• Sonuç bulunamadı

2. Nübüvvet

2.1. Âhirete İntikalden Sonra Nebînin Nübüvveti

Nesefî, Bahrü’l-kelâm adlı eserinde Hz. Peygamber’in (sav) risâletinin, hâlâ geçerli olup olmadığı, başka bir ifadeyle onun, vefatından sonra da hâlâ peygamber olup olmadığı meselesini tartışmaktadır. O, meselenin ihtilaf noktasını ve bu konuda Ehl-i sünnet’e muhalefet eden görüşleri zikrettikten sonra İmam Eş‘arî’nin de sözlerini nakletmektedir.

Nesefî’nin belirttiğine göre İmam Eş‘arî şöyle demiştir: “Peygamberimiz şu anda resul hükmündedir ve bir şeyin hükmen olması, onun aslı yerine geçmektedir. Nitekim nikâhtaki iddetin nikâh hükmüne geçtiği ve bu suretle nikâhın yerini tuttuğu bilinmektedir”.545 Dolayısıyla kadın bu süre zarfında bir başkasıyla nikâhlanamaz. Eş‘arî’ye göre namaz kılarken abdesti bozulup abdest almaya giden kişinin durumu da

544 Yusuf Şevki Yavuz “Nübüvvet”, DİA, XXXIII, 279. 545 Nesefî, Bahrü’l-kelâm, s. 124, 125.

129

böyledir. Bu kişi hakikaten namazda değildir ancak abdest alıp yeniden namaza durana kadar hükmen namazda sayılır. Hâlbuki o namazın fiillerini de gerine getirmemiştir.546

Devamında Nesefî, Eş‘arî’ye nispetle bu görüşün sebebini açıklamaktadır. Buna göre Eş‘arî, Hz. Peygamber’in nübüvvetini araz olarak telakki etmiş ve bir arazın iki zamanda olmasını imkânsız gördüğü için de onun risaletinin fiilen değil hükmen devam ettiğini söylemiştir. Arazın iki zamanda kalmasının caiz olmadığına delil olarak da namaz kılan kişiyi göstermiştir. Buna göre bir kimse namazı kılsa ve daha sonra namazı bitse onun hâlâ namazda olduğuna hükmedilmez. Zira böyle denecekse o kişi için yeme içme gibi fiillerin caiz olmaması durumu ortaya çıkar.547

Ancak Nesefî, Hz. Peygamber’in hükmen değil, hakikaten hâlâ nebî olduğunu söylemekte ve eğer durum böyle olmasaydı, hâlihazırda ona inananların imanının geçerli olmaması sonucunun çıkacağını belirtmektedir. Nesefî, ezandaki şehadetin de buna delil olduğunu söylemektedir. Zira ezandaki lafız da “Muhammed Allah’ın elçisi idi” demek yerine ona risâleti geniş zamanda nispet etmiştir.548

Mâtürîdî mütekellimlerinden biri olan Pezdevî, Mu‘tezile’nin hükümleri değil, gerçekleri itibar aldığı için nebîlerin vefatlarından sonra peygamberliklerinin sonlanacağını söylediğini kaydetmiştir. Devamında Kerrâmîler’in, hükümler konusundaki görüşleri sebebiyle bu mezkûr kabulü Eş‘arîler’e nispet ettiğini, oysa kendisinin Eş‘arî’nin meşhur teliflerinin birçoğuna baktığı halde Eş‘arî’nin böyle bir görüş beyan ettiğini bulamadığını kaydeder.549

Ebû Azbe de Pezdevî gibi bu görüşün İmam Eş‘arî’ye nispetinin Kerrâmîler tarafından olduğunu kaydeder. Buna göre Eş‘arîler, ölülerin kabirlerinde bir şey hissetmedikleri ve bilmedikleri konusunda Kerrâmîlerle tartışmışlar ve onları ilzam etmişlerdir. Kerrâmîler de onların ölüler hakkındaki görüşlerini peygamberler konusuna ilhak etmişlerdir. Ebû Azbe, Eş‘arî’nin ve onun öğrencilerinin bunun aksine Hz. Peygamber’in kabrinde diri vaziyette olduğuna, olup bitenleri bildiğine ve hissettiğine inandıklarını söylemiştir. Bu sebeple de Müslümanlar onun kabrine salât ve selâm göndermektedirler. Ebû Azbe, İmam Eş‘arî’nin sıradan ölüler hakkında söylediği bu sözün nebîler hakkındaki bu hükmü gerektirmediğini, bunun çok saçma bir görüş ve

546 Nesefî, Bahrü’l-kelâm, s. 125. 547 Nesefî, Bahrü’l-kelâm, s. 125. 548 Nesefî, Bahrü’l-kelâm, s. 126. 549 Pezdevî, Usûlü’d-dîn, s. 229.

130

İmam’a atılmış asılsız bir iftira olduğunu söylemektedir.550 Bir Şâfiî fakîhi ve biyografi yazarı olan Sübkî de Tabakat adlı eserinde bu görüşün Kerrâmîler tarafından İbn Fûrek’e iftira atılışının hikâyesini anlatmaktadır. Buna göre devrin sultanını kışkırtmak için atılan bu iftira karşısında İbn Fûrek huzura çıkartılmış ve o, kendisine nispet edilen görüşü tekzip ederek şöyle demiştir: “Bunu size nakleden yalan söylemiş. Eş‘arîler’in görüşleri arasında asla böyle bir şey yoktur. Hz. Peygamber (sav) hâlihazırda kabrinde diridir ve ebede kadar mecazen değil hakikaten resûldür. O, henüz Âdem (as) toprak iken de resûldü ve sonsuza dek resûl olarak kalacaktır”. Sübkî’nin ifadesine göre Kuşeyrî, bu iftiranın daha önce de İmam Eş‘arî’ye atıldığını söylemiştir.551

Konu ile ilgili olarak Bâkıllânî, peygamberlerin dünya hayatından ayrıldıktan sonraki hallerini uyku haline benzetmiş ve nübüvvetlerinin devam ettiğinin bilinmesi gerektiğini çeşitli delillerle beyan etmiştir. Bununla beraber o, hocasına bu konuda farklı bir görüş nispet etmemiştir.552 Bâkıllânî, âhirete intihallerinden sonra peygamberlerin nübüvvetlerinin sona ereceği görüşünün birtakım zevat tarafından bazı muhakkik kelâm ehline nispet edildiğini ancak bu nispetin yanlış olduğunu ifade etmektedir. Ancak o tahkik ehlinin görüşünün bu olmadığını ifade etmiştir.553

Biz de bu konuda yukarıda ismi geçen mütekellimler gibi bu görüşün Eş‘arî’ye nispetinin sorunlu olduğunu düşünmekteyiz. Zira evvelâ birçok aksi beyan olduğu için bu görüşün Eş‘arî’ye nispeti şâibeli görünmektedir. İkinci olarak onun, “peygamber hâlâ hükmen peygamberdir” şeklinde bir görüş beyan etmesi ve ardından “bir şeyin hükmü aslı yerine geçer” demesi de aslında onun, hakikatte hâlâ risâletinin devam ediyor olduğunu söylemesinden çok da uzak bir görüş değildir. Bu sebeple Ebû Azbe de sözün burasında Eş‘arî’ye nispet edilen bu sözün gerçek olması durumunda bile yine de bu ihtilafın sadece lafzî yani şekilsel olarak kalacağını belirtmiştir.554 Anlaşılan o ki bu görüş Bâkıllânî’nin yaşadığı dönemde de bazı Ehl-i sünnet camiasına nispet edilmiştir. Ancak o, mezhep büyüklerinin bu görüşte olmadığını vurgulamaktadır.

Öyle görünüyor ki Nesefî, her zaman riayet ettiği ilmî titizliğini burada koruyamamış ya Kerrâmîler’in bu konudaki nispetleri çok yayıldığı için bunun gerçek

550 Ebû Azbe, er-Ravzatü’l-behiyye, s. 14, 15.

551 Tâceddin Sübkî, Tabakatü’ş-Şâfi’iyyeti’l-kübrâ, IV, 131. Ayrıca bkz. Tâceddin Sübkî, Tabakatü’ş-

Şâfi’iyyeti’l-kübrâ, III, 384-385, 406.

552 Bâkıllânî, el-İnsaf, s. 60, 61. 553 Bâkıllânî, el-İnsaf, s. 60, 61.

131

olduğunu hükmüne varmış ya da iki görüş arasındaki bu farklılığın –eğer böyle bir ihtilaf varsa- sadece lafzî olduğunu gözden kaçırmıştır. Yine de şunu belirtmek gerekir ki Nesefî, diğer başka meselelerde olduğu gibi burada da Eş’arî’nin görüşünü uzunca tartışıp tenkit etmemiştir. Sadece bu konuda kendisine ihtilaf ettiğini gerekli delilleriyle beraber zikretmiştir.

2.2. Peygamberlik İddiasında Bulunan Kişinin Elinde Mucize Gerçekleşmesi

Peygamberliğin ispatı konusu beşeriyetin hayatında önemli bir yer tutmaktadır. Zira bir dine, bir inanç sistemine ve tek bir Tanrı’ya davet edip, ondan mesaj aldığını ve bu mesajı iletmekle yükümlü olduğunu, bu mesaja uymayan kimselerin ebedî azaba müstahak olacağını iddia etmek hiç de öyle kolay bir iddia değildir. Bu nedenle Allah, gönderdiği peygamberleri çeşitli mucizelerle desteklemiş, bu şekilde mükellefler peygamberin doğruluğuna inandıktan sonra o dine tâbi olabilmiş, nebî ile mütenebbî (peygamberlik iddiası taslayan yalancı kişi) arasını ancak bu şekilde ayırabilmişlerdir.

Kelâm ilminde mucize konusuyla ispat ve inkâra karşı delil cihetinden ilgilenilmiştir. Zira mucizeleri ispat, nübüvveti ispat mânasına gelmektedir. Nübüvvetin hak ve peygamberlerin de sadık olduğu anlaşıldıktan sonra dinî sorumluluklar zaten nebînin Allah’tan alıp ilettiği mesajlardan anlaşılacaktır. Dolayısıyla ispat-ı mucize veya ispat-ı nübüvvet konuları temel unsurları itibariyle Ehl-i sünnet ekolünün kendi içinde ihtilaf etmediği meselelerdendir. Her ne kadar ispat metotları bazen birbirinden farklı olsa da netice itibariyle mucizelerin varlığı ve nübüvvetin hak oluşu Ehl-i sünnet camiasında kabul görmüştür.

Bu sebeple Nesefî, elimize ulaşan en geniş çaplı eseri olan Tebsıratü’l-edille’de mucize ve nübüvvet münkirleriyle fazlaca uğraşmıştır. Bununla beraber Nesefî, “Allah’ın peygamberlik iddiasında bulunan bir kişinin elinde tabiatüstü bir olay gerçekleşmesine müsaade etmemesinin sebebi hakkında araştırma” adını verdiği başlık altında Eş‘arî’nin görüşüne yer vermiştir.

Nesefî’nin aktardığına göre bazı Mâtürîdîler Allah’ın mütenebbî elinde mucize göstermemesini hikmet-sefeh bağlamında düşünüp imkânsız görmüşlerdir. Eş‘arîler’in

132

ekseriyeti ve bazı Ehl-i hadis ekolüne mensup kelâmcılar ise “sefeh sadece hakkında nehiy olan hususlarda olur” demişlerdir. Onlar, Allah’ın peygamberlik iddiasında bulunan kişinin elinde mucize göstermemesini, bunun Allah’ı aciz bırakmak mânasına geleceği sebebine bağlamışlardır. Zira durum böyle olursa bu, Allah Teâlâ’nın risâlet iddiasında sadık olan kişinin sıdkını ispatlamaktan ve hak ile bâtılın arasını ayırmaktan aciz olduğu mânasına gelecektir. Allah’ın bir durum karşısında aciz kalması da imkânsızdır. Bununla beraber ilahlık iddiasında bulunan kişi için bu söz konusu değildir. Zira zaten onun yalancı olduğunun alâmetleri onda mevcuttur.555 Nesefî, Eş‘arî’den tahkik ehlinin bu görüşte olduğunu belirtmiştir.556

Bu konuda Nesefî herhangi bir itiraz zikretmeksizin Eş‘arîler’in görüşünü nakletmiş ve onlardan tahkik ehlinin bu görüşte olduğunu belirterek aslında bu görüşü bir nevi tasvip ettiğini ima etmiştir. Aslına bakılırsa sebebi ister hikmet-sefeh bağlamında isterse Allah’a acizlik atfetme şeklinde olsun burada mühim olan Allah’ın mütenebbî elinde mucize yaratmayacağı kanısıdır. Bu hususta mezhep imamlarımız ihtilaf etmemişlerdir.

Bu bölümde dikkatimizi çeken bir başka husus da Nesefî’nin, Eş‘arîlik ve Mâtürîdîlik arasında bilinen en belirgin ihtilaf konularından biri olan nebînin cinsiyeti mevzuunda Eş‘arî ekole herhangi bir atıf yapmamış olmasıdır.