• Sonuç bulunamadı

Evrensel Bir İklim Değişikliği Antlaşmasının Hazırlanması ve İklim Değişikliği Mücadelesi Yükümlülükleri için İş Planı

Ön Saha Çalışması Yapıldı

DÖRDÜNCÜ FASIL Hususi Ormanlar

V. Ceza Hükümleri:

4.2.1.2.3 Evrensel Bir İklim Değişikliği Antlaşmasının Hazırlanması ve İklim Değişikliği Mücadelesi Yükümlülükleri için İş Planı

Varşova TK toplantılarında, 2015 sonunda yapılacak olan ve gelişmiş ve gelişmekte olan tüm ülkelerin sera gazı salımlarını azaltma ve sınırlandırma ya da denetlemelerini öngören yeni bir evrensel iklim değişikliği antlaşmasının kabul edilmesinin beklendiği BMİDÇS Paris Zirvesine kadar çalıştırılacak yeni bir çalışma planı ve takvimi üzerinde zor da olsa bir uzlaşmaya varıldı.

Konuya ilişkin görüşmelerde, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan Taraflar ve ÇHC, 2015 yılına kadar ülkelerin iklim değişikliği yükümlülüklerinin net bir takvim çerçevesinde ve açık bir biçimde belirlenmesini istemişti. Bu kapsamda, hem başta ABD ve AB gelmek üzere gelişmiş Taraflar, hem de başta ÇHC ve Hindistan gelmek üzere

HİZMETE ÖZEL

TÜBİTAK – BİLGEM – YTE

HİDS PROJESİ TÜRKİYE ÇÖLLEŞME MODELİ RAPORU

gelişmekte olan Taraflar, 2015 sonundaki Paris Zirvesine kadarki dönemi kapsayan iş planından memnun kalmadı. Konuyla ilgili görüşmelerde, zaman zaman örneğin ÇHC-ABD ve bazı gelişmiş ülkeler, ABD ve bazı gelişmiş ülkeler-ÇHC, Hindistan ve bazı gelişmekte olan ülkeler ya da ÇHC-Rusya Federasyonu (RF) ve RF-ÇHC arasında, birbirlerini geri adım atmakla, daha önce verdikleri sözlerini tutmamakla ve görüşmeleri tıkamakla suçlayan tartışmalar da yaşandı. Kabul edilen Taslak İş Planına göre, Taraf ülkelerin 2015 yılına kadar yasal olarak belirlenmiş yükümlülükler almaları yerine, küresel düzeydeki iklim değişikliği mücadelesinde özetle “kim ne kadar hazırsa ve ne kadarını yapmayı istiyorsa” şeklinde ifade edilebilecek olan ‘gönüllülük’ temelli katkı sağlamaları öngörülüyor.

Varşova iklim değişikliği görüşmelerini bir bütün olarak ele aldığımızdaysa, gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasındaki gerilimin ve çekişmenin, özellikle gelişmekte olan ülkeler ile ABD’ye ek olarak (zaten KP’ye Taraf değil ve yeni antlaşmada yer almayı reddediyor) yeni iklim değişikliği sürecinde etkisiz kalma, çekilme (KP Doha Düzeltmesi ve yüksek olasılıkla 2015 antlaşması) ve/ya da yeni yükümlülük almama kararında olan Japonya, Avustralya ve Kanada arasında zaman zaman şiddetlenerek süreceğini öngörebiliriz.

Sonuç olarak, oldukça zayıf ve çoğu açık olmayan gönüllü katkılardan (yükümlülük sayılmamalı) oluşmakla birlikte, hem Kasım 2013’te Varşova’da hem de Aralık 2014’te Lima’da gerçekleştirilen İklim Değişikliği Zirvelerinde, 2015 yılına kadar kabul edilecek olan ve 2020 sonrasında yürürlüğe girecek olan yeni bir evrensel (tüm ülkeleri bağlayan) iklim değişikliği antlaşmasının hazırlanmasına yönelik ev ödevlerini yapmaları konularında ortaya bir uzlaşma çıkmış olduğu söylenebilir. Bu uzlaşmanın 2015 yılına kadar uygulanmasında temel alınacak olan yeni bir iş planı ve takvimi de hazırlanmış durumda.

HİZMETE ÖZEL

Rev.No: 30 Tarih: 27.05.2015

160 / 644 HIDS-PRJ-TürkiyeÇölleşmeModeliRaporu

4.2.2 Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi (BMBÇS)

İnsanoğlunun başta gıda, giyinme, barınma olmak üzere tüm temel ihtiyaçlarını karşılaması için en vazgeçilemez kaynak biyolojik çeşitliliktir. Kara, deniz ve diğer su ekosistemleri ile bu ekosistemlerin bir parçası olan ekolojik yapılar da dâhil olmak üzere tüm kaynaklardaki canlı organizmalar arasındaki farklılaşma anlamına gelen biyolojik çeşitlilik (kısaca Biyoçeşitlilik), en alt düzeyde genetik çeşitlilik olmak üzere, türler ve habitatlar arasındaki çeşitliliği de kapsayan geniş bir kavramdır [Ref 36], [Ref 37].

Kültür bitkilerinin ve çiftlik hayvanlarının tamamı kökenini doğadaki yabani akrabalarından almıştır. Bu akrabalardan bir kısmı ortadan kalkmış olsa bile insanlığa çeşitli hizmetler sunan birçok yabani tür, doğal yaşam içinde halen evrimleşmeye devam etmektedir. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de yeni kültür çeşitleri elde etmek veya mevcut olanları belirli amaçlar ve ihtiyaçlar doğrultusunda geliştirmek için yabani türlerden yararlanılmaktadır. Biyolojik çeşitlilik, insanoğluna ihtiyaç duyduğu birçok alanda faydalar sağlamaktadır. Bu faydalar “ekosistem hizmetleri”, “biyolojik kaynak üretimi” ve “sosyal faydalar” olarak üç ana başlıkta sınıflandırılmaktadır [Ref 38]. Biyoçeşitliliğin sağladığı ekosistem hizmetleri olarak aşağıdaki hususlar sıralanabilir; su kaynaklarının korunması, suyu depolanması ve temizlenmesi, toprak oluşumu ve muhafazası, erozyonun azaltılması, bitkilerin fotosentez yaparak besin maddesi depolanması ve besin döngüsü oluşması, kirliliğin azaltılması ve emilmesi, iklimin dengelenmesi, ekosistemlerin bakımı ve devamlılığının sağlanması, öngörülmeyen afetlerin (sel, çığ, yangın, tayfun, kurak vb.) etkisinin azaltılması, tozlayıcılar vasıtasıyla bitkilerin tozlaşmasının sağlanması, hastalık ve zararlıların kontrolü, atık maddelerin ayrıştırılması, CO2 depolanması [Ref 39]. Burada sıralanan hizmetlerin bir kısmı doğrudan veya dolaylı olarak arazi bozulması ve çölleşmenin kontrolüyle ilişkilidir.

Gıda, yem, yakacak, süs bitkileri, giyim, tıbbi kaynaklar ve ilaç hammaddeleri ile her türlü hayvansal orijinli biyolojik unsurların üretimi ve devamlılığının sağlanması konularında da biyoçeşitlilik vazgeçilmez bir kaynaktır.

Canlılara sağlıklı bir yaşam ortamı sunmak; rekreasyon ve turizm alanları oluşturmak; kültürel, estetik, manevi, dini değerler taşımak ve insanlara sanatsal ilham kaynağı olmak da biyoçeşitliliğin taşıdığı sosyal faydalardan bazılarıdır.

Sıralanan bu faydaların başka kaynaklardan sağlanmasını, mümkün görünmemekle beraber mümkün olsalar bile maliyetinin çok yüksek olacağı açıktır. Bu nedenle kaynakların sürdürülebilir kullanımı ekonomi ve kalkınma için şarttır. Yabani akrabalarda doğal olarak bulunan çeşitli stres koşullarına dayanıklılık özelliklerinin kültürü yapılan türlere aktarılarak günümüzün değişen çevre koşullarına uyumlarının sağlanması, gıda güvenliği bakımından büyük önem taşımaktadır.

Kısaca “her türlü canlı varlıklar ve bunların barındıkları habitatlar” olarak da tanımlanan biyoçeşitlilik dört ana bileşkeden oluşur [Ref 37].

HİZMETE ÖZEL

TÜBİTAK – BİLGEM – YTE

HİDS PROJESİ TÜRKİYE ÇÖLLEŞME MODELİ RAPORU

2. Tür çeşitliliği, 3. Genetik çeşitlilik,

4. Ekolojik olaylar ve işlevler çeşitliliği.

Türkiye, bitki genetik çeşitliliği bakımından dünya üzerinde çok özel bir konumda bulunmaktadır. Akdeniz ve Yakın Doğu genetik çeşitlilik ve orijin merkezlerinin kesişme noktası olan Türkiye, 5 mikro gen merkezine sahiptir ([Ref 40], [Ref 41]). Avrupa ve Asya Anakaralarına yayılmış olan Türkiye toplam 78 milyon hektar karasal yüzey genişliğinde sahip olup, üzerinde 3.649’u endemik olmak üzere toplam 11.707 takson barındırmaktadır [Ref 42]. Bitkisel genetik çeşitliliğin zenginliği temel olarak, topoğrafya, iklim ve diğer çevre koşullarının kısa mesafeler içinde değişen büyük bir çeşitlilik göstermesinden kaynaklanmaktadır. Bu olağanüstü ekosistem ve habitat çeşitliliği, beraberinde önemli bir tür çeşitliliğini getirmiştir.

Ilıman kuşakta bulunan ülkelerin biyolojik çeşitliliği bakımından karşılaştırıldığında, fauna biyolojik çeşitliliğinin de Türkiye’de oldukça yüksek olduğu göze çarpmaktadır. Veri eksikliğine rağmen tanımlanan canlı türleri içinde en büyük rakamı omurgasızlar grubu oluşturmaktadır. Omurgasız hayvan taksonu sayısı yaklaşık 19.000 olup bunlardan yaklaşık 4.000’i endemiktir. Bugüne kadar belirlenen toplam omurgalı hayvan sayısı 1.500’e yakındır. Omurgalılardan, 70’i balık türü olmak üzere 100’ün üzerinde tür endemiktir [Ref 43], [Ref 44]. Ülkenin dünyanın iki büyük kuş göç yolu üzerinde olması, kuşların beslenme ve üreme alanı olarak önemini artırmaktadır.

Türkiye’de biyolojik çeşitliliğin korunması çalışmaları, bu kavramın geniş kabul görmesinden uzun süre önce, 1950’li yıllarda başlamıştır. Türkiye’de Milli Park, Tabiat Parkı, Tabiatı Koruma Alanı, Doğal Sit, Yaban Hayatı Geliştirme Sahası, Özel Çevre Koruma Bölgesi, Muhafaza Ormanı, Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alan gibi değişik statülerde yerinde koruma alanları ilan edilmiştir. Türkiye’nin karasal korunan alan büyüklüğü, Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü tarafından 5 milyon 647 bin 568 hektar olarak tespit edilmiştir. Bu alanın ülke yüzölçümüne oranı %7,24'tür [Ref 45].

Türkiye’nin sahip olduğu zengin bitkisel çeşitlilik nedeniyle bitki genetik kaynaklarının muhafazası amacıyla 1964 yılında, dünyadaki ilk ülkelerden biri olarak, çalışmalar TKB’na bağlı Ege Tarımsal Araştırma Enstitüsü (ETAE) tarafından başlatılmıştır. Bu amaçla, Türkiye’nin değişik yörelerinde arama ve toplama çalışmaları yapılmış ve toplanan bitki örnekleri muhafazaya alınmıştır. ETAE halen bitki genetik kaynaklarının muhafazası amacıyla çalışmaları yürütmekte ve Türkiye’deki bitki genetik kaynaklarının toplanması ve muhafazası çalışmalarının koordinasyon merkezi olarak görev yapmaktadır. ETAE’de milli nitelikte bir gen bankası bulunmaktadır. Bundan başka Ankara Tarla Bitkileri Merkez Araştırma Enstitüsü’nde de bir tohum bankası vardır [Ref 46].

Biyolojik çeşitlilik, çoğu insan kaynaklı olmak üzere çeşitli nedenlerden dolayı azalmaktadır. Tarım alanları gitgide daralmakta, toprak ve su kaynakları hızla kirletilmektedir. Artmakta olan dünya nüfusuyla insanlığın yakın bir gelecekte şimdikinden daha büyük bir beslenme sorunuyla karşılaşması kaçınılmazdır. Biyolojik zenginliği azaltan nedenlerin kökeni ne olursa olsun onu korumak, yönetmek ve sürdürülebilir şekilde kullanmak yine insanların sorumluluğudur.

HİZMETE ÖZEL

Rev.No: 30 Tarih: 27.05.2015

162 / 644 HIDS-PRJ-TürkiyeÇölleşmeModeliRaporu

4.2.2.1.1 Sözleşmenin Tarihçesi

İnsan etkinlikleri sonucu oluşan kirlilik kadar, doğal kaynakların aşırı ve yanlış kullanımı nedeniyle küresel biyolojik çeşitliliğin 2020 yılına kadar %20’sinin kaybedileceği tahmin edilmektedir [Ref 47], [Ref 48]. Biyolojik çeşitlilikte meydana gelen kayıplar, bunların sağladığı ekolojik hizmetlerde de kayba neden olmaktadır. Bitkisel biyolojik çeşitlilik bakımından dünyanın en zengin ülkelerinden olan Türkiye, yerleşim, sanayileşme, turizm, madencilik, yol ve baraj yapımı, doğadan aşırı toplama, aşırı otlatma ve orman tahribatı gibi değişik olumsuz etkenler nedeniyle biyolojik çeşitlilik kaybıyla karşı karşıyadır.

Biyolojik çeşitlilik unsurları üzerinde küresel boyutta yaygın baskıları artıran süreçlerin hızlanmasına bağlı olarak 1987 yılında Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) tarafından başlatılan ve dört yıl süren bir çalışma sonunda Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’nin (BMBÇS) metni oluşturulmuştur. Rio de Janerio’da 1992 yılında gerçekleştirilen BM Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda biyolojik çeşitliliğin azalmasının eşgüdümlü uluslararası çabalarla önlenebilecek önemli bir sorun olduğu kabul edilmiş ve BMBÇS’nin de aralarında bulunduğu önemli küresel sözleşmelerin imzalanmasıyla sonuçlanmıştır.