• Sonuç bulunamadı

Sonuç itibariyle Antonio Gramsci, maddi gücün üstünlüğünü önemsemeden hegemonyayı zor olarak değil, rıza, ortak inançlar ve çoğunluğun ideoloji olarak anlamaktadır. Gramscian hegemonya kavramı, yukarıda öngörülen şekilde kurulan tarihsel blok yoluyla hayata geçirilmekte ve uygulanmaktadır. Bu blokun kurulmasında, kitlenin hâkim grubun ahlaki-etik liderliğine onay vermesi sonucunda Gramscian anlayıştaki rıza unsuru yerine getirilmiş olmaktadır. Gramsci, hegemon olmak için ekonomik ve siyasi gücün yeterli olmadığını, bağımlı grupların onayına da gereksinim duyulduğunu öngörmektedir. Uluslararası Ilişkiler disiplininin onun varlığıyla zenginleştiği kabul edilmektedir. Gramsci’nin görüşleri, hegemonyanın üretilmesinde kültürel ve söylemsel boyutun vurgulaması ile de önem taşımaktadır. Gramscian kuram, devletlerin hegemon liderliğini kabul görme isteğini anlamaya yardımcı olmaktadır. Bir sonraki kısımda Uluslararası Ilişkilerde Gramscian teorinin bir devamı olarak sayılan neo-Gramscian kurama bakılacaktır.

4. Neo-Gramscian Yaklaşımda Hegemonya

Gramscian teori, 1980’li yıllarda geliştirilmiş ve “neo-Gramscian” adlı bir yaklaşım ortaya çıkmıştır. Bu yaklaşıma en büyük katkı sağlayan Kanadalı akademisyen Robert Cox, Gramsci’nin çalışmalarını yeniden kavramış ve Uluslararası İlişkiler alanına bu çalışmaları başarı ile uygulamıştır. Cox, merkezi olan Gramscian hegemonya kavramı da, devletlerarası var olan etkileşimi anlamak için Uluslararası İlişkiler disiplinine aktarmıştır. İzleyen kısımda neo-Gramscian kuramın temel fikirlerine değinilecektir.

Neo-Gramscian yaklaşım, pozitivizm sonrası oluşan Eleştirel Kuram çerçevesinde yer almaktadır. Eleştirel Kurama göre ahlak, politika ve ideolojiden bağımsız bilgi üretememektedir. Bilgi, araştırmacının önem verdiği konuları yansıtmakta ve her zaman

71 Robinson, William, Promoting Polyarchy - Globalization, US Intervention and Hegemony, Cambridge: Cambridge University Press, 1996, s. 42.

önyargılı olarak üretilmektedir. Robert Cox, bu kuramın temsilcilerinin en parlak örneklerinden biridir. Geleneksel yaklaşımlara karşı çıkan Cox, kuramın her zaman birisine ait ve bir amacı olduğunu belirtmiştir72

. Ona göre bir teorinin yerine getirdiği iki amacı vardır: Belirli bir zaman/mekan içinde oluşan sorunların çözümüne yardımcı olmak ve yeni dünya düzeni vizyonu yaratmak için gerekli eleştirel bir düşünce tarzı yaratmaktır73

. Realistlerin düşünce tarzını şöyle betimlenir: gelecek her zaman geçmiş gibi olacaktır. Cox’a göre, Realizmin hatası, tarihin belli bir döneminden olayların ve süreçlerin alınması ve onların evrensel gerçek olduğunu savunmasıdır74

.

Cox, Gramsci’nin yazdıklarının Uluslararası İlişkiler alanına değinmediğini itiraf etmektedir75. Cox, Gramsci tarafından ortaya atılan genel kavramsal çerçevede uluslararası alanda hegemonya faaliyetlerini ve dünya düzenindeki değişimini açıklamaya çalışmaktadır. Cox’un metinlerinin temel niteliği, Gramsci’nin metinlerine benzemektedir: okuması zor ve bulanıktır. Eleştiriyi iyi bir şekilde yapmakta fakat yazdıklarını nasıl hayata geçirebileceği sorusuna somut bir cevap verememektedir.

Robert Cox’un 1981 yılında Millenium dergisinde yayımlanan “Social Forces,

States and World Orders: Beyond İnternational Relations Theory” adlı makalesi,

neo-Gramscian teorik çerçevesi klasik hale getirmiştir. 1983 yılında yayınlanmış olan

“Gramsci, Hegemony and International Relations: An Essay in Method” adlı

makalesinde Cox, Gramscian perspektiften Uluslararası İlişkilere bakmaya devam etmiş ve görüşlerini geliştirmiştir.

Cox hegemonyayı, bir başat devletin yarattığı, ideolojik olarak rızaya dayanan, lider devletin üstünlüğünü güvence altına alan, genel ilkelere uygun olarak işleyen ve diğer devletler için belli bir tatmin seviyesi sağlayan bir düzen olarak tanımlamaktadır76

. Bu sistemde, belli başlı ülkelerin ekonomileri, çeşitli mekanizmalar aracılığıyla birbiriyle bağlantılı hale gelmektedir.

72 Bu çalışmada Robert Cox’un “Social Forces, States and World Orders: Beyond International Relations Theory” adlı makalesi, Robert Keohane’ın “Neorealism and Its Critics” adlı kitabından yararlanılmış ve bu kitaba göre sayfaların numaralarını sıralanmıştır. Bkz. Keohane, Robert, Neorealism and Its Critics, New York: Columbia University Press, 1986, s. 207.

73 Dağı, s. 242.

74 Cox, içinde Keohane, 1986, s. 214.

75

Cox, Robert W., “Gramsci, Hegemony and International Relations: An Essay in Method” , Millennium:

Journal of International Studies, (Cilt 12, Sayı 2, 1983), s. 162.

76 Cox, Robert, Production, Power, and World Order: Social Forces in the Making of History, New York: Colombia University Press, 1987, s. 7.

Uluslararası düzeyde hegemonya, sadece devletlerarası bir düzen değildir. Dünya hegemonyası toplumsal yapı, ekonomik yapı ve siyasi yapı olarak tanımlamakta ve bu üç bileşenin birleştirmesinden oluşmaktadır. Bununla beraber dünya hegemonyası, hem devletlerin hem de milli sınırların ötesinde hareket eden sivil toplum güçleri için uygulanan evrensel normlar, kurumlar ve mekanizmalarında ifade etmektedir77

. Cox, dünya düzeninde hegemonyayı, hâkim toplumsal sınıf tarafından kurulan içsel veya ulusal hegemonyanın dışa doğru genişlemesi olarak tanımlamaktadır78

. Hâkim devletinin, hakem sınıfının düşünceleri ve eylemlerini açıklayan ve meşru kılan toplumsal pratikler ve ideolojiler, hegemon düzenin temelini oluşturmaktadır79

. Bunun dışında hegemonya, hâkimiyetin bir şeklidir ama daha çok mutabık kılınmış bir düzen ile ilgilidir. Cox’un ifadesiyle, “güçlü devletin hâkimiyeti, hegemoyanın gerekli fakat yeterli olmayan bir koşulu oluşturmaktadır”80

.

Robert Cox, Gramsci’nin Machiavelli’nin güç anlayışından “yarı insan, yarı canavar” esinlendiğini vurgulayarak karşılıklı anlaşma şiddetin önde olduğu zaman hegemonya yerine geçmektedir81. Bu genişletilmiş hegemonya çoğu zaman insanların onayını sağlayacak ve şiddet, sadece olağanüstü durumlarda kullanılacaktır. Cox’un düşüncesiyle ulus-devletler, dünya gücünün ana toplanmalarıdır. Hegemon devlet sadece kendi çıkarlarına değil, diğer devletlerin çıkarlarına da uyumlu bir dünya düzeni kurmaktadır82. Hegemon devlet bu yeni dünya düzenini kendi çıkarları için kullanmamakta ve bu düzene dahil edilen daha zayıf devletleri sömürmemektedir. Aksine, kendi hegemonyasını sürdürmek için evrensel normlara başvurmakta ve ortak çıkarlar adına harekete geçmektedir.

Cox’un çalışmalarında hegemonya ile ilgili iki mekanizma vardır: içselleştirmedir (internalization) ve ulusötesileşmedir (transnationalization). İçselleştirme sürecinde hâkim sınıf, evrensel çıkar adına hizmet edilen normlara, rejimlere ve kurumlara dayalı uluslararası düzeni kurmaya ve sürdürmeye çalışmaktadır. Ulusötesileşme sürecinde, yeni hegemonik topluluk, dışa doğru açmakta ve kendi hegemonyasını diğer devletler

77 Cox, 1987, s. 42.

78 Cox, 1983, s. 171.

79

İbid., s. 140.

80 Cox, içinde Keohane, 1986, s. 223.

81 Cox, 1987, s. 164.

üzerine yaymaya çalışmaktadır. Cox’a göre, bu sayede ulusal hegemonya ile ilgili ekonomik ve toplumsal kurumlar, kültür, teknoloji yurt dışına öykünme modeline dönüşmektedir83. Diğer bir deyişle hegemon için iyi olan dünya için de iyidir. Hegemon devlet, diğer devletler ona öykünmedikleri kadar başarılıdır. Aslında öykünme, hegemon projenin kalbinde yatan onayının temelidir84

. Ulusötesileşme mekanizması ABD hegemonyasının işleyişinde merkezi rol oynamaktadır.

Robert Cox, Gramscian tarihsel blok kavramını da geliştirmektedir. Gramsci’yi takip eden Cox, tarihsel blok, hegemon toplumsal sınıf var olmadan mevcut olamaz ve sırf milli seviyede kurulabilir iddiaları savunmaktadır85

. Bu noktada Cox kendine ait fikirler eklemektedir. Cox’un teorisinde tarihsel blok kavramı, ulusal düzeyden devletlerarası ve ulus-ötesi düzeye kaymaktadır. Dünya düzeni aşamasında hegemonya, hem ülke içinde hem diğer devletlerde bulunan müteffik veya tabi grupların çıkarlarını koordine etmeyi başarmış bloğun etrafında kurulmuş olan kapitalist örgütün uluslararası oydaşması olarak görülmektedir86

. Hegemon devletin hakim sınıflarının çıkarları ve ortak ideolojik perspektifi doğrultusunda, küresel bir tarihsel blok oluşturmaktadır. Cox, hegemon olma gücü ve kapasitesine sahip ülkelerin, dış dünyaya yayılmadan önce kendi içlerindeki toplumsal ve ekonomik devrimlerini gerçekleştirmiş olmaları gerektiğini belirtmektedir87

.

Cox, 3 güç kategorisini – fikirler, maddi yetenekler ve kurumlar – ayırmakta ve onların etkileşimine büyük önem vermektedir. Fikirler, dünya düzeninin kolektif imajlarıdır. Maddi yetenekler, biriktirilmiş kaynaklar anlamına gelmektedir. Kurumlar ise, belirli bir düzeni stabilize etmenin araçlarıdır88. Bu çalışmada ABD hegemonyasından bahsederken fikirler, kültür ve söylem olarak; maddi yetenekler, askeri ve ekonomik alanlar olarak; kurumları ise, NATO ve askeri üsler olarak incelenecektir.

83

İbid., s. 137.

84 Taylor, Peter, içinde Chase-Dunn, Christopher, Peter Taylor, Giovanni Arrighi, Robert Cox, Henk Overbeek, Barry Gills, Andre Gunder Frank, George Modelski and David Wilkinson, “Hegemony and Social Change”, Mershon International Studies Review, (Cilt 38, Sayı 2, Ekim 1994), s. 364.

85

Cox, 1983, s. 168.

86 Cox, 1983, s. 171.

87 Cox, 1987, s. 149.

Cox, “tarihsel yapı” (historical structure) kavramını ileri sürmektedir. Tarihsel yapıların içinde hegemonyanın, üç hareket alanı olmuştur. İlk olarak, toplumsal üretim güçleri, hegemonyanın işleyişinin değerlendirmesi için hareket noktasıdır89

. Cox’a göre üretim kavramının anlamı, malların üretiminin yanısıra, malların üretiminin ön koşulunu oluşturan toplumsal ilişkilerin, ahlakın, kurumların ve bilginin üretimi ve yeniden üretimidir. Cox’a göre toplumsal güçlerin farklı tarzlarını ayırarak, değişen üretim ilişkilerini belirli dünya düzeninin ve devletlerin içinde gücün kaynakları haline gelen sosyal güçlere nasıl yol açtığı açıklanabilmektedir90

. İkinci hareket alanı devlet biçimleridir. Toplumsal güçler, ikinci eylem alanı olan devlet biçimlerinin değişmesine yol açmaktadır. Devletlerin farklı biçimleri, belli bir tarihsel blokun ifadesidir. Bu ilişkiye sivil toplum-devlet kompleksi olarak atıfta bulunmaktadır ve Gramsci’nin düşüncelerin bir geliştirmesi arz etmektedir91

. Devlet biçimlerinin değişmesi, üçüncü hareket alanı olan dünya düzenini de değiştirmektedir. Dünya düzeninin istikrarı, hegemonya ile ilişkilendirilmektedir. Maddi güç, hâkim olan ortak dünya düzeninin görüntüsü ile evrenselliğe vurgu yapan yöneten kurumlar arasında uyum olduğu zaman hegemonya istikrarklı bir biçimde sürdürmektedir92

. Dünya düzeninin değiştirmesi, milli sınırların içinde yeni tarihsel bloğun inşasıyla başlamaktadır. Üretim-devlet biçimleri- farklı dünya düzenleri ekseni tanımlayan Cox, birbirini izleyen üç dünya düzeninden söz eder: liberal uluslararası ekonomi (1789-1873); rakip emperyalizmler dönemi (1873–1945) ve neo-liberal dünya düzeni (İkinci Dünya Savaşı sonrası dönem). Cox’a göre her dönem, farklı devlet biçimleri ve üretim ilişkileri ile nitelendirilir. Nitekim hegemonya, gücün, kurumların ve fikirlerin birbirlerine uygun olmasıdır93. Toplumsal güçlerin, devletlerin ve dünya düzenlerinin etkileşimi Cox’un çalışmalarında büyük öneme sahiptirler.

89

Cox, 1987, s. 1.

90

İbid., s. 4.

91 Gramsci için devlet, “toplumsal” alanın (hükümet, askeri alan, siyasi partileri) içinde işleyen hükümetin bir aygıtı değil sivil toplumun ‘özel’ alanın (kilise, medya, eğitim kurumları) bir parçası olarak anlaşılmalıdır. Gramsci devlet-sivil toplum ilişkilerine kendi yazılarında büyük önem vermekte ve bir “Hapishane Defterleri”nin bir bölümü, “Devlet ve Sivil Toplum” adı taşımaktadır. Bkz. Hoare, s. 445-558.

92 Cox, içinde Keohane, 1983, s. 223.

Cox’a göre dünya düzeninin yaratılması, tarihsel bloğun kurulmasının bir sonucudur. Tarihsel blok, toplumsal sınıflar arasında ittifakı oluşturan hegemon ideolojinin etrafında kurulmaktadır. Dolayısıyla başarılı tarihsel blok, ahlaki ve entellektüel liderliği yerine getirilmesi üzerine düzenlenmekte ve siyasi ile sivil toplum arasında organik bir bağlantı kurmaktadır94

.

“Üretim, Güç ve Dünya Düzeni” (Production, Power, and World Order: Social

Forces in the Making of History) adlı kitabında Cox, ittifaklara ve ortak çıkarlara vurgu

yaparak, küresel sınıfları içeren küresel sivil toplumun nasıl oluştuğunu anlatmaktadır. Cox’a göre, hakim devletin toplumsal güçleri, diğer devletlerin içinde müttefikler bulmakta; belirli devletlerin temelinde yatan tarihsel bloklar, diğer devletin toplumsal sınıflarının ortak çıkarları ve ideoloji aracılığıyla bağlanmakta ve küresel sınıflar oluşmaya neden olmaktadır95

.

Cox’a göre kurumsallaşma ile hegemonya arasında yakın bir bağlantı vardır. Ulusal hegemonyanın dünya ölçeğinde genişlemesi, uluslararası örgütler ile desteklenmektedir96. Kurumlar, çatışmalarla mücadele etmek için şiddetin asgari ölçüde kullanılması amacıyla imkanlar sağlamaktadırlar. Güçlü olanlar ihtiyaç olduğunda zayıflar üzerinde baskı kurabilmektedir. Fakat hakim devletin davranışını meşru gördüğünde şiddete başvurma ihtiyacı azalmaktadır. Güçlü devletler kendi çıkarlarını evrensel çıkarlar olarak pazarlarken diğer devletlerin rızasını alıp üstünlüklerini sürdürebilmektedirler. Dolayısıyla çeşitli çıkarların temsilciliğinin ve politikanın evrenselleşmesinin bir parçası olan kurumlar, bu stratejide merkezi rol oynayabilmektedirler. Bu kurumlara örnek olarak, NATO ve Uluslararası Para Fonu sayılabilir. .

Robert Cox, uluslararası örgütler aracılığıyla dünya hegemonyasının evrensel normlarının ifade edildiğinden bahsetmiştir. Ona göre uluslararası örgütler, hegemon devletin ideolojisinin gelişmesini sağlayan bir araç görevi üstlenmektedir97. Başka bir deyişle uluslararası örgütler, küresel normları aktaran bir aracı mekanizma gibi işlemektedir. Cox, hegemonik rolü ifade eden uluslararası örgütlerin unsurlarını da

94

Özçelik, s. 100.

95 Cox, 1987, s. 7.

96 Cox, içinde Keohane, 1986, s. 219.

sıralamıştır. Ona göre uluslararası örgütler; 1) hegemonik dünya düzenlerinin genişlemesine yardım edem normları içine almakta, 2) kendileri de hegemonik dünya düzenin ürünleri arz etmekte, 3) dünya düzeninin normlarını ideolojik olarak meşru kılmakta, 4) çevre ülkelerin elitlerini birleştirmekte ve 5) hegemonya karşıtı söylemleri yok etmektedirler98.

Cox, hegemonyanın inşasında entellektüellerin önemli bir rol oynadığını vurgulamaktadır. Entellektüeller, sadece fikirlerin üretimi ile uğraşmamakta; hegemon sınıfa organik olarak bağlanmış olup belirli işlevleri yapmaktadırlar. Onların işlevi, toplumsal güçleri organize edip diğer güçlerin rızasını almak için bu grupların çıkarlarını aktarabilecek bir hegemon projeyi geliştirmektir. Ayrıca entellektüeller, sınıf ve tarihsel bloğun üyelerinin ortak kimliğe bağladıkları teknolojilerinin, örgütlerinin ve bilinçli imajların gelişmesi ve desteklemesi de işlevini üstlenmektedirler99

. Bu hegemon proje, büyük öneme sahip olan “organic” fikirlere dayanmalıdır. Bieler ve Morton hakim sınıf tarafından belirli politikaları meşrulaştırmak için kullanılan bu fikirleri, silaha benzetmiştir100. Entellektüeller, hakim sınıfının çıkarları ile tabi tutulanların çıkarlarını uyumlu hale getirmektedirler. Organik entellektüeller toplumun küçük bir parçasıdır, fakat büyük halk kitleleri üzerine kendi fikirlerini yaymaktadırlar. Bu anlamda dış işlerinin vektörü, iç siyaseti ve ekonomiyi denetleyen ve kamuoyuna sorumlu olmayan küçük elitin çıkarlarını yansıtmaktadır.

Cox kendi teorisinin nasıl işlediğini göstermek için, hegemon ve hegemon olmayan dört dünya düzenini ve onlara ait dört dönemi ayırmaktadır: 1845-1875, 1875-1945,1945-1965 ve 1965’ten bugüne kadar süren bir dönemdir. Hegemonya kurulduğu dönem hegemon sayılmaktadır. Cox’a göre, İngiltere’nin hegemon olduğu 1845 ile 1875 arası yıllar ve ABD’nin hegemon olduğu 1945-1965 yıllar hegemon oldukları dönemlerdir. Fakat dünyada tek bir hegemon hakimiyeti söz konusu değilse,

98 İbid., s. 171.

99 Cox, 1983, s. 168.

100

Bieler, Andreas, Adam David Morton, “Introduction: Neo-Gramscian Perspectives in International Political Economy and the Relevance to European integration”, ss. 3-24. içinde Bieler, Andreas, Morton, Adam David (ed.), Social Forces in the Making of the “New Europe”: the Restructuring of European

hegemonyasız bir dönemden bahsedebilmekteyiz. Cox bu dönemlerin, 1875 ile 1945 ve 1965 sonrası yıllara denk geldiğini söylemektedir101

.

Diğer neo-Gramscian akademisyen olan William Robinson’un düşüncelerinin kısa özetini sunmakta fayda görmekteyim. Robinson, çalışmalarında küresel kapitalizm teorisini geliştirirken Gramsci’nin görüşlerini temel olarak ele almaktadır. Robinson, hegemonyayı ele almak için mücadelenin her zaman sürekli ve devam eden bir girişim olduğunu belirtmektedir102

. Robinson, hegemonyayı, devletler tarafından değil devletler ve diğer kurumlar vasıtasıyla işleyen toplumsal gruplar ve sınıflar tarafından yürütülen sosyal hakimiyetin bir biçimi olarak görmektedir. Bu durum, halen yeni hegemonyayı kurmaya çalışan küresel sistemde belli grupların kim olduğunun saptamasına ve genelde XXI. yüzyılda olası hegemonya girişimlerinin değerlendirilmesine yardımcı olmaktadır. Robinson, ulusötesi sınıfın oluşturulmasına odaklamakta ve “Yöneten sınıf kimdir?” sorusunun kilit soru olduğuna inanmaktadır103

. Robinson, küreselleşmeye küresel sermayenin artışı tezinden yaklaşıp, küreselleşmenin ulusal niteliği olmayan bir kapitalist sınıf projesi olduğunu belirlemiştir104. Ona göre hegemonya, devlet seviyesinde yar almamakla beraber toplumsal gruplar, sınıflar veya bu grupların içerisinde olan elitler tarafından yerine getirilmektedir. Bu yüzden ABD hegemonyası dediğimiz zaman ABD’yi ülke olarak algılamamakta, belirli bir grubun (siyasetçiler, askerler, çokuluslu şirketler) hegemonyası olarak görmekteyiz. .

XX. yüzyılın ikinci yarısında bu çerçevede araştırma yapan neo-Gramscian olmayan marksist akademisyenler genellikle Antonio Gramsci’nin düşüncelerinden ilham almışlardır. Örneğin, Karl Polanyi’nin teorisi Gramsci’nin teorisine benzer. Ona göre bir sınıf veya grubu yönetmek için önde olan sınıfın diğer grupları da savunması

101

Cox, içinde Keohane, 1986, ss. 223–225.

102

Robinson, William, “Gramsci and Globalization: From Nation-State to Transnational Hegemony”,

Critical Review of International Social and Political Philosophy, (Cilt 8, Sayı 4, Aralık 2005), s. 10.

103 Robinson, 2005, s. 6.

gerekir105. Rıza oluşumunun yansımasını, Noam Chomsky tarafından öne sürülen “rızanın imalatı” (mahufacturing consent) adlı kavramda da bulabilmekteyiz106

.

Sonuç itibariyle Gramscian ve neo-Gramscian düşünürler için hegemonya, bir sınıf ya da grubun diğer sınıflar üzerinde, bu unsurların aktif rızası ile kazandığı liderlik durumunu belirleyen sınıflararası bir ilişki biçimidir. Hegemonya, güce başvurmadan ikna ile, oydaşma ve yaygın bir işbirliği içinde yaratılan bir sistemdir. Hegemonya, önce bir devlette önde giden belirli toplumsal güçler tarafından bu devletin içinde kurulmakta ve sonra dünyaya yayılmaktadır. Hegemonya, düşüncelerin kabul edilmesi, kurumların ve maddi kaynakların desteği ile yürütülen tüm halk grupları tarafından kabul edilen bir rızanın ifadesidir.

Sonuç itibariyle hegemon devlet, kendi ortaklarına liderlik sağlayarak saygı ve itibar karşılığında dünya sisteminde önemli bir rol oynamaktadır. Fakat imparatorluk gibi, bağımsız devletlerden belli bir derecede rızayı almadan kendi kurallarını kabul ettiremez veya yapamaz. Bu yüzden Gramsci ve onu izleyenler için hegemonya saf hâkimiyetle (dominance) farklılaşmaktadır. Bu da Gramscian teori, Realizm ve Liberalizm’den ayıran en önemli unsurdur. Hegemonya hakimiyetten daha geniştir; doğal bir düzen olarak kabul edilen rıza yardımıyla zorlamayı gizleyen bir hakimiyet şeklidir. Gramscian hegemonya; maddi olan ve maddi olmayanın, etik ve siyasetin, eylemin ve bilginin birleşmesidir. Bu birleşme, uluslararası toplumuna yayılmakta ve kitlelerin rızasına dayanmaktadır.

Bu tezde Gramscian anlayıştaki hegemonya kavramı, hem şiddet hem de rıza ile sağlanmış işbirliği ve siyasi, sosyal, ekonomik vs. alanları bir devletin (ABD) denetiminde bulunan bir durum olarak sayılmaktadır. Bu koşullarda rıza ile zor kullanma arasındaki dengenin hegemonyayı nasıl etkilediği de gösterilecektir. Gramscian yaklaşım, Amerikan kültürünün, yaşam tarzının, söyleminin ve fikirlerinin dünyada kabulünün nasıl sağlandığını anlamamıza ve görmemize yardımcı olmaktadır. Bununla beraber askeri ve ekonomik kaynaklara önem veren Gramscian teorini

105 Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Silver, Beverly J., Giovanni Arrighi, “Polanyi’s “Double Movement”: The Belle Époques of British and U.S. Hegemony Compared”, Politics & Society, (Cilt 31, Sayı 2, Haziran 2003), s. 327.

106 Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Chomsky, Noam, Hegemony or Survival: America’s Quest for Global

kullanarak, hegemonyayı çok taraflı bir proje olarak incelemek mümkündür. İkinci bölümde ABD’nin askeri gücün kullanılmasında karşılıklı antlaşmaya dayalı işbirliğine, kurumların rolüne ve ortak ve evrensel çıkara yönelik söylemlere daha çok önem verdiğini ispatlamaya çalışılacaktır.

İKİNCİ BÖLÜM: 11 EYLÜL SONRASINDA ASKERİ

ALANDA ABD HEGEMONYASI

Bu bölümde ABD hegemonyasının ne olduğu ve nasıl yayıldığı tartışılacaktır. ABD hegemonyasının üç temel dayanağı olan askeri, ekonomik ve kültürel unsurlar birbirlerinden ayrılamaz ve ancak bütünsel bir şekilde ele alınarak anlaşılabilmektedir. ABD’nin söylemlerine bakılarak, Amerikalı yöneticilerin dünyayı kendi hegemonyasını desteklemeleri gerektiğine nasıl ikna ettikleri görülebilmektedir. ABD hegemonyası Gramscian paradigma doğrultusunda, hakimiyet unsurunu içeren ideolojik olarak rızaya dayalı hem ahlaki hem de entelektüel bir lider konumu ve yarattığı dünya düzeni olarak incelenecektir. Bu kapsamlı yaklaşım sayesinde, sadece maddi kaynaklara ve askeri güce odaklanmadan ABD’nin düşünceleri, değerleri, söylemleri ve uluslararası kamuoyunun tepkisi de göz önünde bulundurularak, ABD hegemonyasının inşası ve sürdürebilir olması daha iyi bir şekilde açıklanabilir.

Bu bölümde iki farklı düşünce üzerinde durulacaktır. Birincisi, ABD hegemonyasının askeri, ekonomik ve kültürel-söylemsel olarak üç temel dayanaktan oluştuğu ve bunların birbirlerini desteklediği iddia edilecektir. İkincisi, XX. yüzyıl boyunca ABD’nin rızaya dayalı hegemonyasını devam ettirmekle beraber 11 Eylül terör saldırıları sonrası dönemde ABD hegemonyasında zorlama unsuru ön plana çıkmasına rağmen ABD'nin kendi ahlaki liderliğini nasıl korumayı başardığı tartışılacaktır.