• Sonuç bulunamadı

Fayda İlkesi Kanıtlaması ve Henry Sidgwick’in Genel Yaklaşımı

BÖLÜM 3: HENRY SIDGWICK’TE FAYDA İLKESİNİN TEMELLENDİRİLMESİ TEMELLENDİRİLMESİ

3.1. Fayda İlkesi Kanıtlaması ve Henry Sidgwick’in Genel Yaklaşımı

Sidgwick’in bu meseleye ilişkin görüşlerini ortaya koymadan önce, ilk olarak onun Mill’in kanıtlaması hakkındaki değerlendirmelerine temas edeceğiz. Çünkü Sidgwick’in kanıtlamaya ilişkin benimsediği stratejiyi anlamak açısından bu husus oldukça önemlidir.243

242 Sidgwick’in bu tarafsızlık iddiası eleştirmenler arasında Sidgwick’in klasik anlamda bir faydacı olarak nitelendirilip nitelendirilemeyeceğine ilişkin tartışmaların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Söz gelimi, ünlü Sidgwick yorumcusu Schneewind, Sidgwick’in klasik bir faydacı olarak nitelendirilebileceğini söylerken, bir başka ünlü yorumcu Hayward, Sidgwick’i herhangi bir etik sistemin savunucusu yapmaya yönelik yaklaşımların gereksiz olduğunu; ancak illa bir etik sisteme dâhil edilecekse bunun felsefi sezgicilik olmasının daha makul olduğunu savunur. Bkz. Jerome B. Schneewind, “Sidgwick and the Cambridge Moralists”, Essays on Henry Sidgwick, ed. Bart Schultz (New York: Cambridge University Press, 1992), 93-94.; F.H. Hayward, The Ethical Philosophy of Sidgwick (London: Swan Sonnenschein Co., 1901), 5-6. Biz hem Sidgwick’in TME dışındaki diğer eserlerindeki konuya ilişkin açık ifadelerinden hem de TME’nin içeriğinden hareketle kendisini klasik faydacı olarak nitelendirmenin isabetli olduğunu düşünüyoruz. Ancak bu tartışmanın hem konumuzla doğrudan ilişkili olmaması hem de tartışmamızın seyrini değiştirme ihtimalinden dolayı çalışmamızda bu meseleye yer vermiyoruz. Ancak söz konusu tartışma için şu eserlere bakılabilir: Bart Schultz, “Why Read Sidgwick Today?”, ed. Placida Bucolo v.dğr. (Catania: Universita Degli Studi di Catania, 2007).; Marcus S. Singer, “Introduction”, Essays on Ethics and Method, ed. Marcus S. Singer (Oxford: Clarendon Press, 2000).; Nakano-Okuno, Sidgwick and the Contemporary Utilitarianism.;

243 Burada niçin sadece Mill’in kanıtlamasına yer verildiğine dair okuyucunun zihnine bir soru gelebilir. Bunun tek nedeni Sidgwick’in, Bentham’ın kanıtlaması için müstakil bir değerlendirmede bulunmamasıdır. O, bu konuda sadece tartışma içerisinde yeri geldiğinde Bentham’a atıf yapar; fakat bu konuda geniş değerlendirmelerde bulunmaz.

119

Sidgwick’e göre Mill’in Utilitarianism’de yapmaya çalıştığı şey, mutluluğu nihai amaç olarak kabul etmeleri için bireyleri ikna etmektir. Sidgwick, Mill’in ikna ile kastettiği şeyin teknik anlamda bir kanıtlamadan ziyade, bir inanç karşısında onu doğru bulan ya da bu inanca itiraz eden bir kimsenin, bu inancına ilişkin akla dayanan sebepleri ve düşünceleri ortaya koymasının gerekliliğini ifade ettiğini savunur. Çünkü ona göre Mill, haklı bir biçimde nihai amaçların teknik anlamda kanıtlamaya uygun olmadığını düşünür. Sidgwick, bu bağlam içerisinde hareket eden Mill’in kanıtlamasında temelde şu dört iddiayı dillendirdiğini ileri sürer.

(1) Her insanın arzuladığı şey, kendi hazzıdır ve her birey bunu daima hazzın miktarı oranında arzular.

(2) Herhangi bir şeyin arzulanır olduğunu gösteren tek kanıt insanların bu şeyi arzulamalarıdır.

(3) Her bireyin mutluluğu bu nedenle arzulanırdır ve kendisi için bir iyiliktir. (4) Genel mutluluk bu nedenle insanların hepsinin toplamı için bir iyiliktir.

Sidgwick’e göre Mill, bu kanıtlamanın yeterli entelektüel düzeye ulaşmış sağduyulu bireyleri kendi mutluluğu yerine genelin mutluluğunu arzulamaya ikna edeceğini ve böylece çıkar ile ödev arasındaki uyumun yakalanabileceğini düşünür. Bununla birlikte hâlâ genelin mutluluğunu eylemlerinde gözetmeyip kendi mutluluğunun peşinden giden bireyler için bulduğu çözüm ise Bentham’dan tevarüs ettiği yaptırımlardır. Buna göre Mill, genel mutluluk yerine kendi mutluluğunu tercih eden failin maruz kalacağı acılardan bahseder. Sidgwick, Mill’in Bentham’dan ödünç aldığı bu yaptırımlar içinden birine özel önem verdiğini düşünür. Bu yaptırım da temelini hemcinslerle birlikte olma arzusunun oluşturduğu ahlaki ya da popüler bir diğer deyişle sosyal yaptırımdır. Sidwick’e göre Mill, bireyin doğal isteğinin hemcinsleriyle birlikte olma arzusu olduğunu söyler. Bu bağlamda o, insanda sempatiye dayanan duyguların bencilliğe dayanan duygulardan daha güçlü olduğunu savunur. Fakat Mill’e göre hâli hazırdaki toplum teşkillerinin henüz eksik durumda bulunması insan doğasındaki bu durumun dış dünyada tam anlamıyla tezahür etmesine müsaade etmez.244

120

Sidgwick’in Mill’in kanıtlamasına dair genel düşüncesi bir bütün olarak ele alındığında, ona göre bahse konu olan bu kanıtlama hem yanlış öncüllere hem de geçersiz çıkarımlara dayanır. Bu anlamda Mill’in Bentham’ın kanıtlamasından memnun olmadığı gibi Sidgwick de Mill’in kanıtlamasından memnun değildir. Sidgwick, bu kanıtlamada en çok Mill’in genel mutluluğun arzulanırlığına dair iddiasından rahatsızdır. Ona göre fayda ilkesinin temel varsayımı olan genel mutluluğun arzulanırlığını Mill’in iddia ettiği şekilde olgulardan hareketle kanıtlamak mümkün değildir. Çünkü herhangi bir kimsede kendi mutluluğuna yönelik var olan ve her biri genel mutluluğun farklı kısımlarına yönelmiş bulunan arzuların toplamı, genel mutluluk için gerçek bir arzuyu teşkil etmez. Bu nedenle Sidgwick’e göre Mill’in akıl yürütmesinin genel çizgisi dikkate alındığında, genel mutluluk için hiçbir gerçek arzudan bahsedemediğimiz bir durumdan hareketle, genel mutluluğun arzulanır olduğunu iddia eden bir önerme ortaya konamaz. Bir başka ifadeyle, Mill’in yaptığı şekilde mutluluğun insanın gerçek arzusunun tek nesnesi olduğunu söyleyen etik sonuca, mantıklı ve meşru bir biçimde ulaşmak mümkün değildir. Eğer bu geçişte ısrar edilirse olgudan değere meşru olmayan bir geçiş yapılmış olur. Sidgwick’e göre psikolojik egoizmin amaç olduğu yerde, egoistik hazcılık da ideal etik yöntem haline gelir. Eğer her bir insanın nihai amacının kendi mutluluğu olduğu kanıtlanabilseydi, buradan hareketle her bireyin kendi mutluluğunu aramasının bir gereklilik olduğu ortaya konulabilirdi. Fakat psikolojik bir genellemeden, ikna edici bir etik ilkeye geçiş yapmak mümkün değildir. Her ne kadar insan zihni bu tür bir geçişi yapmaya oldukça meyyal olsa da bu geçiş meşru değildir. Dolayısıyla Sidgwick’e göre ancak genel mutluluğun arzulanır olduğunu ortaya koyan sezgisel bir önerme ile doldurabilecek olan bir boşluk, Mill’in fayda ilkesi için ortaya koyduğu kanıtlamada tüm açıklığıyla kendisini gösterir.245

Mill’in kanıtlamasının temel iddiasını bu şekilde eleştiren Sidgwick, yorumcuların kanıtlamada kendisini görmezden gelmekle suçladıkları bir başka hataya daha değinir. Her ne kadar o, söz konusu hatanın asıl amacı göz önüne alındığında tali ve önemsiz bir hata olduğunu vurgulasa da kendisini konuya kısaca değinmek zorunda hisseder. Yorumcuların bahsettiği bu hata Mill’in “arzulanır” kavramının iki anlam alanını birbirinden ayırma konusundaki başarısızlığıdır. Sidgwick, Mill’in kanıtlamada kullandığı “arzulanır (desirable)” kavramının muhtemel iki anlamı olabileceğini söyler.

121

(1) Arzulanabilir olan (what can be desired). (2) Arzulanması gereken (what ought to be desired). Sidgwick’e göre Mill, arzulanır kavramının bu iki anlam alanı arasındaki kargaşa neticesinde meşru olmayan bir genelleme ortaya koymuştur. Hâlbuki arzulanır kavramı ile kastedilen şey, bir imkân olarak arzulanabilirliktir. Bu durumda da buradan yapılabilecek olan tek çıkarım “haz arzulanırdır; çünkü haz gerçekten insanlar tarafından arzulanır.” çıkarımıdır. Bu çıkarım Sidgwick’e göre hem çok güçlü hem de aynı oranda anlamsız bir çıkarımdır. Çünkü Mill’in kanıtlamadaki amacı oldukça açıktır. İnsanların gerçekten arzuladıkları şeye dair kapsamlı gözlemler aracılığıyla hazzın arzulanırlığını ifade eden normatif bir etik ilkeye ulaşmaktır. Fakat Sidgwick bu akıl yürütme çizgisiyle bunun başarılmasının imkânı olmadığını belirtir. Çünkü salt olgusal temelden hareket ederek normatif bir iddiaya ulaşmaya dair her çabanın varacağı yer olgudan değere meşru olmayan geçiş problemidir. Ona göre bu, sadece Mill için geçerli olan bir problem değildir. Salt olgu temelinde bir etik sistem inşa etmeye çalışan tüm ahlak filozofları da aynı problemle yüz yüzedirler.246

Görüldüğü üzere Sidgwick, Mill’in kanıtlama girişiminden özellikle de fayda ilkesinin temel varsayımı olan genel mutluluğun arzu edilirliğini ortaya koyma biçiminden tatmin olmamıştır. Fakat bununla birlikte Sidgwick, Mill’in ilk ilkelerin kanıtlamaya uygun olmamalarına rağmen meselenin hâlâ rasyonel yetinin sınırları dâhilinde olduğuna yönelik yaklaşımının oldukça isabetli olduğunu düşünür. Sidgwick de tıpkı Mill gibi fayda ilkesinin kanıtlanması konusunda insanların zihinlerini belirleyecek değerlendirmelere ihtiyaç duyulduğunu belirtir. Çünkü ona göre bir inanç karşısında, bu inancı doğru bulan veya ona itiraz eden kimselerden benimsedikleri görüşleri destekleyen akla dayanan nedenler talep etmek gayet makuldür.247 Bir ahlak filozofundan sadece kendi ilkelerini ileri sürmesini değil, bu ilkelerin kabul edilmesini temin edecek gerekçeleri de ileri sürmesini bekleriz. Çünkü rasyonel varlıklar olarak temel bir ilkeyi niçin diğer ilkeler arasından tercih ettiğimizi açıklamamak bizim için saçma olacaktır.

246 Henry Sidgwick, “The Establishment of Ethical First Principle”, Essays on Ethics and Method, ed. Marcus S. Singer (Oxford: Clarendon Press, 2000), 31.

122

Aksi takdirde, Mill’in ifadesiyle, zihni belirlemek suretiyle fayda ilkesi benimsenemeyecekse bu ilkeyi tercih edenlerin gerekçeleri ne olacaktır?248

Sidgwick bu noktada Mill’in izinden giderek “kanıt” kavramının gündelik kullanımının biraz genişletilerek meselenin ele alınması gerektiğini savunur. Çünkü belirli öncüllerden hareketle yapılan kanıtlamaların ilkesel olarak başarısız olacağına inanır. Eğer ilk ilkenin başka öncüllerden çıkarımlandığı kabul edilirse bu durumda bu öncüllerin ilk ilkeler olması beklenir. Sidgwick burada ilk ilke ifadesiyle bu ilkenin çıkarımsal olmamasını başka bir deyişle kendinde açık (self-evident) olmasını kasteder. Dolayısıyla burada yapılması gereken şey, daha önceden kabul edilmiş önermelerle ileri sürülen önermelerin ilişkilendirilmesidir. Söz gelimi, “Tüm duygulu varlıkların bütün acıları kaçınılacak şeylerdir.” önermesini bir ilke olarak ele alalım. Ardından daha geniş bir kural olarak şu önermeyi ileri sürelim: “Bütün acılar kaçınılması gereken şeylerdir.”. Bu önerme insanlar ve hayvanlar arasındaki rasyonalite farkı nedeniyle insanlar ve hayvanların acıları arasında temel bir etik ayrım yapmak için yeterli temeli sağlamaz. Bu durumda bize zorunlu olarak bu ayrımı temin edecek daha ileri, kapsamı daha geniş olan bir ilke lazımdır.249

Benzer biçimde bir egoistin benimsediği şu ilkeyi ele alalım: “Kendi davranışımın nihai amacı olarak kendi en büyük mutluluğumu benimsemek benim için makuldür.”. Bu ilke üzerine düşündüğümüzde başka bir bireyin de en az bu birey kadar mutluluğu hak ettiğini fark ederiz. Buradan da bireylerin mutlulukları arasında birini diğerine üstün kılacak herhangi bir makul gerekçeye sahip olmadığımızı da görürüz. Bu nedenle de herkesin mutlulukta eşit payı olduğunu ifade eden daha ileri bir ilkeye ulaşırız. Bahsi geçen bu süreç Sidgwick’e göre tamamıyla rasyonel bir süreçtir. Bir ilk ilke olarak kabul ettiğimiz şeye bizi mantıksal olarak ulaştıran süreci gözden geçiririz. Kendinde açık olarak gördüğümüz bir önerme üzerine düşünürüz, analiz ederiz, sınırlarına odaklanırız ve sonunda da her zaman olmasa da bazen bu ilkenin aslında rasyonel bir temele sahip olmadığını, keyfî bir ilke olduğunu görürüz. Bunun sonucunda da bu önermenin geçerliliğini reddeder ve yeni bir ilke arayışına gireriz. Sidgwick’e göre ister etik olsun

248 Sidgwick, “The Establishment of Ethical First Principle”, 29.

123

ister olmasın gerçek ilk ilkeleri sözde ilk ilkelerden ayıracak bahsedilen bu süreçten başka bir yol yoktur.250

Tüm bu açıklamalardan sonra Sidgwick’in fayda ilkesi için benimsediği yöntemin, bu ilkenin diğer ilkelerden daha temel bir ilke olduğunu ortaya koymak olduğu ortaya çıkmış olur. Buna göre eğer bir faydacı kendi ilk ilkesini, başka ilkeleri kabul etmiş bir kimseye kabul ettirmek isterse, fayda ilkesinin karşısındaki kişinin savunduğu ilkeden daha temel bir ilke olduğunu göstermek zorundadır.251 Bununla birlikte Sidgwick’e göre fayda ilkesinin nihai ilke oluşunu ortaya koyarken bu diğer etik teoriler ve bu teorilerin temel ilkeleri dışlanmamalıdır. Aksine diğer etik ilkelerin de geçerlilikleri bir dereceye kadar fayda ilkesi tarafından kabul edilmelidir.252 Bir başka deyişle, faydacılık haricindeki etik teorilerin ilkelerine de kanıtlamada epistemik bir ağırlık verilmelidir. Aksi takdirde kanıtlama faydacılar dışındakilere hitap etmeyecektir. Dolayısıyla Sidgwick’in fayda ilkesinin kanıtlanmasında önerdiği stratejiye göre bir tarafta çoktan kabul edilmiş ilkelerin bir dereceye kadar geçerliliği kabul edilmeli, diğer taraftan da bu geçerliliğin nihai bir geçerlilik olmadığını göstermelidir. Buna ek olarak fayda ilkesi dışındaki bu ilkelerin kusurlarını gidermek için daha kapsamlı ve tam bir ilkeye olan ihtiyacı da ortaya koyulmalı, kusurları giderecek olan tek ilkenin de fayda ilkesi olduğu insanlara kabul ettirilmelidir.253

Bu strateji temelinde Sidgwick, ahlak alanında mevcut olan etik yöntemleri tespit eder ve yöntemler arasındaki ilişki üzerinden tartışmasını sürdürür. Şimdi ilk olarak bu etik yöntemlerin neler olduğuna bakalım.