekten ziyade, kendi dışına yönelmekle karakterize olur.”56 Bu onun tipolojik özelliği olarak gözükmektedir. “Bu haliyle hınç yaratığının ne isteyebileceğini tahmin edebiliyoruz: Ötekilerin kötü olmasını ister; kendisini iyi hissetmek için ötekilerin kötü olmasına ihtiyacı vardır. Sen kötüsün, öyleyse ben iyiyim: Kölenin temel formülü budur, tipoloji açısından hıncın temelini dile getirir, sözü edilen özellikleri özetler ve kendinde toplar.”57 Efendi ise önce ben iyiyim der; ‘sen kötüsün’ sonuç olarak ortaya çıkar. Bu fark bize kölenin tipik özelliğini gösterir. Nietzsche, bu özelliği şöyle anlatmaktadır:

Değerlendirici gözün bu altüst oluşu hınca aittir; köle ahlakı her zaman ve her şeyden önce karşıt ve dış bir dünyadan doğmak zorundadır.58

Bu yüzden köle önce ötekinin kötü olduğunu ortaya koymak durumdadır. Efendinin olumsuzlaması –sen kötüsün- sonuç olarak ortaya çıkar; bu efendinin saldırganlığıdır; ancak bu saldırganlık, öncülleri olumlamanın gücüyle hareket eden bir sonuç olarak olumsuzlamadaki saldırganlıktır. Köle ahlakı ile efendi ahlakı arasındaki bu olumsuzlama

55 Deleuze, “Nietzsche ve Felsefe” kitabında hınç konusunda etkin ve tepkisel kuvvetlerin ilişkisini şöyle ele almıştır: Tepki üzerinde etkide bulunamayan etkin kuvvetler yapabildiklerinden ayrılmış olur. İz bilinçte uyarımın yerini aldığında tepkinin kendisi etkinin yerini alır, tepki etki üzerinde zafer kazanır. Burada hınçın tanımını buluyoruz. Hınç, aynı anda duyarlı hale gelen ve hareket etmeyi bırakan bir tepkidir.

56 Saul Newman, “anarşi” http://anarsi.info/metinler/35-post-anarsizm/83-anarsizm-ve-hinc-politikasi, 13.04.2014, 14:15

57 Deleuze, NVF, s.155

58 Nietzsche, AS, I, 10.

30

farkını Deleuze şöyle anlatmaktadır: “Nietzsche ısrarla hınç ile saldırganlığı ayırmaya özen gösterir. Onlar doğaları gereği birbirinden ayrılırlar. Hınçlı insan, sonunda bir “kendi” olarak var olabilmek için, önce bir “ben-olmayan” tasarlamalı ve kendisini “ben-olmayanın”

karşısına koymalıdır. Bu kölenin tuhaf tasımıdır: Bir olumlama görünümü için iki olumsuzlamaya ihtiyaç duyar.”59 Nihilizm tam da bu haliyle bir kurgu sanatına dönüşür.

Hakiki dünya yalanı burada ortaya çıkar.

“Hıncın gelişimine, yani etkin kuvvetlerin yapabildiğinden ayrılmasını (çarpıtma), suçlu yerine konmasını (değersizleştirme) ve ona tekabül eden değerlerin tersyüz edilmesini (olumsuzlama) sağlayan işlemlere yol açan, kurgudur. Tepkisel kuvvetler işte bu kurgunun içinde, bir kurgu sayesinde kendilerini üstün olarak tahayyül ederler.”60 Hayatın kendisinde devinim ve çatışma vardır; fakat biz her an, onu inkâr etme, asgariye indirme, sınırlama ve ondan kaçmaya çabalarız. Bu durum tam da, tufandan kurtulmak için sandalı oluşturan insanın apollocu tavrını yansıtır. Tüm nihilizm tarihi bize bunu göstermektedir. “Oluş” hiçbir zaman sabit bir yapma ile dondurulmamalıdır. “Yapma”nın ilk aşaması burada hınç duygusunun öncülüğünde gerçekleşmektedir. Nietzsche, Deccal adlı eserinde hınç duygusunun en temelde Yahudi halkında ortaya çıktığına dair tezini paylaştığı pasajlarda bu konuyu şöyle ele almıştır:

Yaşamın yükselen devinimini, iyi huyluluğu, gücü, güzelliği, kendini onamayı yadsıyabilmek için, burada, tamamen deha haline gelmiş ressentiment (Hınç) içgüdüler, başka bir dünya yaratmak zorundaydı; ki yaşamın onaylanması, düşünülebilecek en alçak ve en kötü şey olarak belirsin.61

59 Deleuze, NVF s. 157

60 Deleuze, NVF, s.162

61 Nietzsche, D, 24.

31 2.1.2. Vicdan Azabı

Tepkisel kuvvetlerin bu çırpınışı, etkin kuvvetleri yapabildiklerinden ayırarak zafer kazanan kurnazlığı, ona bazı bedeller ödetmek durumdaydı. Yaşamdan kaçmak için yaratılan (kurgulanan) yeni dünya, yaşamın onayını reddederken etkin kuvvetleri çarpıtma, gerçekleşme koşullarından mahrum bırakma ve yapabildiklerinden ayırma görevini yerine getiriyordu.

Ancak köleci ahlakın değerleri tersyüz eden bu çabasının bedeli; bastırılan kuvvetlerin içe-dönüşünün, “vicdan azabı” olarak tekrar karşımıza çıkacak olmasıydı. “Fışkırmayan, herhangi bir baskıcı kuvvetin dışarı çıkmalarını engellediği bütün içgüdüler içeriye dönerler: İnsanın

“içselleştirilmesi” dediğim şey budur…”62 Bu mana da vicdan azabının hıncın yerine getirdiği görevi devraldığını görmekteyiz.

“Vicdan azabında yeni bir tip görmüyoruz: Tepkisel tipte ve köle tipinde hıncın neredeyse saf halde olduğu kimi somut çeşitlemeler veya vicdan azabının sonuna kadar gelişerek hıncı kapladığı haller görüyoruz. Tepkisel kuvvetler zaferlerinin aşamalarını kat etmeyi bırakmazlar: Vicdan azabı hıncın uzantısıdır.”63 Nietzsche, yaşadığı temel değişiklik sonrasında çökmek zorunda kalmış insanın, ağır bir hastalığı olarak bahsettiği “vicdan azabının” kökenini şöyle ifade etmektedir:

Dış düşmanlardan ve dirençlerden yoksun insan, zorla törelerin ezici darlığının ve düzenliliğinin mengenesine sıkışmış, hırpalanmış,

“evcileştirilmeye” çalışıldıkça kafesinin çubuklarına vura vura kendini yaralayan, vahşiliğe duyduğu sıla özlemiyle kendini yiyip bitirmiş bu mahrum hayvan, kendini bir işkence odasına, belirsiz ve tehlikeli vahşiliğe dönüştüren varlık, - bu zavallı, bu özlem dolu, bu umutsuz mahkum, “vicdan azabının” yaratıcısı oluverdi. Böylece insanın bugüne dek şifa bulamadığı en büyük, en korkunç hastalık başladı, insanın, insana, kendisine, acı çektirmesi: Hayvansı geçmişinden zorla koparılmasının bir sonucu, sanki yepyeni bir çevreye ve var olma koşullarına bir sıçrayıp düşme, şimdiye dek,

62 Nietzsche, AS, II, 16

63 Deleuze, NVF, s.166

32

kuvvetinin, sevincinin korkunç çirkinliğinin dayandığı eski içgüdülere karşı bir savaş ilanı.64

Nietzsche’de vicdan azabının ikili bir anlamı vardır. Bunlardan ilkinde vicdan azabı bir hastalık olarak tanımlanır: ancak bu gebeliğe benzer bir hastalıktır; der Nietzsche. Bu şu anlama gelir; vicdan azabında içe dönen kuvvetlerin ürettiği acı -bu kendine karşı dönen etkin kuvvetin yarattığı acıdır- bize gerçek (hayvansı) içgüdülerimizi hatırlatması ve onların tekrar doğumunu (patlamasını) müjdelemesi bakımdan anlaşılması gereken bir hastalıktır. Bu tür

“vicdan azabı” etkin kuvvetin içe-dönüşünde ortaya çıkan acının efendi tarafından verilmiş anlamında ortaya çıkan vicdan azabıdır. Acı yaşama karşıt bir şey değil, tersine yaşamın tetikleyicisi, onun besleyici öğesidir. Eğer acının anlamını, efendinin yaptığı gibi, dışsallık olarak kavrar ve anlamını ona göre verebilirsek; bu bize hayatı olumlayacak yeni imkânlar sunar; ancak biz acıya kölenin penceresinden bakar ve onu içsellik olarak anlamlandırırsak hataya düşmüş oluruz. İşte, vicdan azabının Nietzsche’nin eleştirilerine maruz kalan ikinci anlamı da burada ortaya çıkmaktadır.

Suçluluk duygusu olarak vicdan azabı: “Acı için yeni bir anlam, içsel bir anlam yaratılır: Acı bir günahın, bir kabahatin sonucu haline getirilir. Acını günah işlediğin için sen ürettin, kendini de acını üreterek kurtaracaksın. Mahrem bir kabahatin sonucu, bir kurtuluşun iç mekanizması olarak kavranan acı, üretildikçe çoğalan acı, kabahat, endişe, ceza duygusuna dönüştürülmüş acı: İşte vicdan azabının ikinci hali budur.”65 Bu anlamda bütün nihilizm tarihinin, acının anlamının yanlış perspektiften bakılarak verilmiş olmasından kaynaklandığını söyleyebiliriz.

64 Nietzsche, AS, II, 16

65 Deleuze, NVF, s.167

33

Nietzsche, vicdan azabının köklerini ise borçlu-alacaklı ve sorumluluk-suçluluk kavramlarında görmektedir. Nietzsche, vicdan azabının kaynağının yanlış içgüdülerle oluşturulmuş törelerden meydana geldiğini; bu durumun, en eski kabile yaşamlarından günümüz toplumlarına kadar, atalara karşı borçluluk hissiyatından kaynaklandığını söylemektedir. İnsanlığın geçmişine dair genel yaklaşımı şöyledir: Atalarımız bizim var oluşsal güvencemizdir; bu yüzden onlara sürekli şükran duymalı ve adaklarda bulunmalıyız.

Ancak bu kurucu, kahraman veya ata figürü çeşitli boyutlarda dönüşerek en sonunda zorunlu olarak “Tanrı” kılığına yükselmektedir. “Belki de tanrıların bile kökeni budur, böylece korkudan doğmuş bir köken çıkaracaktır ortaya!..” 66 Atalara atfedilen kutsallığın tanrısallaştırmaya kadar gelen serüveninde, borçlu-alacaklı ilişkisinin son tahlilde ömür boyu ödenemez bir hal aldığı sonucuna varılmaktadır. Bu durumun gelebileceği en marjinal hali nihilizm tarihinde Hıristiyanlık ortaya koymuştur. “Artık söz konusu olan borçtan kurtulmak değil, borcun derinleşmesidir. Artık söz konusu olan çekilen bir acıyla borcun ödenmesi değil, insanı o borca bağımlı kılan, sürekli borçlu hissettiren bir acıdır. Acı artık yalnızca borcun faizlerini öder. İçselleştirilmiş acı artık suçluluk haline getirilmiştir. Artık alacaklının da borcu kendi üzerine alması, borcun bedenini üstlenmesi gerekir.”67 Nietzsche bu durumdan Hıristiyanlığın dâhice bir darbesi ve paradoksal bir kurtuluş çaresi olarak bahseder:

Tanrının kendisi, kendisini insanlığın suçu için kurban edecektir; Tanrının kendisi kendine ödeyecektir; insan için ödenemez olanı ödeyebilen tek bir varlık olarak Tanrı- alacaklı kendisini borçlu için kurban edecektir, sevgisinden dolayı (inanalım mı buna?-), borçlusuna olan sevgisinden dolayı!..68

66 Nietzsche, AS, II, 19

67 Deleuze, NVF, s.181

68 Nietzsche, AS, II, 21

34

İsa’nın kendini feda edişi; Nietzsche’ye göre vicdan azabının geldiği son nokta olarak kendini böyle göstermektedir.

2.1.3. Çileci İdeal

Çileci rahibin anlamı şimdi anlıyoruz. Vicdan azabındaki acıyı kötü bir kurgu olarak tasarlayan ve ondan kurtulmanın yolunu devam eden bir kurgulayışta bulan Hıristiyan papazını. “Acıyı, yarayı iltihaplandırarak iyileştiren bu hekim-papazdır.”69Burada insanın tüm endişeleri; korkuları, saçmalığı ve anlamsızlığının bir ideal ile son bulduğu görülmektedir.

“Çileci rahibi, hastalar sürüsünün alnına yazılmış bir kurtarıcı, bir çoban, bir savunucu olarak anlamalıyız.”70 Bu bakımdan çileci ideal, nihilizmin bir proje olarak tamamlanmasına işaret eden son bir hamledir. Önce acı içerisindeki insanı yanlış içgüdülerle hınç duygusuna yöneltti; daha sonra onu bunun sebebinin -geçmişte işlenmiş bir günahtan dolayı- kendisi olduğuna inandırdı. En sonunda ise tüm bu suçluluğa (günah) bir görev (kurtuluş) biçen anlamlılığı kazandırdı: “Çileci İdeali”. Nietzsche, çileci rahibin nihilizm üzerindeki etkisini şöyle görmekteydi:

Rahip hınç duygusunun yönünü değiştirendir. Her acı çeken, içgüdüsel olarak, acısına bir neden, daha kesin söylenirse neden olan bir kişi, dahası neden olan acıyı çekmeye eğilimli suçlu bir kişi arar, - kısacası duygularını herhangi bir bahane ile gerçeğinin ya da kopyasının üstüne boşaltabildiği canlı bir şey: Çünkü duyguların boşaltılması, her çeşit acıyı dindiren narkotikliği elinde olmayarak istemesi. Yalnızca bu, acıyı duygularla uyuşturma isteği bile, öyle sanıyorum ki, hınç alma duygusunun, intikamın ve benzerlerinin gerçek fizyolojik nedenini oluşturur.71

69 Deleuze, NVF, s.168

70 Nietzwsche, AS, III, 15

71 Nietzsche, AS, III, 15

35

Çileci ideal bugüne değin insana anlam veren tek şeydir. Ondan önce dünyadaki varoluş hiçbir amacı yoktu. Çileci idealden önce insan için isteme yer bulunamıyordu; her şey

“boşuna” gibiydi. “Kendini nasıl haklı çıkaracağını, açıklayacağını, evetleyeceğini bilmiyordu; anlamının yarattığı sorundan dolayı acı çekiyordu.”72 Ancak onun için gerçekte sorun teşkil eden şey acının kendisi değildi; esas problem onun anlamsızlığıydı. İşte çileci ideal burada devreye girdi: İnsana tükenmez bir anlam sundu. Bu anlamsızlıktan kurtuluş insanı artık bir istenç sahibi haline getirdi. “İnsan kurtuldu böylece, bir anlam sahibi oldu, artık rüzgârda sallanan bir yaprak, saçmalığın, anlamsızlığın bir oyuncağı değildi, bundan böyle bir şey isteyebilirdi.”73 Ancak bu istem hiçliğin bir istemi olacaktı. “Yaşama karşı gönülsüzlüğü, yaşamın en temel önkoşullarına karşı başkaldırmayı; oysa bu bir istemedir, öyle de kalacaktır!.. İnsan istememeye karşı hiçliği istemeyi seçiyor…”74

Berkowitz, bu bağlamda nihilizmin kurucu öğesi olarak “hakikat istencinin” en açık bir şekilde çileci idealde ortaya çıktığını söylemektedir. Hakikat istencinin değerini veren bir öğe olarak çileci ideali şu şekilde ifade etmektedir: “Bir kere çileci idealin tanrısına duyulan ihtiyaç reddedildiğinde, tanrının öldüğü öğrenildiğinde, artık ‘yeni bir sorun belirir’:

Hakikatin değeri sorunu. Ahlakın kökenini bularak onun değerini belirleme çabası, ahlakın değerinin sorgulanması buyruğunu da doğurur. Bu büyük hakikatin ne olduğu hakkında doğrucu olma istencinden, yani Nietzsche’nin Soykütük’ündeki çileci idealin en yüce şeklinden başka bir şey değildir.”75

Hınç, vicdan azabı ve çileci ideal her ne kadar olumsuz nihilizmi açıklayan kavramlar olarak ele alınmış olsa da, genel mana da nihilizmin çalışma mekanizmasını anlamak için bu kavramların bilinmesi yeterli görünmektedir. Bu kısma kadar Nietzsche’nin ahlakın

72 Nietzsche, AS, III, 28

73 Nietzsche, AS, III, 28

74 Nietzsche, AS, III, 28

75 Peter Berkowitz, Nietzsche: Bir Ahlak Karşıtının Etiği, s. 146

36

kütüğü eserinden hareketle olumsuz nihilizmi nasıl ele aldığını göstermeye çalıştık. Şimdi ise Nietzsche’nin özellikle güç istenci eserinde sunduğu haliyle tepkisel nihilizmi anlatacağız.

2.2. Tepkisel Nihilizm

Tepkisel Nihilizm, bizim sınıflandırmamız itibariyle iki bölümde ele alınmaktadır.

Bunlar Putların Alacakaranlığında anlatılan nihilizm hikâyesinde 4. ve 5. bölümleri ifade etmekteydi. Bu aşamaları;

4. İnsan aklının hakikati keşfedebilecek olması. “Pozitivizm” – “Modern Nihilizm”

5. Hakiki dünyanın ortadan kaldırılışı ve istencin yok edilişi.

Şeklinde ifade edebiliriz. Hatırlanacağı gibi “Hakiki Dünyanın Sonunda Bir Masal Oluşu” başlığı altında felsefe tarihi, Nietzsche tarafından nihilizm tarihi olarak ele alınmıştı.

Bizse buradan yola çıkarak şöyle bir iddiada bulunmuştuk: Nihilizmin kurucu öğesi “hakikat istenci”dir. Hakikat istencinin nihilizmle kökensel bir ilişkisi bulunduğu iddiası çalışmamızın en önemli tezini oluşturmaktadır. Bu yüzden tezimizi doğrulamak için nihilizmin tüm aşamalarında hakikat istencinin bulunduğunu teyit etmemiz gerekir. Ancak tepkisel nihilizmin ikinci türünde bu iddiaya sorun oluşturacak bir problem var gibi görülmektedir. O sorunu şöyle ifade edebiliriz:

Nihilizmin ilk dört aşamasında kurucu öğe olarak “hakikat istenci”nin bulunduğu fazla bir çaba gerektirmeksizin görülecektir. Çünkü olumsuz nihilizm bölümünde acıdan bir kaçık olarak kurgulanan dünyaların, her defasında, hakikat istencinin bir sonucu olarak nasıl ortaya çıktıkları gösterilmişti. Aynı şekilde tepkisel nihilizmin ilk türünde de, tahtından indirilen tanrının yerine insan kendisi oturmuştu ve hakikate insan aklıyla ulaşılabileceği inancını ortaya çıkarmıştı. Bu yüzden dört yaklaşımda bir şekilde hakikat istencini kendisinde

37

barındırdığı anlaşılmaktadır. Ancak beşinci aşama76 hakiki dünyayı ortadan kaldırırken istencin kendisini de ortadan kaldırmaktadır. İşte problemimiz: beşinci aşamada bir istenç bile yokken; “hakikat istenci” onun için de kurucu öğedir iddiası hala sürdürülebilecek midir?

Bu bölümde, ilk olarak tepkisel nihilizmin birinci türü olan Modern nihilizm anlatılacaktır. İkinci olarak ise, pasif nihilizm anlatılacak ve yukarıda önemli bir sorun olarak işaret ettiğimiz sorunun cevabı verilmeye çalışılacaktır.

2.2.1. Modern Nihilizm

Avrupalı insan, Tanrıyı öldüren insan, kutsal istenç yerine tepkisel yaşamı geçirmiştir. ”Tepkisel insan bütün insanların en çirkini” tanırının yerini almıştır. Nihilizm burada artık tepkisel yaşamdan başka bir yaşama izin vermez. “Tanrıya bile tahammül edemez, Tanrının acımasını kaldıramaz, onun kurban edilişini hemen kabul eder, onu merhametinin tuzağında boğar. Onun yeniden doğuşunu engeller, tabutunun üzerine oturur.”77 İşte modern nihilizm tanrıdan boşalan koltuğa yerleşen insanın nihilizmi olarak böyle tasvir edilir.

İnsanların kendisini nesnelerin değerinin anlamı ve ölçüsü olarak kabul etmesinin bir boyutu da modern nihilizmle ortaya çıkmıştır. Modern nihilizm, yaygın kullanılışı itibariyle bir aydınlanma projesi olarak görülmektedir. Aydınlanmacılık, genel anlamda, akılcı bilim anlayışıyla 18. yüzyılda insan düşüncesini dinin baskısından kurtararak özgürleştirme projesi olarak bilinmektedir. Bu tip bir özgürlük fikri “Hakikat istencinin” bir başka türünü karşımıza çıkarmaktadır. İspanyol düşünür Fernando Savater, Nietzsche’nin eleştirisi bağlamında aydınlanma düşüncesini şöyle tasvir etmektedir:

76 Beşinci aşama benim sınıflandırmamda tepkisel nihilizmin ikinci türüne, Deleuze için edilgen nihilizme ve Nietzsche’nin kendi terminolojisinde ise Schopenhauer felsefesine tekabül etmektedir.

77 Deleuze, NVF, s197

38

Aydınlanma devriminin sonucu, ruhban sınıfı, dogma, mutlakıyet karşıtı, rasyonalist, bilim, hoşgörü ve uluslar arası uyum yanlısı, anti-militarist,

Aydınlanma devriminin sonucu, ruhban sınıfı, dogma, mutlakıyet karşıtı, rasyonalist, bilim, hoşgörü ve uluslar arası uyum yanlısı, anti-militarist,

Benzer Belgeler