• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM: VAROLUŞÇULUK

1.3. Varoluşçuluğun Temsilcileri

1.3.2. Friedrich Nietzsche

15 Ekim 1844’te Almanya’da dünyaya gelen Nietzsche ilahiyat eğitimi görür ve 1865’te filoloji eğitimi görür. 1867-1868 yıllarında Prusya ordusunda askerlik yapar. 1868 yılından itibaren felsefeye ilgisi artarak devam eden Nietzsche aynı yıl, Richard Wagner’le tanışır ve onun şiirleri ve estetik üzerine yazdıklarına ilgi duyar. 1869’da İsviçre’deki Basel Üniversitesinde, filoloji profesörü olarak göreve başlar. 1879’a kadar üniversitedeki görevinin yanında Tragedyanın Doğuşu, Zamana Aykırı Bakışlar, İnsanca Pek İnsanca gibi eserlerini yayımlayan Nietzsche, ilerleyen sağlık sorunlarından dolayı üniversiteden ayrılmak zorunda kalır. Malulen emekli edilen filozof sonraki yaşantısını oldukça sıkıntılı bir şekilde ve çoğunlukla da sağlık

durumuna iyi gelmesi umuduyla seyahat ederek geçirir. Bu dönemde Şen Bilim, Böyle Buyurdu Zerdüşt, İyinin ve Kötünün Ötesinde, Putların Alacakaranlığı, Deccal gibi önemli eserlerini kaleme alır. 1889’da akıl sağlığını kaybeden Nietzsche, 1900’de Weimar’da ölmüştür (Crepon, 2001: 9-21;Danto, 2002: 2-3).

Nietzsche her ne kadar, varoluşçulukla doğrudan ilişki kurulabilecek bir düşünür olmasa da onun özellikle insan varlığının anlamına ilişkin görüşleri, varoluşçuluk akımını etkilemiştir. Nietzsche’nin felsefi görüşünden büyük oranda beslenmiş olan Heidegger, Jaspers ve Sartre gibi filozoflar varoluşçu felsefelerini inşa ederken onun görüşlerinden istifade etmişlerdir (Esenyel, 2015b: 111).

Felsefelerinin nihai noktası bakımından değilse bile, başlangıçtaki tepkileri ve referansları bakımından Kierkegaard ile Nietzsche benzer bir durumdadırlar. Her ikisi de çağın egemen kültürüne karşı çıkarken Yunanlılara dönerler. Kendi misyonunu Sokratik olarak ifade eden Kierkegaard’ın yanında Sokrates vazifesini çağın habercisi olarak gören Nietzsche vardır. Bu bakımdan her ikisini de varoluşçu olarak kabul eden Blackham (2005: 32) “çünkü varoluşçuluk ekol doktriniyle değil, düşüncenin ışığında yaşam kavgası veren bireye felsefenin hatırlatılmasıyla ilgilenir.” ifadesiyle onları ulaştıkları sonuçlar açısından değil fakat çıkış noktaları bakımından aynı çizgide değerlendirir. Bunun yanında her iki filozof da kullandıkları dil bakımından yaptıkları şeyin felsefe olup olmadığını tartıştıracak ölçüde, normun dışına çıkarlar ve son derece yoğun, sanatlı bir anlatımla düşüncelerini ifade ederler. Fakat Nietzsche, bireyin kendini gerçekleştirmesinde Tanrısal bir atmosferi öngören Kierkegaard’dan varoluş düşüncesini dünyevi olan üzerine kurması bakımından keskin şekilde ayrılır.

Var olmanın anlamı ve insanın varoluşunun amacı konusu Nietzsche’nin ilgilendiği temel meselelerdir. O, varoluşa yönelik dünya dışı, aşkın referansları başlangıçta tümüyle reddeder. Bu anlamda varlığın daha üstün bir dünyanın silik gölgesi olduğu yolundaki metafizik yorumlar Nietzsche açısından tamamen geçersizdir. Nietzsche, Batı felsefesinin Sokrates’ten beri varlığın ardında değişmez özler aradığını, bu arayışın değişik görünümleriyle birlikte çağdaş felsefeye kadar devam ettiğini ve nihayet yaşadığımız dünyayı boş ve anlamsız bir hale getirdiğini, insanın var olmak için bir amacının kalmadığını düşünür. Mutlak bir nihilizme ve iflasa varan Batı felsefesiyle arasına bir mesafe koyar ve felsefeyi, asıl amacıyla birlikte yeniden inşa etmek ister. Bu

amaç, insana var olması, bu dünyada yaşaması için bir sebep göstermektir. Asırlar boyunca duyularüstü dünyayı asıl kabul eden yaklaşım, gelinen noktada yaşamı anlamsız kılmıştır.

Geleneksel felsefenin bu tutumu, Nietzsche’de örtük bir “nihilizm isteği” olarak ifadesini bulur:

“ ‘Varlık’, ‘öz’, ‘töz’, ‘idea’, ‘tanrı’ gibi birtakım temel duyuüstü metafiziksel kavramlarla iş gören filozoflar, kaçınılmaz bir biçimde yaşamı ve dünyayı yadsıyan felsefi sistemler ileri sürmek durumunda kalmıştır. Çünkü bu metafizik, yani duyu ve dünya ötesi kavramlarla, dünyada olup bitenlere bakan geleneksel filozoflar böylelikle insan, yaşam ve dünya olgusunu sadece ve sadece bu öte dünyacı idealler ekseninde değerlendirebilmiştir. Durum böyle olunca; ezeli-ebedi, değişimden muaf, tümüyle maddi öğelerden bağışık ve netice itibarıyla saf formel olan metafizik kavramlar karşısında; maddi, değişken ve geçici olan deneyim dünyası sonuçta ikinci sınıf, değersiz ve adeta olmaması gereken bir varoluşa indirgenir. Yaşam dünyamız netice itibarı ile daha yetkin, daha iyi ve mükemmel bir gerçekliğin soluk kopyası haline gelir. Görünüşün, yani içinde yaşadığımız dünyanın, ötesine geçmeye çalışan Batı felsefesi ve metafiziği sonuç olarak bize sadece değerden düşürülmüş ve hiç de yaşanmaya layık olmayan bir yeryüzü bırakır” (Esenyel, 2015b: 115).

Aklın icat ettiği bütün kutsal’lar, yüce’ler, iyi’ler Nietzsche’ye göre Batı felsefesi ile birlikte çökmüştür. Bu çöküş, onun “kaçık adam”ına gündüz vakti elinde fenerle Tanrı’yı aratmıştır. Sonsuz bir hiç’te yolunu yitirmiş olan insanlığın ona göre ilkin bunun farkına varması gerekmektedir. Varoluşun kendisine, hayata ve doğrudan insan problemine yönelebilmenin öncelikli şartı, bu çöküşü görmek ve kabul etmektir. Nietzsche Şen Bilim’de bu durumu şu cümlelerle ifade eder.

“Nereye gidiyor şimdi dünya, biz nereye gidiyoruz? Bütün güneşlerden uzağa mı? Sürekli, boş yere geriye, öne, yana, bütün yönlere atılıp durmuyor muyuz? Üst alt kaldı mı? Sanki sonsuz bir hiçte yolumuzu yitirmiyor muyuz? Boş uzayın soluğunu duymuyor muyuz? Hava giderek soğumuyor mu? Giderek daha çok, daha çok gece gelmiyor mu? Öğleden önce fenerleri yakmak gerekmiyor mu? Tanrıyı gömen mezar kazıcılarının yaygarasından başka bir ses duyuyor muyuz? Tanrısal çürümeden -Tanrının çürümesinden başka koku duyuyor muyuz? Tanrı da çürüdü. Tanrı öldü! Tanrı ölü! Onu öldüren de biziz!” (Nietzsche, 2003: 130).

Tanrı’nın, tanrılaşmış sistemlerin ve onun temsil ettiği bütün değerlerin, amaç ve anlamların yok’luğunun bu şekilde ilanı ile nihilizmin ‘tespiti’ Nietzsche’nin vardığı nihai nokta değildir. Nihilizm, onu “en büyük değerlerin, kendi öz değerlerini düşürmesi” (Nietzsche, 2010: 27) şeklinde tanımlayan Nietzshe’nin çizdiği çağ manzarasının karamsar boyutunu temsil eder. Bunu aşmak için felsefenin doğrudan

varoluşun kendisine yönelmesi ve kaybettirdiği yaşam sevincini yeniden buldurması gerekir. Güç İstenci’nde kullandığı “nihilizmden kaçıp kurtulma girişimleri, eski değerleri ters yüz etmeden ters sonuç verirler, sorunu daha da derinleştirirler” (akt. Ferrand, 2009: 65) ifadesi ile felsefenin bu misyonunu anlatmak ister. İnsanın anlam arayışına cevap verebilmek ve hâlihazırdaki anlamsızlığı ortadan kaldırmak için yapılması gereken şey, somut insana yönelmektir. Geleneksel felsefenin bütüncül yaklaşımı ile silikleşen, ferdiyeti ve canlılığı, varoluşunun haklı gerekçeleri ezilen insan varlığına dikkati yeniden yoğunlaştırmak; yeni bir insan modeli ortaya koymakla mümkündür. Bu, Nietzsche’nin üstinsanıdır ve ‘değerlerin yeniden değerlenmesi’nin ilk adımıdır.

Üstinsan, nihilizmden kurtuluş için Nietzsche’nin önerdiği insan modelidir (Danto, 2002: 6). Batı metafizik geleneği ve Hıristiyanlık anlayışı, tek başına nihilizmin sorumlusu olarak görülemez. Bu olguların arkasında ve temelinde, felsefe bağlamında filozof, yani insan problemi yatmaktadır. Bu anlayışla yürürlükte olan ‘iyi’ ve ‘kötü’ kavramlarının yeniden yorumlanması gerekir.

Nietzsche, bunu yapacak olan üstinsanın vasıflarını belirlerken tarihi karakterleri örnek olarak gösterir. Büyük İskender, Sezar, Napolyon ve Leonardo ile Michelangelo üstinsan örnekleridir. Nietzsche’ye göre üstinsan eğilip bükülmeyen, güçlü ve katı, cesareti ile geleneksel değerleri yıkabilen, olmayan düzeni meydana getirecek yaratıcılığa sahip, kötümserliği iyimserliğe dönüştürecek seçkinlikte biri olmalıdır. Sanatsal yaratıcılık, onu belirleyen en önemli özelliktir. Yaratıcılık da Nietzsche’ye göre güç istencine bağlıdır. Ona göre varlığın temelinde daha güçlü olma yönünde bir istek vardır. Hâkimiyet isteği de denilebilecek bu özelik insanoğlunun daha güçlü olma arzusuyla ilgilidir. İnsanı insan yapan şey, bu hayvani ve vahşi isteği koruyup yönlendirebilme yeteneğinde gizlidir. Dünyanın kaotik ortamına düzen getirme yeteneği ona göre güç isteminin en yüksek ifadesidir. Üstinsanın en önemli vasfı, başkalarından evvel kendini aşabilmesi, kendi kendisinin efendisi olabilmesidir (Cevizci, 1999: 628). Nietzsche, üstinsanın vasıflarından olan geleneksel iyi ve kötü kavramlarına itibar etmeme bağlamında, yeni bir ahlak anlayışından bahseder. Var olan değerlerin günümüzde nihilizme varan anlayışının altında bir köle ahlakının olduğunu düşünür.

İyinin ve Kötünün Ötesinde adlı eserinde Batı kültüründe yürürlükte olan ahlak anlayışının aslında bir sürü ahlakı olduğunu ifade eder:

“Şimdi, sürekli tekrarlayıp durduğumuzdan kulak tırmalayıcı olabilir, zor işitilebilir: Burada bilindiğine inanılan, burada övgü ve yergiyle kendi kendini yücelten, o kendisine iyi denen şey, sürü hayvanının içgüdüsüdür: Bir patlamayla, üstünlükle, diğer içgüdülere egemen olan bu değişme, belirtisi olduğu büyüyen fizyolojik yaklaştırma ve benzetmelere göre sürer. Bugünün Avrupasının ahlakı sürü hayvanı ahlakıdır” (Nietzsche, 2015: 114).

Ahlakın Soy Kütüğü’nde efendi ve köle ahlakını çözüm önerisinin bir parçası olarak ele alan Nietzsche’ye göre, Avrupa kültürünün değer belirleyen bakış açısı, kendine dönmek ve ahlaki değerleri kendi varlığından hareketle kurmak yerine gözünü sürekli dışsal olana çevirir. Köle ahlakına sahip olan kişi, efendi ahlakına sahip olan kişiye bakarak aslında onun gibi olamadığı için bir hınç ve nefret duygusuna kapılır. Asil kişi, kendisinden ve eylemlerinden şüphe duymadan, kendi anlamlarını yaratırken köle ahlakı, tepkisel güçlerle hareket ederek eylemden uzak olan bir hıncın yaratıcılığıyla değerler üretir:

“Ahlakta köle başkaldırısı, hıncın yaratıcı hale gelmesi ve değerler üretmesiyle başlar. […] Tüm asil ahlak, utkulu bir kendini ‘evetleme’den doğarken, köle ahlakı en başından ‘hayır’ der ‘dışarıdakine’, ‘farklı olana’, ‘kendinden olmayana’: ve bu ‘hayır’, onun yaratıcı edimidir. Değer belirleyen bakış açısının bu tersine dönüşü - kendine dönmek yerine bu zorunlu dışa yönelim - hınca özgüdür: köle ahlakı oluşmak için ilkin hep bir karşı ve dış dünyayı gereksinir, fizyolojik bir terim ile söylersek, en ufak bir eylemde bulunabilmek için bile dış uyarımlara gereksinim duyar, - eylemi, temelinde bir tepkidir. Asil değerlendirme tarzında ise durum bunun tersidir: o kendiliğinden eyleme geçer ve gelişir; karşıtını, sırf kendini daha minnetle, daha coşkulu bir sevinçle evetlemek için arar” (Nietzsche, 2011: 29-30).

Nietzsche’ye göre tarih içerisinde bu iki ahlak anlayışı bir mücadelenin içinde olmuştur ve köle ahlakı efendi ahlakını alt ederek bugünkü düzeni kurmuştur. Bugün ahlak adına kabul edilen ne varsa, köle ahlakının ürünüdür. Bu ahlakın kökeninde ise varoluşunu dışsal bir kaynağa bağlamak zorunda olan insan tipi vardır. Bu noktada o, felsefeye başvurarak varoluşuna dışsal bir dayanak noktası bulmak durumunda kalır. Böylece felsefe de köle ahlakını temel alarak bazı varsayımlarla dünyayı katlanılabilir bir yer kılmak için uğraşır. İdea, öz, töz, tanrı, kendinde-varlık gibi kavramlar yoluyla metafizik bir tavırla somut varlığı ikincil bir alan olarak dışlar ve sözde bir rahatlama sağlar. Yaşam ise hep bir hata olarak kabul edilip aslında olmaması gereken bir alana dönüşür. Nietzsche, bu öte dünyacı ahlaktan kurtulmak gerektiğini düşünür. Bu yolla

insanın dünya ile kurmuş olduğu ilişki köklü bir değişim geçirecektir. Bu yapılmazsa, önemini yitirmiş olan varoluş karşısında nihilizm ciddi bir tehlike olarak kalmaya devam edecektir. Üstinsanın yapması gereken, sürünün bir parçası olmasına sebep olan verili bir ahlak anlayışını ve yaşam düzenini reddederek kendi varoluşunu gerçekleştirmektir. Böylece üstinsan, varoluşçulukta sıkça vurgulanan bir kişi tipini de temsil etmiş olur (Esenyel, 2015b: 122-128).

İnsanı bu şekilde kalıplaşmış bütün değerlerden azat eden ve onu kendi varoluşunu gerçekleştirme noktasında bırakan Nietzsche, bütün dışsal teyit mekanizmalarını devre dışı bıraktıktan sonra, dünyada var bulunmanın katlanmaya değer hale gelmesini sağlamak için başka bir yola müracaat etmek gerektiğini düşünür. Kişinin kendi kaderini sevmesi ve ona gönüllü bir şekilde boyun eğmesi anlamında gelen amor fati Nietzsche’ye göre insanın ahlaki yüceliğinin en önemli göstergesidir (Cevizci, 1999: 44). İnsanın bu evreye ulaşıp ulaşamadığının Nietzsche’ye göre psikolojik bir testi bulunmaktadır. Kişinin pişmanlık duymadan bütün yaşamını sayısız kere yaşamak isteyip istemediğini kendisine sorması ve bu soruya “evet” diyebilmesi gerekir. Şen Bilim’de, ebedi/bengi dönüş olarak bilinen varsayımını şu şekilde açıklar:

“Günün ya da gecenin birinde bir cin, sen yalnızlıkların yalnızlığında iken usulca yanına sokulup sana şunları söylese ne olurdu: ‘Şimdi yaşadığın, yaşamış olduğun yaşamı bir kez daha, sayısız kez daha yaşamak zorundasın. Bu yaşamlarda yeni hiçbir şey olmayacak; her acı, her sevinç, her düşünce her iç çekiş, yaşamındaki dile gelmeyecek ölçüde küçük ya da büyük her şey zorunlu olarak, tümden aynı sıra ile aynı düzen içinde sana geri gelecek [...] Varoluşun bengi kum saati tekrar tekrar ters çevrilecek, sen ey toz tanesi, sen de onunla birlikte...’ Kendini yere atıp dişlerini mi gıcırdatırdın, böyle konuşan cine ilenir miydin? Yoksa, bir kez böylesine görkemli bir anı yaşayınca ona şu yanıtı mı vermek isterdin: ‘Sen bir tanrısın, bundan daha tanrısal bir şey hiç duymadım’. Bu düşünce seni ele geçirdiğinde, seni sen olarak değiştirir ya da belki ezer geçerdi. Her şeyde, her tek şeydeki soru ‘Bunu bir daha istiyor musun, sayısız defa daha istiyor musun?’ sorusu bütün eylemlerine ağırlıkların en büyüğünü koyardı. Yoksa ne diye kendini, yaşamı iyi kılmak zorunda olasın, her şeyden çok bu son, bengi onaylama, belirleme için can atasın.” (Nietzsche, 2003: 206)

Nietzsche’nin ifadesiyle bu “bengi onaylama” varoluşun, yaşanan hayatın istenip istenmeyeceği noktasında verilen bir karardır ve kişinin yaşadığı hayatı seçip seçmediğinin, içinde bulunduğu bir ıstırap da olsa buna gönüllü olup olmadığının teyididir. Bu, nihilizmden kurtulmanın da temel şartıdır. Böylece Nietzsche, varoluşçu bir tavırla, yaşamın sorumluluğunu kişinin kendi omuzlarına yüklemiş olur.