• Sonuç bulunamadı

Daha önce Nesefî’den nakille Eş‘arî’nin, mükellefin inandığı her bir meseleyi bir delile dayandırması gerektiği görüşünde olduğunu söylemiştik.517 Buna göre Eş‘arî, kişinin inandığı usûl meselelerinin her birinde inancını üzerine bina edeceği aklî bir delilinin olması gerektiğini ancak bu delillere kalben inanmasının yeterli olduğunu, bunu lisanı ile açığa vurmasına lüzum görmediğini ifade etmişti. Eş‘arî, böyle delillere dayanarak iman eden kişinin bir tartışma sırasında hasmıyla mücadele edecek seviyede olmamasını ve kendisine yöneltilen şüphelere karşı inancını savunamamasını da mazur görmekteydi.518

Nesefî, burada akla gelmesi muhtemel bazı soruları yine Eş‘arî adına ve ondan yatığı nakillerle cevaplandırmaktadır. Bu sorular ise kişinin inancını üzerine bina edeceği delilin keyfiyeti ile alakalıdır.

Nesefî’nin kaydettiğine göre Mu‘tezile gibi İmam Eş‘arî de iman için gerekli olan delilin aklî olması gerektiğini söylemiştir. Zira onlara göre nebînin sözü, âlemin

517 Ayrıca bkz. Teftâzânî, Şerhu’l-Makâsıd, V, 220. 518 Nesefî, Tebsıra I, 159, 170.

122

sonradan yaratıldığına (hudûs) ve onun bir yaratıcısı olduğuna delil olmaz. Çünkü nebînin sözü de onun risâleti ispatlanmadıkça delil sayılamaz. Bununla beraber onun risâletini ispat etmeden önce onu gönderen bir varlık olduğunu bilmek gereklidir. Onu gönderen varlığın mevcudiyeti de âlemin sonradan yaratıldığını (hudûs) bilmekle anlaşılabilir. Bu sebepledir ki bu âlimlere göre, nebînin sözünden hareketle âlemin sonradan oluştuğu ve onun bir yaratıcısı olduğu bilgisi kişide hâsıl olmaz. Çünkü daha önce de belirtildiği gibi onun sözlerinin gerçek olduğuna inanmak için zaten önce âlemin sonradan yaratıldığına ve onun yaratıcısı olan bir varlık bulunduğuna, sonra da bu varlığın hikmet sahibi olduğuna ve hikmetinin gereği olarak peygamberlik iddiasında bulunan yalancı bir kişinin elinde mucize göstermeyeceğine inanmak gerekir.519

Şu halde kişi için, nebînin sözünü onaylaması ancak kudret sahibi ve hikmetli bir yaratıcıya inanması, bu yaratıcının aciz kalamayacağı ve nebîlik iddiasında bulunan yalancı bir kişiyi de desteklemeyeceğine inanmasından sonra olur. Bu da zaten Tanrı’yı bilmek demektir. O halde bir nebînin sözünü onaylamak suretiyle Tanrı’ya iman etmek Eş‘arî’ye göre çelişkili bir durumdur. Bu sebeple imanın aklî bir delile dayanması gerekmektedir.520

Delil konusunda titiz davranan Eş‘arî, Nesefî’nin aktardığına göre, “kişinin kendisine ârız olan şüpheleri gidermeye gücü yetmese de, kendi akidesinde sabit kaldığı ve inandığı şeyden şüphe etmediği ve kendisi delil getiremese de bilginler tarafından bu şüphelere reddiye verildiğine inandığı sürece imanını tek bir aklî delil üzerine bina etmesi caizdir” demiştir. Zira böyle kişinin iman hakkındaki bilgisi istidlâlî bilgi olur, bu bilgi de onu şüpheye düşmekten, aldatılmaktan veya yalanlamaktan alıkoymak suretiyle mümin yapar. Buna binaen Eş‘arî’ye göre bu kişinin ille de şüpheleri bertaraf edecek veya sorunları çözecek derecede bilgi sahibi olmasına gerek kalmaz.521 Bununla beraber Eş‘arî’ye göre, her ne kadar bu kişi imanını dayandırdığı delilleri ifade edebilecek ve hasmını susturabilecek düzeyde olmasa dahi, onun imanını dayandırdığı delil, bilgi değeri taşımaktadır.522 Dolayısıyla Eş‘arî’ye göre, böyle bir kişinin bilgisi olmayan bir şeye iman ettiğine dolayısıyla mukallid olduğuna hükmedilmez.

Bağdâdî’nin naklettiği kadarıyla İmam Eş‘arî şöyle düşünmektedir:

519 Nesefî, Tebsıra I, 162. 520 Nesefî, Tebsıra I, 163. 521 Nesefî, Tebsıra I, 163, 170.

123

Hakka iman eden kişi bu imanıyla küfür mertebesinden çıkmış olur. Zira küfür ve tevhid ve nübüvvet hususunda hakka inanmak bir araya gelmeyecek iki zıt durumdur. Ancak yine de bu kişi, âlemin hudûsunu, yaratıcının birliğini ve nübüvvetin sıhhatini delilleriyle bilmedikçe mümin ismini almayı hak etmez. Bu kişinin bu delilleri ifade ederken güzel bir şekilde ifade edebiliyor olması veya olmaması hususu da önemli değildir.

Burada kelâmın zahirinden yeniden Eş‘arî’ye göre delilleriyle bildiği şeye iman etmeyen kişinin mukallid olacağı ve mukallidin imanının sahih olmayacağı görüşü çıkmaktadır. Oysa daha önce de zikri geçtiği gibi İmam Eş‘arî, burada muhtemelen bu kişinin kâmil bir mümin olmayacağına işaret etmiştir. Hakikaten de imanı tahkikî seviyeye ulaştırmak matlup ve makbul olandır.

Nesefî, Ehl-i hadis kelâmcılarından biri olarak zikrettiği Ebû Mansûr b. Eyyûb’un da görüşüne yer vermektedir. Nesefî’nin kaydettiğine göre O, “kişinin imanını bir Kur’ân âyetine ya da bir hadise dayandırması yeterlidir zira bunların her biri birer delildir” demiştir. Görüldüğü gibi bu zât takip ettiği ekolün hocası olan İmam Eş‘arî’den farklı düşünmektedir.

Burada Nesefî, farklı görüşleri serdetmiş; hocasından farklı düşünen İmam Eş‘arî’nin görüşünü aktarmıştır. Bununla beraber Eş‘arîler’den olan ancak ekolünün hocasından farklı düşünen Ebû Mansûr el-Eyyûb’un da görüşünü herhangi bir yorum yapmadan nakletmiştir.

Bu başlık altında dikkatimizi çeken bir başka nokta ise Nesefî’nin ilmî titizliğini göstermek açısından önem taşımaktadır. Şöyle ki Nesefî, sözün başında iman için gerekli olan delilin keyfiyetini açıklarken mezkûr görüşü Mu‘tezile ve Eş‘arî’ye nispet etmişti. Ancak o, meseleye bir başka açıdan baktığı sırada bu defa Eş‘arî ve Mu‘tezile’nin farklılığını hemen belirtmiştir. Zira sözün başındaki nispetin okuyucuların zihnini bulandırması muhtemeldir. Bu da kişinin inancını bina ettiği delili savunabilecek düzeyde olup olmaması hakkındadır. Buna göre Mu‘tezile burada Eş‘arî’den farklı olarak söz konusu delilerin zandan ayrılıp ilim ifade edebilmesi için kişinin bunları itirazlara ve şüphelere karşı savunabiliyor olması gerektiğini söylemektedir. Burada

124

Nesefî, Eş‘arî’nin görüşünü nakledip geçerken Mu‘tezile’ye uzun uzun cevaplar yazmıştır.523