• Sonuç bulunamadı

1. SADIK YALSIZUÇANLAR’IN HAYATI, EDEBÎ KİŞİLİGİ VE ESERLERİ

2.1. Olay Örgüsü

2.1.1. Tek Zincirli Olay Örgüsü

2.1.1.4. Güzeran

Yalsızuçanlar’ın ‘Güzeran’ adlı öykü kitabındaki ‘Sinemadüşü’ adlı küçürek öyküsü tek zincirli olay örgüsü ile yazılmıştır. Bu öykünün olay örgüsü bu zamana kadar yorumladığımız öykülerin olay örgülerine nazaran farklılık arz eder. Bu farklılık ise öykü türü bakımından farklılığın olmasıdır. Öykünün olay örgüsü tahliline başlamadan önce küçürek öyküsünün işlevselliği ve kullanım alanlarıyla ilgili bilgi vermek yerinde olacaktır. Küçürek öykü öz kimliğini kazanmadan öncede bu öykü türüne çeşitli araştırmacılar tarafından çeşitli adlandırmalar yapılır. “Asimav; flash fiction, short- short- story’, ‘Baxter; sudden fiction’, ‘Caston; yıldırım kurgu’, ‘Shopord-Thomas; avuç içi öyküler’, ‘Edgü; minimal öykü, çok kısa öykü, öykücük’, ‘Duru; kısa kısa öykü’ vb. değinilerek bu türün dünya ve Türk edebiyatındaki yeri ortaya konur. Korkmaz ve Deveci, yukarıdaki tanımlamalara istinaden bu türe, küçük sıfatından “-rek, -rak” eki ile türetilen “Küçürek” isminin daha uygun olduğunu belirtip bu türün yeni bir içerik ve biçim tanımlaması yapar.” (Şahin, 2011: 974). Küçürek öykünün isim babaları olan Korkmaz ve Deveci bu öyküleri epizotik öyküler olarak tanımlar. “Öykülerin çıkarımsal bir gerçeğe göndermeler yaptığı, karakter geliştirme, mekân ve zamansal kurgulamalara oldukça az yer verdiğini ifade eder.” (Şahin, 2011: 975). Bu ifade şekliyle yazar öykülerinde az sözle çok şey söylemeyi amaçlar. Bu davranış şekliyle de küçürek öykü yazarları ortaya çıktığı dönem itibariyle günümüz öyküsünün gereklerini yerine getirmiş olur. Bu bilgiler ışığında küçürek öykülerin olay örgüsü, “bir oluşun, fark edişin veya isyan edişin çığlığı(nı) doruk noktasında özetlemiş durum öyküleri” (Korkmaz, Deveci: 29) olarak belirtilir. Bu nedenle küçürek öykü bir kişinin anlık duygularını, düşüncelerini betimlemeden saf haliyle konu edinebilir. İlerleyen bölümlerde küçürek öykülerine dair detaylı bilgiler vereceğimiz için yukarıda açıkladığımız kısmı yeterli görüyoruz. Şimdi ise sinema düşü adlı küçürek öyküsünün olay örgüsü kısmını açıklayalım.

‘Sinemadüşü’ adlı öyküde Eskişehir tutukevinde mahkûm olan bir adamın Cumhuriyet Bayramı’nda kaldığı koğuşun penceresinden dışarıyı seyrederken, karşı okulun bahçesindeki liseli gençlerin 50 yıl sonraki hallerini hayal etmesi sonucunda içinde bulunduğu ruhsal durumun tasvirini anlatır. “Karşıdaki lisenin öğrencileri,

bağrışıp çağrışarak oynuyorlardı. Ansızın sinema perdesi açıldı. Düşsel bir sinemayla onların elli yıl sonraki halleri göründü.” (Sinemadüşü, s.447). Yazar, öyküyü kendi ağzından anlatarak okuyucuya aktarır. Öykünün başkişisi hapishane penceresinden dışarıya bakan kişidir. Öykünün küçürek öykü olmasından ötürü kişi ve mekân tasviri bulunmamaktadır. Bu nedenle başkişi hakkında hiçbir bilgiye değinilmemiştir. Öyküde vaka hareketi hapishane penceresinin önünde gerçekleşir. Ayrıca öyküde vakanın ne zaman gerçekleştiğine dair bilgileri yazarın “Dışarıda son bahar serinliği esiyordu. Üşüten bir rüzgâr yaprakları savuruyor, çıplak ağaç dallarında hüzünlü bir ıslık ötüyordu.” (Sinemadüşü, s.447) ifadeleriyle anlıyoruz. Öykünün vaka birimleri aşağıdaki gibidir:

Vaka Birimi 1: Başkişinin, sonbaharın rüzgârlı bir gününde Eskişehir Hapishanesi’nin penceresinden dışarıyı seyretmesi.

Vaka Birimi 2: Başkişinin hapishane dışındaki bir lisede bağrışıp çağrışarak oynayan liseli gençleri görmesi.

Vaka Birimi 3: Ansızın bir sinema perdesi inmesiyle lisesi gençlerin elli yıl sonraki hallerinin düşsel bir sinema biçiminde başkişiye gözükmesi.

Vaka Birimi 4: Başkişinin liseli gençlerin çoğunu ölmüş, toprağa karışmış, çirkinleşmiş, gençliğinde ruhunu koruyamadığı için güç duruma düşmüş biçimde görmesi.

Vaka Birimi 5: Dış mekânda gerçekleşen olaylar karşısında başkişinin dayanamayıp ağlaması.

Vaka Birimi 6: Tutuklu arkadaşlarının başkişinin ağladığını fark etmesi ve yanına gitmeleri.

Vaka Birimi 7: Başkişinin arkadaşlarına yalnız kalmak isteğini söylemesi.

Vaka birimlerinin bütününden de anlaşılacağı üzere vaka birimlerinin merkezinde başkişi yer alır. Vakaları yönlendiren, şekillendiren ve geçişleri sağlayan yine başkişidir. Yazarın bu şekilde bir tercih yapması başkişinin içinde bulunduğu durumu en kısa ve en anlaşılır şekilde ifade etmek istemesidir. Bu nedenle öyküde başkişinin duygusal durumunun ifade şeklinde başka bir yapı görmek mümkün değildir. Öyküde vaka başkişinin hapishane penceresinden bakmasıyla başlar. Öyküdeki vaka aksiyonu birinci ve ikinci vaka biriminde ise durağan bir yapıda ilerler. Ancak üçüncü vaka biriminde başkişinin gördüğü düşle beraber vaka aksiyonu artış gösterir ve beşinci vaka biriminde başkişinin ağlamasıyla beraber aksiyon en üst seviyeye ulaşır. Bu

noktadan sonra vaka aksiyonunda tekrar düşüş görülür ve son kısımla beraber vaka aksiyonu ve vaka son bulur.

Öyküde dikkat çeken hususlardan biri de başkişinin liseli gençlerin elli yıl sonraki hallerini sinema perdesinde izlemesidir. Yazar, böyle bir yöntem kullanarak öyküye derinlik kazandırır. Zira böyle bir olayın gündelik hayatta gerçekleşmesi imkânsızdır. Aslında yazar bu tercihle okuyucuya mesaj vermek ister. Öyleki öyküyü okurken başkişi hakkında bir bilgi verilmez. Yaş, boy, kilo, ten rengi vb. durumlar bilinmediği için okuyucunun aklında bir profil oluşmaz. Ancak başkişinin elli yıl sonrasını düşünmesi bize başkişinin yaşı ve düşünceleriyle alakalı ipuçları verir.

Yazar liseli gençlerin elli yıl sonraki halini tasvir ederken aslında başkişinin de elli yıl sonra nasıl bir halde olacağını ifade etmek ister. Bu durumun açıklamasını başkişiye yükleyen yazar, bu sayede başkişinin de duygularını okuyucuya yansıtma fırsatı bulur. Elli yıl sonraki pişmanlık ve değişim karşısında başkişi gözyaşını tutamaz ve yalnız kalmak ister. Bu yalnızlık aslında pişmanlığın neticesidir. Pişmanlık ise başkişinin benliğini kaybetmesi sonucunda ortaya çıkar. Jung’a göre “Ben, son derece karmaşık bir yüceliktir, verilerin ve duyumların birikimi ve yoğunlaşmasıdır.” (Jung, 1997: 70). Öyküde başkişinin ise bu duyum ve birikimlerin ortaya çıkmasıyla ve gördüğü olayların yoğunluğuyla benlik kaybına uğrar.