• Sonuç bulunamadı

2.2. Alevilikle Đlgili Tanımlamalar

2.2.1. Geleneksel Tanımlar: Đslam ve Alevilik

Aleviliğe, hangi düzeyde ve hangi nedenlerle olursa olsun ilgi duyan herkes Alevilik, Đslam Dini’nin içinde mi, dışında mı? Aleviliğin oluşmasında tarihte Müslümanlar arasında yaşanmış siyasi mücadelelerin ve inançla ilgili yeni yorumların etkisi var mıdır? Alevilik inancının ve ritüellerinin Đslam’da yeri var mıdır? Yoksa, Alevilik gerçek dinden (Đslam’da) bir sapma mıdır? Aleviliğin kaynağı nedir ve geçmişi nereye kadar gider? gibi soruları cevaplama gereğini duymaktadır.

Alevi gülbanglarının, deyişlerinin ve örneklemde yapılan gözlem ve görüşmelerde elde edilen verilerin sosyolojik analizine dayanan çalışmamızda yaptığımız şu tespitler yukarıda sıralanan sorulara verilecek cevapların ana eksenini belirlemektedir: Birincisi, gülbanlarda ve deyişlerde “kronolojik” ve “hiyerarşik” bir şekilde Đslam Dini’nin peygamberi Hz. Muhammed ile başlayan, Ehl-i Beyti’nin ve soyunun devamı olan 12 Đmam’ın ve onları sevdikleri için yüceldiğine inanılan kişilerin

isimleriyle devam eden bir sıralanmaya yer verilmesi ve buna paralel olarak, bu isimlerin bazı alanlarda tarihi kimliklerinden ve kişiliklerinden soyutlanarak inancın ana kaynağına dönüştürülmeleridir. Đkincisi ise, Alevilikteki her uygulamanın, yasağın, inancın ve anlatılan her söylencenin Đslam tarihindeki bir olay veya kişiyle mutlaka ilişkilendirilmesidir. Ayrıca, tören ve uygulamalarda sık sık ayet ve hadislerin anılması ve bu kaynaklara atıfların yapılmasıdır. Bu güçlü bağlara rağmen, “Alevilik ile Đslam Dini arasında hiçbir ilişki yoktur” savının ileri sürülmesine ve savunulmasına neden olan birçok farklılık da mevcuttur. Örneğin, ilk bakışta Đslam Dini’nin temel ritüelleri olan, Đslam Dini’ne inanan bir mümini diğer dinlerin müminlerinden ve herhangi bir dine inanmayan bir kişiden ayıran namaz kılmak, her yıl ramazan ayında oruç tutmak, zekat vermek gibi ritüeller; insanların toplu olarak yaşadığı yerlerde ibadethane olarak cami ve minare olması, günde beş kez ezan okunması gibi dini semboller yoktur. Buna

karşılık, Aleviliğin kendine özgü inanç pratikleri, ritüelleri vardır:66 Bunların bir kısmı,

cem töreni, cem töreninde saz çalınması ve bu törenlere kadınlarında katılması, müsahiplik, kirvelik, niyaz vermek, Muharrem (12 imam orucu) ve Hızır orucu tutmak, bu oruçlardan sonra kurban kesmek, hakkullah vermek, seyyidlik sistemi ve bir ocağa bağlı olmak şeklinde sıralanabilir.

Osmanlı Đmparatorluğu döneminde, Anadolu’da Aleviliğe özgü yukarıdaki inanç ve uygulamaları benimseyen, başka bir ifadeyle Đslam Dini’nin bazı gereklerini Sünniler

gibi yerine getirmeyen topluluklar XIX. Yüzyıldan önce “Zındık, Kızılbaş, Rafizi67,

Işık68, Mülhid69 ve Torlak70” gibi kötüleyici, aşağılayıcı isimlerle tanımlanıyorlardı.71

66 Aleviliğin temel inanç uygulamaları, Alevilerin bu uygulamalara katılma sıklığı ve Aleviler ile Sünniler arasındaki farklılıklar hakkında bkz. A. Aktaş, agm, sh. 465-467.

67 “Râfızî, Arapça’da, terk eden, bırakan demektir.” A. Gölpınarlı ve P. N. Boratav, age., (1943), s. 175.; Terim olarak “Ebubekir ve Ömer’in halifeliğini tanımayanların oluşturduğu dinsel-siyasal akım. Rafiziler, Gulat ve Zeydiler’le birlikte, Şia’nın üç kolundan birini oluşturur. Eş’ari (873-936), Makalat- ül Đslamiye adlı yapıtında, Rafizilik akımının ilk kez Ebubekir ile Ömer’in halifeliklerine karşı çıkanlar tarafından başlatıldığını belirtir. Diğer kimi kaynaklara göre ise Hz. Hüseyin’in torunlarından Zeyd bin Ali’nin Ebubekir’le Ömer’in halifeliğini onaylamasına karşı çıkanlar Rafizilik akımını başlattı.” E. Korkmaz, Ansiklopedik Alevilik Bektaşilik Terimleri Sözlüğü, Anahtar Yay., Đstanbul, 2005, s. 573; Bu akımın, Zeyd’in kendisini terk eden taraftarlarına “ ‘Beni terk ettiniz.’ demesi üzerine onlara “Râfızî” denildiğini söylerler.” A. Gölpınarlı, ve P. N. Boratav, age., (1943), s. 175; Aynı yöndeki görüşler için ayrıca bkz. E. R. Fığlalı, age., (1990), s.14; M. Ekinci, age., s. 207; Rafizilikle ilgili geniş bilgi için ayrıca bkz. E. Gündüz, age., (2008), sh. 95 – 101.

68 “Osmanlılar zamanında bazen Bektaşiler’e, Aleviler’e, Hurufiler’e, ve Rafizi eğilimli derviş zümrelerine ışık ve Işık Taifesi adı verilmiştir. Bunlar adına tesis edilecek vakıfların şer’an geçerli olamayacağı kaydedilmiş, fermanlarda bu zümreye dikkat çekilmiştir.” S. Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yay., Đstanbul, 2001, s. 177.

Günümüzde, bu toplulukların üst kimliği72 veya şemsiye kavramı olarak Alevilik kullanılmaktadır. Başta Rafizi olmak üzere bu sözcüklere dönemin siyasi olaylarından dolayı siyasi anlamlar yüklenmiş ve Anadolu’da Sünniliğin dışındaki zümrelere ve

bilhassa Safevi taraftarları için bir karalama ve tahkir sıfatı olarak kullanılmışlardır.73

Osmanlı arşiv belgelerinde bu toplulukların “inançları gerçek Đslam Dini’nden sapma”,

ibadetleri “…şeriata aykırı davranışlar”74 kendileri “ devlet muhalifi, dinsiz ve asi

zümreler” olarak değerlendirilmiş ve haklarında çok sayıda ferman yayınlanmıştır.75

Baki Öz’ün Osmanlı arşiv belgelerinden derlediği76 konu ile ilgili fermanlardan

bazı örnek bölümler şöyledir:77

1. “Amasya’daki Kızılbaşların Cezalandırılmasına Đlişkin Buyruk: ….Anılan ilçelerden kimi kişiler Kızılbaş olup, Dört Halifeye hakaret edip Müslümanları görünce “Yezit geldi.” demekteymişler. Geceleri toplanıp eşlerini ve kızlarını da meclislere getirerek birbirlerinin eş ve kızlarını kullanırlarmış. Namaz, oruç bilmeyip Ebubekir, Osman ve Ömer adlarını kullanmazlarmış. Böylece dinsiz oldukları açığa çıkmıştır. Bunlar yukarı illerde (Tebriz) çizme ve giysi getirip Şah adına bayrak edip

gezdirirlermiş…28 b. 992 ( M. 1583)”78

2. “Rafiziliğe ilişkin kitaplara el konması hakkında buyruk: ……(Çorum) Orta Pare ilçesinde Veli Fakih adlı kişinin Kızılbaş ülkesinden geldiği sırada otuz dört tane

Rafizi kitaplarından getirdiğini…19 Ramazan 984 (M. 1576)”79

70 “Şeriat kurallarına, yaygın töre ve geleneklere aldırmazlıklarıyla belirgin, yün ya da at kılından dokunmuş giysiler giyen, gönül zenginliğini her şeyin üstünde tutan Kalenderi dervişler kolu.” E. Korkmaz, age., (2005), s. 688.

71 Ahmet Refik, Onaltıncı Asırda Rafizilik ve Bektaşilik: “Onaltıncı Yüzyılda Osmanlılar’ın Aleviler Hakkında Düzenledikleri 54 Fermanı Đçerir.” (1932), sadeleştiren M. Yaman, (1994), y.y., Đstanbul : Ufuk Matbaası, s. 13, 22, v.d.,; B. Öz, Alevilik Đle Đlgili Osmanlı Belgeleri, Can Yayınları, Đstanbul, 1995.

72 C. Üçer, age., (2005). s. 70.

73 E. R. Fığlalı, age, s.14; Ekinci M., age, s. 207. 74 B. Öz, age. (1995), 8 nolu belge v. d., s. 31. 75 B. Öz, age. (1995).

76

B. Öz, age. (1995); Benzer 54 ferman için bkz. Ahmet Refik, age., Đstanbul, 1932.

77 Bu belgeler konumuz açısından iki yönden çok önemlidir: Birincisi, bu belgeler, düzenlendikleri tarihte bir taraftan, Kızılbaş (Alevi) toplulukların merkezi yönetim tarafından nasıl algılandıklarını ve nelerle suçlandıklarını gösterirken, diğer taraftan Alevilerin siyasi tercihleri, inançları, Đslam Dini’ni ve ilk Müslümanlar arasındaki siyasi mücadeleyi nasıl algıladıkları hakkında da önemli bilgiler vermektedir. Bu sonuçlar belgelerin açık işlevleridir. Konumuzun açısından asıl önemli olan ikinci boyut ise, merkezi yönetimin, Alevileri aşağılamaya, suçlamaya ve ötekileştirilip cezalandırmaya dayanan bu algılama ve değerlendirme anlayışına karşılık Alevilerin kendilerini nasıl savundukları; ortaya koydukları tepkilerin ve aldıkları tedbirlerin sosyal ilişkilerine, toplum yaşamlarına, inançlarına ve ahlak anlayışlarına nasıl yansıdığıdır.

78 B. Öz, age. (1995), 59. belge, s. 69. 79 B. Öz, age. (1995), 47. belge, sh. 59- 60.

3. “Đran’la ilişkisi bulunan Rafizilerin (Kızılbaşların) cezalandırılmasına ilişkin

buyruk. (M. 1579)”80

4. “Alevilerin vergilerini Đran’a ödemelerinin önlenmesini isteyen padişah

buyruğu. (M. 1593)”81 “Đnançların ve göreneklerin farklılığı sebebiyle, bütün

zamanların dışlanmışları, Aleviler, zulme ve suçlamalara uğramışlardır.”82 diyen

Melikoff, farklı olanların her toplumda benzer suçlamalarla karşılaşmış olduklarını da eklemektedir.

Dışlayan hatta yok sayan uzun bir geçmişe sahip bu keskin tavra karşın yukarıda da belirtildiği gibi Aleviliği, Đslam’ın içinde, Şia’nin bir kolu, tarikat veya mezhep olarak kabul eden yaklaşımlar da vardır.

Hançerlioğlu’na göre, “Şiîlik (Şîa) katıksız ilk biçimiyle bir siyasal partidir ve peygamberin amcaoğlu Ali’yi halîfe yapmak istemeyen Hâricîler ( Havâriç)’e karşı Ali’yi tutanların partisini adlandırır. Sonraları bid’at sayılmış ve şiî – bâtınîlik adı

altında tasavvuf tarikatlarının gizli ve siyasal sığınağı olmuştur.”83

Yukarıda belirtildiği gibi, Alevilik ve Şiilik kavramlarının çıkış noktası olan halifelik tartışmasında, Hz. Peygamber vefat ettikten sonra onun yerine geçmesi gereken onun Ehl-i Beyt’i olan Hz. Ali ve Hz Ali’nin çocuklarıdır, görüşünü savunanlara, el-Aleviyye veya Şiatü Ali (Aliye bağlı olanlar, Ali taraftarları) denildiğinden beri bu kavramlar birbirlerinin yerine kullanılmaktadırlar.

Kızılbaşların (Alevilerin) inanç açısından da Şii’lere benzediği sonucuna varan

bazı yazarlar, Aleviliği Şiiliğin farklı bir formu olarak kabul etmektedirler.84 Örneğin,

“Alevilik Şiiliktir” diyen Gölpınarlı, “Kızıl-baş, Şii’i mezhebinin gulatından olan bir yolun mensubu” şeklinde tarif etmekte ve inançları itibariyle “Ali’yi tanrı tanımak”, “… Đsmailiyenin tesiri altında kalmakla beraber, 12 imamı kabul ettiklerinden dolayı

Đmamiye mezhebinin müfritlerinden” saymaktadır.85

Alevilikle Şiilik arasındaki farkın şeriat ve tarikat uygulamalarından ibaret olduğunu söyleyen Kaya, “Kızılbaşlık gibi Alevilik de Şiiliktir. Her iki isimde Şiiliğin

80 B. Öz, age. (1995), 58. belge, s. 68. 81 B. Öz, age. (1995), 62. belge, s. 73. 82 Đ. Melikoff, age., (1998), s.322. 83 O. Hançerliolğlu, age., (1993), s. 152.

84 F. W Hasluck, Chritianity And Islam Under The Sultans, Ed. By Margaret M. Hasluck, 2 vols, Oxford, Clarendon Press 1973, s. 139 v.d.

değişik yörelerdeki tanımlamalarıdır…… Kızılbaşlık ve Aleviliğin, Şiilikten farkı,

şeriat ve tarikat uygulamasından başka bir şey değildir.”86 sonucuna varıyor.

Sonuçlarını verdiğimiz iki saha araştırmasında, Aleviler arasında yapılan araştırmada, Alevilik Şiilik ilişkisi sorulmamış; Alevi olmayanlar arasında yapılan araştırmada ise, Alevi olmayan denekler % 19,1 oranında Aleviliği Şia’nın bir kolu olarak tanımladığı sonucuna ulaşılmıştır.

Aleviliğin kökeni ve mahiyeti üzerinde duran araştırmacılar genelde, Aleviliğin Şiilik’le ilişkisini dikkate almış olmakla beraber, Şahin bu ilişkiyi özdeşleştirmeye kadar götürmüştür. Ona göre Alevilik Hz. Ali ile ilgili bir kavramdır. Bu kavram Ali’nin yolundan gitmeyi, Ali gibi düşünmeyi ve Ali gibi yaşamaya çalışmayı ifade eder. Ali taraftarı demek olan bu terim Türkiye dışında Şia ve Şii terimleriyle aynı

anlamdadır.87

Anadolu Alevilerini Şiilerle aynılaştıran (özdeşleştiren) çıkarımlara karşı çıkan Yaman ise, tarihsel süreçte coğrafi yakınlık, Osmanlı - Safevi mücadelesi ve sonrasında yaşananlar nedeniyle Đran’daki Şiiler ile Anadolu’daki Alevilerin karıştırıldıklarını, oysa aralarında Ehl-i Beyt sevgisi dışında ortak bir yön bulmanın zor olduğunu

belirtmektedir.88 Anadolu Aleviliği, yukarıda belirtilen farklı inanç ve ibadet biçimleri

ile “başta klasik Şiadan ayrılmaktadır ve kendine has bir tipoloji ürettiğinden dolayı da

Caferiliğin temsil ettiği Şiilikten farklı bir inanç sistemidir.”89

Đslam Dini çerçevesinde Alevilikle ilgili olarak yapılan diğer bir tanım ise “Alevilik mezheptir” şeklindeki tanımdır. Yukarıda sonuçlarını verdiğimiz araştırmalarda Alevilerin % 43.43’ü, Alevi olmayanların ise % 15,3’ü Aleviliği mezhep olarak tanımlamaktadırlar. Örneklemimizdeki Aleviler de mezheplerinin Caferilik olduğunu ifade ettikleri tespit edildi.

C. Ç. (erkek, seyyid): “Đmam Cafer Ehl-i Beyt’tendir. Caferilik Muhammed-Ali yoludur.”

86 H. Kaya, age., (1993), sh. 20- 21. 87 T. Şahin, age., (1995), s. 13. 88 A. Yaman, age., (2007), s. 21.

89 N. Subaşı, age., (2005), s. 34; Anadolu Aleviliği ile Şiilik arasındaki farklar için bkz. E. R. Fığlalı, “Şiilik ve Anadolu Aleviliği Arasındaki Farklılıklar ve Benzerlikler”, Aleviler/Alewiten, ed. Đ. Engin, Erhard Franz, Hamburg: Deutsches Orient-Đnstitut, cilt I, sh. 97-110; Çamuroğlu R., Değişen Koşullarda Alevilik, Doğan Yay., Đstanbul, 2000, sh. 71-77.

H. Y. (erkek, talip): “Ehl-i Beyt yolu olan Caferi mezhebine bağlıyız. Nikahlarımızı Đmam Cafer’in adını anarak kıyarız; Ölülerimize telkini Đmam Cafer’in adını anarak veririz.”

Alevilikle ilgili; F. W. Hasluk, M. Fuat Köprülü, Abdülbaki Gölpınarlı, Sadettin Nüzhet Ergun, Besim Atalay ve Mehmet Eröz gibi ilk dönem araştırmacıları da Aleviler’in- Bektaşiler’in Caferi mezhebine mensubiyetlerini dile getirdiklerini kaydetmektedirler. Atalay bu konudaki tespitlerini şöyle ifade ediyor: “Doğru ve açık bir anlatımla bugün Bektaşiliğe bir tarikat gözüyle değil, bir mezhep olduğu görüşüyle bakmak daha uygundur. Çünkü bunu özellikle Anadolu Bektaşileri (Aleviler) iddia

ederler. Kendilerine Bektaşi demekten çok Alevi derler, Caferi derler. ”90

Gölpınarlı ise, Alevilerin bu yöndeki beyanlarına rağmen, Aleviliğin mezhep olmadığını; hatta ileride de mezhep olma özelliklerine sahip olamayacağı öngörüsünde bulunuyor. Aleviliğin (Kızılbaşlığın) neden mezhep olamayacağını da “Kızıl-başlık, inancının usul ve füruu sistemleşmiş, fikir ayrılıklarının münakaşası yapılmış bir

mezhep değildir ve hiçbir vakit, bu dereceye gelmesine de imkan yoktur.”91 cümlesiyle

açıklamaktadır.

Alevilikle Caferilik ilişkisi, Alevilerin beyanlarıyla sabit olduğu için tamamen reddedemeyen yeni dönem araştırmacıları, Aleviliğin Caferilikle ilişkisinin hangi düzeyde olduğunu, zahiri mi, açık bir ilişki mi? olduğu bağlamlarında konuyu tartışmaktadırlar: Caferilikle Alevilik arasında kurulacak bağ içerik ve fıkhi anlayışla ilgili değildir. Đkisi arasında gülbanlarda ve deyişlerde dile getirilen Hz. Ali’nin velayeti, on iki imam, Ehl-i Beyt, Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şahadeti gibi ortak

motiflerle ilişkilendirmenin de yüzeysel ve sembolik olduğunu göstermektedir.92 Kaleli

de, Aleviliğin Caferilikle ilişkisini şöyle değerlendirmektedir: “…Anadolu Aleviliği, her ne denli Caferi mezhebine mensubiyeti varsa da; ya da diğer bir deyişle Caferi Mezhebinin bir alt kolu olarak değerlendiriliyorsa da, uygulamada görülen odur ki, batıni yönüyle kendini geliştiren tasavvufi bir inanç sistemidir; zahiren Caferi

değildir…”93

90 A. Besim, age., (1991), s.16.

91 A. Gölpınarlı, “Kızıl-baş”, ĐA, cilt 6, MEB Yay., Đstanbul, 1967, s. 791

92 Đ. Üzüm, “Alevilerin Cafei Mezhebine Mensubiyetinin Arka Planı Alevilik-Caferilik Đlişkisi veya Đlişkisizliği” Đslamiyat Dergisi 2003, cilt 6, sayı 3, s. 150.

Genelde Đslam Dini, özelde Caferi Mezhebi bağlamında yapılan bir diğer tanımlama ise, Aleviliğin tasavvuf ve tarikat olduğu yönündeki tanımlamalardır. Saha araştırmalarında, Alevi deneklerin % 10.41’inin, Alevi olmayan deneklerin ise %11,2’sinin Aleviliği tarikat olarak tanımladıkları sonucuna varılmaktadır. Çalışma süresince sahada yaptığımız görüşmelerde ise, bazı gülbanlarda ve deyişlerde tarikat ifadesi yer almasına rağmen, en azından örneklemimizdeki Alevilerin, Aleviliği bir tarikat olarak değerlendirdikleri yönünde bir tespit kaydedilememiştir. Buna karşılık, tarikatın, şeyh, mürid, melle, hoca gibi Sünnilerle özdeşleştirilen kavramlardan biri olarak ifade edildiği saptanmıştır.

Yukarıda değinildiği gibi Alevilikle ilgili ilk dönem araştırmalarda, Aleviliğin mezhep olarak tanımlanıp tanımlanamayacağı tartışılmış; genel kanı, Alevilerin beyanları da göz önünde bulundurularak, nedenlerine değinilmeden mezhep olarak değerlendirilebileceği şeklinde oluşmuştur. Yeni dönem araştırmalarda ise, Alevilik tarikat, mezhep bağlamında tartışılmaktadır. Alevilikle Caferilik arasındaki ilişkinin sembolik olduğunu ileri süren Üzüm, aynı makalede Aleviliğin-Bektaşiliğin 16. asırdan itibaren bugünkü halini aldığını ve günümüze kadar geçen sürede “… dini hiyerarşisi (mürşid veya pir, rehber, talib, yahut can vs.) terminolojisi (mürşidlik, müridlik, muhiplik, insan-ı kamil, vilayet, şeriat-tarikat-marifet-hakikat-adap-erkan vs), temel ritüelleri (musahiplik, erkanı veya ikrar cemi, görgü cemi, sorgu cemi vs), keza cemlerdeki hizmetler ( mürşidlik veya pirlik, rehberlik, zakirlik vs.) gibi ana

boyutlarıyla tasavvufi bir özellik sergilemektedir.”94 sonucuna varıyor. Fakat, görüldüğü

gibi yazarın, tasavvufla Alevilik arasında kurduğu ilişki de, içerikle ilgili değil kavramların ve isimlendirmelerin benzerliğine dayanan sembolik niteliktedir. Aleviliğin tanımlanmasının güçlüğü, tasavvufun farklı boyutları ve algılamalarının olduğu noktaları bir arada düşünüldüğünde böyle bir genellemenin sosyolojik olgulara dayanmadığını gösteriyor. “Đbn Haldun, Đslam toplumunda ortaya çıkan şer’i ilimlerden biri, diye nitelendirdiği tasavvufu şöyle tanımlar: Đbadet üzerinde önemle durmak, Allah’a yönelmek, dünyanın alayişinden ve süsünden yüz çevirmek, büyük çoğunluğun düşkün olduğu haz, mal ve mevki gibi hususlara ilgi duymamak, toplumdan ayrılıp

inzivada kendini ibadete vermektir.”95 Bu tanım esas alınıp Aleviliğe bakıldığında

Alevilikte bazı tasavvufi özellikler olduğunu söylemek mümkündür. Bu az sayıdaki

94 Đ. Üzüm, agm., (2003), cilt 6, sayı 3, s. 128

ortak özellik de Alevilik ile tasavvuf anlayışının aynı kültür iklimi içinde yer almış olmalarıyla açıklanabilir. Ancak, bu ortak özellikler de, Aleviliği tasavvufi bir hareket olarak tanımlamak için yeterli değildir. Çünkü, her şeyden önce Alevilik birey, toplum ve tabiat birlikteliğine dayandığı için, Alevilikte ahreti dünyaya tercih eden münzevi bir hayat anlayışı yoktur. Hatta, tasavvuf epistemolojisini ilgilendiren, başkalarının bilmediği; akıl, duyu ve nassla elde edilen bilgiden ayrı, doğrudan ve aracısız olarak algılanan batıni ilim/ledünni ilim niteliğinde olan bir bilgilere ulaşan ermiş kişilerin toplumdaki konumlarının kutsama düzeyinde yüceltilmesine rağmen, bu kişilerin bile, ne bu ilme sahip olmadan önce, ne de sahip olduktan sonra münzevi bir hayatlarının olmadığı nakledilmektedir. Keza, dışarıya kapalı bir sosyal yapı olduğu için grup içinde aileler veya bireyler arasında gelir düzeyi farklılaşmasına neden olacak zenginlik kaynağı ve dolayısıyla yüz çevrilecek ihtiyaç fazlası mal; toplumsal yapıda statüler ve roller kutsalla ve doğal imkanlarla sınırlandırıldığı için terk edilecek mevki ve makamlar da yoktur.

Bu bakış açısının etkisinde kalan, ilahiyat kaynaklı başka bir çalışmada ise,

Alevilik, tasavvufi düşüncenin olgunlaşmasından sonra ortaya çıkan tarikatlardan96 biri

olarak görülmekte ve şöyle tanımlanmaktadır: “…Geleneksel Alevilik, varlığını “soya dayalı” olarak sürdürse de onda hakim olan en belirgin özelliğin tarikatların ortak unsurlarının hepsini bir şekilde barındırıyor olması dolayısıyla bu yapılanmalar net

olarak “soya dayalı tarikatlardır.”97

Aleviliğin bir mezhebe indirgenemeyeceğini söyleyen Kutlu ise, tarikat benzeri mistik oluşum diye nitelediği Aleviliği şöyle tanımlıyor: ”Alevilik Caferi, Hanefi, Maturidi, Đsmaili gibi hem ortodoks hem de heterodoks unsurlar taşısa da Kızılbaşlık ve Bektaşilik teolojik bir yapılanma olmayıp tarikat benzeri mistik bir oluşumdur. Farklı mezhebi unsurlar taşımasından dolayı Aleviliğe mezhepler üstü veya doksi ötesi mistik

oluşumlar anlamında metadoksi denebilir.”98 Ocak da, Aleviliğin mistik yapısına vurgu

yaptıktan sonra, “Alevilik çok koyu bir mistik yapı göstermesine rağmen hem inanç

96 M. Kara, “Tarikatlar Dünyasına Genel Bir Bakış”, Đslamiyat Dergisi 1999, cilt 2, sayı 3, s. 66 97 C. Üçer, age., (2005), s. 65.

98 K. Sömez, Aleviliğin Dini Statüsü: Din, Mezhep, Tarikat, Heterodoksi, Ortodoksi veya Metadoksi”, Đslamiyat Dergisi 2003, cilt 6, sayı 3, s. 31.

hem de ritüelleri bakımından tam anlamıyla bir tarikat niteliği göstermiyor.”99sonucuna varıyor.

Yukarıda, Aleviliğin mezhep olmadığını ve hiçbir zaman da olamayacağını söyleyen ilk dönem araştırmacılardan Gölpınarlı, Aleviliğin tarikat da olmadığını iddia etmektedir. O’na göre, ”Aleviliğe hiçbir zaman tarikat diyemeyiz; çünkü herhangi bir adam, istediği tarikata girebilir. Fakat anası ve bilhassa babası Alevi olmayan birisi, Aleviliğe giremez. ….Tarikatta, isteyen, istediği şeyhe intisap eder; Alevilikte, Alevinin babası, ataları, hangi ocağın talibiyse (hangi ocağa bağlıysa) oğul da o ocağın talibidir;

başka bir ocağa intisap edemez.”100 Sahada yaptığımız gözlem ve görüşmelerle

doğrulanan ve aynı zamanda Aleviliğin ayırt edici en önemli özelliklerini dile getiren bu iddialara rağmen, Alevilik neden tarikat olarak tanımlanmaktadır? Bunun en önemli nedenleri Alevilik–Bektaşilik isimlerinin birlikte kullanılması, son dönemde yapılan özellikle de ilahiyat ile ilgili araştırmalarda, araştırma örnekleminin Bektaşiliğin etkisinin güçlü olduğu yerlerden seçilmesidir. Bektaşilerin şehirlerde yaşamalarından dolayı ulaşılmalarının daha kolay olması ve Hacı Bektaş Veli’nin son yıllarda ön plana çıkarılması gibi nedenlerle, ya direk Bektaşiler arasında yapılan ya da Bektaşiliğin etkisinin güçlü olduğu yerleşim birimlerinde yapılan araştırmaların sonuçlarının Alevilik-Bektaşilik olarak genellenmesinden kaynaklanmaktadır. Oysa ilk dönem araştırmalarda, Alevilik Bektaşilik farkı göz önünde bulundurularak değerlendirmeler

yapılmaktaydı.101

Gölpınarlı’ya göre, “Bektaşilik, tamamıyla batıni bir tarikattır.”102 Pakalın da,

“Bektaşilik her tarikat gibi bâtınidir.” tespitinden sonra, Bektaşilikle ilgili şu bilgileri vermektedir: Bektaşilik “Bâtına ait birtakım tasavvufi asrara maliktir… Bektaşiler her şeylerini gizli tutarlar. Her türlü taşkilâtları saklıdır. Birtakım işaretler ve remizler kullanırlar. Buna binaen, tarihte meşhur olan ‘Bâtıni’lerle alâkaları vardır. Tarikatların