• Sonuç bulunamadı

FIKHU’L-VAKIANIN ŞER’İLİĞİ VE ÖNEMİ Kitap, sünnet ve salih selefin siretinden nasslar,

Belgede Abdu l-mun im Mustafa (sayfa 161-167)

Dinin Tamamına Gereken Önemin Verilmesi

FIKHU’L-VAKIANIN ŞER’İLİĞİ VE ÖNEMİ Kitap, sünnet ve salih selefin siretinden nasslar,

Müslü-manların etraflarında olan biten hadiseleri, lehlerinde ve aleyhle-rinde olan gelişmeleri kavramalarının meşruluğuna delalet eder.

Allahu Teala şöyle buyurur: “Böylece suçluların yolu belli olsun diye ayetleri iyice açıklıyoruz.”1

İbn-i Kesir Rahimehullah şöyler der: “Rasullere muhalefet eden suçluların yolunun belli olması için...”2 Tanımak için…

Uzaklaştırmak için… Uyarmak için… Ondan sakındırmak için…

Çünkü bir şeyin cahili olan kişinin, o şeyin ağına düşmesi kolay olur… Bununla birlikte o kişi, kendisinin doğru yaptığını zanne-der...

Bir şey, zıddıyla bilinir… Batılın çirkinliği ve bozguncu eserlerinin bilinmesi oranında, hakkın değeri ve fayda veren eserleri de bilinir.

Seyyid Kutub Rahimehullah şöyle der: “Kuşkusuz bu metod, salih mü’minlerin yolunun açıkça belli olması için sırf gerçeğin açıklanıp ortaya konmasını amaçlamaz. Bunun yanısıra, günahkar sapıkların yolunun açıkça belli olması için batılın açık-lanıp ortaya konmasını da amaçlamaktadır. Çünkü günahkarların yolunun açıkça belli olması, mü’minlerin yolunun açık seçik belli olması için bir zorunluluktur. Bu kural, yol ayrımını belirleyen bir çizgi konumundadır.

Küfrün, kötülüğün ve suçluluğun açığa çıkarılması imanın, hayrın ve iyiliğin netleşmesi için zorunludur. Suçluların yolunun açık seçik belli olması ayetlere ilişkin ilahı açıklamanın hedeflerin-den biridir. Çünkü suçluların konumları ve yollarına ilişkin olarak

1 6 En’am/55

2 Tefsir-u İbn-i Kesir: 2/141.

162

www.islamibelgeler.com

beliren herhangi bir karanlık nokta ve kuşku, mü’minlerin konum-larına ve yolkonum-larına yansır. Çünkü bunlar birbirlerine karşı duran iki sayfa, birbirlerine aykırı iki yoldurlar. Bu yüzden renklerin ve çizgilerin açığa kavuşması kaçınılmazdır.

Bundan dolayı, her İslami hareketin mü’minlerin yolunu ve suçluların yolunu belirlemekle işe koyulması gerekmektedir.

Mü’minlerin yolunu ve suçluların yolunu tanımlamak ve mü’minlerin ayırıcı özellikleriyle suçluların ayırıcı özelliklerini belirlemekle başlamalıdır...”1

Kur’an-ı Kerim, münafıklardan, Yahudilerden, Hristiyanlardan ve putperest müşriklerden olan suçluların yollarını ortaya çıkaran ayetler ile doludur. Onların durumlarının hakikati-ni, İslam’a ve Müslümanlara besledikleri kin ve şerlerini açıklar.

Öyle ki Kur’an-ı Kerim’de, içerisinde münafıkların durumunu ve hakikatini açıklayan bir çok ayet ihtiva etmesi sebebi ile sureler-den birine “Fadıha (kusuru açığa çıkaran)”2 ismi verilmiştir.

Bütün bunlar, Fıkhu’l-vakıa ile ilgili konulardandır.

Sünnet, Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem ilmin bu yönüne göstermiş olduğu öneme açıkça işaret eder. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ashabından müstad’af olanları, Habeşis-tan’a göndermiştir. Bu, O’nun, çevresindeki yöneticilerin durumu ve o dönemin milletleri hakkındaki bilgisini gösteren açık bir delildir. Neden onları İran’a, Bizans’a ya da başka bir yere gön-dermedi de, Habeşistan’a gitmelerini istedi…?!

Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem şu sözü bunu açık-lamaktadır: “Orada, kimseye zulmetmeyen bir sultan vardır.” Bu, Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem Habeşistan kralının sireti, vasıfları ve tavırları hakkında tam bir kavrayışa sahip olduğuna ve

1 Fi Zılal-il Kur’an: 2/1105-1107.

2 Bu, Tevbe Suresi’dir.

163

www.islamibelgeler.com

ashabını himaye konusundaki yeteneğine delalet eder. Habeşis-tan tercihi doğru bir karar olmamış olsaydı, mes’uliyetin yükü ne kadar zor ve ağır olurdu...

İşte burada, yaşanan vakıa ile ilgili davetin merhalesini görmekteyiz. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem hicret için Medine’yi tercih etmiş ve orada bulunan her bir gruba yönelik olarak, durumlara uygun, bir takım muamelelerde bulunmuştur.

Muaz’ı Radıyallahu Anhu Yemen’e gönderdiğinde, ona şöyle demiştir: “Sen, Ehl-i kitap olan bir kavme gidiyorsun.” Bu, Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem her beldenin vakıası ve ihtiyaç duyduğu şey hakkındaki kavrayışını gösterir. Bu nedenle-dir ki Muaz’a şöyle demiştir: “Onları ilk olarak çağıracağın şey;

Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet etmek olsun…”

Aynı şekilde savaşlarında, kabilelere ve krallara gönderdi-ği mektuplarında da Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu ilimdeki derinliğini görmekteyiz. Yine Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem, kendisine gelen elçileri kabul etmesinde, onlara olan muamelelerinde ve insanlarla olan ilişkilerinde de bu yön ortaya çıkmaktadır.1 Hatta bir kimse Rasulullah’a Sallallahu Aleyhi ve Sellem babasının2 ismini sormuş ve Rasulullah da Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona cevap vermiştir…!

Vakıanın kavranmasının önemine ve meşruluğuna delalet eden şeylerden biri de, Müslümanların tek bir vücudun organları gibi olduğunu, bu organlardan birinin şikayetlenmesinin bütün bir vücuda yansıyacağını ve mü’min kişinin, aralarında uzak mesefaler olsa dahi iman ehline isabet eden her acı sebebi ile acı duyacağını belirten nebevi hadislerdir. Buna göre, vakıanın kav-ranmasına ve bilinmesine gereken önemi vermeden ve dünyanın

1 Şeyh Nasır bin Süleyman el-Ömer’in, “Fıkhu’l-Vakıa” isimli kitabından özetle.

Bu, okunmasını tavsiye ettiğimiz güzel bir eserdir.

2 Buradaki zamir, soruyu soran kişiye aittir.

164

www.islamibelgeler.com

dört bir yanında Müslüman kardeşlerinin başına gelenleri bilme-den, bu şer’i emri ve dolayısıyla da hayatımızda ve vakıamızda fiili olarak tek vücud olma vasfını nasıl yerine getirebiliriz..?

Çin ve Hindistan’da, Müslüman kardeşlerimize yapılan katliamlar sebebi ile aramızda acı çekenlerin sayısı kaç kişidir...

Maalesef bizler, olan katliamları ancak seneler sonra öğreniyo-ruz... Bu nedenle, üzerimize vacip olan yardım ve değerlerin savunulması görevini de yerine getiremiyoruz.

Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur:

“Mü’minle iman ehli arasındaki ilgi, bedenle baş arasındaki ilgi gibidir. Bedenin çektiği acıyı başın çektiği gibi, iman ehlinin çektiği acıyı da mü’min çeker.”1

“Birbirlerine merhamette, birbirlerini sevmede, birbirlerine şefkatte mü’minler, bir beden gibidir. Bedenin bir uzvu rahatsız olsa, diğer uzuvlar uykusuzluk ve hararette ona ortak olurlar.”2

“Mü’minler, tek bir vücut gibidir. Başı ağrıdığında, hepsi rahatsız olur, gözü rahatsız olduğunda hepsi rahatsız olur.”3 Yani, bir Müslüman kendisine yapılan bir haksızlıktan rahatsız olduğun-da, dünyanın dört bir yanındaki bütün Müslümanlar onun adına acı duyarlar, öfkelenirler ve ona destek olurlar. Zalime karşı Müslümana yardım etmedikçe ve hakkını almadıkça, hiçbir nefis tatmin olmaz ve sakinleşmez.

Müslümanlara yönelik ve Müslümanların lehlerinde veya aleyhlerinde olan biten hadiseler gibi günümüz vakıasını kavra-maya gereken önemi vermeden, birbirine kenetlenmiş olan ve güvence veren bu duyguların gerçekleştirilmesi nasıl mümkün olabilir ki...?

1 Ahmed tahric etmiştir. Sahihu’l-Cami: 6659.

2 Müttefekun Aleyhi

3 Ahmed ve Müslim tahric etmiştir. Sahihu’l-Cami: 6668.

165

www.islamibelgeler.com

Özellikle günümüzde, değerleri gasbedilmiş ve elinden alınmış nice Müslümanlar bulunmaktadır. O Müslümanların kardeşleri konumundaki bir çok Müslümanın ise bu zulüm ve gasplardan haberi bile yoktur. Haberi olsa dahi, vakıayı kavra-makla uğraşmanın kendileri üzerine vacip olmadığı ve kendileri-nin ihtisasına girmediği anlayışına binaen hiçbir harekette bulun-mamaktadırlar.

Salih selefimizin vakıanın kavranmasına verdikleri önemi belirten deliller ise, bu sayfalara sığmayacak kadar çoktur. Belki de bu delillerden en bariz olanı, sahabenin Radıyallahu Anhum, Bizans ve İranlılar arasındaki savaşa verdikleri önemdir. Müşrik-ler, İranlıların Bizansa galip gelmesini istiyorlardı. Çünkü İranlılar ateşe tapıyorlardı ve bu vasıfları ile putperest müşriklere daha yakın konumdaydılar.

Müslümanlar ise, Bizansın İranlılara galip gelmesini isti-yordu. Çünkü Bizans ehl-i kitap idi.1 Sapkınlıklarına ve küfürleri-ne rağmen, ehl-i kitabın küfrü, derece bakımından putperest ve ateşperestlerin küfrüne oranla daha düşük seviyedeydi.

Bizans ve İran arasında meydana gelen savaşa, sahabenin Radıyallahu Anhum vermiş olduğu önem gayet açıktır. Hatta Ebu Bekir Radıyallahu Anhu, birkaç yıl içinde Bizans’ın savaşı kazana-cağına dair Kureyş müşrikleriyle (haram kılınmadan önce) bahse girmişti. Allahu Teala şöyle buyurur: “Elif, Lam, Mim. Rumlar en yakın bir yerde yenilgiye uğradılar. Halbuki onlar, bu yenilgilerin-den sonra birkaç yıl içinde galip geleceklerdir. Eninde sonunda emir Allah’ındır. O gün mü’minler de Allah’ın yardımıyla sevine-ceklerdir. Allah, dilediğine yardım eder. O, mutlak güç sahibidir,

1 Bkz. Tefsir-u İbn-i Kesir.

166

www.islamibelgeler.com

çok esirgeyicidir.”1 Bu, sahabenin Radıyallahu Anhum vakıa ve etraflarında olan biten ile ilgilendiklerini göstermektedir.

Dönemlerindeki dalalet fırkaları ile olan mücadeleleri, on-ların şüphelerine ve akidelerine verdikleri cevapları, onon-ların sapık-lıklarına ve hatalarına yönelik yaptıkları açıklamaları ile birlikte salih selefin Radıyallahu Anhum siretini inceleyen her kişi, onların vakıanın kavranmasına verdikleri önemi idrak eder. Onlar, dinin maksatları ile çok sıkı bir bağı bulunan ilmin bu türü konusunda insanların en bilginleriydiler.

Ömer bin el-Hattab Radıyallahu Anhu şöyle der: “Ben sah-tekar değilim, sahsah-tekar kimse de beni kandıramaz.” Dolayısıyla Müslüman, zeki ve uyanıktır, bir delikten iki defa ısırılmaz. Bu özelliğe ise ancak, vakıasını kavrayabilen ve etrafında ne olup bittiğini idrak edebilen kişiler sahip olabilir.

1 30 Rum/1-5

167

www.islamibelgeler.com

Belgede Abdu l-mun im Mustafa (sayfa 161-167)