• Sonuç bulunamadı

1.4. Pazarlama Karması Çerçevesinde Kültür ve Sanat

2.1.1. Film Endüstrilerinin Gelişimi ve Hollywood Film Endüstrisi

Sinema endüstrisinin ortaya çıkması söz konusu olduğunda tek bir buluştan bahsetmek yeterli olmayacaktır.Thomas Edison’un buluşu olan ‘Kinetoscope’ ile başlayan bu süreç, devamında birçok girişimcinin ve farklı teknolojik gelişmelerinde birleşmesiyle oldukça hızlı gelişen ve büyüyen bir endüstri haline gelmiştir.

Sinemanın ortaya çıkışını, tarih öncesi görsel deneyim ve projeksiyon makinesinin -büyülü bir fener gibi- diyaromalardan panoramalara kadar uzanan gösterilerinin görsel sunumuna yönelik yapılan çalışmalarla ilgili olarak anlamak mümkün olabilmektedir. 19. Yüzyılın sonlarına doğru geliştirilmiş olan özel teknolojiler, sanatsal ve endüstriyel bir biçim olarak sinemadaki hızlı gelişime yönelik olarak bir temel yaratmıştır. Bir seri resim dizisinin, bir sisteme dayandığı hareketli görüntülerinelde edilmesine yönelik olarak bir ışık kaynağının önünde, bu görüntüler ard arda hızlı bir şekilde geçirilmiştir. Bu süreç iki tür cihaza bağlıdır –bir film şeridi ile büyük bir hızla, bir ışık huzmesinin önünde bu şeridin geçebileceği projektörler ve bu projetörler üzerinde bir görüntüyü açığa çıkarabilen kameralar. Devam eden hareket ilüzyonu yaratmak için, projektör, bir ışık kaynağının önünde, saniyede 16 resim karesi geçmek ve görüntüyü ortaya çıkarmak için aralıklı olarak durdurmak durumundadır. Amerika’lı girişimci George Eastman, 1889’da selüloit makara filmi piyasaya sürdüğünde, hareketli resimlerin ve filmlerin gösterimini gerektiren teknoloji, esas olarak Amerika Birleşik Devletleri, Fransa ve Britanya’dan oluşan birkaç ülkede eş zamanlı olarak geliştirilmiş durumdadır (Grainge, vd., 2007: 4).

Thomas Edison, geniş grupların eğlenmesi için bir görüntünün yansıtılmasından çok, kişiye özel izleme sisteminin üretimiyle ilgili olmuştur. Kendi kişisel izlemeye dayalı sistemine ‘Kinetoscope’ adını vermiştir. Bu sistem, 1890’ların hemen başında üretilmiştir –ilk kısa programlardan biri ünlü Fred Ott’s

Sneeze’dir- ve kısa süre içinde vodvillerin yanında ek olarak gösterilen yaygın bir yan program ile karnaval karışımı haline gelmiştir. Kinetescope, birçok Avrupalı ve Amerikalı mucit ve işadamını, yeteneklerini mevcut sorunların çözümüne yönelik uygulamalara odaklanma yönünde esinlendirmiştir. İngiltere’de Fransız Louis Augustin Le Prince ve İngiliz William Friese-Greene, 1880’lerin sonunda taşınabilir bir kamera/gösterim sistemi geliştirmişlerdir (Monaco, 2013: 223).

Edison, 1892 yılında, icadı Kineteskop’u piyasaya sürdüğünde, cihazın tek dezavantajı yalnızca tek bir kişi tarafından izlenebilmesi olmuştur. Edison’un ‘Black Marie’ adını verdiği stüdyosunda yaptığı filmler seyyar ellerde bütün Amerika’yı dolaşmış, bu şekilde para kazanmıştır. Bununla birlikte tarihçiler, sinemanın başlangıcı olarak Louis ve Auguste Lumiére kardeşlerin 21 Mart 1985’de küçük bir kitleye yaptığı deneme gösterisini, ya da halka açık ilk gösteri olan 28 Aralık 1895 tarihli, Paris’de Capucines Bulvarı’ndaki Grand Café’de yaptıkları gösteriyi işaret etmektedirler. Lumiére kardeşlerin icat ettiği ‘ Cinematograph’ cihazının en önemli özelliği, görüntüyü duvara yansıtabilmesidir (Güral, 2013: 3).

1905’le birlikte sinema salonu (film theatre) anlayışı yerleşmiştir. Lumiére Kardeşler 1897’de tamamen film gösterimine ayrılmış ilk salonu açmışlardır. 1908 yılında Amerika’da, bir uçtan diğerine 5000’den fazla ‘Nickelodeon’ vardır (Nickelodeon ismini giriş ücretli olduğu için beş sent değerindeki ‘’nickel’’; Yunanca’da müzik ya da dramatik programlar için kullanılan küçük bina anlamındaki ‘’odeon’’ kelimelerinden almaktadır) (Monaco, 2013: 225-226). Bu basit sinemalarda tüm gün süren programlar gösterilmekte ve filmler haftada birkaç kez değişmektedir (Borden, vd. 2011: 20).

Amerika Birleşik Devletleri’nde sinemalar, vodvil tiyatrolarındaki programın bir parçası olmuşlardır, Avrupa’da ise fuarlara yayılmışlardır. 1910’da özellikle filmlerin gösterimi için dizayn edilen tiyatrolar film gösterimlerinde baskın mekanlar haline gelmişlerdir. Vodvil tiyatroları komediden, hayvan gösterilerine, şarkıcılardan dansçılara çeşitli oyunlardan bir seçki sunmaktadır. İlk vodvil tiyatrosu olan Bowery

Theatre, 1865’te New York’da açılmıştır ve aileleri hedef kitle olarak belirlemiştir.Oldukça popüler olmuş ve Avrupa’daki müzik salonlarında çeşitli şovlarla adlandırılmışlardır (Gomery ve Paford-Overduin, 2011: 8).

1910 ve 1920 yıllarında ABD endüstri liderleri, Fransız ve Alman sinema yapımcıları ile rekabet arayışındayken, sinema yapımcıları, sinemanın anlatı potansiyelini geliştirmeye başladığında, anlatım özellikli filmler diğer türdeki filmlerin gölgesinde kalmaya başlamış ve ABD Film Endüstrisi içinde kuruluşlar, yıldız sistemi ve sinema patronları kavramlarını meydana getirmişlerdir. New York’tan Güney Kaliforniya’ya kadar rakiplerin sınırlayıcı patentlerinden sakınmak ve daha iyi bir ortam ve ucuz gayrimenkulden avantaj sağlamak için birleşmeler teşvik edilmiştir. Ayrıca bu durum film kavramını ticari bir ürün kavramı ile birleştirilmiştir. Hollywood’da oluşturulan stüdyo sistemi, -sıklıkla endüstriyel üretim modeli olarak adlandırılan “montaj hattı”na refere edilerek- ABD’de ve Dünya genelinde hem ekonomik hem de estetik anlamda hakim bir uygulama haline gelmiştir (Pramaggiore ve Wallis, 2008:5).

1910’lu yıllarda bir dizi film şirketi, Los Angeles’in batısında Hollywood’un küçük banliyölerinde ve çevresinde kendi işlerini kurmaya başlamışlardır. On sene içerisinde, yaratmış oldukları sistem yalnızca Birleşik Devletler’e değil, aynı zamanda büyün dünyaya hakim bir hale gelmiştir. Yapımdan tanıtıma, dağıtımdan, gösterime, geniş bir fabrika gibi, stüdyoların içinde yapıma odaklanarak ve dikey olarak işi tüm yönleriyle entegre ederek, diğer ülkelerin rekabet edebilmek için örnek almak durumunda kalacakları bir model sistemi ‘stüdyo sistemi’ yaratmışlardır. Ancak Amerikan sistemini örnek olma teşebbüsü kısmen başarılı olmuş ve 1925 yılında stüdyo sisteminden ziyade, Britanya’dan Bengal’e, Güney Afrika’dan Norveç ve İsveç’e piyasaya hakim ‘’Hollywood’’ sistemi haline gelmiştir. O zamana kadar Hollywood yalnızca dünya piyasalarının çoğunluğunu ele geçirmekle kalmayıp, aynı zamanda, dünyanın en ünlü sanat ikonlarından Charlie Chaplin ve Mart Pickford gibi yıldızları ve ürünlerini yaratmıştır (Gomery, 1996: 43).

1930 yılında sekiz stüdyo, oligopol şeklinde Hollywood film endüstrisini hakimiyeti altına almış ve bu sınırlı rekabetle sonuçlanan, birkaç şirket tarafından tamamiyle hakim olunan bir ortamı da beraberinde getirmiştir. Bu şirketler Warner Brothers, Loew’s-MGM, Fox, Paramount ve Radio-Keith-Orpheum (RKO)’dan oluşan ‘Majörler’ ya da ‘ Büyük Beşli–Big Five’ ile, Columbia, Universal ve United Artists (UA)’dan oluşan ‘Minörler’ ya da ‘Küçük Üçlü – Little Three’ şeklinde ikiye ayrılmıştır. Minörler genellikle yapım üzerine odaklanmışken, majör stüdyolar yapım, dağıtım ve gösterim üzerinde çalışma, yani dikey olarak bütünleşme şeklinde faaliyetlerini sürdürmüşlerdir (Nathan vd., 2001: 8).