• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: JOHN STUART MILL’DE FAYDA İLKESİNİN TEMELLENDİRİLMESİ TEMELLENDİRİLMESİ

2.2. Fayda İlkesini Kanıtlamanın İmkânı:

Benimsenen bir fikri savunmanın temelde iki yolundan bahsedilebilir: (1) ya savunulan görüşün, niçin savunulduğuna dair gerekçeler ileri sürülür ve bunlara yöneltilen eleştirilere cevap verilir. (2) Ya da alternatif görüşlerle ilgili problemler belirlenmek suretiyle, savunulan düşüncenin üstünlüğü ortaya konur.150 Bentham, fayda ilkesinin kanıtlanmasında bu yollardan ikincisini tercih etmiştir. Fakat Mill, bu tercihi çok işlevsel

149 Giriş bölümünde de ifade edildiği üzere 19. yüzyıl İngiltere'sinde yaşayan meşhur İngiliz muhafazakâr Thomas Carlyle ve diğer muhafazakârların eleştirileri oldukça etkili olmuştur. Carlyle tarafından dillendirilen "domuzlara yaraşır felsefe" eleştirisi yanında faydacılık, şu ifadelerle de eleştirilmiştir: faydacılık, (1) değersiz bir felsefedir, haz istisna olmak üzere çok az şeyi dikkate almaktadır; (2) bencil bir felsefedir, sadece kendi mutluluğumuzu dikkate alır; (3) hayali, saçma felsefedir, standartlarının yüksekliği dikkate alındığında, genel mutluluk için ortaya koyduğu öğreti imkânsız bir taleptir; (4) Tanrısız bir felsefedir; (5) hissiz bir felsefedir, insanları serinkanlı yapan ve sempati duygularını ortadan kaldıran bir felsefedir; (6) amaca uygunlukla ilgili bir felsefedir, gerçekten ve kalıcı şekilde işe yarar olmak yerine aniden ve hemen işe yarar olmayı öğretir; (7) bir hesap felsefesidir, hem imkânsız hem de arzu edilir olmayan şeyi talep etmektedir, yani eylemde bulunacağımız vakit, duyguları yok sayarak, muhtemel sonuçların nihayetsiz çeşitlerini incelememizi talep etmektedir. (8)insanı otomatlaştırır bu nedenle duygusuz ve kültürsüz bir felsefedir. Grote, An Examination of Utilitarian Philosophy, 14-15. Bu eleştirilerin Mill’in faydacılığı dönüştürmesinde oldukça etkili olduğu söylenebilir.

69

bulmaz. Bu nedenle kendisi fayda ilkesinin kanıtlanması için birinci yolu tercih eder. Bu tercih bir bakıma Bentham’ın yaklaşımının tersine çevrilmesi anlamına gelir. Buna göre Bentham’ın fayda ilkesi kanıtlamasının temel aşaması olan ikinci aşama yani alternatif teorilerin eleştirilmesi ve bu suretle fayda ilkesinin üstünlüğünün ortaya konulmasını içeren aşama, Mill’in kanıtlamasında birinci aşamaya tekabül eder. Bu aşama Mill’in kanıtlaması için bir ön hazırlık olarak değerlendirilebilir. Çünkü o, asıl kanıtlamasını Bentham’ın ilk aşamasına denk gelen, kanıtlamanın imkânının tartışıldığı ikinci aşamada ortaya koyar. Burada iki yaklaşım arasındaki en önemli fark, kanıtlamada odaklanılan noktalarda karşımıza çıkar. Bentham, hatırlanacağı üzere kanıtlamada alternatif teorilere odaklanarak, eleştirdiği sezgicilerin durumuna düşmeyi de göze alarak, “Yanlışlanmadığı sürece doğru kabul edilmesi gerekir.” şeklindeki bir yaklaşımla sorunu çözmeye çalışmış ve bir sihirbaz maharetiyle bu yanlışlamaya dair kanıt üretme yükümlülüğünü muhataplarının üzerine yıkmıştır. Bentham’ın bu yaklaşımı entelektüel dürüstlük ve tutarlılık açısından tartışılır olmasının yanında, sistemin vazedicisi tarafından teorinin karşılaştığı en temel problemin çözülmeden bırakılmasına neden olmuştur. Bu durumun farkında olan Mill ise kanıtlamanın imkânına odaklanmış ve kanıtlamasını bu nokta üzerine inşa etmiştir. Çünkü ona göre benimsenen bir ilke için kanıt üretme yükümlülüğünü muhataplara bırakmak meselenin çözümünde doğru bir yaklaşım değildir. Bu konuda şöyle der: "İnsanın mutluluğunu ahlakın standardı ve amacı olduğunu savunan kimseler bu ilkenin doğruluğunu kanıtlamakla yükümlüdürler."151 Çünkü bu yaklaşım benimsenen ilkenin yeterince incelenmeden ve araştırılmadan kabul edilmesine neden olur ki bu, Mill’in kabul edebileceği bir yaklaşım değildir.152

Mill’i kanıtlama konusunda en çok zorlayan nokta felsefi sisteminde a priori bilgiye yer olmamasıdır. Eğer fayda ilkesinin a priori bir ilke olduğu kabul edilirse ahlak alanında iyi ve kötü gibi normatif kavramlar sistem içi tutarsızlık endişesi olmadan rahatlıkla kullanılabilir. Bununla birlikte eylemlerin ahlaki doğruluğunu ya da yanlışlığını belirlememizi sağlayan doğuştan getirdiğimiz sezgi gibi bir yetinin varlığını da onaylamak mümkün olurdu. Fakat İngiliz empirist geleneğine mensup en önemli

151 John Stuart Mill, “Sedgwick’s Discourse”, The Collected Works of John Stuart Mill, ed. J.M. Robson (Toronto: University of Toronto Press, 1969), 10: 52.

70

düşünürlerden biri ve belki de bu konuda en radikal153 düşünür olan Mill için bu müracaat edilemez bir seçenektir. Çünkü Mill, seleflerinin aksine mantığın ve matematiğin ilkelerinin dahi doğuştan geldiği kabul etmez. Dolayısıyla ona göre tek geçerli bilgi tümevarımla elde edilmiş olan bilgidir. Tümevarımla elde edilmiş olan bilginin en temel hususiyeti bilimsel yöntemlerle kanıtlanabilir oluşudur. Mill, ahlak alanındaki bilgilerin de bu temel özelliği taşımaları gerektiğine inanır. Bu nedenle ahlak alanında aranan nesnellik ve evrensellik şartı ancak tümevarımla elde edilen bilgi ile mümkündür.154 Fakat burada Mill açısından yöntemsel olarak en büyük problem, a priori bilginin imkânını reddeden bir düşünür olarak tikel eylemlerin doğruluk ya da yanlışlıklarının doğrudan deneye ve gözleme konu olmamasıdır. Bu anlamda eylemlere yönelik normatif iddiaların temellendirilmesi önemli bir problemdir. Bu nedenle Mill, kendi ahlak sistemi için vazettiği nihai ilkesini tek meşru bilgi edinme yöntemi olan tümevarımsal bir genellemeyle kurgulayamaz.155 Tek meşru bilgi edinme yönteminden bu hususta yardım görememek Mill’i oldukça zor durumda bırakır. Mill’in bu noktadaki en önemli çözümlerinden biri, tartışmanın sonunda değineceğimiz bilim ile sanat arasında yaptığı ayrımdır. Bu ayrımda temel olarak etik bir bilim değil, sanat olarak değerlendirilir. Bu durum Mill’in kanıtlamaya bir kabulle başlamasına neden olur. Buna göre Mill de tıpkı Bentham gibi fayda ilkesinin nihai bir ilke olması nedeniyle doğrudan bir kanıtlamanın konusu olamayacağını kabul eder. Fakat bununla birlikte Mill’e göre mesele hâlâ rasyonel yetimizin sınırları içerisindedir. Dolayısıyla doğrudan kanıtlamaya uygun olmamayı gerekçe göstererek metafizik gönderimlerle problemi çözmeye çalışmak doğru bir yaklaşım değildir. Mill’e göre burada yapılması gereken şey, muhtemel dolaylı kanıtlamaları tespit ederek, meselenin bu temel üzerinde ele alınmasıdır. Burada Mill’in tüm amacı, meseleyi rasyonel zeminde tutarak fayda ilkesinin kabulünün ya da reddinin bu temelde yapılmasını temin etmektir.

153 Elijah Millgram, “Mill’s Proof of the Principle of Utility”, Ethics 110/2 (Ocak 2000): 309; John Skorupski, “The Place of Utilitarianism in Mill’s Philosophy”, The Blackwell Guide to Mill’s Utilitarianism, ed. Henry West (London: Blackwell Publishing, 2006), 46.

154 Priestley, “Introduction”, 1: 56.

71

Mill, doğrudan kanıtlama ile dolaylı kanıtlama arasındaki farkı “kanıt (proof)” kavramının kullanımları arasındaki ayrım üzerinden ortaya koyar:

Açıktır ki [kanıt - proof] kavramının gündelik ve popüler anlamında, bu ispatlama bir kanıt (proof) olamaz. Nihai amaçlara dair konular doğrudan kanıtlamaya müsait değildir. İyi olarak kabul edilen şey her ne olursa olsun, kanıtsız olarak iyi olduğu kabul edilen başka bir şeye araç olarak gösterilmek suretiyle ancak iyi olarak kabul edilebilir. Sağlığa yaptığı katkısı aracılığıyla hekimlik sanatının iyi olduğu kanıtlanır; fakat sağlığın iyi olduğunun kanıtlanması nasıl mümkün olur? Müzik sanatı iyidir, diğerleri arasından daha çok şu sebeple ki haz üretir. Fakat haz verici olmanın iyi olduğunu kanıtlamak nasıl mümkün olur? Eğer kendinde iyi olan her şeyi içeren kapsamlı bir formülasyonun varolduğu ve her ne olursa olsun diğer tüm başka şeylerin amaç olarak değil, bu formülasyona araç olarak iyi olduğu ileri sürülürse, bu durumda bu formülasyon kabul edilir ya da reddedilirdir; fakat kanıt kavramıyla yaygın bir biçimde anlaşılan şeyin konusu olamaz. Ancak [bunu] söz konusu ilkenin kabulünün ya da reddinin bilinçsiz bir dürtüye ya da keyfî bir seçime dayanması gerektiği anlamında söylemiyoruz. Kanıt kavramının, felsefenin diğer tartışmalı sorunları için kullanılmaya uygun olduğu kadar bu problem için de kullanılmaya uygun olan daha geniş bir anlamı vardır. Konu rasyonel yetinin sınırları içerisindedir ve bu yeti bu problemle salt sezgi yoluyla uğraşmaz. Doktrinin ileri sürdüklerini kabul etme ya da reddetme noktasında zihni, belirleyecek değerlendirmeler ortaya konulabilir ve bu da kanıta eşittir.156

Alıntılanan pasajdan da anlaşılacağı üzere Mill, “kanıt” kavramının okuyucunun zihninde uyanan ve felsefi tartışmalarda kullanılan teknik anlamda anlaşıldığında, fayda ilkesi için bir kanıt sunmanın çok mümkün olmadığını; fakat kavramın daha geniş bir anlamda ele alınması durumunda bir kanıtlamanın mümkün olduğunu savunur. Çünkü nihai bir amaç, benimsenen belirli kurallar ya da ikincil amaçların kanıtlanan niteliklerine yapılan bir gönderimi ifade eder. Yukarıdaki pasajda Mill’in de değindiği gibi çok içki içmenin kötü yani kaçınılması gereken bir şey olduğunu; ancak bu eylemin sağlığa verdiği zarara

156 Mill, “Utilitarianism”, 10: 207.

72

yapılan bir gönderimle ortaya koyabiliriz. Aynı şekilde spor yapmanın sağlığa yaptığı katkıdan ötürü iyi olduğunu ifade edebiliriz. Fakat Mill’in ifade ettiği gibi sağlığın iyi olduğunu kanıtlayamayız. Bu konuda söyleyebileceğimiz tek şey, insanın sağlıklı olmayı arzuladığı; çünkü sağlıklı olmanın insana haz sağladığı olacaktır. Dolayısıyla bu olgu, temelde kanıtlanamaz; fakat açıklanabilir bir olgudur.157 Bu açıdan fayda ilkesi de tıpkı sağlık gibi iyi olduğu kanıtlanamayan; fakat açıklanabilir olan bir kavramdır. Mill’in de kanıt kavramının geniş kullanımından kastettiği argüman türü de budur. Bu kanıtlamaya göre, fayda ilkesi Mill tarafından insanın arzulayacağı; çünkü sonucunda daima kendisinin haz temin edeceği sonuçlar üreten bir ilke olarak kurgulanır. Bu nedenle fayda ilkesi için ön görülen kanıtlama haz verici sonuçlardan hareketle ortaya konur. Kanıtlamanın formunu şu şekilde ifade edebiliriz:

A eylemi => Haz verir => O halde doğrudur. B eylemi => Haz verir => O halde doğrudur. C eylemi => Haz verir => O halde doğrudur.

Fayda ilkesi A, B ve C eylemlerini ahlaki faile dikte eder o halde fayda ilkesi doğrudur.

Bu argüman çizgisinin kanıtlamada Mill için en zorlayıcı ve konuya ilişkin tartışmalarda yorumcuların en çok odaklandığı kısmı, genelin mutluluğu için kendi çıkarından feragat etmesi istenen bireye bu talebin ne gibi bir haz temin edeceğini ortaya koymak olacaktır. Bu noktaya ileride detaylıca temas edeceğiz.

Dolaylı kanıtlamaya ilişkin Mill’in bu yaklaşımı hem psikolojik açıdan hem de epistemolojik açıdan problemlidir.158 Psikolojik açıdan problem, kanıtlamanın sadece zihnin var olan içerikleri üzerinden ortaya konulabilmesidir. Bu nedenle eğer muhatabın zihninde ihtiyaç duyulan içerikler yoksa bu kimse için herhangi bir anlamda kanıtlama mümkün değildir. Epistemolojik açıdan problem ise bahsedilen dolaylı kanıtlamanın

157 Raphael Daiches, “Fallacies in and about Mill’s Utilitarianism”, Philosophy 30/115 (Ekim 1955): 346-347.

158 Alan Ryan, The Philosophy of John Stuart Mill (London: MacMillan, 1970), 26; Grenville Wall, “Mill on Happiness as an End”, Philosophy, 537-541/57/222 (Ekim 1982): 537; Hardy Jones, “Mill’s Argument for the Principle of Utility”,

73

ancak zihinde bulunan bu içeriklere eklemlenmek suretiyle mümkün olmasıdır.159

Dolayısıyla Mill’in kastettiği bu dolaylı kanıtlama için ihtiyaç duyulan temel içerik bir başka ifadeyle büyük öncül (ki burada büyük öncül şudur: “Haz veren bütün eylemler ahlaki olarak doğrudur.”) muhatabın zihninde ya da kabulleri arasında yoksa burada fayda ilkesi için herhangi bir kanıtlamadan bahsetmek mümkün görünmemektedir. Bu bağlamda Mill’in dolaylı kanıtlamasının ihtiyaç duyulan epistemolojik ve psikolojik hazır bulunuşluk anlamında muhatabın hazır olduğu varsayımı üzerine kurguladığı söylenebilir. Kanıt kavramının daha geniş bir anlamda anlaşılmasına yönelik talep bu durumun bir işareti olarak yorumlanabilir. Mill, söz konusu bu taleple, kanıtlama konusunda kesinlikten ödün verdiğini baştan kabul eder. Böyle yaparak muhatapların zihinlerinde olması muhtemel olan yüksek beklentiyi aşağıya çekerek, kanıtlamanın sonunda ortaya çıkabilecek hayal kırıklıklarının önüne geçmek ister. Mill bu konuda oldukça titiz davranır ve Utilitarianism’de asıl kanıtlamanın yer verildiği dördüncü bölümün hemen başında bu uyarıyı okuyucuya tekrar hatırlatarak kanıtlamaya geçer: "Daha önce ifade edildi ki nihai amaçlara dair konular, kavramın sıradan anlamında kanıt kabul etmez."160 Ardından da kanıtlamaya yer verdiği paragrafta “Faydacı doktrinin kendisinin önerdiği amaç, teori ve pratikte, bir amaç olarak kabul edilmezse, herhangi bir kimseyi bunun böyle olduğuna dair hiçbir şey asla ikna edemez.”161 diyerek okuyucuyu tekrar uyarır.

Buna göre Mil’in kanıtlamasında insanların sağduyusuna hitap ettiğini ve güvendiğini söylemek mümkündür. Kanıtlamaya yer verdiği dördüncü bölümü nihai kararı okuyucunun sağduyusuna bıraktığını ifade ederek bitirmesi bu durumun bir işareti olarak yorumlanabilir. Burada temel nokta, muhalif zihinlerin fayda ilkesinin doğruluğu karşısında "İki artı iki, dörde eşittir." önermesinde olduğu gibi çaresiz bırakılmasından ziyade, alternatifleri karşısında bu ilkenin seçimi hususunda muhatapların benzer bir durumda kalmalarıdır. Bu da ancak alternatifleri arasında fayda ilkesinin seçiminin rasyonelliğinin gösterilmesiyle mümkündür. Bir başka ifadeyle fayda ilkesini kabul

159 Ryan, The Philosophy of John Stuart Mill, 26.

160 Mill, “Utilitarianism”, 10: 234.

74

etmeyen muhataplara daha az rasyonel olan bir seçim yaptıklarını kabul ettirmektir ki bu sürecin ilk aşamasını da rasyonel teorilerin değerlendirilmesi oluşturur.