• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

1.5. Türk Toplumunda Aile Yapısındaki Değişmeler

1.5.3. Evlilikle İlgili Değişmeler

Dünyanın en eski ve kalıcı kurumlarından biri olan evlilik, birbirinden farklı iki insanın paylaşmaya başladığı yeni bir yaşam dönemi olup iki insan için de hayatlarında radikal bir değişim sürecidir. Farklı ailelerden, farklı mekânlardan ve kültürlerden gelen iki insan aynı evi, aynı zaman ve mekânda paylaşmak zorunda kalacaktır. Bu değişimin problemsiz atlatılması için kişilerin birbirlerini iyi tanıyor olmaları, bu değişime hazırlıklı olmaları ve evliliğin sorumluluğunu kaldırabilecek olgunluğa ulaşmış olmaları gerekmektedir. Çünkü insanın psikolojik yapısı gereği hayatındaki her değişim stres kaynağıdır (Çiftçi, 2007: 3). Türkiye genelinde yapılan bir araştırmaya göre katılımcıların % 54,93'ü görücü usulü, % 45,07'si tanışıp anlaşarak evlenmişlerdir. Cinsiyet açısından bakıldığında ise erkeklerin % 52,17'si, kadınların ise % 37,79'u tanışıp anlaşarak evlenmişlerdir. Hem kentsel hem de kırsal alanlarda erkeklerin eşleriyle tanışıp anlaşarak evlenme oranının göreli yüksekliği söz konusu iken kadınlar için tam tersi bir durum geçerlidir. Kadınların kırsal ve kentsel alanlarda % 60'lara kadar görücü usulü ile evlendikleri görülmektedir (AAK, 1995: 110). Anlaşılan toplumda erkeklere daha çok özgürlük tanırken kadınlara karşı biraz daha kısıtlayıcı bir tutum içine girilmektedir.

Eş seçimindeki özgürlük modern ailenin bir özelliği olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak Türk ailesi eş seçiminde çeşitlilik göstermektedir. Özellikle kırsal kesimde evlilik kararında ailenin rolü oldukça önemlidir. Kırsal kesimde yaşayan ve ailelerinin rızasını alarak, birbirlerini tanıyarak ve severek evlenen gençler, kentlerde daha mutlu olmakta, aile içi şiddet ve geçimsizlik açısından daha problemsiz bir hayat yaşamaktadırlar. Örneğin, daha önce bir arada yaşamadıkları için huyu suyu ayrı olan insanlarla günün 24 saati, bazen küçük bir dairede, çoğu

zaman da bir gecekonduda bir ömür boyu kalmak üzere büyük kentlere getirilen bu genç gelinler, geldikleri yeni ortama uyum sağlamakta zorlanmakta, yaptıkları her hareket büyüklerin gözüne batmakta, çoğu zaman hiçbir ortak geçmişi olmayan kocalarının da desteğinden mahrum kaldıkları için, kendilerini evlendikten sonra birkaç ay içinde aile içi şiddet ve çatışmanın ortasında bulmaktadırlar. Bu durum ise aile içi şiddeti, istismarı ve kötü muameleyi beraberinde getirecektir. Türkiye'deki iç göçler sonucunda kadınların daha özgür olduğunu gösteren bir araştırma yoktur. Yurtdışında yaşayan genç kızların evliliklerinde de daha bağımsız hareket ettiklerine ilişkin bir algı oluşmuştur. Ancak, gerek yurtdışında gerekse yurtiçinde yaşayanlar açısından, her iki durumda da bir şekilde eşlere bağımlılık devam etmektedir. Yurtdışındaki Türkler arasında yoğun olarak görülen aile baskısından kurtulmak için önce evlenen, bu baskının kalkması ile de tekrar boşanarak özgürlüğünü kazandığını düşünen genç kızlarımızın yaşadığı olayların benzerleri artık Türkiye'deki büyük şehirlerimizde de karşımıza çıkmaktadır (Yılmaz, C., 2009: 230-31)

Ülkemizde genel olarak tek eşlilik yaygındır. Cumhuriyetten önce Osmanlı döneminde çok eşliliğin (karılık) yaygın olduğuna dair yanlış bir kanaat vardır. Erten'in (2001: 59) 17. Yüzyıl Konya Şeriyye Sicil Kayıtları'ndan verdiği bilgiye göre, erkeklerin % 87'si tek eşlidir. Çok eşlilik yaygın değildir. Söz gelimi Haim Gerber, 19. asır Bursa'sında terekesi taksim edilen üst sınıflarda bile ancak % 5 oranında çokeşli erkek tespit ediyor. Güney'in Türkmen aşiretlerinde Daniel Bates, bu oranı ancak % 3 olarak tespit ediyor (Ortaylı, 2001: 90).Çokeşlilik oranları bu kadar düşük olmasına rağmen, çağdaş edebiyatta oldukça abartılmış ve adeta tüm Osmanlı ve İslam toplumlarında çok yaygın bir olgu olduğu izlenimi verilmiştir. Osmanlı tarihi ve aile yapısı üzerine yapılan araştırmalar bu resmin gerçek değil, kurgusal olduğunu ortaya koymaktadır (Canatan, 2011: 108).

Türk toplumunda geleneksel olarak bilinen ve dominant olan yerleşim biçimi, babayerliliktir. Batı toplumunda başarı ve üstünlük çok baskındır. Çünkü toplum yapısı bireyci ve rekabetçidir. Türk toplumunda dayanışmacı ilişkiler hâkimdir. Doğu toplumlarında, toplum için çaba harcamak ve bu yönde toplumsal onay görmek çok önemlidir. Dolayısıyla Türkiye'de eş seçiminde ailelerin onayını almak çok önemlidir. Hatta diyebiliriz ki Türk toplumunda genç çiftlerin evliliği bir yana,

onların ötesinde "ailelerin evlenmesi" gerçekleşmektedir. Çünkü ailenin onayı bireyin evlilikle ilgili atacağı adımların belirlenmesini sağlamaktadır.

Ancak Cumhuriyet döneminde aile, maruz kaldığı değişimlerden dolayı yeni evlenen çiftlerin çoğunlukla yeni ev açmasına müsaade etmekte ve hatta yardımcı olmaktadır. Bazen ilk yerleşim biçiminde evlilik yaşamına başlayan çiftler, zamanla yeni bir ev açarak kendi yerleşim yerlerini ve biçimlerini de tercih etmektedirler (Canatan, 2011: 59). Araştırmamızın yapıldığı yer olan Konya ailesinde de gençler evlendiklerinde ilk olarak baba evine yerleşmekte, zaman içerisinde, ya kendi tercihleriyle ya da kendisinden sonra gelen kardeşine yer açmak için yeni yerleşim yerlerine gitmektedirler. Gençlerin ilk olarak baba evinde yaşamaya başlamaları, kimi zaman sıkıntılara, problemlere neden olsa da aileler gençlerin tecrübesiz olduğunu, "hayatın sillesini yemediklerini", ekonomik bakımdan yetersiz olduklarını veya kendilerine biraz hizmet ettikten sonra ayrılmalarının daha doğru olacağını düşünmektedirler.

Konya'da gençlerin evlilik kararında, yerleşim yerinin neresi olacağı önemlidir. Kızların kentlere gelin olarak gitme isteği vardır. Birçok nedene6 dayalı olarak kızlar, köy hayatı yerine kent hayatını tercih etmektedir. Yaptığımız bir görüşmede oğlunu evlendirmek isteyen birinin köyden birçok kıza talip olduğu; ancak kızın ailesi

6

Tarım ve hayvancılığın egemen olduğu kırsal uğraşı, bir gün bile tatil olmadan bütün yıl devam eden hayvan besleme, süt sağma, tarla sürme, bahçe yapma gibi sabah başlayan gece geç vakte kadar devam eden faaliyetler, altyapısı yeterli olmayan konutlarda yaşamaları, bu nedenle de çoğunlukla ev içinde suyun musluktan akmaması, aksa bile çoğu yerde tazyikli su olmadığı için sıcak su temininin güç olması, sıcak suyun olmamasına bağlı olarak (alım gücü ve parası olsa bile) çamaşır makinesi ve bulaşık makinesi alınıp kullanılamaması, neticede arzu edilen temizliğin kolay yoldan ve yorulmadan sağlanamaması, sosyal güvence olmayışı, hastalık durumunda çaresiz ve başkalarına muhtaç kalınacağının düşünülmesi, doğacak çocuklarının eğitim ve sağlık imkânlarından yeterince yararlanamayacağı endişesi, aylık sabit bir geliri olmayışı, kendi özel ihtiyaçları için hep başkalarına bağımlı olması, köylerde genç sayısının gittikçe azalması, arkadaşlık yapacak kimsenin kalmaması, kente giderse iş bulabileceği, böylece her ay sabit bir gelire kavuşacağı ve buna bağlı olarak da düzenli bir hayatının olacağı beklentisi, çalışma imkânı bulursa kazandığı paranın kendisinin olacağını düşünmesi, çalışma imkânı olmaz da ev hanımı olursa sabahtan aksama kadar evde kalacağı, daha az iş yapacağı, daha az yorulup daha çok televizyon seyredebileceğini hayal etmesi, kocası sabah ise gittiğinde aksama kadar kendisinin bağımsız kalacağı, kocası dışında kendisine karısan olmayacağı beklentisi, kentte daha serbest olacağı ve daha fazla hareket serbestliği kazanacağı hayali, kent ortamında köyde var olan baskılardan uzak kalacağı, böylece giyim kuşamında daha hür olacağı, kendini daha özgür hissedeceği beklentisi, sadece kayınvalide ve kayınpeder değil, aynı zamanda kendi anne baba baskısından da uzak olacağı, hatta bu yolla hiç bitmeyen “gelinlik vazifeleri”nden sıyrılabileceği düşüncesi, daha az çocuk doğuracağı, daha az yıpranacağı beklentisi, çocukları için daha iyi bir gelecek hayal etmesi, arzu ettiği tüketim mallarını özgürce sahip olma ve kullanabilme isteği, çocuklarını daha iyi okullara gönderebilme ihtimali, onları ancak kentte okutup adam edebileceğini düşünmesi, her halükarda kenti köyden daha iyi bir yer olarak algılaması vd. (YILMAZ, C., 2009: 229)

tarafından "damat adayının Konya'ya (kente) yerleşirlerse" uygun göreceklerinin kendilerine bildirildiğini söylemiştir. Kente yerleşmek için ekonomik bakımdan hiçbir sıkıntısı olmadığını belirten bu kişi, köyü tercih etmesinin nedeni olarak arazi ve hayvanlarla meşgul olacak ailesinden başka kişi olmadığından köyü tercih ettiğini ifade etmiştir. Birkaç kez görücü olarak gittikleri ailelerden olumsuz yanıt almıştır. Görüşme yaptığımız bu kişi, köydeki genç kızların "Şehre yerleşeyim, aç kalayım, öleyim, öleceksem şehirde öleyim." anlayışı olduğunu ifade etmiştir. Bugün ailelerin yerleşim yeri seçiminde şehirler cazip görünmekte, evlilik kararının oluşmasında ilk tercihler arasında yer almaktadır.

Gençlerin kent hayatını tercih etmelerini, aile yapısındaki değişmeleri Turinay (1996: 182-183) şöyle değerlendiriyor:

Birincisi, ekseriyeti itibariyle şehirlerde yaşayan ailelerimizde, ekonomi ve kazanç, genç insanların omuzlarındadır. Hâlbuki taşradaki hayatımızda "aile ekonomisi" bir bütün teşkil ederdi ve gayrimenkullerin mülkiyeti bütünüyle yaşlı insanda olurdu. Dolayısıyla ekonominin merkezinde, ailenin reisi olarak yaşlı insan vardı. Bu kişilerin konumu, aile içi ilişkileri, az çok bir bütünlük gösteriyordu. Bu ortadan kalkmış durumda artık. İşçi veya memur olarak gençler artık bir maaşa sahiptir. Bu tabii ki yaşlı kuşağın otoritesinin azalmasına neden olmaktadır. İkinci hususa gelince, gençlerde ailelerinden bağımsızlaşma dönemleri vardır. Bağımsızlaşma duygusu onun kişilik arayışlarıyla ilgili bir sorundur. Bu sıkıntı, aslında klasik ailelerimiz içerisinde de vardı. Ama problem bugünkü kadar ciddi değildi.