• Sonuç bulunamadı

GELENEKSEL TÜRK MUTFAĞINDA ŞERBET

Belgede E III / TOM III (sayfa 53-73)

*ÖZDOĞAN, Yahya

** IŞIK, Nermin TÜRKİYE ÖZET

Türk Mutfağı geleneksel yemekleri ve içecekleri ile çok zengin bir yapı-dadır. Türk mutfağında yiyeceklerden elde edilen ve özelliğine göre çeşitli besin maddeleri ilavesiyle hazırlanan sıvılara içki (içecek) denir. Çeşitli şerbetler, şuruplar, ayran, hoşaf ve kompostolar, iştah açıcı özellikleri ile Türk sofralarının vazgeçilmez elemanlarındandır. Günümüzün serinletici gazozları, renkli meşrubatları, hazır meyve suları gibi içecekler yokken çeşitli besinlerden hazırlanan güzel ve hoş içkiler içilirdi. Bunlar arasında şalgam, boza, kefir de önemli yer tutmaktadır. Günümüzde unutulmaya yüz tutmuş olan bu içecekler lezzet ve sağlık açısından, bugünün içecek-lerinden daha üstündürler. Türk mutfağı bal şerbeti, gülsuyu şerbeti, şeker şerbeti, lütuf şerbeti, tanrı şerbeti gibi zengin bir şerbet kültürüne sahiptir.

Türk mutfak kültüründe önemli bir yeri olan ‘şerbet’ neredeyse dört mevsim tüketilen bir içecekken, meyve sularının yaygınlaşması ile zaman içerisinde kaybolmaya yüz tutmuştur; fakat Anadolu’da bazı köylerde şer-bet yapımı ve tüketimi devam etmektedir. Günümüzdeki içecekler çeşitli kimyasal işlemler ile doğallığını kaybetmektedirler. Bu içecekler arasında şerbetler önemli bir yer tutmaktadır. Şerbetler mutfağımızı tamamlayan ve görsel olarak da özel bir yeri olan içeceklerimizdendir. Bu çalışmada, Türk beslenme kültüründe önemli bir yere sahip olan şerbetlerin, tarihsel önemi, çeşitleri, gibi konuların incelenmesi amaçlanmıştır.

Anahtar Kelimeler: Türk mutfağı, geleneksel içecekler, şerbet.

* Araş.Gör. Ankara Üniversitesi Ev ekonomisi Yüksekokulu Beslenme Bilimleri Bölümü İrfan Baştuğ Cad. No:

9, 06130 Aydınlıkevler-Ankara/TÜRKİYE.

**Yrd.Doç.Dr. Selçuk Üniversitesi Mesleki Eğitim Fakültesi Aile Ekonomisi Beslenme Öğretmenliği Bölümü Selçuklu-Konya/TÜRKİYE.

1060

ABSTRACT

Sherbet in Traditional Turkish Cuisine

Turkish cuisine is rich in traditional foods and drinks. In Turkish cuisine, liquids obtained from foods and prepared with the addition of various nutrients according to their features are called beverages (drinks).

By virtue of their appetizing characteristics, a variety of sherbets, syrups, ayran (drink made of yogurt and water), compotes and dried fruit compotes are indispensable elements of Turkish meal tables. When drinks such as today’s refreshing soft drinks, colored beverages and ready-made fruit juices were not available; delicious and nice drinks prepared from various nutrients were drunk. Among them, turnip (fermented carrot juice drink, specialty for Adana), boza (slightly fermented millet drink) and kefir (kephir) has a very important place. About to be forgotten nowadays, these drinks are better than today’s drinks in terms of taste and health. Turkish cuisine has a rich sherbet culture such as honey sherbet, rose juice sherbet, sugar sherbet, lütuf (favor) sherbet and tanrı (creator) sherbet.

Whereas “sherbet”, which occupied an important place in Turkish cuisine, was a drink consumed in almost all four seasons, it has begun to disappear in the course of time with the spread of fruit juices; however, the production and consumption of sherbet continues in some villages of Anatolia. Today’s drinks lose their naturalness through different chemical processes. Among these drinks, sherbets have an important place. Sherbet is one of the drinks supplementing our cuisine and also having a particular place in terms of visual quality. This study aimed to examine subjects such as the historical importance of sherbets which have an important place in Turkish nourishment culture and their varieties.

Key Words: Turkish cuisine, traditional drinks, sherbet.

Giriş

Türk mutfağı uygarlık içinde özel bir yere sahiptir. Türkler farklı coğ-rafyada çeşitli devlet ve uygarlıklar kurmuşlardır. Yeni yerleştikleri ve yurt tuttukları coğrafyanın bitki örtüsünden yararlanarak yeni yemekler yap-mayı öğrenmişlerdir. Türk mutfağının ünü çok çeşitli malzemelerin ve tat vericilerin değişik şekillerde kullanılmasıyla çok değişik tür ve lezzette yemeklerin üretilmesinden kaynaklanmaktadır. (Nezir ve Tayfur, 2002:

209-210). Bunun sonucunda yemek sanatının her dalında birbirinden zen-gin örnekler veren Türk mutfağı 2500 çeşidi aşkın yemek türü ile dünyanın en zengin üç mutfağından birisi olarak bilinmektedir. Türk mutfağı

genel-de iki bölümgenel-den oluşmuştur. (Akan, 2007: 157).

Türk mutfağı genel olarak tarımsal ve hayvansal ürünlere dayalıdır.

Gelenek ve göreneklerimizle, dini yapımız mutfağı etkilemiştir. Batıyla etkileşim, Türk mutfağını hızlı bir değişim içine sokmuştur. Orta Asya kül-türüne dayalı Türk mutfağı, Anadolu ve İslam uygarlığıyla beslenmiştir.

Batı kültürüne açılma, hızlı sanayileşme ve kentleşme, kadının çalışma hayatına atılması, eğitim düzeyinin yükselmesi, yemek alışkanlıklarının ve ona bağlı olarak lezzet alışkanlıklarının değişmesine neden olmuştur.

Ayrıca ekonomik koşullar Türk mutfağının değişimini hızlandırmıştır (Artun, 1998: 19-21).

Türk mutfağının zenginliği dünya ölçüsünde bilinen gerçeklerden-dir. Bu zenginlik, kuşkusuz yemek türleri bakımındandır bunun yanında Geleneksel içeceklerimiz de oldukça çeşitlilik göstermektedir. Süt, ayran, boza, salep, hoşaf, komposto ve şerbet gibi besin maddeleri en çok bilinen içecek gruplarıdır. Şerbetler; serinletici, susuzluğu giderici, yemek yerken de içildiği gibi çeşitli hastalıklarda ve geçiş dönemlerinde de en yaygın olarak içilen bir içki grubudur. (Sürücüoğlu, 1997;28-31). Türkler hemen hemen her türlü maddeden sarhoş eden ve etmeyen içkiler yapmayı bili-yorlar ve bunlara toptan “içkü” (içki) adını veribili-yorlardı. (Köymen, 2001:

432-437). Ülkemizde meyve sularının yaygınlaşmasından önce “şerbet”

denilen içecekler çok yaygındı (Tezcan, 1990: 119).

Şerbetler günün her saatinde serinletici olarak içilebileceği ve ikram edilebilecekleri gibi yemeklerle de ikram edilebilirler. Eskiden saray, ko-nak ve köşk sofralarında çeşitli şerbetler özel ibrikler içinde bulunur ve yemekte su yerine şerbet içilirdi (Akçiçek, 2002: 745). Kahve ve çay pek yaygın olmadığından gelen konuklara şerbet ikram edilirdi (Cerrahoğlu, 2002). Bu günde ramazan sofralarında da su yerine şerbet ikram edilir.

Anadolu’da doğumlardan sonra şerbet ikram edilmesi de bir gelenek hâlindedir. Şerbetler gün içinde içebileceğimiz ve misafirlerimize her za-man ikram edebileceğimiz serinletici, hazmı kolaylaştırıcı ve iştah açıcı içkilerdir (Akçiçek, 2002: 745).

Meyve sularının taze sıkılmışı şerbet veya kaynatılıp saklanılanı şurup, eski sofralarımızı hem zenginleştirir, hem de sağlıklı keyif verirdi. Nar, demirhindi, meyan, vişne kızılcık, limon, gül, bal, koruk şerbetleri, Türk evinin temel içecekleri olarak, her evin serin kilerinde yer alırdı (Araz, 1999: 32).

1062

Şerbetlerin Tarihçesi

Onbirinci yüzyılda, Türkler meyvelerden şerbet yapıyor ve taze meyve-lerin de suyunu çıkarıyorlardı. Kaşgarlı Mahmud, “sadece onun (adamın) üzümü şıra yaptığından söz etmekte; kayısının da sıkılarak suyundan şer-bet yapıldığından bahsetmektedir (Sürücüoğlu ve Çelik, 2003: 22-23).

Türkler yemeklerin yanında soğuk olarak içtikleri her şeye soğukluk derlerdi. Yemek dışında kışın en çok sıcak olarak tarçın şerbeti, yazın koruk ve bal şerbeti içilir; nar şerbeti ikram etmek ise kibarlık sayılırdı.

Selçuklularda 13. yüzyılda misafirlere ikram edilen en seçkin besinler arasında bal gelirdi. Bal ve şeker şerbeti en yaygın olarak içilen içecek-ler arasındaydı (Sürücüoğlu ve Özçelik, 2005: 36-38). Eflaki eserinde şeker şerbetinden söz etmekte, yenidoğan bebeklere de süt ve şerbet ve-rildiğini yazmaktadır (Oral, 1956: Sürücüoğlu ve Özçelik, 2005: 36-38).

Selçuknamede mis kokulu ve ıtırlı şerbetlerden bahsedilmektedir ki, mey-velerden; sütten yapılan şerbetlere kokular da ilave olunduğu düşüncesi oluşmaktadır (Oral, 1956).

Mevlana Celaleddin Rumi “hayatta en sevdiğim üç şey, sema, hamam ve şerbettir” demiştir. Mevlana eserlerinde geçen şerbetler bal şerbeti, gül suyu şerbeti, şeker şerbeti, lütuf şerbeti, tanrı şerbeti, gül sulu şeker şerbe-ti, düğünlerde sunulan şerbetler ise nardenk şerbeti ve saf şeker şerbetidir (Ünver, 1952). Mevlana, şerbet ve gülbeşekerinden de sıkça bahsetmek-tedir. Gülün, özellikle okka gülü adı verilen güzel kokulu kırmızı gülün, yaprakları bal ve limonla ezilerek bu tatlı (gülbeşeker) yapılırdı. Şekerle yoğrulup limon sıkılarak hazırlandığı gibi aynı zaman da gül reçeli ve gül şurubu yapılmak üzere uzun süre durabilen bir konsantre içecek olarak kullanılırdı (Sürücüoğlu ve Özçelik, 2005: 36-38).

Selçuklular döneminde de iki öğün yemek yenirdi. İlk öğün “kuşluk”

öğünüydü. Bu öğünün saati, uyanma ve evden çıkma saatine göre değişir.

Genelde güneşin tam tepede olduğu öğle saatine iki saat kalaya kadar sü-rerdi. Bu öğünde tok tutacak yiyecekler yeğlenir, bunlar arasında bir hamur yemeği de yer alırdı. Akşam yemekleri, mum ışığından başka bir aydınlık olmadığından, güneş batmadan yenirdi. Öğle saatlerinde acıkanlar, şerbet, ayran yada meyveyle açlıklarını giderirlerdi. (Gürsoy, 2004: 88).

Tabita-nâme insan sağlığını öğretmek amacı ile 14. yüzyılda Aydınoğlu Umur Bey adına Tutmacı tarafından yazılmıştır. Bu eserde tahammür et-miş içecekler başlığı altında geçen, şerbetçilerin çarşıda sattıkları şerbete

“fukkâ” denildiği görülmektedir (Kut, 1999: 61).

Yusuf Has Hâcib’in ziyafet sofraları için, fukai mizâb, cülengbin ve cülâb gibi, muhtemelen Farsça adlarla kaydettiği üzere meyve suları ye-mek sofralarında soğukluk ve meşrubat olarak kullanıldığı gibi, arzu edil-diği anlarda da içiliyordu. Onlar, tatlı meyvelerin sularından elde ettikleri şurup ve şerbetleri, umumiyetle evlerinin buzluk kısımlarında sakladıkları buzlar ile soğutuyorlar ve bu soğutma işine de süçik üşütmek diyorlardı.

En çok üzüm suyu ve şırası içiliyordu. Ayrıca, yine şerbet ve şurup yapı-mında çok kullandıkları ve uhak dedikleri bir meyve suyu daha görüyoruz ki bunun, kayısı sıkılarak elde edildiği kaydedilmiştir. Yine soğukluk ola-rak kullanılan bir çeşit ekşi meyve suyuna çifşeng çakır denildiği bilin-mektedir (Genç, 1982: 66-68).

Evliya Çelebi şerbetlere misk, amber, gülsuyu ve menekşe katıldığını bazen birbirine uygun meyvelerin de karıştırılmasının mümkün olduğunu belirtmiştir. (Şavkay, 2000).

Evliya Çelebi Seyahat-namesi’nde ise çok çeşitli şerbetlere rastlanır;

Arnavut Kasım şerbeti, baharlı şerbet, Atina balı şerbeti, cüllab şerbet, tar-çın hacı şerbeti, imam şerbeti, karanfilli gül şerbeti, karanfilli üzüm şerbeti, tiryaki şerbeti, menekşe şerbeti. Dinî bayramlar dışında mutfağın kullanı-mı gündelik hayat ve evlenme ve sünnet düğünlerinde ve özel ziyafetlerde büyük bir artış gösterir, her şey planlı ve özenli bir biçimde hazırlanırdı (Anonim, 2007a).

Osmanlı’nın son dönemlerinde saray helvahanesinde yapılan şerbet, macun ve tatlılar, başta yüksek seviyedeki devlet erkânına, sarayda para karşılığı satılmaktaydı. Helvahanede ilaç üretimi de yapılmaktaydı. Harem ihtiyacı olan ağda da dahil olmak üzere bu ilaçların şerbet ya da macun biçiminde hazırlananları olduğu gibi, tablet yapılmak için kalıplananları da vardı. Bu kalıplara “tensuh” kalıbı denirdi, üzerlerinde motifler ya da padişahın tuğrası bulunurdu

Ye kebabı biberlice İç şerbeti anberlice Başka bir güzel taamdır

Kadayıf de şekerlice (Gürsoy, 2004: 100-101).

Helvahane, Türk mutfağında önemli bir yeri olan çeşitli tatlı, reçel, şu-rup, macun ve şerbetlerin yapıldığı yerdir. En başta yer alan padişah mut-fağında tek kişilik ve çok çeşitli yemekler hazırlanırdı. Topkapı Sarayı’nda bugünkü idari binasının olduğu yerde bulunan kiler koğuşunun bir kısmın-da, padişah sofrasında kullanılan altın, gümüş porselen gibi değerli kaplar

1064

ile az bulunur yiyeceklerin depolandığı, şerbetler ve çeşitli şurupların ha-zırlandığı anlaşılmaktadır (Anonim, 2007b).

Helvahaneye eskiden şerbethane denirdi (Araz, 1999: 54). Helvâhanede imal edilen şerbetlerin tamamını tespit etmek mümkündür. Bunlar: menek-şe (benevmenek-şe), gül maa gül menek-şeker, gül ile limon, kırmızı gül, nilüfer, kara-baş, dut, hünnap, ayva, ayva yaprağı vişne, temirhindi, nergis(zerrin ka-deh), usul dihari ve şahtere şerbetleri ile çeşitli bitkilerin karışımlarından elde edilen eczâ şerbetidir. Saraya taşradan getirtilen şerbetler ise; mısırın hummâs, şamın dibâs, Bursa’nın nar Yanbolu’nun anberbaris (kadın tuz-luğu, berberis vulgaris) şerbetleriyle Edirne’den gelen kırmızı gül ve gül ile limon şerbetleriydi. Bir çeşit şerbet olarak da sayılabilecek limon suyu, sarayda yapıldığı gibi, dönemin en önemli turunçgiller üretim merkezi olan İstanköy adası ile sakız adası ve Alanya’dan da tedarik edilmekteydi (Akçiçek, 2002). Şerbethane’de çeşitli şuruplar, reçeller, bazı ilaçlar hatta sabun bile yapıldığı belirtilmektedir. Ayrıca Şerbethane’ye “Reçelhane” de denilmektedir (Bilge, 1998).

Kar ve buz, sarayda türlü meyve ve çiçekten imal edilen şerbet ve ho-şafların ve suyun soğutulmasında kullanılırdı. Karlık adı verilen bakır, gümüş veya 19. yüzyıl sonlarında camdan imal edilmiş olan büyük kar-lıkların içine kar doldurulur ve karlığın içerisinde bulunan kapalı ikinci hazneye de su doldurulurdu. Arşiv belgelerinde saray mutfaklarına alınan mutfak ve sofra gereçleri içinde karlık adı sık sık geçmektedir (Samancı, 2007: 148).

Türklerin yaşadığı iklim, ortalama olarak oldukça serin olmakla bir-likte, özellikle yaz mevsiminde hava sıcaklığı hayli artıyordu. Bu sıcak zamanlarda serinletici unsur olarak buz ve kara ihtiyaç duyuluyordu. Türk hayatını göçer evli olarak mevsimlik yaşayanlarda kar ve buz ihtiyacı ol-dukça önemsizdir. Fakat kasaba ve şehirlerde kalan Türkler için bu çok önemli bir ihtiyaçtır. Bu sebeple karlıklar veya buzluklar 13. y.y.’dan itiba-ren Selçuklu şehirlerinde görülmektedir (Baykara, 2001: 107).

Tarihî kaynaklardan 18. yy. yaz ayları boyunca padişah ve saray halkı için, Uludağ’dan getirtildiğinden haberdâr olduğumuz dondurulmuş karın, XVIII. yüzyıl sonlarında yazın bütün şehrin İstanbul’un ihtiyacını karşı-layacak kadar bol miktarda temin olunabildiğini ve sayıları pek çok olan şerbetçi dükkânları vasıtasıyla şehrin her sokağında buzlu şerbet satıldığı bildirilmiştir (Oğuz, 2002: 758).

Avrupa’da 16. yüzyıl sonlarından itibaren Rönesans döneminde

İtalya’da kar ve buz kullanımı tekrar moda olmuştu. Su, şarap ve ya başka bir sıvının karla karıştırılıp içilmesi yaygınlaşmıştı. Şeker kamışından elde edilen şeker kullanımının yaygınlaşması ile birlikte 16. yüzyılda İtalya’da kar ve buz kullanımı ile meyve suyu yapılan sorbetto ortaya çıktı. Sorbetto daha sonra 17. yüzyılda Fransa’da moda oldu ve tüm Avrupa’ya yayıl-dı. Kimi araştırmacılara göre sorbetto kelimesinin şerbetten türediğini ve sorbetto’nun esas olarak kârla karıştırılmış şerbet olduğunu öğrenmekte-yiz (Samancı, 2007: 147).

Osmanlı topraklarında şerbet veya sütün karla karıştırılması ile ortaya çıkan buzlu tatlılar, belkide gerçekten İtalyanlara Rönesans döneminde il-ham kaynağı oluşturmuş ve sorbetto’lar ortaya çıkmıştır. Sonra zamanla süt, krema, yumurta sarısı sorbetto’ların içine girmeye başlamış ve bugün-kü dondurmalar ortaya çıkmıştır (Samancı, 2007: 150).

Şerbet ve şuruplar evlerde hazırlanırdı. Bunlar evin büyük hanımı ta-rafından ya da onun denetiminde biri tata-rafından yapılırdı. Yaz aylarında hemen her şekerlemeci dükkânın da şerbet satılırdı. Her semtte de bir veya birkaç şekerlemeci dükkânı vardı. Şekerlemeciler hazırladıkları şerbetleri cam kaplara doldurur, soğuk olması için içine bolca buz ilave ederlerdi.

Şerbet istenildiği zaman şerbetliklerin dip kısımlarında bulunan musluktan şerbeti bardağa doldururlardı. Şerbet türlerinin en lezizleri İstanbul Bahçe kapıdaki Hacı Bekir, de bulunurdu. Özellikle demirhindi şerbeti çok meş-hurdu. Yaz aylarında da seyyar şerbetçiler bellerine doladıkları bardakla-rıyla dolaşırlardı (Akçiçek, 2002).

Osmanlı İstanbul’unda “Sabahın erken saatlerinde, akşam güneş batar-ken duyulan ilk ve son sesler sütçü ile yoğurtçunun sesi olurdu. “İğde”

diye bağıran güçlü kuvvetli omuzlarındaki fıçıda Anadolu’dan getirdiği ve bilhassa hanımların çok rağbet ettikleri tatlı şurubu satan satıcılar, nükte ve çapkınlıklarıyla ün yapmışlardı (Oğuz, 2002). Hemen her işlek bir cad-dede bir şerbetçiye rastlanırdı. “Şerbet var şerbet buz gibi buz 32 dişe bir-den keman çaldırıyor” diye bağırarak caddeleri turlarlardı. Bazı şerbet ve su satıcıları ise bağırmazlar bunun yerine bardak şakırdatırlardı (Akçiçek, 2002: 746). Şerbeti, musluğu omuzun üstünden aşağı kıvrılan güğümlerle sırtlarında taşır, hafifçe eğilerek boşaltırlardı (Oğuz, 2002: 757).

Şerbetin bizim kültürümüzdeki yaygınlığını anlamak için hala geçerli olan ve bilinen bazı deyimlere göz atmak yeterlidir. “Şerbet gibi” lâtif ha-vayı tarif eder, ölene şairane şekilde “ecel şerbeti içerir”, kan kusan mağrur kişiye “kızılcık şerbeti içmiştim” dedirtir, dalkavuğa “nabza göre şerbet

1066

verdirir”. Bunun dışında inanç ve âdetlerle ilgili, törelere dâhil olur: nişan töreni ile ilgili “şerbet içme” tarikata girene “verilen şerbet” bunlardandır.

“Şerbetli” ye ne yılan ne akrep sokar gibi deyimler hala kullanılmaktadır (Oğuz, 2002: 761).

Fransız Ubucini şerbet ile ilgili olarak şu bilgileri vermektedir; “Pilavdan sonra misafirler önlerinde duran porselen kapların kapağını kaldırdılar, taslara şerbet doldurmuşlardı. Şerbet, Türkiye’de caiz görülen tek içkidir.

Su ve balla yapılır, bunun içine çeşitli rahneler portakal, limon, menekşe, gül ıhlamur vs. koyarlar. Bizimkisi misk dendi ve çok keskin bir kokusu vardı” (Nahya, 1982: 230-232).

Öztürk (1999)’ün verdiği bilgiler arasında Evliya Çelebi’nin XVII. yüz-yılda verdiği içeceklerden bazıları arasında “Kökenav (köknar) şerbeti, nar şerbeti, ûşile (avşile) şerbeti, revâs şerbeti, müselles şer’iyesi, kaysı cellâbı, baldıran şerbeti meşhur ve memduh” gibi içecekler yer almaktadır.

Onsekizinci. yüzyıl Türkiye’sini anlatan M d’Ohson ise “hali vakti ye-rinde olanlar şerbet denen tatlı bir içeceği tercih eder. Şerbetin orta halliler için basit, zenginler için teferruatlı çeşitleri vardır. Birinci durumda sadece bal veya şeker kullanılır. Diğerinde ise limon yahut portakal suyu, ağaç kavunu, menekşe, gül, safran, ıhlamur suyu vs. katılır. Bir bardak suya bunlardan bir iki kaşık karıştıran Müslümanlar en nefis içeceği hazırlamış olurlar. İçlerinde bazıları da şerbetlerin lezzetini misk, amber, sarısabır, gibi çeşitli kokulu maddelerle artırırlar. Şerbet gün içinde ve yazın çok içilir, ama yemek sonlarında ve hele hamur işlerinden sonra daha fazla kullanılır” şeklinde ifade etmiştir. Ayrıca sarayda sırf şerbet ve reçel vs.

için “Gülhane” bulunduğunu, Padişahın “şerbetçi” diye anılan zabitinin doğunun bu alandaki en nadide mallarını almak üzere her yıl Mısır’a gitti-ğini bildirmiştir (Oğuz, 2002: 758).

İspanyol Sanz ise görev yaptığı Sinan Paşanın konağındaki şerbetler hakkında şu bilgileri vermektedir “Sinan Paşanın konağında birkaç çeşit şerbet vardı. Kiraz, kayısı ve erik gibi meyveleri kaynatıp şeker ve bal katarlardı. Bozulmasın diye her gün yenisini kaynatırlardı” (Nahya, 1982:

230-232).

Zengin sofra töresi, her zaman yabancı gezginleri, konukları, görevlile-ri şaşırtmıştır. İmparatorluğun ilk İngiliz Büyükelçisi Sir Edward Burton, başkent İstanbul’da şerefine verilen ilk ziyafetin raporunda Kraliçe Elizabeth’e “yaklaşık yüz çeşit yemek saydığını ve gül şerbetinin nefis lezzetini yemek bitince ellerini buhur suyu denilen, içinde ödağacı, misk,

sandalağacı ve çiçek suyu bulunan çok güzel kokulu bir suyla yıkadıkları-nı” büyük bir heyecanla yazmıştır (Araz, 1999: 32).

Câmasb-nâme, 833/1429-30’da Aydıncıkta Abdî Musa tarafından yazı-lan, zamanın yaşayış tarzını, özellikle sofra kültürünü yansıtması açısından oldukça zengin bir malzemeye sahip bir mesnevidir. Câmasb-nâme’de şerbet, adı geçen içecekler arasındadır (Çakır, 1999: 11-26).

Getürüben orta yire kodılar Şerbeti içüp yimişden yidiler Kim yimişden yirdi kim şerbet içer

Bülkiya şâh sâyesinde hoş geçer (1301-1302).

Bursa Gazetesi’nin 4. sayfasında 1319 senesinde Ramazan ayı için (12 Aralık 1901-II Ocak 1902) 27 Şaban 1309 Pazartesi (9 Aralık 1901) gün-kü gazeteye verilen ilanda Bursa İncecik başında Bursa Hamidî Sanayi Mektebi fahri şekerci Hakkı Damak zevki olanlar için nefis reçel, şurup ve şerbetler yaptığını bildirmekte, reçel, şurup ve şerbetlerin isimlerini vermektedir. Şerbetlerin enva’ı. Menekşe, portakal, bergamut, gül, limon-dur. 1901’lerde yapılan bu reçel, şerbet ve şurupların kimi adlarına 1844 yılında Mehmet Kamil tarafından yayımlanan ilk yemek kitabımız olan Melceü’t-tabb’hîn de onikinci fasıl olan kahveden evvel ten’vül olunacak hulviyy’t ve meşrubat adı altında rastlanmaktadır (Anonim, 2007a).

Boşnaklarda misafirlere ilk olarak ikram edilen şerbet, iş yapan, yorul-muş veya yoldan gelmiş büyüklere, bazen de yaptıkları iyi bir şey için ya da uslu olan ve söz dinleyen torunlara, baba anneler ya da anne anneler

Boşnaklarda misafirlere ilk olarak ikram edilen şerbet, iş yapan, yorul-muş veya yoldan gelmiş büyüklere, bazen de yaptıkları iyi bir şey için ya da uslu olan ve söz dinleyen torunlara, baba anneler ya da anne anneler

Belgede E III / TOM III (sayfa 53-73)