• Sonuç bulunamadı

1. Sıfatlar

1.2. Fiilî Sıfatlar

Fiilî sıfatlar, Allah’ın âlemle, bir başka ifadeyle zâtı dışındaki varlıklarla münasebetini ve tasarruflarını ifade eden sıfatlardır.113 Bunlar, yaratmak-yaratmamak, rızık vermek- vermemek, azap etmek-etmemek gibi hem olumlu hem olumsuz olarak Allah hakkında kullanılabilen fiiller olup “Allah’ın, zıtlarıyla nitelenmesi mümkün olan sıfatların cümlesini ifade etmekte114 ve bu yüzden bu sıfatların tümünün sayılması olanaksız görünmektedir.115

Müellifimiz Nesefî, bu sıfat türünü incelerken Allah Teâlâ’nın yaratma, rızık verme, rahmet, mağfiret, ihsan etme gibi bazı fiilî sıfatlarının bulunduğunu, bu sıfatların Allah’ın zâtının aynısı olmadığı gibi gayrı da olmadığını, bununla beraber bu sıfatların ezelî yani kadîm olduğunu söylemektedir.116

Nesefî, bundan sonra Eş‘arîler’in fiilî sıfatların hepsini hâdis gördüğünü ifade etmiştir. Ayrıca Nesefî, Eş‘arîler’e göre Allah Teâlâ her ne kadar ezelde âlemi

111 İbn Fûrek, Makalât, s. 237. 112 Nesefî, Tebsıra, I, 405.

113 Ramazan Altıntaş, İlyas Çelebi ve diğer, Kelâm El Kitabı, ed. Şaban Ali Düzgün, Ankara: Grafiker

Yayınları, 2006, s. 250.

114 İlyas Çelebi, “Sıfat”, XXXVII, 105.

115 Altıntaş, Çelebi ve diğer, Kelâm El Kitabı, s. 250. 116 Nesefî, Bahrü’l-kelâm, s. 34.

30

yaratmamış olsa da O’nun ezelde Hâlik olarak isimlendirilebileceğini söylemiştir. Aynı şekilde onlara göre Allah, henüz rızıklandırma fiilini gerçekleştirmiş olmadığı ezelde de Râzık ismiyle anılabilir. Nesefî Eş‘arîler’in, bu durumu şuna benzettiklerini beyan etmektedir: İnsanlardan biri dikiş dikmeye kâdirdir ve ona terzi denir. Allah Teâlâ da aynı şekilde hem rızıklandırmaya hem de yaratmaya ezelden kâdir olduğu için O’na, Hâlik, Râzık demek mümkündür. Zira Allah Teâlâ kendi nefsi için “din gününün sahibi”117 demiştir. Oysa henüz “din günü” yani kıyamet günü yaratılmamıştır. Bununla beraber Allah, o günü yaratmaya ezelden kâdir olduğu için kendisini bu şekilde nitelendirmiştir.118

Nesefî Ehl-i hadis kelâmcılarının119 bu iki sıfat türü arasındaki ayrım noktasını izah etmektedir. Buna göre onlar, Allah’tan nefyedildiği vakit bir noksanlık mânası oluşturacak sıfatları zâtî olarak değerlendirmişlerdir.120 Nitekim Allah’tan hayat sıfatını nefyetmek ölümü, kudret sıfatını nefyetmek aczi, ilim sıfatını nefyetmek cehli doğuracaktır. Diğer zâtî sıfatlar için de durum böyledir. Ancak fiilî sıfatlarda, sıfatın nefyi bir noksanlık mânasına gelmeyecektir. Zira Allah’tan diriltme veya öldürme, hareket veya sükûn ettirme sıfatlarının nefyedilmesi herhangi bir noksanlık ifade etmemektedir. Onlara göre kelâm sıfatının nefyi ise, konuşamamak gibi bir afet ve acizlik mânasına geleceğinden bu sıfatın da zâtî sıfatlar içinde değerlendirileceği ortaya çıkmış olur.121

Nesefî, fiilî sıfatlar konusunda kendilerine muhalif olan grupların mevzubahis sıfatlar hakkındaki görüşlerini şöyle aktarmaktadır:

Hasımlarımız şöyle dediler: “Zâtî sıfatlar ezelî, fiilî sıfatları ise hâdistir”. Böylelikle Ehl-i hadis kelâmcıları122 ile Mu‘tezile arasında bir icmâ da vaki

olmuştur. Binaenaleyh onlara göre Allah, ezelde hay, bâkî, kâdir, âlim, semî‘ ve basîrdir. Ancak O’nun ezelde hâlik, râzık, musavvir (şekil veren), muhyî (dirilten), mümît (öldüren) olması mümkün değildir. Çünkü birinci kısım zâtî sıfatlara dahil olurken ikinci kısım fiilî sıfatlar arasındadır. Bununla beraber bu iki grup Allah’ın ezelde mütekellim olup olmaması hususunda ihtilaf etmişlerdir. Ehl-i hadis kelâmcıları, kelâm sıfatının zâtî sıfatlar arasında telakki edildiği için Allah’ın ezelde mütekellim olduğuna kail olmuşlardır. Mu‘tezile

117 el-Fâtiha 1/4.

118 Nesefî, Bahrü’l-kelâm, s. 34.

119 Burada Nesefî, Eş‘arîler, Küllâbîler ve Kalânisîler’i kastetmektedir. 120 Bkz. Eş‘arî, el-Lüma‘, s. 25, 26; Bağdâdî, Usûlü’d-dîn, 78. 121 Nesefî, Tebsıra, I, 496, 497.

31

ise kelâmın fiilî sıfatlar arasında yer aldığını söylemiş ve bu sebeple Allah’ın ezelde mütekellim olmadığını iddia etmiştir.123

Bundan sonra Nesefî, Kerrâmîler’den bir şahıs tarafından İbn Küllâb ve Eş‘arî’ye nispet edilen bir sıfat taksimini aktarmıştır. Buna göre onlar, Allah’ın zıddıyla vasıflanamayacak sıfatlarının zâtî, bunun aksine O’nun zıddı ile nitelenebileceği sıfatlarının ise fiilî olduğunu söylemektedirler. Nitekim “Allah, falanı gördü ama filanı görmedi” yahut “falanı duydu ama filanı duymadı” denilemez. Oysa “Allah Zeyd’e bir çocuk yarattı ancak Ömer’e yaratmadı” ya da bunun gibi “Abdullah’ı mal ile rızıklandırdı ancak Halid’i rızıklandırmadı” denilebilir.124

Nesefî, bu görüşün Eş‘arî ve İbn Küllâb’a nispetinin doğru olmadığını ifade etmektedir. Nesefî’ye göre bu hatalı nispet, ismi mezkûr olmayan Kerrâmî zâtın cehaletinden kaynaklanmaktadır. Nesefî, esasında böyle bir taksimin Mu‘tezile’ye ait olduğunu söylemektedir. Zira onlara göre, söz gelimi Allah’ın Hz. Musa (as) ile konuşurken Firavun ile konuşmaması caizdir. Ancak buna rağmen Eş‘arîler’e göre kelâm sıfatı zâtî sıfatlar arasındadır.125 Çünkü Eş‘arîler ve Ehl-i hadis kelâmcıları, nefyi bir noksanlık gerektiren sıfatları fiilî sıfat olarak almış böylelikle kelâm sıfatını zâtî olanlar kategorisinde telakki etmişlerdir. Nitekim kelâm sıfatının nefyi acizlik, dilsizlik, afet gibi noksanlıklar peyda edecektir.126

Burada Nesefî, kendi mezhebine göre bu iki sıfat türünün arasını ayırmakla uğraşmaz. Zira onlara göre sıfatların hepsi ezelî olduğu için bu ayrıma gerek yoktur.127 Bunun yerine Nesefî, Eş‘arîler’in fiilî ve zâtî sıfatlar arasında yaptıkları ayrıma itiraz eder ve onlarla şöyle hayâlî bir diyalog kurar:

“Sizler Allah’ın âdil ve mütefaddil (fazilet / ikram sahibi) olmaması durumunu kabul ediyor musunuz?” Eğer onlar bu soruya “evet” cevabını verirlerse, insanlar onları tekfir etmek için birbirleriyle yarışacaklardır. Eğer “hayır” derlerse onlara şöyle sorulur: “Peki siz Allah’ın âdil ve mütefaddil oluşunu zâtî sıfatlardan mı yoksa fiilî sıfatlardan mı sayıyorsunuz?” Eğer zâtî sıfatlardan sayıyoruz derseler, kendi mezheplerini terk etmiş olurlar ve bu sıfatları ezelî

123 Nesefî, Tebsıra, I, 495. 124 Nesefî, Tebsıra, I, 495, 496. 125 Nesefî, Tebsıra, I, 496. 126 Nesefî, Tebsıra, I, 496, 497. 127 Nesefî, Tebsıra, I, 497.

32

saymak zorunda kalırlar. Bu sıfatları fiilî sıfatlardan saymaları durumunda da kendi mezheplerini çürütmüş olurlar.128

Bu örnekten sonra Nesefî, Eş‘arîler’in zâtî sıfatlar arasında değerlendirdiği kelâm sıfatı üzerinden onların bu ayrımının geçersiz olduğunu kanıtlamak için bize şu diyaloğu aktarır:

Yine onlara şöyle sorulur: “Kelâm sıfatının nefyi ile nasıl bir noksanlık ortaya çıkar?” Eğer buna karşılık, “bir musibet hali ve acizlik durumu ortaya çıkar” derlerse onlara şöyle denir: “Her konuşamayan aciz ve noksan değildir”. Bunun üzerine onlar da eğer, “o vakit sükût hali peyda olur” derlerse; onlara, “sükût da bir musibet değildir, hatta şâhit âlemde bazen kelâmın rezîlet ve sükûtun fazilet sayıldığı durumlar mevcuttur” denir. Bu sebeple şair şöyle demiştir: “Eğer sükûta bir kere pişman olduysam, kelâma defalarca pişman oldum”.

Kelâm sıfatının böyle bir taksim için uygun olmadığını düşünen Nesefî sözlerine şöyle devam eder:

Böylece eğer onlara, “Allah’ın sükût ile vasıflanması mümkündür” denilirse onlar; “her ne kadar sükûtun nefyi herhangi bir acizlik ifade etmeyecek olsa da sükûtun sübûtu noksanlığı ve acizliği gerektirecektir” derler. Ayrıca onlar, “Allah’ın, kendisinde bulunan kudret sıfatının varlığı ile beraber kullarına güzel şeyleri emretme ve onları çirkin şeylerden nehyetme hususunda sükût etmesi caiz olmaz” derler. Buna mukabil biz de onlara, “kudretin iki zıt şeyden biri hâlihazırda mevcut olduğu için diğerinin yaratılması imkânsız olan şeye veyahut da ezelî olan bir şeyi yok etmeye taalluk etmeyecek olması acizlik veya noksanlık değildir. Görmez misiniz ki Allah, iki zıt şeyi bir araya getirmeye veya kendi zâtını ve sıfatlarını yok etmeye kadir değildir” deriz”.129

Bundan sonra Nesefî, zaten Eş‘arîler’e göre Allah’ın kulları için emir veya nehyi terk etmesinin bir noksanlık ifade etmediğini söylemektedir. Zira Nesefî’nin belirttiği üzere onlara göre Allah’ın teklifi terk veya kullarını ihmal etmesi durumları bir noksanlık ifade etmeyeceği gibi bunlar hikmet gereğidir.130 Böylelikle Eş‘arîler nezdinde Allah’ın kelâmı terk etmesi veya kendinden nefyetmesi caiz olmuş olur. Dolayısıyla Nesefî’ye göre bu prensibe binaen kelâm sıfatını ezelî saymanın yanlış olduğu, binaenaleyh sıfatlar arasındaki bu ayrımın doğru olmadığı ortaya çıkar.

128 Nesefî, Tebsıra, I, 568. 129 Nesefî, Tebsıra, I, 568. 130 Nesefî, Tebsıra, I, 569.

33

Görüldüğü üzere Nesefî burada fiilî sıfatları iki yönden değerlendirmiştir. İlk olarak onların zâtî sıfatlarla arasındaki ilişkiden ve ayrım noktalarından, ikinci olarak da bu sıfatların kadîm veya hâdis oluşundan bahsetmiştir. Fiilî sıfatların Mâtürîdî mezhebinde kadîm olduğu ancak Eş‘arîler’in bu sıfatları hâdis olarak nitelendirdikleri bilinmektedir. Nesefî bu konuyu bizim de tekvin bahsinde ele alacağımız şekilde uzun uzun tartışmıştır. Ancak fiilî-zâtî sıfat ayrımında Nesefî’nin tutumu ilgi çekicidir. Zira o, sıfatların hepsini kadîm olarak gördüğü için kendi mezhebine göre bu taksimi anlatmakla uğraşmamıştır. Ancak Eş‘arîler’in taksiminin yanlışlığını ifade etmek için çeşitli örneklerle açıklamalar yapmıştır. Nesefî, her ne kadar sıfatların bu şekilde taksimini kendi ekolünün hocaları kabul etmiş olsa da,131 bu konuda Eş‘arî’ye yüklenerek onun taksiminin geçersiz olduğunu ifade etmiştir.