• Sonuç bulunamadı

Akronik Karakterli ve Eş Zamanlı Metin Halkalarından Oluşan Öyküler

1. SADIK YALSIZUÇANLAR’IN HAYATI, EDEBÎ KİŞİLİGİ VE ESERLERİ

2.4. Sadık Yalsızuçanlar’ın Öykülerinde Zaman

2.4.2. Akronik Karakterli ve Eş Zamanlı Metin Halkalarından Oluşan Öyküler

Sadık Yalsızuçanlar’ın bazı öykülerinde zamansal kırılmalar yaşanır. Yazar, öyküde zamansal olarak ileri atlamalar yaptığı gibi geri dönüşlere de yer verir ve öyküdeki kronolojik düzen bozulur. Yazar, bazen öyküleme zamanını anlatırken bazen de vaka zamanına dönüşler yapar. Öyküde bu şekildeki sapmalar olması anlatıcı ve yazarın tercihidir. Korkmaz’a göre “Bu metinlerde vak’a, kronolojik bir sıra dahilinde anlatılmaz. Bu bakımdan maceranın kendi zamanından sapmalar sık sık geri dönüşler, ileri fırlamalar görülür. Bakış açısı ve anlatıcı ile ilgili problemlerden kaynaklanan bu zaman değişimi, iki farklı biçimde karşımıza çıkar.” (Korkmaz, 1997: 142). Bu değişimi sağlayan kişi anlatıcıdır. Anlatıcı zamansal kırılmaları öykünün içerisinde uygulaması öykünün olağan akışına aykırıdır. Ancak bu uygulama anlatıma zenginlik katar.

2.4.2.1. Anlatma Zamanıyla Vaka Zamanının Ayrı Olduğu Öyküler

Bu tür öykülerde yazarın öyküyü anlattığı zaman ile vakanın geçtiği zaman farklılık gösterir. Ancak yazar çeşitli şekillerde geri dönüşler yaparak okuyucuda dikkati artırarak öyküyü çekici kılar. Bu sayede öyküye farklı bir hava katmış olur. “Anlatma zamanında vak’a tamamen olup bitmiştir. Anlatıcı hatırlama, hatıra, dinleme, mektup, benzetme veya ilgi üzerine geçmişi dönme gibi metodlarla, anlatma zamanından vak’a zamanına geri dönüşler yaparak öyküsünü nakleder.” (Korkmaz, 1997: 142).

Anlatma zamanında anlatıcı, vakanın bütününden haberdardır. Anlatıcı nu şekilde bir anlatımla vaka zamanı kısmına dönüş yaparak bir anda okuyucuyu olayın içine dâhil eder. Bu yöntem ile zamansal kırılmalara neden olan yazar anlatım sırasını da bozmuş olur. “Anlatma zamanı ile vaka zamanı arasındaki fark öykülerdeki zamansal kırılmaların en fazla olduğu durumdur. Bu tür öykülerde öyküleme zamanı ile

öykü zamanı arasındaki zaman birbirinden ayrı olarak yapılandırılmıştır.” (Şahin, 2006: 187).

Sadık Yalsızuçanlar’ın ‘Feci Bir İntihar’ adlı öyküsünün anlatma zamanı ile vaka zamanı ayrıdır. Öyküde Malatya’da yaşayan ve halk tarafından çok sevilen hayatını memleketinin insanına adamış Karakaşzade Abdullah’ın intihar etmesi sonucunda memleket insanının üzüntüsünü ve başkişi Karakaşzade Abdullah’ın intihar nedenini anlatır. “Abdullah, vatanına faydalı olabilmek için çok çalışır, ticareti ve serbest yaşayarak kazanmayı sever, nadir bir zekâ idi. Etrafındakilerin istekleri doğrultusunda hareket eder, hiçbir işten kaçmaz, hasis emeller peşinde koşmaz mümtaz bir şahsiyetti, işte bu sebeplerden dolayı, Cumhuriyet Halk Fırkası’nın merkez kaza mutemedi ve aynı zamanda Tayyare şubesinin de başkan vekili idi.” (F.B.İ., s.293-294).

Öyküde iki farklı anlatıcı bulunur. Başkişinin intiharı sonucundaki olayları yazar anlatır. Ancak öyküleme zamanından vaka zamanına dönüş yapıldığında anlatıcı başkişi olur. Öykü “Sabah, 18. Ağustos. 1925, ezani saat üç” (F.B.İ., s.293) ifadesiyle başlar. Bu ifade ile yazar öykünün geçtiği zamanı okuyucuya bildirir. Yazar, mektup tekniğini kullanarak vaka zamanına dönüş yapana kadar olayları kronolojik bir sıra içerisinde aktarır. Bunu yaparken de ara ara içerisinde bulunduğu zaman dilimini ifade eder. Öyküde geçen zaman ifadeleri ise “Ömrünün 24-25’inci senelerini”, “Ümidinin kaybolması: 17 Ağustos. 1925 gündüz, öğle”, “intihar ümidi(kararı): 18. Ağustos. 1925 sabah, ezanî saat 3” (F.B.İ., s.294-295) şeklindedir.

Öykünün vaka zamanı yaklaşık 10 günlük bir zaman dilimini kapsar. İntiharın olduğu günü anlatırken başkişi vaka zamanını dönüş yaparak yaşadığı olayları anlatır. Öyküde başkişinin intiharın önce bıraktığı mektuba geçiş yapılarak başkişi öykü eksenine taşınır. Başkişinin mektubunun girişinde “27 Ağustos Malatya, 1341 (1925) Sayı: 97, Sahife: 4” (F.B.İ., s.295) ifadesi yer alır. Bu ifade ile mektubun yazıldığı tarih ve yer hakkında bilgi verilir. Bu ifadelerden sonra anlatıcı başkişi olur. Başkişi mektubunda intihar sebebini izah eder. Başkişi sebebi izah ederken vaka aksiyonunu geriye doğru sarıp intihar etme anına kadar olayları anlatır. Bu sayede okuyucu olayın aslından haberdar olmuş olur. Ancak bu noktada vaka zamanında kırılmalar olur. Çünkü öyküleme zamanından vaka zamanına geçiş yapılmasıyla öykünün kronolojik düzeni bozulur.

Öyküde Karakaşzade Abdullah sevdiği kızı isteyip alamayınca bu olayı izzet-i nefis meselesi sayar. Malatya erkânından birkaç kişinin de bu mevzu ile alakalı söz

söyleyip eğlendiklerini duyunca intihar etme kararı alır. Ayrıca ana karakter olayları anlatırken geçmiş zaman ekini kullanır. Bu sayede vakanın tezahür ettiği zamana dair fikir edinilir. “Muhterem Hemşerilerim, Hayatta olunmamak üzere karar vermiş idim ve bu kararımı kat’i telakki ederek peder ve valideme de, artık biladerim Abid’i evlendirmelerini söylemiş idim. Bilahare malum-i ihsanınız, bu mesele başa geldi.” (F.B.İ., s.295).

‘Yusuf’un Rüyası’ adlı öyküdeki zaman kurgusu öyküleme zamanı ile vaka zamanı arasındaki ayrımı belirgin bir şekilde gösteren bir yapıya sahiptir.

Öykü, “Dedem, Yusuf Suresi’ni sayıkladı son günlerinde. Yüziki yaşına girmişti, hatırlayabildiği en şiddetli kış yaşanıyordu. Damı loğlarken ayağı kaymış, düşmüş, bacaklarını kırmıştı. Üç ay yattığı döşekten kalkamadı.” (Y.R., s.11) ifadesiyle başlar. Anlatıcı kişi konumundaki torun dedesinin kişisel ve fiziki özelliklerinden bahseder. Bu ifadeler öyküleme zamanına aittir. Ancak bu noktadan sonra anlatıcı vaka zamanına dönüş yapar. Bu dönüş öykünün vaka zamanında kırılmalara neden olur. Anlatıcı başkişinin ilk torunu olan Yusuf’un doğumuna kadar geri dönüş yapar. Öykü bu noktadan sonra devam eder. “Dedem, cemre suya düşünce damda yatmaya başlar, birinci yaprak dökümünde eve inerdi. Yatsı namazından sonra şalvarındaki son çekirdeği ile pestil koyar, bizi de dama çıkarırdı.” (Y.R., s.12). Öykü zamanı başkişi ve diğer karakterleri için çok da iç açıcı olmayan bir olayın başlangıcı ile başlar. Başkişi olan dedenin ilk torunu Yusuf yedi aylıkken zatürre olmasından ötürü hayatını kaybeder. Öykü bu kısma kadar öyküleme zamanına göre yazılır. Ancak bu noktadan sonra vaka zamanına dönüş yapılır ve vaka zamanında meydana gelen olaylar tasvir edilir. Ayrıca öykünün diğer karakterlerinin kişisel özellikleri vaka zamanında anlatılır. Bu arada öyküleme zamanında vaka zamanına geçiş yapan anlatıcı öykünün sonuna kadar bu anlatım şeklini devam ettirir. Bir daha öyküleme zamanına geri dönüş yapmaz.

2.4.2.2. Anlatma Zamanıyla Vaka Zamanının İç İçe Olduğu Öyküler

Sadık Yalsızuçanlar’ın öykülerinde öyküleme ve öykü zamanının iç içe olduğu öykü sayısı fazla değildir. Yaptığımız incelemeler sonucunda yazarın ‘Tekfener’ ve ‘Riyad’ adlı öykülerinde bu tanımın karşılığını verecek örnekler mevcuttur. Yazarın yukarıda örneklediğimiz öykülerinde öyküleme ve öykü zamanı ard arda gelir. Belirli bir sıralama olmamakla beraber bu iki zaman türü birbirini takip eder. Bu öykülerdeki “geriye dönüşler, ileriye atlamalar, zamanda ileriye doğru veya geriye doğru kopmalar

yaparak devam eder. Öyküleme zamanı ile öykü zamanı arasındaki bu bağlantı, öykünün genel bir bütünlüğe kavuşmasını sağlamak için yapılır. Öykünün genel dokusunu ortaya koymak için geçmişte kalan veya önceden yaşanılmış anlar, olayların öyküleme zamanında içi içe girmesi ile okuyucuyla yüz yüze getirilir.” (Şahin, 2006: 193). Bu uygulamanın ardından öyküde işlenen konu net bir şekilde okuyucuya sunulur. Çünkü öykü sadece öyküleme yöntemi ile anlatılırsa karakterin ruhu tam olarak yansıtılamaz. Ancak vaka öykü zamanına yani vaka zamanına dönüşler ile karakterlerin psikolojik ve sosyolojik yapıları kendi ağızlarından anlatıldığı için daha iyi anlaşılır.

Korkmaz’a göre “kronolojik sureyi bozan geriye dönüşler, zamandan kopmalar ve ileri atlamalar; anlatma ve vaka zamanları farklı olan hikâyelerdeki gibi, asıl vak’aya ulaşmak veya onu anlatmak amacı taşımaz. Aslında farklı zaman boyutlarında kalan ve çekirdek vak’ayı açıklayıcı unsurları hale taşıyarak hikâye bünyesine yerleştirir. Farklı zaman boyutlarından anlatma ve vak’a zamanına aktarılan bilgilerin; kahramanları tanıtma, anlatma derinlik kazandırma ve vak’anın ferdi ve sosyal yönünü açıklama derinlik kazandırma ve vak’anın ferdi ve sosyal yönünü açıklama gibi fonksiyonları vardır. Yani bu bilgiler, çekirdek değerlerin açıklanmasında görevli aracı (ınformel) unsurlardır.” (Korkmaz, 1997: 146). Bu sayede anlatıcı öykü kahramanları hakkında daha fazla bilgi verme fırsatı bulur. Ayrıca sık sık öyküleme zamanı ile öykü zamanına geçişler yaparak anlatımda çeşitliliği sağlar.

Yazarın ‘Tekfener’ adlı öyküsünde öyküleme zamanı ve öykü zamanının iç içe olduğu kısımlar bulunmaktadır. Öykü çoğul bakış açısı ile anlatılır. Öyküdeki başkişi Muhammed’in hayat öyküsü hem gözlemci anlatıcı hem de kahraman anlatıcı tarafından aktarılır. Öyküde kahraman anlatıcı ve gözlemci anlatıcı olayları hem öyküleme zamanına hem de öykü zamanına taşıyarak öyküdeki zaman kırılmalarını usta bir şekilde yumuşatır. Öyküde Muhammed’in yeğeni anlatıcı kimliği ile olayları yorumlarken öyküdeki karakterler vaka zamanına döndürülerek anlatıma dâhil edilir. Bu sayede anlatıcı sayısı çeşitlenir. Anlatıcı öyküye “Hava kuru ve sıcak. İnsanların ve ağaçların gölgeleri uzuyor. Eşikler süpürülüyor, kapı önleri sulanıyor. Anneler, sokakta birdirbir, sek sek, çember ve misket oynayan çocukları uyarıyor.” (Tekfener., s.53) başlangıç yapar. Bu noktaya kadar öyküleme zamanı ile anlatım yapılırken bu noktadan sonra “Kanala yanaşmayın, bu tarafta oynayın.” (Tekfener, s.53) ifadeleriyle öykü zamanına dönüş yapılır. Ancak bu dönüş çok kısa sürer. Anlatıcı kişi bu noktada devreye girerek “Kanal suyu Çarmuzu deresinden geliyor. Her sene birkaç çocuk

boğuluyor.” (Tekfener, s.53) ifadeleriyle öyküleme zamanına dönüş yapar. Bu sayede öyküdeki zaman kırılmaları yumuşatılarak atlatılmış olur.

Öyküdeki geri dönüşler anlatıcının sayesinde olur. Anlatıcı kişi öykünün vaka aksiyonunu bir noktaya getirdikten sonra sözü öyküdeki diğer karakterlere bırakır. Bu noktada sözü alan karakter ise öykü zamanına dönüş yaparak aksiyonun yönünü değiştirmiş olur. Bu yapıya “Çocuk bağırtıları, serçe, sığırcık ve karga ötüşleri, nadiren geçen at arabaları… Dedeler, çocukları ikaz eden gelinlere, ‘Bırak oynasın kızım, ilişme çocuğa’ diyor. Suset’in hasta eşi Muhlise ile Davulcu Hasan’ın meczup karısı Hısım, kara üzümden topladıkları tevek yaprağının çöplerini koparıp, dizlerinde istifliyorlar. Dizlerinden pazen, çiçek desenli bervanik sarkıyor. Sultan Karı iki büklüm, kızına verdiği kuşkanayı ciğer kavurmak için geri almış dönüyor. Hısım, ‘Sultan ana, Hanım nerde? Diye soruyor. ‘Kilerde soğan kıyıyor’ diyor.” (Tekfener, s.53-54) yapılan alıntı örnek olarak gösterilebilir. Alıntıdan da anlaşılacağı üzere anlatıcı kişi öykünün genel yapısına hâkimdir. Gerektiği yerde sözü başka bir karaktere bırakarak öykünün seyrini değiştirmesine ve geriye dönüşler yapmasına izin verir. Ancak gerektiği noktada ise sözü alarak kaldığı noktadan anlatmaya devam eder.

Öykünün ilerleyen noktasında yazar başkişinin hayatından bahsetmeye başlar. Küçük yaştan beri esrar içen Muhammed’in başı ölene kadar beladan kurtulmaz. Bu nedenle annesi, babası, abisi başkişinin elinden kan ağlar. Her fırsatta sözler verip esrarı bırakacağını söyleyen Tekfener kısa süre sonra esrar içmeye devam eder. Tekfener’in esrar içip hapishaneye düştüğü bölümde öyküleme zamanı ile öykü zamanı iç içe girer. Bu noktada anlatıcılarda değişir. Yazar, anlatıcının belli bir noktaya getirdiği öyküyü başkişi ve başkişinin abisi devralıp geriye dönüşler yaparlar. Ancak belli bir süre sonra yine anlatıcı kişi devreye girerek öykünün akışını belirlemeye devam eder. Bu ifademizi destekleyecek alıntıyı “Amcam hapishaneyle onyedi yaşında tanıştı. Bundan önce birkaç kez nezarete düşmüş, dedeme duyurmadan babamla büyük amcam çıkartmışlardı. Karakol komiserinin hoşgörüsünü aşan ilk esrar vakası altı ay hapsine sebep oldu. Kuşkucu idi. Bu yüzden her yakalandığında mutlaka ihbar edildiğini söyler, birilerini suçlar, hikâyeler uydururdu. Babam sinirlendiğinde, ‘İçme şu boku, kendi elinle yapıyorsun’ deyince bu kez üzülür, ağlayarak, ‘Ben istemez miyim bırakmayı, ne yapayım elimde değil, size layık bi ağbi, babama layık bi evlat olamadım, ben adam mıyım’ muhabbetine başlardı.” (Tekfener, s.58) şeklinde yansıtabiliriz.