• Sonuç bulunamadı

Genel olarak Marksistler hegemonya kavramını, sınıflar arası ilişkileri betinmlemek için kullanmaktadır. Marksistler hegemonyanın ulusal seviyede nasıl üretildiğini ve sonrasında diğer sınıflar üzerinde nasıl yayıldığını incelemektedirler. Bunu daha iyi açıklamak ve anlamak için İtalyan düşünür Antonio Gramsci’nin yazdıklarına başvurmak gerekmektedir. Marksist eğilimli Gramsci, hegemonyanın ne olduğuna dair ayrıntılı inceleme yapmış ve sonraki yıllarda ortaya çıkan Uluslararası İlişkiler teorilerinde yeni bir yaklaşım yaratmıştır. İzleyen kısımda Gramsci’nin teorisi incelenecektir.

3. Gramsci ve Hegemonya

1922 yılında Mussolini’nin faşist rejimi iktidara geldikten sonra Komünist Partisi yoğun baskılara maruz kalmış ve bu partinin üyesi olan Antonio Gramsci, tutuklanarak yirmi yıllık hapis cezasına mahkum edilmiştir. Gramsci, 1937 yılında salıverilmesinin ardından çok geçmeden ölmüştür. Kısaca Gramsci şöyle açıklanabilir: kültür eleştirmeni, sol görüşlü, Marksist bir düşünürdü. Zor koşullar altında tüm hayatının eseri olan “Hapishane Defterleri”ni (Prison Notebooks) yazmıştır. Gramsci’nin yazdıkları üzerine 33 dilde yapılmış 14 bini aşkın yayın vardır.

“Hapishane Defterleri”nin genel özellikleri, açık uçlu, karışık ve dağınık biçimde yazılmasıdır. Bu eserde Gramsci birçok konudan bahsetmektedir. Dil, siyasi ve sivil toplum, demokrasi, kültür, tarihsel blok gibi konular bunlardan birkaçıdır42

. Bununla birlikte Gramsci yeni terimler yaratmayıp, hegemonya, entelektüel, sivil toplum gibi kavramları başka yazarlardan veya bağlamlardan, önceden var olan terminolojiler ile çalışarak bu kavramları dönüştürmüştür.

41

Rupert, s. 83.

42 Gramsci’nin, hayat tarzı olan amerikanizm ve üretim tarzı olan fordizm hakkında düşünceleri vardır. Gramcsian perspektiften Fordizm’in değerlendirmesi için bkz. Rupert, Mark, Producing Hegemony

Gramsci, kapitalizmin Batı ülkelerinde hayatta kalmasını anlamaya ve açıklamaya çalışmıştır. Onun en önemli katkılarından bir tanesi, demokratik kapitalist ülkelerde rıza ve zorlama arasındaki karmaşık ilişkiye yönelik incelemesidir. Rızanın biçimlendirilmesi ve örgütlenmesinde zorlama tehdidinin ve olasılığının, zorlamanın kurnazca kullanılmasının hayati bir öneme sahip olduğu konusunda Gramsci her zaman çok dikkatliydi43. Yazdıklarında hegemonya kavramının özel bir yeri vardır. Gramsci, hegemonyayı hiç bir zaman açık bir şekilde tanımlamamasına rağmen bu kavrama büyük önem vermiş ve onu açıklamaya çalışmıştır. Antonio Gramsci’nin yazıları sayesinde, hegemonya kavramı artık siyaset bilimi, tarih ve uluslararası ilişkilerde, çok sayıda farklı alanda güç ilişkilerinin çetrefilliliğini tanımlamak için kullanılmaktadır.

Gramsci, hegemonya kavramını rıza ile zor unsurlarının bir birleşimi olarak görmektedir. Hegemonik düzen, öncelikle tüm katılımcılarının rızasına dayanmak koşuluyla meşruluk kazanır. Hegemonya ise, bir seçkin grubun dayatması değil, tabi (subordinate) grupların, bu seçkin grubun değerlerini ve önderliğini kabul etmesine ve bunun gereğine inanmalarına dayanmaktadır44

. Gramsci için hegemonya, hâkimiyet unsurunu içeren ahlaki ve entelektüel bir liderliktir45; egemen sınıfın hükmedilenlerin rızasıyla ondan korunma yeteneği, hükmedilen sınıfa entelektüel ve ahlaksal liderlik yapma yeteneği ile hükmedilenleri kendi çıkarlarının egemenin çıkarlarıyla aynı olduğuna ikna etme yeteneğidir.

Hâkimiyet için öncelikli olarak ekonomik ve siyasal güç gerekse de tabi gruplar tarafından verilen onay da büyük önem taşımaktadır. Bundan dolayı Gramsci’ye göre hegemonya, ekonomik/siyasal güç (zor) + kültürel liderlik (rıza) olarak formüle edilmelidir. Bir toplumda hem ekonomik ve siyasal amaçların birliğini hem de bu amaçların egemen sınıflarla ilişkisini maskeleyen onaya dayalı kültürel ve manevi birliğin sağlanması, o toplumdaki farklı gruplar üzerinde tek bir toplumsal grup hegemonyası yaratmakla mümkündür46

.

43 Ives, Peter, Gramsci’de Dil ve Hegemonya, çev. Ekrem Ekici, İstanbul: Kalkedon Yayınları, 2011, s. 107.

44 Hoare, Quentin, Geoffrey Nowell Smith, Selections From the Prison Notebooks of Antonio Gramsci, London: ElecBook, 1999, s. 406.

45 Hoare, s. 193.

46 Dağı, İnsan, Eralp, Atila, Keyman, Fuat vd., Devlet, Sistem ve Kimlik. Uluslararası İlişkilerde Temel

Gramsci, hegemonya kavramını tanımlarken iki kaynaktan yararlanmıştır. İlki, Üçüncü Enternasyonal47 bünyesinde yer alan Sovyet Komünist partinin lideri Vladimir Lenin’in düşünceleri, ikincisi ise Machiavelli’nin “Prens” adlı eserindeki açıklamalarıdır. Lenin, Rus proletaryasının, başat ve yönetici sınıf olarak diğer sınıflar üzerinde diktatörlük ve liderlik kurması durumunu hegemonya terimini doğrudan kullanmadığı halde hegemonya anlamında açıklamıştır48. Buna karşılık Gramsci ise, proletaryanın müttefik sınıflar üzerinde (rızaya dayalı) bir hegemonya, düşman sınıflar üzerinde ise diktatörlük kurmasını öngörmüştür. Gramsci’nin diğer ilham kaynağı ise Niccolo Machiavelli’nin 1513 yılında yazmış olduğu “Prens” (Prince) adlı kitabı olmuştur. Özellikle bu kitapta kullandığı yarı insan, yarı hayvan olan “centaur” canavarından ilham alarak, hegemonya kavramını rıza ile zor unsurlarının bir birleşimi olarak ele almıştır49. Gramsci’nin ifadesiyle, onlar (yarı insan yarı hayvan bileşimi) güç ve rıza, otorite ve hegemonya, şiddet ve medeniyet düzeyleridir50. Karşılıklı anlaşmaya dayalı gücün boyutu önde olduğu sürece hegemonyadan bahsedilebilmektedir. Şiddet ise sadece marjinal olaylarda uygulanan ve her zaman görünmeyen hegemonyanın bir unsurudur. Ayrıca Gramsci “Çağdaş Prens”ten bahsederken, onun entelektüel ve ahlaki reformun organizatörü ve hatibi olmasının önemini vurgulamıştır51

.

Hegemonya kavramı, Gramsci’nin diğer bir kavramı olan sivil toplum kavramı ile yakından ilgilidir. Gramsci sivil toplum kavramını ekonomide sınıf ilişkileri ile devletin siyasi unsurları arasındaki ideolojik ve kültürel bağlantıyı belirlemek için kullanmaktadır52. Hegemonyanın inşası sürecinde siyasi toplum-sivil toplum bileşkesinin taşıdığı anlama gelince, Gramsci burada rıza unsurunu sivil toplumla, zor unsurunu ise siyasi toplum yapısıyla özdeşleştirerek ikisi arasındaki zıtlığa dikkat

47 Üçüncü Enternasyonal veya Komintern, 1919 yılın Mart ayında savaş komünizmi döneminde (1918-1921) Vladimir Lenin ve Sovyet Komünist Partisi tarafından kurulan, silahlı kuvvetler de dahil tüm mümkün araçlarla uluslararası burjuvaziyi yıkmak ve Uluslararası Sovyet Cumhuriyetini yaratmak için mücadele etme amacı güden uluslararası bir komünist örgüttü.

48 Hoare, s. 711.

49 Gramsci ile Machiavelli arasında karşılaştırılmalı değerlendirme için bkz. Fontana, Benedetto,

Hegemony and Power. On the Relations between Gramsci and Machiavelli, Minneapolis: University of

Minnesota Press, 1993.

50 Hoare, ss. 386–388.

51 İbid., ss. 328–329.

çekmektedir. Gramsci için hegemonya, sivil toplumun içinde bulunmaktadır53. Gramsci’nin hegemonyası hem egemen sınıfın çıkarları lehine gerektiğinde zor kullanabilen siyasal devlet aygıtını hem de egemene rıza sağlama çabasının büyük oranda içerisinde gerçekleştiği sivil toplumu (eğitim ve din kurumları, medya, partiler vd.) kapsamaktadır. Devlet sosyal kontrolünü tahakküm, sivil toplum ise birlik (konsensüs) ile sağlamaktadır54

. Bu anlamda devlet, burjuvazinin baskı ve silahlı tahakküm alanı; sivil toplum ise burjuvazinin kültürel yönlendirme ve rızaya dayalı hegemonya alanıdır.

Gramsci’ye göre devlet, yöneten sınıfın yalnızca hakimiyetini koruduğu ve meşru kıldığı bir yapı değil, aynı zamanda yönetilenlerin aktif rızasını kazandığı pratik ve teorik aktivitelerin bir kompleksidir. Bu anlamda devlet, politik ve sivil toplumun toplamından oluşan, “bütüncül” (integral veya extended) bir devlete dönüşmektedir55

. Bu modele göre Batı’da iktidarın esas yeri sivil toplumun içidir. Dolayısıyla devlet kurumlarının kitleleri doğrudan baskı altına almadığı bir demokraside burjuva hegemonyasını sürdüren unsur sivil toplumdur. Sistem baskıyla değil, onay ile sürmektedir. Burjuva demokrasisi, Batı kapitalizminin başlıca ideolojik silahı olup iletişim araçları ve kültürel denetimin öbür aygıtları ile etkisini pekiştirmektedir.

Hegemonya devamlı olarak sivil toplum alanında sorgulanabilirdir ve sorgulanmalıdır. Gramsci’ye göre kapitalist kültürün hegemonyasına karşı diğer kültürler meydan okuyabilmektedir. Buna ek olarak insanlar, kendi ekonomik hayatlarının siyasi bir öneminin var olduğunu düşünebilmekte ve sosyal hayatın ekonomik ve siyasi unsurlarını ayıran kapitalizmi sorgulamaya başlayabilmektedir. Bu nedenle hegemonya karşıtı söylemler ortaya çıkmaktadırlar. Bu da ekonomik, kültürel ve siyasi yaşamın demokratikleşmesi için ön koşuldur56. Bununla birlikte “karşı-hegemonya” (counterhegemony) terimi Gramscı’nin kullandığı bir terim değildir. Ancak Gramsci faşizme karşı daha büyük bir direniş ortaya koymak için

53 Hoare, s. 448.

54 Daha spesifik olarak ifade etmek gerekirse, hükümet, siyasi partiler ve ordu gibi kamusal alan içinde işleyen hükümet aygıtları siyasi toplum unsurlarını oluştururlarken, hegemonyanın içinde işlediği sendikalar, kiliseler, medya, eğitim kurumları gibi özel alanın birimleri sivil toplumu teşkil ederler.

55 Hoare, ss. 447, 504.

56 Rupert, Mark, “Marxism and Critical Theory” içinde Dunne, Tim, Kurki, Milja, Smith, Steve,

hegemonya gücün nasıl oluşturulabileceğine ilişkin bir dizi karmaşık konu üzerine düşünmüş gibi görünmektedir. Bu çerçevede Gramsci, halkın faşizme karşı nasıl bir dil ve söylem oluşturulabileceği sorusunu sormuştur57

.

Antonio Gramsci, siyasetin dar anlamda devlet ve hükümet terimleriyle kavranmadığını ifade etmektedir. Buna karşın siyaset, okuduğumuz kitaplardan izlediğimiz filmlere, dinsel inançlarımızdan dünya algımıza kadar, gündelik inançlarımız ve davranışlarımız gibi, çoğu zaman siyaset dışı gibi görünen geniş çaplı insan etkinliğini kapsamak durumundadır58.

Gramsci kendi teorisini uluslararası ilişkilere uygulamamasına rağmen yazdıklarından devletlerarası sisteme ilişkin birkaç sonuç çıkartılabilmektedir. Gramsci’ye göre bir devlet veya hükümet hegemon olmaz, devlet üzerinde hegemonyayı uygulayan sosyal grup hegemon olabilmektedir59

. Sınıf kelimesi yerine devlet kelimesi konduğunda kendi değerlerini ve çıkarlarını dünyanın evrensel anlayışlarına dönüştürmeyi başaran devlet, entelektüel ve ahlaki liderliğini elde edeceğinden bahsedilebilmektedir60. Gramsci, toplumsal ilişkilerin uluslararası ilişkilerden önde geldiğinden emindir. Toplumsal yapıda herhangi bir organik yenilik, askeri-teknolojik ifadeler uluslararası alandaki ilişkileri de değiştirmektedir61. Bunun dışında hegemonyanın her ilişkisi, mutlaka eğitici bir ilişkidir ve sadece milletin içinde değil, uluslararası alanda ve küresel çapta da yer almaktadır62

.

Çok yönlü ve karmaşık bir nitelik taşıyan Gramscian anlamda hegemonyanın kurulması ve işleyebilmesi için, maddi güçler, kurumlar ve ideolojiler arasında uyum sağlanması gerekmektedir. Bu nedenle Gramsci, “tarihsel blok” (blocco storico) kavramını ileri sürmektedir. Belirli sınıflar resmi siyasi devlet yapılarında meşru hakimiyeti kurduğu zaman önümüze “tarihsel blok” ortaya çıkmaktadır. Tarihsel blok, belli bir zaman ve mekandaki, belli bir altyapı (üretim ilişkileri, üretim araçları) –

57 Ives, Peter, Gramsci’de Dil ve Hegemonya, çev. Ekrem Ekici, İstanbul: Kalkedon Yayınları, 2011, s. 181. 58 İbid., s. 19. 59 Hoare, s. 406. 60 Fontana, s. 140. 61 Hoare, s. 398. 62 İbid., s. 666.

üstyapı (ideoloji, siyasi öğeler) bütünlüğüdür63

. Bu blok kendiliğinden oluşmamakta ve hâkim sosyal sınıf içindeki siyasi bilinci gelişmiş liderliğin ve eylemin sonucu olarak meydana gelmektedir. Yönetici sınıfının çıkarları, ancak bu şekilde tabi sınıflarla uyum içinde bir araya getirilip evrensel olarak sunulabilmektedir.

Tarihsel blokun kurulması hegemonyanın yürütülmesi için ön koşuldur. Toplumun tümüne yayılan hegemonya, tarihsel blok üzerinde üretilmiş ve yeniden üretilmektedir64. Gramsci tarihsel bloğu, belli grupların basit bir ittifakı olarak görmemektedir. Tarihsel blok belirli toplumsal oluşumun siyasi, kütürel ve ekonomik unsurlarını kapsamaktadır. Onun örneğiyle burjuvazi, yeni tarihsel bloğu medya ve eğitim aracılığıyla kurabilmiştir. Tabi gruplar burjuvazinin çıkarlarını kendi çıkarı olarak kabul etmiştir65

.

İktidarda olan sınıf halkın onayı kaybettiği zaman artık “yöneten” sınıf olmaktan çıkıp “hakem” sınıfa dönüşmekle beraber salt zora başvurmaya başlamaktadır. Bu durum, büyük kitlelerin geleneksel ideolojiden koptuğunu ve önceden alışık olduklarına artık inanmadıklarını ifade etmektedir66

. Gramsci için bu durum, hegemonya krizi anlamına gelmektedir. Gramsci hegemonya krizini, “otorite krizi” veya devletin bir bütün olarak krizine eşit kılmaktadır67. Ancak bu kriz hegemonyanın sonu anlamına gelmez. Çünkü genel olarak hegemonya sürekli inşa edilmekte ve el değiştirmektedir. Hegemonyanın özü rızanın, ortak değerlerin, inançların ve tercihlerin etrafında bulunmaktadır. Hegemonyanın yeniden üretimi hegemonun maddi yeteneklerine değil, mevcut hegemon düzenin içinde bulunan diğer aktörlerin (devletlerin) hegemonun inançlarına, değerlerine ve fikirlerine inanması ve onay vermesini devam ettirme yeteneğine dayalıdır. Bundan dolayı diğer aktörler bu değerlere ve fikirlere inanmadığı takdirde hegemonya rejimi düşmektedir ve hegemon hâkimiyetini sürdürmek için şiddete ve tehditlere başvurmak zorunda kalmaktadır. Eski hegemonun düşüşü, yeni

63 İbid., s. 337, 690.

64 İbid.

65 Özçelik, Sezai, “Neorealist and Neo-gramsciyan Hegemony in International Relations and Conflict Resolution During the 1990’s”, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, (Sayı 1, Güz 2005), ss. 88– 114.

66 Hoare, s. 556.

değerleri ve yeni düzeni sağlamaya niyetlenen karşı-hegemonya projelerin yükselmesine sebep olmaktadır.

Tarihsel blok kavramının pratikte aldığı biçimin örneği olarak, İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan dünya düzenine bakılmalıdır. Bu bloğun kurulmasında, hâkim olan ABD’nin ahlaki-etik liderliğine onay vermesi anlamında Gramscian anlayıştaki rıza unsuru görülmektedir. Bu çalışmada ise, Gramscian anlamda 11 Eylül olaylarını takiben ABD, dünyanın rızanın sağlanıp sağlanmadığına dair araştırma yapılacaktır.

Gramsci, ideolojinin bir topluluğun inşa ve yeniden yapılandırma süreçlerinde merkezi yer aldığına inanmaktadır68

. Düzenin yeniden-üretimine yardımcı olan hegemonik ideoloji, “rıza yaratma” sürecinde evrensel bir dil (söylem, değerler ve fikirler) kurarak işlev görmektedir. Dil, siyaset ve hegemonya için kurucu ve merkezi bir unsurdur. Bu evrensel dile göre var olan sistemin kurucu elemanları arasındaki ilişkiler, bu elemanların çıkarları ve talepleri formüle edilmektedir. “Rıza” yaratımı hegemonya için gerekli olduğu ölçüde, lider devletin hegemonyasını kurabilmesi kendisinin siyasal ve ekonomik gücü kadar evrensel bir dili gündeme getirme becerisine bağlıdır69

. Dil, kültürden, toplumdan ve onu kullanan insanların tarihinden ayrılamaz70. Hegemonyanın “ahlaki ve entelektüel liderlik” bağlamında tanımlanmasına bağlı olarak Gramsci, hegemonyanın kurulup sürdürülebilmesi için ideolojiye; bunun da oluşturulması ve toplumun diğer kesimlerine yayılması için “Aydın” (intellectual) kavramına başvurmaktadır. Bir sınıf ya da sınıf kesimi hegemonik olabilmek için mutlaka bir aydın kadrosuna ve ahlaki lidere sahip olmalıdır. Gramsci, aydınları, hâkim grupların siyasal ve teorik tavrını belirleyen ve hegemonyanın ideolojik koşullarını oluşturan “meşrulaştırma uzmanları” (experts in legitimization) olarak tanımlamaktadır. Aydınlar toplumsal düzene pratik ve teknolojik bakımdan da çok önemli katkılarda

68 Hoare, ss. 704-708.

69 Dağı, s. 245.

70

Gramsci’nin yazdıklarında dil ile hegemonya arasındaki ilişkiler hakkında bkz. Ives, Peter, Gramsci’de

Dil ve Hegemonya, çev. Ekrem Ekici, İstanbul: Kalkedon Yayınları, 2011. İves, hegemonya kavramının

dilbilimsel yönlerine bakarak, Gramsci’ye göre dilin hem bir güç kullanımı unsuru hem de gücün işleyişi biçimi için bir metafor olduğunu göstermiştir.

bulunmaktadırlar. Onlar, bir bütün olarak toplumsal düzenin varlık koşullarını teorileştirmekte, politika üretmekte ve bunların uygulanmasında rol oynamaktadırlar71

. Sonuç itibariyle Antonio Gramsci, maddi gücün üstünlüğünü önemsemeden hegemonyayı zor olarak değil, rıza, ortak inançlar ve çoğunluğun ideoloji olarak anlamaktadır. Gramscian hegemonya kavramı, yukarıda öngörülen şekilde kurulan tarihsel blok yoluyla hayata geçirilmekte ve uygulanmaktadır. Bu blokun kurulmasında, kitlenin hâkim grubun ahlaki-etik liderliğine onay vermesi sonucunda Gramscian anlayıştaki rıza unsuru yerine getirilmiş olmaktadır. Gramsci, hegemon olmak için ekonomik ve siyasi gücün yeterli olmadığını, bağımlı grupların onayına da gereksinim duyulduğunu öngörmektedir. Uluslararası Ilişkiler disiplininin onun varlığıyla zenginleştiği kabul edilmektedir. Gramsci’nin görüşleri, hegemonyanın üretilmesinde kültürel ve söylemsel boyutun vurgulaması ile de önem taşımaktadır. Gramscian kuram, devletlerin hegemon liderliğini kabul görme isteğini anlamaya yardımcı olmaktadır. Bir sonraki kısımda Uluslararası Ilişkilerde Gramscian teorinin bir devamı olarak sayılan neo-Gramscian kurama bakılacaktır.