• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3: HENRY SIDGWICK’TE FAYDA İLKESİNİN TEMELLENDİRİLMESİ TEMELLENDİRİLMESİ

3.2. Etik Yöntemler/Teoriler

3.2.3. Faydacılık ya da Evrenselci Hazcılık

Sidgwick’in “Evrenselci Hazcılık (Universalistic Hedonism)” olarak da isimlendirdiği “Faydacılık (Utilitarianism)”, belirli şartlar altında her şey hesaba katıldığında, eylemden etkilenmesi muhtemel olan en yüksek sayıda insan için en büyük mutluluğu üretme eğilimine sahip davranışı doğru olarak kabul eden etik teoriyi ifade eder.360 Sidgwick’in faydacılığı evrenselci olarak nitelemesinin altında yatan temel neden, “Herkes kendi mutluluğunu aramalıdır.” diyen egoizmin aksine, faydacılığın bütün duygulu varlıkların mutluluğunu aramamız gerektiğini salık vermesidir. Bu yaklaşım da evrenselci bir bakış açısını gerektirir.

Sidgwick faydacılık ile egoizmin birbirinden net biçimde ayrılmasının önemli olduğunu düşünür. Ona göre faydacılık ile egoizm arasındaki fark şu iki önermede kendisini gösterir: (1) “Her birey kendi mutluluğunu aramalıdır.” (2) “Her birey genelin mutluluğunu aramalıdır.” Sidgwick, bu iki önerme arasında bir ilişki kurmanın temel bazı

359 Sidgwick, The Methods of Ethics, 373.

360 Sidgwick, The Methods of Ethics, 411; Henry Sidgwick, “Utilitarianism”, Essays on Ethics and Method, ed. Marcus S. Singer (Oxford: Clarendon Press, 2000), 3.

166

problemlere yol açacağını düşünür ki, ona göre Mill’in içine düştüğü zorluk da tam olarak budur. Sidgwick’e göre faydacılık ile egoizm arasındaki karışıklığın temel nedeni, her iki teorinin de bireylerin sadece kendi çıkarları peşinden gittiğini iddia eden psikolojik hazcı teoriye dayanmalarıdır. Sidgwick, ikinci önermenin herhangi bir etik yöntemle zorunlu bir ilişkisi olmadığını düşünür. Ancak buradaki problem, psikolojik hazcılıktan ahlaki hazcılığa geçiş eğilimidir. Sorun hâlâ faydacılığın egoizm ile paylaştığı ortak temele ilişkindir. Çünkü bir biçimde herkesin kendi mutluluğunu araması gerçeğinden ani ve açık olmayan bir çıkarımla önce kişisel mutluluğun ardından da genelin mutluluğunun aranması gerekliliğine ilişkin bir sonuca varmak mümkün değildir.361

Sidgwick’e göre faydacılık yukarıda verilen tanımına göre psikolojik bir teori olmaktan ziyade etik bir teoridir. Bir başka deyişle olanın değil, olması gerekenin teorisidir. Bunun temel nedeni, birinci önermede ifade edilen normatif iddiada faydacılığın temelini bulmanın mümkün olmamasıdır. Çünkü bütün insanların hazzı arzulamalarına ilişkin olgusal durumdan, psikolojik bir genelleme yapılarak hazzın aranması gerektiğine ilişkin normatif duruma meşru olmayan bir geçiş yaparak faydacılık için aranan olgusal temeli bulmanın imkânı yoktur. Sidgwick’e göre yapılan bu geçiş her ne kadar meşru olmasa da zihnimizin yapısı gereği ortaya çıkan doğal bir geçiştir, yoksa mantıksal ya da zorunlu bir geçiş değildir.362

Sidgwick’e göre faydacılık bir etik teori olarak, ahlaki duyguların ya da fikirlerin çağrışım yoluyla ya da bunun dışında başka bir şekilde ortaya çıkan hazlar ya da acılardan türediğini söyleyen psikolojik teori ile zorunlu bir bağlantıya sahip değildir. Bu açıdan ona göre bir sezgicinin faydacılığı benimsemesinin önünde herhangi bir engel yoktur. Bununla birlikte aynı sezgici, hâli hazırdaki bilincimizde var olan bu ahlaki duyguların, otoriteye sahip olduğunu savunmaya devam edebilir. Diğer taraftan bir egoist de faydacılığın tüm imalarını kabul edebilir. Hatta kişisel mutlulukla ilişkisini kurmak şartıyla, genelin mutluluğunun aranmasını bile kabul edebilir. Burada Sidgwick’e göre ahlaki duyguların olgusal temeline ilişkin faydacı teoriyi benimsemek faydacı olmanın gerekir şartı değildir. Buna göre bir kimse ahlaki duyguların kökenine ilişkin

361 Sidgwick, The Methods of Ethics, 412.

167

faydacılıktan farklı açıklama tarzları geliştirebilir; ancak bu onun faydacı olmasını engellemez. Ancak bununla birlikte Sidgwick ahlaki duyguların kökenine ilişkin yaklaşımın faydacılık için çok önemli olduğunun da altını çizer.363

Sidgwick faydacılığın kaynağı olarak pratik aklımızın sezgisel yargısını gösterir. Ona göre kendi mutluluğumuzu aramanın doğru ve makul olduğuna ilişkin vardığımız yargının doğal bir sonucu, benzer şekilde diğer bireylerin de kendi mutluluklarını aramalarının doğru ve makul olduğunu kabul etmektir. Bu anlamda pratik aklımız temelde hiçbir ayrım gözetmeksizin bu konuda her bireye eşit yaklaşır.364

Görüldüğü üzere Sidgwick, faydacılığın kökenine ilişkin açıklamalarında seleflerinin iddialarının aksine psikolojik hazcılık ile faydacılık arasında var olduğu iddia edilen bağı kopararak gelenekten bir başka radikal ayrıma imza atar. Sidgwick’in faydacılığın kökenine ilişkin sergilediği bu yaklaşım, Bentham ve Mill’in sürekli olarak kendilerini konumlandırmaya çalıştıkları olgusal zeminin faydacılığın altından kayıp gitmesi anlamına gelir. Bu durum kanıtlamaları boyunca hem Bentham hem de Mill’in peşini bırakmayan olgudan değere geçiş sorununu bir daha gündeme gelmemek üzere ortadan kaldırır. Fakat bu yeni yaklaşım daha büyük başka bir sorunu gündeme getirir ki bu soruna bir sonraki kısımda değineceğiz.

Şimdi Sidgwick’in faydacılığın temel ilkesini nasıl yorumladığını görelim. 3.3.3.1. Fayda İlkesi

Fayda ilkesinin kabulü ve tanımı konusunda seleflerinin izinden giden Sidgwick bu ilkeyi şu şekilde ifade eder: “muhtemel en büyük sayının muhtemel en büyük mutluluğu (the greatest possible happiness of the greatest possible number) olarak tanımlandığı şekliyle bu ilke, eylemin nihai amacıdır.”365 Bu ilke tıpkı Bentham ve Mill için olduğu gibi Sidgwick için de oldukça büyük önemi haizdir. Öte yandan bu ilkenin incelenmesi söz konusu olduğunda Sidgwick, Bentham ve Mill’e nazaran çok daha derinlemesine bir

363 Sidgwick, The Methods of Ethics, 412-413.

364 Hayward, The Ethical Philosophy of Sidgwick, 14.

168

araştırma içine girer. Çünkü ona göre fayda ilkesinin kendisi tarafından da kabul edilen bu meşhur tanımlaması bazı detaylı açıklamalara ihtiyaç duyar.366

Sidgwick’e göre bu detaylı açıklamalardan ilki mutluluk kavramının kapsamı ile ilgilidir. Fayda ilkesinde eylemin nihai amacı olarak vazedilen mutluluk kavramının kapsamı, bahse konu olan tanımda net olarak ifade edilmemektedir. Burada Sidgwick açısından temel problem, ahlaki failin eylemde bulunurken dikkate alması gereken mutluluğun kimlerin mutluluğu olduğudur. Bentham ve Mill ilkesel olarak bu kapsamı bütün duygulu varlıkları içerecek şekilde genişletirler. Sidgwick, bu kabulün fayda ilkesinin evrensellik iddiası ile de oldukça uyumlu olduğunu düşünür. Dolayısıyla ona göre herhangi bir duygulu varlığın mutluluğunu bu amacın kapsamı dışında bırakmak makul değildir ve bu tutum ancak keyfî olarak nitelenebilir.367 Ancak bu durum zaten hâli hazırda yeterince zor olan haz ve acı karşılaştırmalarını çok daha zor hale getirir. Bu nedenle Sidgwick’e göre her ne kadar teoride fayda ilkesinin kapsamı bütün duygulu varlıkları kapsayacak kadar geniş tutulsa da pratik tartışmalarda genel olarak insanların mutluluklarını göz önünde bulundurmak en makul yaklaşım olarak kendisini izhar eder.368

Mutluluğun kapsamını bu şekilde belirleyen Sidgwick, mutluluğun tek bileşeni olarak kabul ettiği hazzı ise şu şekilde tanımlar: “Haz, duygulu bireylerin duyumsadıkları anda açık ya da örtük bir şekilde arzulanır (desirable) olarak kavradıkları duygu (feeling) olarak tanımlanabilir.”369 Bir başka anlamda ise haz ortaya çıktığında insanın sürmesini isteyeceği, yokluğunda ise ortaya çıkarmaya çalışacağı; acı ise tam tersi anlamda varlığında insanın sonlandırmak isteyeceği, yokluğunda ise ortaya çıkmasını istemeyeceği duyguların ya da bilincin her türünü ifade eder.370 Dolayısıyla hazzı kısaca “fail tarafından arzulanır olarak kavranan bir bilinç durumu” olarak tanımlamak

366 Sidgwick, The Methods of Ethics, 413.

367 Sidgwick, The Methods of Ethics, 414.

368 Sidgwick, “Utilitarianism”, 7.

369 Sidgwick, The Methods of Ethics, 131.

169

mümkündür.371 Bu anlamda mutluluk da hazzın acıya üstün olduğu her türlü arzulanır bilinç durumu olarak anlaşılmalıdır. Çünkü Sidgwick’e göre hemen hemen tüm faydacılar ve eleştirmenler bu şekilde anlamışlardır. Sidgwick, mutluluğun tek bileşeninin haz olmadığını ya da mutluluğun bileşeninin haz dışında bir şey olduğunu iddia edenlerin temel yanlışının, haz kavramının faydacılarınkine nazaran oldukça dar bir kapsama sahip olduğunu düşünmeleri olduğunu savunur. Oysaki faydacılar hazzı, insanın bütün tatminini, eğlenceyi, dinginliği ve huzur halini de kapsayacak şekilde kullanırlar. Dolayısıyla Sidgwick’e göre eleştirmenlerin iddia ettiği anlamdaki mutluluk tanımları da haz kavramının kapsamı altına girecektir.372

Mutluluğun tek bileşeninin haz olduğu konusunda selefleri ile fikir birliği içerisinde olan Sidgwick hazla ilgili başka bir konuda Bentham ve Mill arasında cereyan eden tartışmaya dahil olur ve Bentham tarafında yer alır. Söz konusu tartışma hazların niceliğin yanında nitelik açısından herhangi bir tasnife tabi tutulup tutulamayacaklarına ilişkindir. Bilindiği üzere Bentham net biçimde hazların sadece niceliksel temelde bir ayrıma tabii tutulabileceğini söylerken, Mill ise hazlar için niceliğin yanında niteliksel bir ayrımı da mümkün görür ve hazları yüksek ve alçak hazlar olarak ayırır. Sidgwick hazzın sadece süre ve yoğunluktan hareketle bir değere sahip olduğunu söyler.373 Sidgwick’e göre Mill gibi nitelik temelinde hazları bir tasnife tabi tutmak hazcı olmayan bir yaklaşımın sisteme dâhil edilmesine neden olur.374 Sidgwick söz konusu tasnifle Mill’in kendisini bir ikilemin içine düşürdüğünü iddia eder. Ona göre bu ikilemden kurtulmanın tek yolu hazlar arasında niteliksel temelde yapıldığı söylenen tasnifleri bir şekilde niceliksel temele indirgemektir. Çünkü hazlar sadece haz vericilikleri açısından değerlidirler.375 Bu açıdan

371 Crisp, The Cosmos of Duty, 132.

372 Sidgwick, “Utilitarianism”, 5-6.

373 Sidgwick, The Methods of Ethics, 124.

374 Hurka, British Ethical Theorists from Sidgwick to Ewing, 197.

375 Roger Crisp, “Sidgwick’s Hedonism”, Henry Sidgwick, ed. Placida Bucolo v.dğr. (Catania: Universita Degli Studi di Catania, 2007), 142.

170

bir hazzın diğerinden üstün olduğunu söyleyen kişinin ifade etmek istediği şey, bu hazzın diğerlerinden daha fazla haz temin ettiğidir.376

Sidgwick’in hazzı arzulanır bir bilinç durumu olarak tasvir etmesi, haz ile arzulanırlık arasındaki ilişkinin keyfiyeti meselesini gündeme getirir. Bu konuda cevaplanması gereken en temel soru, haz ya da acının eşlik etmediği bir şeyin fail tarafından arzulanıp arzulanmayacağı sorusudur. Başka bir deyişle haz dışında herhangi bir şeyin arzunun nesnesi olup olamayacağıdır. Hatırlanacağı üzere Bentham ve Mill’in bu konudaki yaklaşımları oldukça açıktır. Hem Bentham hem de Mill insan arzusunun yöneldiği tek şey olarak hazzı gösterirler. Bu anlamda haz, insan eylemlerinin tüm yönelimlerinin tek belirleyicisidir. Buna ek olarak haz dışındaki diğer tüm her şey hazza aracı olduğu oranda değerlidir.377 Fakat bu mesele Sidgwick’e intikal ettiğinde konuya ilişkin seleflerinde müşahede ettiğimiz sert yaklaşımı, onda görmek mümkün değildir. O, bu meseleyi Bentham ve Mill kadar kesin bir tavırla ele almaz. Çünkü ona göre mesele seleflerinin düşündüğü kadar net ve açık değildir. Bu nedenle bahse konu olan bu problem bütün detaylarıyla incelenmelidir.

Sidgwick’in bu noktadaki ilk kabulü Bentham ve Mill’in aksine kendisine hazzın eşlik etmediği şeylerin de arzumuzun nesnesi olabileceğidir. Bu düşüncesine örnek olarak da duyma, koklama, görme, vb. gibi yetilerimizi gösterir. Ona göre kendilerine herhangi bir haz eşlik etmese bile ve hatta bunlardan acı ortaya çıksa bile insanlar yine de görmeyi, duymayı, işitmeyi arzulayacaklardır. Bu anlamda Sidgwick’e göre zihnimizde daima hazza yönelmeyen arzular bulmak mümkündür.378

Sidgwick bu durumu bir örnek üzerinden ele alır. Açlık Sidgwick’e göre yemek yeme ile ilgili doğrudan bir uyarandır. Çünkü insan acıktığını hissettiğinde kendisinde yemek yemeye yönelik bir arzu oluşur ve bu arzunun gücü oranında açlığın giderilmesine bağlı olarak ortaya çıkacak hazzın miktarına yönelik beklenti de artar. Ancak Sidgwick’e göre açlığın ortaya çıkardığı bu duygu durumu açlığın nesnesi değildir. Çünkü açlık dediğimiz duygu yemek yemekten elde etmeyi beklediğimiz haz tarafından üretilen bir duygu

376 Nakano-Okuno, Sidgwick and the Contemporary Utilitarianism, 31.

377 Bentham, “An Introduction to Principles of Morals and Legislation”, 1: 2.

171

değildir. Bir başka ifadeyle Sidgwick’e göre insan yemek yeme hazzını elde etmek istediği için açlık hissetmez, açlık hissettiği için yemek yemeye bir arzu duyar ve bu arzunun tatmini dolayısıyla da yemek yeme esnasında ve sonunda haz ortaya çıkar. Fakat Sidgwick bu olgunun dikkatli bir biçimde içe bakış yöntemiyle ele alındığında yemek yeme ile yemek yemekten ortaya çıkan hazzı birbirinden ayırmanın neredeyse imkânsız olduğunu da kabul eder. Özellikle eyleme duyulan arzunun şiddeti ile haz beklentisinin de aynı oranda artması bu ayrımın yapılamamasının en temel nedenidir. Çünkü arzu ile haz beklentisi arasındaki bu ilişki iki farklı olgunun aynı şeymiş gibi algılanmasına neden olur. Ancak her ne surette olursa olsun, açlık hisseden bir kimsenin birincil amacı yemek yeme hazzı değil, aksine hazdan bağımsız olarak açlığını gidermektir. Burada açlığın giderilmesinden ortaya çıkan haz örtük biçimde failin daha önceki deneyimlerinden kaynaklanan ikincil bir unsur, tabiri caizse bir yan üründür. Sidgwick zaman zaman ikincil unsur olan hazzın birincil unsur olarak algılanmasının da mümkün olduğunu belirtir. Söz gelimi, yemek yemekten çok zevk alan obur bir kimse zamanla bu ikincil arzu nesnesini birincil olarak algılayabilir. Buna göre bu obur kişinin yemek yeme eylemi ile amaçladığı şey açlığını gidermek değil, yemek yemeden elde edeceği haz olabilir.379

Benzer biçimde akşam yemeğinden haz almak isteyen bir gurmenin ilk amacı açlığını gidermek değil, iyi bir yemekten elde etmeyi umduğu hazdır. Sidgwick obur ve gurme örneklerinde yemek yemeye duyulan arzu ile bundan ortaya çıkacak haz arasındaki ayrımın çok daha kolay yapılabileceğini ya da en azından açlığın giderilmesi ile yemek yeme hazzının elde edilmesinin birbirine karıştırılma tehlikesinin nispeten daha az olduğunu düşünür.380

Sidgwick’in bu örnekle anlatmak istediği şey, arzunun normal olarak daima hazza yönelen bir uyaran olmadığı; fakat herhangi bir doğrultuda güçlü bir arzunun olduğu yerde, yaygın biçimde hazla uyumlu olan heves, iştiyak olduğudur. Bu anlamda tekrar denilebilir ki bilincimizin aktif uyaranları her zaman hazzın elde edilmesine ya da kendimiz için acının giderilmesine doğrudan yöneltilmiş olmaktan uzaktır. Sidgwick bu durumun bir kanıtı olarak zaman zaman zihnimizde bir arada bulunması mümkün

379 Sidgwick, The Methods of Ethics-1, 46.

380 Henry Sidgwick, “Pleasure and Desire”, Essays on Ethics and Method, ed. Marcus S. Singer (Oxford: Clarendon Press, 2000), 84.

172

olmayan farklı uyaranların bulunmasını gösterir. Bu durum ahlaki failin bir eylemin birbirinin alternatifi iki zıt eylem arasında kalmasına neden olur.381 Bu anlamda haz, insan eyleminin daima bilinçli amacı olmamasına rağmen sıklıkla bilinçsizce yöneldiği bir sonuç gibi görünür. Dolayısıyla bir eylemden sonra ortaya çıkan çıktılar arasında hangisinin gerçek amaç olduğunu belirlemenin neredeyse imkânsız olduğunu Sidgwick kabul eder.

Tüm bunlardan hareketle denilebilir ki selefleri Bentham ve Mill’in neredeyse tereddütsüz bir biçimde ileri sürdükleri gibi insanın tüm eylemlerinin tek amacının hazza yönelmek acıdan kaçınmak olduğunu ifade eden iddianın ne içe bakış yönteminin sonuçları ile ne de harici olguların gözlemlenmesi yoluyla desteklenmesi çok da mümkün gibi görünmemektedir. Çünkü yukarıdaki örneklerde de açık bir biçimde gösterildiği üzere insan zihninde haz ve acıyla ilgili olmayan uyaranları bulmak mümkündür. Dolayısıyla Sidgwick’e göre bu iddia ancak meşru olmayan bir takım çıkarımlarla desteklenebilecek olan bir iddiadır.382

Açıkçası Sidgwick’in Bentham ve Mill’in fayda ilkesinin temel varsayımlarından birine karşı ileri sürdüğü karşı argüman oldukça güçlü görünmektedir. Hazzın - bazı durumlarda - bilincin aslî amacı değil de arzunun giderilmesinden sonra tabiri caizse ortaya çıkan bir yan ürün olarak nitelenmesi faydacı gelenek için oldukça önemli bir kırılma olarak kabul edilebilir. Çünkü önceki bölümlerde ele alındığı gibi hem Bentham hem de Mill şeyleri iyi yapan niteliğin bu şeylerin haz vericiliği olduğunu kabul ederler. Sidgwick’in söz konusu yaklaşımı bu iddiayı reddeder. Tartışmada gelinen nokta itibariyle temel önermeyi şu şekilde ifade edebiliriz. “ ‘Haz iyidir.’ önermesi analitik olarak doğruyken; ‘Haz tek iyidir.’ önermesi analitik olarak doğru değildir.” Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü gibi iyi olarak kabul ettiğimiz her şeyde ister doğrudan ister dolaylı olsun hazzın bulunması hazzın bir iyi olduğu iddiasını analitik olarak geçerli yapar. Fakat tek iyinin haz olduğunu ortaya koymak ise Sidgwick’e göre neredeyse imkânsızdır. Çünkü bu, ancak meşru olmayan bazı genellemelerle başarılabilecek olan bir şeydir.

381 Sidgwick, The Methods of Ethics, 52.

173

Sidgwick’in zihnimizde doğrudan hazza yönelmeyen uyaranlar bulunduğuna ilişkin yaklaşımı çok önemli bir problemle kendisini karşı karşıya bırakır. Bu problem de nihai iyi olarak ahlaki failin haz dışında neyi benimseyeceğidir. Sidgwick’in yaklaşımı göz önüne alındığında “Nihai iyi şudur.” demek mümkün görünmemektedir. Çünkü seleflerinin bu konudaki yaklaşımlarını terk etmiştir. Fakat bir ahlak teorisi ortaya konacaksa ahlaki faile eylemlerinde rehberlik edecek, eylemlerin ahlaki olarak doğruluk ve yanlışlığına karar vermesini sağlayacak nihai bir standarda ya da standartlara olan ihtiyaç açıktır. Bu nedenle Sidgwick yapılması gereken şeyin insanların gündelik yaşantılarındaki eylemlerinin mercek altına alınması olduğunu söyler. Ona göre insanların eylemlerine yapılacak dikkatli bir düşünmeyle bu eylemlerin hangi amaca matuf olarak yapıldığı ortaya çıkacaktır. Sidgwick, bahsettiği bu yöntemin uygulanması durumunda karşımıza hazzın yanında başka bir amacın daha kendisini gösterdiğini düşünür. Bu da “insan doğasının mükemmelliği (perfection or excellence)”dir.383

Sidgwick insan doğasının mükemmel olan durumunu ifade için perfection ve excellence kavramlarını kullanır. Bu kavramlar bir dereceye kadar farklı yönleriyle dikkate alınan aynı nihai amacı göstermek için kullanılır. Her iki kavram da zihinsel niteliklerin en iyi durumda oluşunu ifade eder. Bu niteliklerle gündelik yaşamda karşılaşırız ve karşılaştığımızda da onaylarız. Perfection kavramıyla bunun gibi bir zihinsel ideal durum kastedilir. Excellence ile de insan deneyiminde gerçek manada bulduğumuz bu ideal durum kastedilir.

Sidgwick’in bu yaklaşımı, tartışma boyunca peşini birçok meselede bırakmayan acele yapılmış bir genelleme yapıp yapmadığı sorusunu beraberinde getirir. Bu noktada Sidgwick’in üzerinde düşen şey, insan eylemlerinin gerçekten bu iki amaç dışında herhangi başka bir şeye matuf olmadığını göstermektir. Bu da ancak haz ve insan doğasının mükemmelliği dışındaki nihai iyi alternatiflerinin tespit edilmesi ve bunlar arasından hangisinin nihai iyi olmaya en uygun olduğunun tespit edilmesidir. Zira eğer insanlar bu iki amacı nihai iyi olarak kabul edeceklerse bu, ancak alternatifler arasında en makul adayların bunlar olduğunun gösterilmesi ile mümkündür.

174

Sidgwick nihai iyi alternatiflerini belirlemeden önce bu alternatiflerin karşılaması gereken temelde üç gereklilik olduğunu düşünür. Bu gereklilikleri şu şekilde tasnif etmek mümkündür: (1) İlk olarak alternatif eylemler arasında çatışmayı çözüme kavuşturmalıdır. Öyle ki bu ilkeyi benimseyen ahlaki fail hiçbir durumda kararsız kalmamalıdır. (2) Birçok farklı ideal amaç arasında karşılaştırma yapmaya imkân tanımalıdır. Bir başka ifadeyle farklı iyiler arasında hangi eylemin seçileceği noktasında ahlaki faile rehberlik yapabilmelidir. Çünkü bir eylemde en yüksek iyinin seçilmesi demek farklı iyiler arasında yapılan karşılaştırmadan sonra en yüksek iyiyi ortaya çıkaran eylemin seçilmesi demektir. (3) Bütün insanlar tarafından benimsenebilmesi için evrensel ve makul nitelikleri haiz olmalıdır.384

Bu gereklilikleri belirledikten sonra Sidgwick alternatifleri incelemeye geçer. Sidgwick’e