• Sonuç bulunamadı

Genel Olarak Ayırt Etme Gücünden Yoksun Kimselerin Hukukî İşlemleri

D. Failin, Ayırt Etme Gücünü Kusuru Dışında Kaybetmesi

II. Genel Olarak Ayırt Etme Gücünden Yoksun Kimselerin Hukukî İşlemleri

kısıtlanmalı ve vesayet altına alınmalıdır. Ancak bu gibi kimselerin kısıtlanmamaları veya henüz işlemlerin devam ettiği durumlarda bu kimseler ayırt etme gücüne sahip kimseler gibi yaşadıkları görülmektedir. Bu takdirde, söz konusu kimseler, başkasına zararlı davranışlarda bulunmaları ve sonra bunların ayırt etme gücüne sahip olmadıklarını ileri sürerek sorumlu olmadıkları mümkündür. Diğer yandan bu kimseler, hukukî işlemler yapıp, daha sonra bu işlemlerin geçerliliğini tanımazlar ve onları işlemin yapıldığı, ânda ayırt etme gücünden yoksun olduklarını ileri sürerek ifadan kaçınmaktadırlar. İşte bu gibi durumlarda, ayırt etme gücünden yoksun kimseyle hukukî işlemler yapan kimseler büyük zararlara uğrayabilirler497.

Esas itibariyle, ayırt etme gücünden yoksun kimselerin korunmasını amaçlayan Medeni Kanun, bu kimselerin işlemlerini geçersiz saymakta ve bunların başka türlü geçerli hâle gelmesini mümkün kılmamaktadır498. Bunun gibi, hâkim önüne gelen geçersizliği kendiliğinden (re’sen) dikkate almalıdır. Diğer yandan kanunun lafzî olarak ele alınması hâlinde, karşı tarafın durumu dikkate alınmamaktadır. Başka bir ifadeyle menfaatler çatışması, ayırt etme gücünden yoksun olan kimsenin lehinedir. Ayırt etme gücünden yoksunluğun ispatlanması

497 YUNG, s.485-486; İMRE, (Gayrimümeyyizler), s.362 vd., 371; ARAL, s.746 vd.

498 YHGK T. 27.11.2002 ve E. 2002/1-877 K. 2002/1029 sayılı kararında bu durum şu şekilde

belirtilmiştir: “Yasanın belirtilen düzenleme sistemine göre temyiz kudretine sahip olmayan kimsenin yaptığı işlemlerin, hiçbir hukukî hüküm ifade etmeyeceği, yokluğa eşdeğer butlan ile malûl bulunduğu söylenebilir. Gerek doktrinde gerekse uygulamada benimsenen görüş de bu doğrultudadır. Bu düzenleme ve kabul tarzının, mutlak ehliyetsizlik hâli olarak da nitelendirilebilen, temyiz kudretinden yoksun kişiyi korumaya yönelik olduğu muhakkaktır. Böyle bir korumanın gerekliliği de tartışılamaz”.

hâlinde, hukukî işlem geçersizdir. Bir hukukî işlemin geçersiz sayılması, ayırt etme gücünden yoksun bulunan kimsenin zarar görmesi şartına bağlı değildir. Başka bir ifadeyle, hukukî işlem, ehliyetsiz kimse için elverişli olsun veya olmasın aklı başında bir kimse tarafından da yapılabilir olsa bile geçersiz sayılmaktadır499.

Karşı tarafın iyiniyetli olması, yani kendisiyle sözleşme yapıldığı kişinin ayırt etme gücüne sahip olmadığını bilmemesi veya bilemeyecek durumda olması, sözleşmenin geçersizliği açısından önemli değildir500.

Görüldüğü gibi Medeni Kanunun 16. maddesi ayırt etme gücüne sahip olmayanlara azami bir himaye sağlamaktadır. Bu durum, sözleşme yaptığı kişinin ayırt etme gücünden yoksun olduğunu bilmeyen, yani iyiniyetli karşı tarafın zarara uğramasına sebep olur; bunun sonucu olarak da işlem güvenliği sarsılmış olur. Aynı şekilde, geçersizlik kuralının mutlak olarak uygulanması, bizzat ayırt etme gücünden yoksun kimsenin aleyhine sonuçlar doğurabilir ve Medeni Kanununun 15. maddesindeki koruma amacıyla bağdaşmayan bir durum ortaya çıkabilir. Meselâ, kendisine ikramiye çıkan bir piyango biletini alan ayırt etme gücünden yoksun kimse için, bilet alma işleminin geçersiz sayılması aleyhine olacağı açıktır501.

Bu nedenle ayırt etme gücünden yoksun kimselerin yaptıkları hukukî işlemlerin (sözleşmelerin) mutlak geçersizliği kuralına ilişkin bazı sınırlamaların getirilmesi gerekmektedir. Nitekim, Medeni Kanununun 15 maddesinin ikinci fıkrasında “kanunda belirli istisnalar saklıdır” hükmü bunu işaret etmektedir502.

499 YUNG, s.489; BERKİ, s.129.

500 BUCHER, Art.17/18, N.147-148; EGGER, Art.18, N.3; von TUHR/PETER, 180; JAEGER,

s.47; ATAAY, (Şahıslar), s.104; OĞUZMAN/SELİÇİ, s.51; KÖPRÜLÜ, s.215;

DURAL/ÖĞÜZ, s.90; ARAL, s.747; 28.07.1941 tarih ve E.4/K.21 sayılı İçtihadı Birleştirme

Kararı, bu durumu şu gerekçe ile açıklamaktadır. “Mümeyyiz olmayan bir kimse ile hukukî muamelede bulunan diğer âkidin bunu bilmeyerek hüsnüniyetle hareket etmiş olması zikri geçen 15. maddenin mutlak ve kat’i sarahati karşısında böyle bir kimsenin tasarrufu üzerinde hukukî hüküm terettüp etmesi için kafi değildir. Kanun, o gibi ayırt etme gücünden mahrum olan kimselerin esasen hak iddia edenlerin hüsnüniyetlini himaye etmemektedir. Elverir ki, o tasarrufun hüküm ifade etmesi için lüzumlu ayırt etme gücü derecesinin tasarruf zamanında mevcut olmadığı katiyetle sübut bulsun. Bu takdirde kaasrın hâli, metin ve ruhundan başka türlü bir netice çıkarılmasına imkân yoktur”. Aynı doğrultuda kararlar için bkz. YHGK T. 27.11.2002 ve E. 2002/1-877 K. 2002/1029; YHGK. T. 22.12.2004 ve E. 2004/1-743 K. 2004/740; YG 1. HD. T. 05.03.2003 ve E. 2003/1674 K. 2003/2292.

501 ARAL, s.747; JAEGER, s.48. 502 ARAL, s.747-748.

Bu sınırlamalardan ilki dürüstlük kuralından doğan istisnalardır. Medeni Kanununun 16. maddesinin amacı, ayırt etme gücünden yoksun kimselerin korunması olduğundan karşı tarafın sırf ayırt etme gücünden yoksun kimseye zarar vermek kastıyla geçersizlik iddiasında bulunması, bu amaca aykırı olur ve hakkın kötüye kullanılmasını oluşturur. Bu hâlde, ayırt etme gücünün bulunmamasına rağmen sözleşme geçersiz hâle gelmez. Bu durumu açıklayan 09.03.1955 tarihli ve 22/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, şu şekildedir: “Medeni Kanununun 15. maddesindeki hükmün vazında asıl gaye ve maksadın medeni hakları kullanmaktan gayrimümeyyizlik sebebiyle mahrum olan kimsenin korunması olduğu meydandadır. Şu hâlde bu kanun hükmünü, sevk gayesine münafi olarak mümeyyiz olmayanın aleyhine tefsir etmek; meselâ, mümeyyiz olmayan kimsenin yaptığı bir iş akdi batıl sayıldığı takdirde işveren yalnız mamelekinde husüle gelen zenginleşmeden dolayı bir miktar para verecek, mukavele edilen ücretle mülzem bulunmayacaktır. Ayrıca bu kimseyi –iş akdi hükümsüz olduğundan- işçi sigortalarından veya işçiyi koruyan diğer kanun hükümlerinden istifade ettirmemek vaziyeti hasıl olacaktır. Keza mümeyyiz olmayan bir kimsenin satın aldığı piyango biletine ikramiye isabet etse, satış hükümsüz olduğu için ikramiyenin kendisine ait olması neticesine varmak icap edecektir. Görülüyor ki, 15. maddenin mümeyyiz olmayan kimse aleyhine olarak dermeyan edilmesi, bu hükmün konması maksadına aykırı ve adil olmayan neticeler doğurmaktadır”503.

Bunun gibi, geçersizliğin, ayırt etme gücünden yoksun kimsenin kanuni temsilcisi veya ayırt etme gücünü kazandıktan sonra bizzat bu kişi tarafından ileri sürülmesi de hakkın kötüye kullanılması sayılabilir. Ayırt etme gücünün kazanılmasının veya kanuni temsilcisi tarafından durumun öğrenilmesinden uzun bir zaman geçtikten sonra, sırf fiyat değişikliklerinden karşı taraf aleyhine yararlanmak amacıyla geçersizlik iddiasında bulunmak, Medeni Kanununun 15. maddesinin koruma amacına ters düşer ve hakkın kötüye kullanılması anlamına gelir. Nitekim biraz evvel değinilen İçtihadı Birleştirme Kararında aynı sonuca varılmıştır. Buna 15. maddenin ayırt etme gücüne sahip olmayan kimse tarafından, diğer taraf aleyhine

ileri sürülmesi de hâl ve şartlara göre dürüstlük kuralına aykırı bir durum oluşturabilir. Gerçekten ayırt etme gücünden yoksun kimse, bu güce sahip olsa idi aynı şekilde hareket edecek, yani normal zekâlı bir insan dahi aynı tarzda işlemde bulunacak idiyse, ayırt etme gücünden mahrum olduğunu ileri sürerek işlemin geçersizliğini ileri sürmesi mümkün olmamalıdır. Aksi takdirde ayırt etme gücünden yoksunluk, hukukî işlemde gerekli güvenin önemli bir ihlâli sonucuna ulaştıracak bir kargaşa ve istikrarsızlık niteliğini alır ki, buna imkânı tanınmamalıdır. Zira her türlü sübjektif hakkın kullanılmasını hakim olan dürüstlük kurallarının denetimi (murakebesi) altına koyan, Medeni Kanununun 2. maddesi buna engeldir. Nitekim, ayırt etme gücüne sahip olmayan kimsenin tasarrufunun hukuken hüküm ifade etmeyeceği kuralını koyan 15. maddenin ikinci fıkrasıyla saklı tutulan istisnalar arasında 2. maddede ifade edilen dürüstlük kuralına aykırılık hâli de mevcuttur. Başka bir deyişle, ayırt etme gücüne sahip olmayan tarafından hukukî işlemin geçersiz olduğu yönündeki iddiası, dürüstlük kurallarına aykırı olduğu takdirde dinlenmez, zira bu durum, hakkın kötüye kullanılması durumuna girer ve bu durum kanunî himayeden yararlanmaz …”504.

Bununla birlikte, anılan şekilde sözleşmenin geçersizliğini ileri sürmenin hakkın kötüye kullanılması kavramıyla sınırlandırılması, iyiniyetli kimselerin korunması yönünden her zaman yeterli bir çözüm sayılamaz ve bu durum vicdanı rencide edecek sonuçlara ve adâletsizliklere sebep olabilecektir505. Sözleşmenin geçersizliğine rağmen, karşı tarafın sözleşmenin yapılmasına ilişkin güvenin boşa çıkmasından doğan zararının ayırt etme gücünden yoksun kimse tarafından giderilmesi imkânının araştırılması gerekir506.

504 ARAL, s.749

505 YUNG, s.490; İMRE, (Kusursuz Mesuliyet), s.810; İMRE, (Gayrimümeyyizler), s.371.

506 ARAL, s.749; Yung, ayırt etme gücünden yoksun kimsenin bu tarz sözleşmelerden dolayı

meydana gelen zararlar konusunda, Federal Mahkemenin kararlarından örnekler vermektedir. Bir banka, akrabalarından birinin kefaletini sağlayan bir müşterisine ödünç para vermiş ve banka kefile karşı ödeme talebinde bulununca, kefil kefaletnameyi imzaladığı sırada ayırt etme gücünden yoksun olduğunu iddia ve ispat ediyor. Anılan kefalet, ayırt etme gücünden dolayı iptal ediliyor ve teminatın hiçbir hükmü kalmıyor; yine aynı şekilde, kocasının bıraktığı bir işletmeyi üzerine alan dul bir kadın bu işletmeyi oğullarından birine satıyor. Birkaç sene sonra, dul kadında akıl hastalığından dolayı bir vasi atanıyor. Vasi, senelerdir oğlunun işlettiği işletmenin satışına dair sözleşmenin iptalîni talep ediyor. bkz. YUNG, s.489.

Bu konuda özellikle hakkaniyet sorumluluğu akla gelebilir. Alman hukukunda, sözleşme ilişkilerine hakkaniyet sorumluluğunun uygulanmamasının meydana getireceği adâletsizlik şu tipik örnekle açıklanmaktadır. Bir akıl hastası, bir antika dükkânına girip, dükkân sahibinin ekonomik bakımdan sarsacak nitelikte bir tabloyu parçalaması hâlinde, ayırt etme gücünden yoksun kimsenin hakkaniyet çerçevesinde sorumlu tutulması mümkün olacaktır. Ancak, akıl hastası, antika dükkânından söz konusu tabloyu satın alma konusunda anlaşır ve tablonun karşılığına bir senet verip, dükkândan çıktığında bu tabloyu karşısına gelen ilk kişiye vermesi hâlinde, sözleşmenin geçersizliği sebebiyle, antikacının uğradığı zararlara hakkaniyet sorumluluğunun uygulanmaması adil sonuçlar vermeyecektir507.

İşte bu konuda hakkaniyetin gerçekleşmesini sağlamak açısından Borçlar Kanununun 54. maddesi hükmü devreye girebilecek midir hususu sözleşmenin kurulma sırasında veya sonrasında ayırt etme gücünden yoksun olması durumlarına göre ayrı ayrı incelenmelidir.

III. Sözleşmenin Kuruluşu Sırasında Taraflardan Birinin Ayırt Etme Gücüne