• Sonuç bulunamadı

1.2. Semtler

1.2.1. Eyüp

1.2.1.1. Fransız Edebiyatında Eyüp

19. Yüzyılda değişen yaşam koşulları ve Avrupai yaşam tarzından etkilenmeyen yerlerden biri Eyüp semtidir. Burası Müslüman Doğu’yu sembolize ettiğinden Fransız yazarlarca büyük ilgi görür. İstanbul’un yüzyıllar öncesi geleneklerini, giyim tarzını ve mekanlarını görmek isteyen yazarlar, buraya adeta akın ederler.

Yazarlar arasında İstanbul’a gelip de Eyüp sokaklarında dolaşarak şehirden ayrılanların sayısı azımsanmayacak derecededir. Bunların başında bilindiği gibi Pierre Loti gelir. Eserlerinde söz konusu semtten hayranlıkla söz eder. Alain Quella-Villéger de İstanbul, Le Regard de Pierre Loti adlı inceleme yapıtında, Loti’nin, sultanların İstanbul’unu, kozmopolit Beyoğlu’nu, Galata’yı bırakarak Batı’dan henüz etkilenmemiş Eyüp gibi otantik semtleri yeğlediğini belirtir (Villéger, 1992: 13).

Adı bu semtle özdeşleşen Pierre Loti gibi kahramanları da Eyüp’ü geleneksel yapının kurduğu kilit mekan olarak görürler. Bu yüzden onlar da ilk fırsatta Eyüp’e gitmeyi arzular. Aziyade’nin kahramanı İngiliz subay, İstanbul’a geldiği ilk günlerini geçirdiği Beyoğlu’ndaki konutunun penceresinde oturup eski İstanbul dediği Eyüp ve çevresine bu duygularla seyre dalar. Burayı, garip, hoş ve gizemli bir yer olarak algılayan kahraman, bir serviler ormanı içinde gördüğü semte sevgilisi Aziyade ile gidip yaşamayı hayal eder (Loti, 2000: 47). Bir başka yerde de söz konusu semti, “asıl İstanbul” ve ‘İslamın kalbi’ olarak nitelendirir.

Şehirdeki ilk günlerinde kalmak zorunda olduğu Beyoğlu’ndaki konutu, Loti’yi açmadığı gibi burada rahat edemez Bunun en büyük nedeni Beyoğlu’nun banal ve batılı karakteridir. Bu yüzden ilk fırsatta gizemli bulduğu semte, Eyüp’e taşınır. Pierre Brodin de kahramanın Eyüp’e taşınma sebebinin bulunduğu mekandan hoşlanmamasına bağlar: “Beyoğlu’ndaki yeri kendisini sıktığından, Viaud, Arif adı altında, uşağı Ahmet ve sadık Samuel’i ile birlikte, eski İstanbul’da, kutsal Eyüp semtine gidip yerleşti. Yoksul fakat cami yönünden zengin ve hülyaya pek elverişli bu mahallede, gösterişsiz fakat

sıcak bir ev, esrarlı bir ev, Asya ipeklileriyle, mavi satenle döşeli ve gül suyu kokan bir Türk evi meydana getirdi” (Brodin, 1973: 38) ve taşındığı yeni semtine alışarak kısa sürede halktan biri olur: “Burada, halkın adamı ve Eyüb semtinin vatandaşı oldum; Balıkçıların ve kayıkçıların mütevazı yaşamlarına, hatta onların çevrelerine ve eğlencelerine uyuyorum” (Loti, 2000: 109).

Kahraman, Eyüp semtine yerleştikten sonra, İngiltere’de oturan kardeşine yazdığı mektuplarında İstanbul seyahatine ve Eyüp’e dair izlenimlerini de kaleme alır. Buranın en çarpıcı yönünün; geceleri yalnızlıktan, sessizlikten adeta yas tutan bir diyar görünümünde olduğunu ifade eder. Eyüp’te Arif adını alan kahraman ilk izlenimlerini, mektupta “Ancak, saat akşamın yedisini geçince Eyüp’te her şey kapalıdır, sessizliğe bürünmüştür; Türkler güneşle birlikte yatar ve kapılarının üzerine sürme çekerler” ifadeleriyle açıklar.

Zor yaşam koşulları bile onu bu semtten soğutmaz tam tersine burayı övgülerle yere göğe sığdırmaz. Geceleri dar sokaklarda sadece fenerle dolaşabilmesine rağmen, romanın kahramanı Eyüp’te kendini mutlu, huzurlu hisseder ve Beyoğlu’nun aydınlık yollarına tercih eder. Baldıran’a göre kahramanın bu semti yeğlemesinin en önemli nedeni ‘her türlü naneyi yemekten büyük bir keyif’ almasıdır.

Eyüp’ten sonra Pierre Loti’nin kalmayı yeğlediği semtlerden biri Fatih’tir. Loti,

Doğu Düşleri Sona Ererken eserinde, geleneksel yapısına işaret ederek bu Fatih

semtinin işaret etmek ister. İstanbul’a altıncı gelişinde, dostlarının kendisine ziyareti boyunca kalması için bir ev hazırladıklarını, evin eski zaman Türkiye’si dediği Fatih caddesinde bulunduğunu belirtir. Yazar, bu semtin iki önemli özelliğine dikkat çeker. Birincisi, semtin İslam’ın bütün ihtişamıyla yaşandığı, insanların eski gelenekleri sürdürdükleri yer; ikincisi ise evlerin yıkık dökük olmasıdır. Her iki özelliğiyle Fatih, Eyüp’ü andırır. Yazar, birinci özelliği, Fatih camisi ve Fatih alanı dediği mekanlardan edindiği gözlemlerden hareketle ifade eder: “Akşam yemekten sonra, başımızda fesle elbette, tam bu Müslüman mahallelerinin merkezi olan büyük Fatih Alanı’na gidiyoruz, olağanüstü güzel caminin karşısında, Mustafa’nın ağaçlar altındaki geleneksel Türk kahvesinde oturuyor, nerdeyse hiç konuşmadan nargile içen yüzlerce sarıklı düş tutkunu arasına karışıyoruz. Fatih Alanı’nın her yanında İstanbul bu dönemde ramazana özgü pırıltılı düş evrenine dalar, tümü ışık halkaları taşıyan minareler, aralarına çekilmiş ipler vasıtasıyla sayısız küçük kandilden oluşan kutsal yazıları havada tutarlar” (Loti, 2002:

119). Villéger’in aktardığı bir günlüğünde ise Loti, kurban bayramı dolayısıyla Fatih Camisi meydanında develeri görünce buranın eski Doğu olarak kaldığını ifade eder: “Burası Doğu, eski Doğu’dur. Yeniden bu ülkeye ne kadar bağlandığımı ve ondan kopamayacağımı hissettim” (Villéger, 1991: 94). Fatih’e doğusal bir görüntü veren sadece evleri ve develeri değil sokakları da doğusal bir görünüm sunar. Yazar, bu semtte kaldığı süre içerisinde sabahları “türkü, veya kavalla çalınan basit ezgi, Asya giysileri içindeki bir meyve satıcısının ya da sakanın gelişini” haber verenlerle uyanır (Loti, 2002: 118).

1.2.1.2. Türk Edebiyatında Eyüp

Eyüp semti Türk edebi eserlerde adından sıkça söz ettirir. Adını, İstanbul’u kuşatan ordunun içindeki bir sahabenin, Eyüp Ensari’nin burada şehit düşmesinden alan semte, Türk yazarların yaklaşımı, okuyucuda olumlu ve olumsuz iki farklı Eyüp imgesi uyandırır. Olumsuz yaklaşanlar, Eyüp semtini fakir halkın sığındığı köhne bir yer, kenarda kalmış bir mahalle olarak görürler. Olumlu Eyüp imgesine yer verenler ise; semti, geleneksel Türk yaşamına sahip çıkan, Avrupa’dan gelen değişim rüzgarına karşı mücadele eden asıl İstanbul olarak görürler. Bu ikincilerin söz konusu semte bakış açıları ile Pierre Loti’nin semte yüklediği görev benzerlik gösterir.

Olumsuz Eyüp imgesine yer veren yazarlardan biri Halid Ziya’dır. Nes-li Ahir adlı romanında Eyüp, dar ve çamurlu sokaklarıyla, köhne evleriyle bakımsız bir görüntü sunar. Bu semt ile ilgili en olumsuz imajı İrfan’ın evi oluşturur. Romanda gazeteci kimliğiyle tanıdığımız İrfan karakterinin Eyüp’te kaldığı evin görüntüsü adeta içler acısıdır. Annesiyle beraber kaldıkları Balcılar yokuşunda bulunan bu ev, semtin diğer evleri gibi çökmeye yüz tutmuş kararmış bir konuttur. Bu yüzden İrfan’ın annesi İffet Hanım, bir an önce evinden uzaklaşmak ister. İffet Hanım, sadece evi değil evin bulunduğu semti de sevmez. Zira hem kasvetli bir havanın hakim olduğu evi, hem de Eyüp semtini, oğlu İrfan’ın işleri için uygun bir yer olarak görmez. Bu yüzden buradan çıkıp kurtulmak arzusundadır (Uşaklıgil, 1990: 413).

Eserde, Eyüp’te yaşamak isteyen tek kişi, Fransız Operet’inde çalışan İrfan’ın kız arkadaşı, Janette’tir. Kızın bu isteğinde Pierre Loti’nin Aziyade’deki betimlemeleri etkili olur. Zira Janette, Loti’nin söz konusu eserindeki kadın kahramanın hayatının hayalini süslediğini belirtir. Janette, Eyüp’e gelip Türk hanımı olmak, sedir üzerinde

nargile içmek ister. (Uşaklıgil, 1990: 422). Kumpanyada çalışan ve özgür bir yaşam sürdüren bir kızın, Eyüp’teki geleneksel Müslüman Türk yaşamını yaşayabileceği konusunda kuşkuluyuz. Zira Avrupalı bir yaşama alışan bir bayanın, erkeklerle ilişkilerin kısıtlı olduğu ve sürekli dört duvar arasında geçen bir yaşantısını kabullenmesi uzak ihtimaldir. Janette’in bu isteği, geçici bir heves olup nostaljik ve oryantal bir hayatı yaşama merakından kaynaklanır.

Halid Ziya’nın Eyüp semtine yukarıdaki olumsuz yaklaşımı, Samiha Ayverdi’de olumluya dönüşür. Bunda Ayverdi’nin söz konusu semti, Batı’dan gelen değişik hayata karşı duran bir semt olarak görmesi rol oynar. Yazar, Eyüp semtini kişileştirir ve “imanla iş birliği yapan görenek ve gelenek, köksüzlüğün, ruh ve ahlak bozgunculuğunun, hucümlarına siper kazıp pusu kurduğunu” söyleyerek (Ayverdi, İG: 151) Avrupa’dan esen rüzgara karşı koymakla yetinmediğini aynı zamanda kendisini, İstanbul’un manevi hayatını korumaya adadığını öne sürer.

Ayverdi, semtin bu özelliğini İbrahim Efendi’nin Konağı eserinde de işler. Eserde Eyüp’ün dini bütün yapısından söz açarak, semti ataların durağı ve yerli değerlerin harman olduğu bir yer olarak niteler. Daha önce bu semtte meyhane tarzı yerlerin bulunduğunu aktaran yazar, ancak bunların daha sonra yok edildiklerini aktarır. Tıpkı denizin leşleri kabul etmemesi gibi, Eyüp semtinin de bu kötü alışkanlıklarından kurtularak gerçek kimliğini bulduğunu savunur (Ayverdi, İEK: 312). Ancak, taassup hastalığından dolayı eninde sonunda bu semtin de köksüzlüğe, ruh ve ahlak bozguncularının hücumlarına karşı koyamayacağını da ekler.

Eyüp semtini, İstanbulluların gözünde önemli kılan ibadet mekanlarıdır. Bu mekanların ilki “avlusunda kışın bile bir topal leyleği, durup dinlenmeden yağan bir güvercin sağanağı bulunan” camisi, diğeriyse “memleketin dört köşesinden ziyaretçi toplayan türbesi”dir. Yazar, semti bir dua bir ibadet, dilek ve niyaz yeri olarak gören İstanbulluların, okula başlamadan, sünnet olmadan, yolculuğa çıkmadan, gerdeğe girmeden, bu semtte adını veren Eyüp Ensari’nin türbesini ziyaret ettiklerini aktarır. Ayverdi’ye göre sükut işareti veren zenci parmakları gibi, havaya kalkmış hesapsız servileri ve ağaçları da Eyüp manzarasını güzelleştirir.