Enfin le style de ces constitutions est déplorable. L'emphase de la rhétorique a pris la place de la précision des juristes classiques.
Il semble que l'élégance juridique soit de ne pas employer le terme propre et de voiler la règle de droit dans une phraséologie obscure.
Et peut-être la difficulté de cette langue a-t-elle contribué à détour-ner beaucoup d'historien du droit de ces textes qui, parce qu'ils étai-ent rebutants ont paru d'un intérêt mineur.
Est-ce sur ces jugements pessimistes qu'il faut conclure. Je ne le pense pas. D'abord parce que l'histoire n'enseigne pas le pessimis-me, mais prêche toujours l'espoir. Cette décadence du Bas-Empire, si elle marque la fin d'un monde est aussi l'aube d'une société nou-velle et, ce qui ne serait déjà pas rien, elle marque la fin de l'escla-vage dans l'Europe occidentale.
Mais surtout ces empereurs ne méritent pas les condamnations sommaires qui trop souvent les frappent. L'écart entre leur tout puissance théorique et la faiblesse de leurs moyens réels est déjà une leçon. Leurs prétentions peuvent paraître excessives, mais elles ne manquent pas de noblesse, ces princes-enfants, ces tutrices, ces conseillers à demi-barbares se savent les héritiers de la grandeur romaine. Ils veulent, malgré les invasions, malgré la crise économi-que, malgré la ruine de la religion antiéconomi-que, en continuer la tradition..
Ils affirment cette mission dans le préambule des consitutions.
Et ce n'est pas simple formule rhétorique. La législation ici encore est un bon témoin. Alors qu'Alaric dévaste l'Italie, pille Rome, me-nace Ravennes où Honorius est comme assiégé, alors qu'une grande partie de l'Occident échappe à son autorité, la chancellerie impériale ne cesse de travailler, de corriger les abus, de réformer le droit. Man-que de réalisme, habituel aux juristes, dira-t-on, qui discutent de l'étendue de l'empêchement au mariage en collatéral (C. Th., III, 10, 1) quand l'Empire risque de disparaître. Je ne le crois pas. Dans cette lutte opiniâtre contre les forces contraires, qui semblent se liguer pour la ruine de Rome, ces empereurs aux prétentions im-menses et aux moyens médiocres, ces hommes souvent faibles et mal entourés, luttant pour la sauvegarde de l'héritage antique, don-nent un exemple de courage et de vraie grandeur qui forcent le respect.
4 - 5. YÜZYILDA İMPARATORLAR YETKİLERİ
Çeviren : Dr. AYFERİ GÖZE
Romada İmparatorluğun Kuruluşunun karışık bir görünüşü vardır. Augustus iktidara hâkim olduğu zaman, Cumhuriyet ida
resi bir asırdan beri gitgide daha fazla şahsi iktidara yer vermek
te idi. Sylla, Pompée, Sezar gibi üçlü idarenin (Triumvirat'nın) şef
leri değişik hukuki şekillerle Romanın fiili hakimleri olmuşlardı.
Actium galibi, zaferin büyük prestijini haiz, kudretli bir ordunun sadakat ve desteğini sağlamış, Senatoca iç güvenliğin idamesi için zaruri adedilen genç Octave pekâlâ diktatörlük yoluna sapabilirdi.
Aksine, otoritesini takviye ederek ve yeni bir rejimin esaslarını ku
rarak O, hürriyetin ve eski nizamın yeniden kurucusu olarak or
taya çıktı. Fakat, yavaş yavaş, rejim yerleştikçe romalıların başına geçenler bu büyük imparatorluğun mutlak hâkimi olmak istediler.
3. cü yüz yılda bu oluşum sona erdi ve 3. cü yüz yılın ortasında görülen askeri karışıklıktan sonra Dioctétien ve Constantin ile ba-zari «Dominât» da denilen bir rejim kurulmuş oldu. Bu aşağı Ro
ma İmparatorluğunun rejimi olacaktır.
IV ncü ve V nei yüzyıllarda İmparatorların yetkileri.
İstanbul Üniversitesinde konferans vermek bir tarihçi için bü
yük bir şereftir. Bana bu şerefi verdiğiniz için önce, sizlere şükran
larımı bildirmek isterim. Pek az şehir bu derece tarihî hatıralarla doludur ve şüphesiz hiç bir şehir İstanbul kadar tabiî güzellikleri, zengin abideleri, değişik tarihî hatıraları ve modern bir şehrin hum
malı faaliyetini aynı ölçüde bir araya toplıyamamıştır.
Tarihçi bu modern hayata yabancı değildir ve ben kendi he
sabıma geçmiş çağlan, içinde yaşadığımız devirden ayırmanın mümkün olabileceğine hiç bir zaman inanmadım. Bu yüzden bir
tarihçi olarak, 2500 yıl geriye dönerek, bu şehirde kurulan ilk bi-zans kolonisini, başşehir Constäntinopolis bibi-zans imparatorları
nı, Osmanlı hükümdarlarını ve yeni modern büyük Devletinizi bir arada, aynı zamanda düşünmemi, hatırlamamı hoş göreceğinizi ümit ederim.
îşte bu hatıraları anarken, bir roma hukukçusu olarak, bir an için sizleri, IV ncü ve V nei yüzyıllarda bu şehirde bir başkent ku
ran ve yavaş yavaş doğuya yönelerek, doğuyu batıya tercih eden Roma imparatorlarını hatırlamağa, düşünmeğe davet ediyorum.
Uzun süre roma hukukçuları, bu imparatorlardan sadece bir tanesi, ölümsüz bir eser bırakan Justinianus üzerinde durmuşlardır.
Gerçekten de, modern hukuklarımız Justinianus'un bu büyük eseri
ne pek çok şey borçludur. 15 yüzyıllık bir tarihî dönem içerisinde ro
ma hukukunun vardığı sonucun bir ifadesi olan Justinianus'un bu eseri, 7-8 yüzyıldan beri Avrupalı hukukçuların yaptıkları inceleme
lerin başlangıç noktasını teşkil etmiştir. Ben, burada bu anormal du
rum üzerinde durmak istemiyorum.
Çünkü, bir kaç 10 yıllık süreden beri tarihçiler ve hukukçular gayet isabetli olarak, uzun süreden beri ihmal edilmiş olan bir devir üzerine eğilmişlerdir. Bu devir, Roma imparatorluğunun hızla geliş
tiği ilk imparatorluk Devri ile Justinianus rönesansı arasında kalan devirdir, işte hukukçular ve tarihçiler bu devir ile ilgilenmeğe baş
lamışlardır. Bu devir, fransızca da oldukça küçümseyici bir ifade ta
şıyan «aşağı imparatorluk» devri diye adlandırılmış ve uzun bir sü
re bu devir bir gerileme devri olarak kabul edilmiştir. Gerçekte ise, durum görüldüğü ve sanıldığı kadar basit değildir.
Şüphesiz, IV ncü ve V nei yüzyıllarda Roma imparatorluğu ya
yılma, genişleme çağını çoktan kapamıştır. Bu yüzyıllar içinde Ro
ma imparatorluğu için yeni ülkeler fethetmek söz konusu değildir.
Aksine, başlıca amaç, elde bulunan topraklan korumak, savunmak
tır. Ne var ki, bu savunma pek de başarılı olamamaktadır. Rhin ve Tuna nehirleri üzerindeki sınır çizgilerinde gerilemeler kaydedilmiş, Goth'lar imparatorluk içine girerek orada yerleşmişler ve bundan daha da vahim sayılabilecek bir olay kendini göstermiştir. Şöyleki, imparatorluğun başında ehliyetsiz ve kudretsiz zayıf imparatorlar vardır ve gerçekte emretme kudreti, iktidar bu imparatorlar tara
fından değil, fakat imparatorların adı altında iktidar barbarlar ta
rafından kullanılmaktadır.
Bu devirde, ahali köyleri boşaltmış, şehirler fakirleşmiş, vergi
ler iyi toplanamaz olmuştur. Şehirlerin buğday, et, ekmek gibi yi
yecek maddelerini temin eden başlıca âmme hizmetleri iyi yapıla
mamaktadır. Âmme hizmetlerinin iyi görülememesine karşı bir ted
bir olmak üzere, imparatorlar korporasyonlar kurma yoluna gitmiş
lerdir. Bu korporasyonlarm üyeleri mahkûmlardır, bunlar aileleri, çocukları ile birlikte âmme hizmetlerini görmeğe, servetlerini bu yolda harcamağa zorlanmışlar ve zorla yüklendikleri bu görevden hiç bir şekilde kurtulma imkânı kendilerine tanınmamıştır. Bu du
ruma ilâveten, bir çok bakımlardan yetersiz olan eski putperestliğin yerini hıristiyanlık almağa başlamış ve bu olay hıristiyanlarla put
perestler arasında ve hıristiyanlığın kendi içinde ortaya çıkan deği
şik mezhepleri arasında bazen çok şiddetli anlaşmazlıklar, çatışma
lar doğmuştur. Din adamları kendi dinî inançlarını kabul ettirebil
mek için, bazen zor ve şiddet kullanmışlardır.
îşte, görevlerinin neler olduğunu anlamış, fakat çoğu zaman bu görevleri gerektiği gibi yerine getirmekten aciz olan imparatorlar bu güç şartlar altında imparatorluğu yönetmişlerdir. İmparatorların hükmettikleri bu insanlar mutsuzdur, ve toplumda büyük servet sa
hibi bir kaç kişinin varlığı büyük kütlelerin sefaletini gizlemeğe yet
memektedir.
İşte böyle bir toplumu yönetmek zorunda olan imparatorlar bü
yük iddialarda bulunmuşlardır, fakat bu iddiaların gerçekleşmesini sağlayacak olan imkânlar yetersizdir, kifayetsizdir. îşte son impara
torluk devrinde iki yüz yıla yakın bir dönem içinde imparatorların iktidarını belirleyen özellikleri bu iki fikir etrafında toplamanın mümkün olduğu kanısındayız. Yani bir taraftan imparatorların bü
yük iddiaları vardır, öte yandan bu iddiaları gerçekleştirecek im
kânlar çok mahdut ve yetersizdir. Şimdi bu iki fikir üzerinde biraz duralım.
I — Büyük iddialardan bahsedelim
Ravennes mozaiklerinde Justinianus'un ve Theodora'nın gayet şatafatlı ve zengin bir şekilde giyindikleri görülmekte, mağrur ve haşin tavırları dikkati geçmektedir.
Buna karşılık, heykellerde Augustus'un gayet sade giyinmiş ol
duğu görülmekte, ordu başkumandanlarına has manto, Augustus'un tek süsü olarak dikkati çekmektedir. Bu iki giyiniş arasındaki fark
pek büyüktür, bu konu üzerinde fazla durmayacağız, ne var ki, bu mozaikler ve heykeller daha ilk bakışta, son imparatorluk devrin
deki monarşinin genel karakteri hakkında bir fikir vermektedir bize.
İmparator, memleketin mutlak hakimi, efendisidir. İmparator artık princeps değil, fakat dominus'tur. Dominus terimi, şüphesiz daha ilk imparatorluk devrinde Caligula ve Domitianus gibi bazı imparatorlardan söz edilirken kulilamlmıştı, fakat bu imparatorlar birer müstebit, zorba idi ve bunların hatıraları lanetle anılmaktay
dı. Ne var ki Dioctétien bu yana dominus terimine artık alışılmış, bu terim yadırganmaz olmuştur.
— Gerçekten, dominus terimi, bu devirde imparatorun sahip olduğu mutlak iktidar kavramını karşılamaktadır.
— Dinî yönden d© dominus teriminin doğru olduğu isbat edil
miştir.
— Dominus terimi, yeni bir siyasî ideolojinin ifadesidir.
Şimdi, bu üç nokta üzerinde biraz duralım.