• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

2. ŞİDDET

2.2. Şiddet Olgusu ve Nitelikleri

Şiddet -her şeyden önce içerdiği anlamlar itibariyle- sertlik, katı davranış, kaba kuvvet anlamını taşır. Diğer taraftan duygu veya davranış bakımından aşırılık gibi dolaylı nitelemeler de şiddetin özellikleri arasında yer almaktadır.

Öncelikle şiddetin "doğal olma/tabiilik" özelliğinden bahsetmek gerekir. Doğa olaylarının gücü ve sonuçları deprem, sel, kasırga, tsunami gibi tabiî afetler insanla doğayı karşı karşıya getirmiştir. Şiddet olgusunun insana atfedilmesiyle birlikte şiddet kültürel bir özellik kazanmış, insanın doğayı dönüştürerek yarattığı kültürün içinde gelişmiştir. Doğal ve kültürel açıdan şiddet verili bir şeydir, kabule dayanır. Şiddet doğal olmanın yanında karşısındakinin zayıflığına istinaden gücü de içerdiğinden, aynı zamanda bir egemenlik aracıdır. Şiddet bulunduğu ortamı egemenliği altına alır (Kahraman, 2002:9).

Şiddetin niteliğiyle ilgili can alıcı noktalardan bir diğeri, kuşaktan kuşağa aktarılma özelliğidir. Aile içinde şiddete maruz kalan çocukların çoğu, büyüdüklerinde şiddet uygulayan eşlere ya da ana babalara dönüşmeseler de, şiddet uygulayan yetişkinlerin büyük bölümünde çocuklukta aile içi şiddete maruz kalma öyküsü saptanmıştır. Kuşaktan kuşağa aktarılan şey, her zaman basit bir yaklaşımla şiddetin kendisi değil, bu durumu çevreleyen duygusal atmosferdir. İlerleyen bölümlerde ele alacağımız "Ekolojik Teori"ye göre şiddet, bireyden başlayıp aile, çevre ve toplumla sonuçlanan, iç içe geçen dairelerde yaygın olan, aynı zamanda kuşaklararası transferle diğer kuşaklara aktarılan bir olgudur. İçselleştirilen öfke, korku ve çökkünlük duyguları kişinin tutum ve davranışlarını yaşam boyu etkileyebilmektedir. Şiddet ve ihmal sonucu oluşan intrapsişik yapı, çoğu kez yine çeşitli biçimleriyle şiddeti doğuran bir saldırganlık kaynağı yaratmaktadır (Vahip, 2002:314).

Şiddetin insanlar tarafından ilgi çekici özelliği, medya profesyonelleri tarafından görülmüş ve buna yönelik şiddet içerikli film, haber, reklam ve benzeri unsurlar gerek görsel gerekse yazılı medyada sıkça yer almıştır. Bu durum bize şiddetin tüketim aracı olarak sunulduğunu açık bir şekilde göstermektedir. Bu

bakımdan şiddet, çok satan bir piyasa ürünü olarak değerlendirilmektedir (Scognamillo, 1996: 361). Aynı zamanda şiddet kültürel değerlerin medya aracılığıyla yok edilmesine, insanların çeşitli problemlerinin sömürü aracı olarak kullanılmasına da izin vermektedir. Çünkü insanlık başlangıçtan günümüze, varlığından şikayet ettiği, ama aynı zamanda şiddet ortamını kendisinin oluşturduğu çelişik bir durumla karşı karşıyadır. Belki de bu nedenle, "şiddet olayları büyüleyicidir; hem ilgi çekerler, hem de nefret uyandırırlar" (Marvin, 1989: 148).

Medya, izleyiciyi maddi yaşamın sıkıntılarından yanılsamalı bir biçimde kurtararak büyülerken; diğer yandan da kültürel anlamda bir dizi çarpıklığa neden olmaktadır. Yeni elde edilen bu çarpık kültürel değerler ise oldukça sorunludur. Örneğin, "kendini gerçekleştirmek" yerine "görünmek ve algılanmak", "olmak" yerine "sahip olmak", "paylaşmak" yerine "bencilce kazanma hırsı" v.b. mesajlara meşruiyet zemini kazandırılmaya çalışılmaktadır. Bu tür amaca yönelmiş magazin programları sunduğu maddi vaatler ile, kimliğe özgü bazı varoluşsal değerlerin ve eleştirel bakış açılarının maddi bir kazançla mübadelesini amaçlamaktadır. Ayrıca bu magazin programları, gerek mahremiyeti teşhir etmede ve gerekse özel yaşamları kamusallaştırmada ahlaki açıdan hiçbir sakınca görmediği gibi, genç insanlara öğütlediği bazı yeni ve sorunlu erdemler nedeniyle de ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır (H.Köse, 2006: 61-62).

Diğer toplumsal olgularda olduğu gibi şiddet konusunda da Durkheimci bakış açısı şiddeti toplumsal kabullere göre niteler. Buna göre, mevcut bir toplumun normları şiddetin gerek kavranışını gerekse de değerlendirilişini belirler. Bu nedenle de şiddet, normlara bağlı olarak görecelidir (Michaud, 1991: 19). Bu durumda şiddet, toplumun kabul ve onayına bağlıdır.

Şiddet sadece bireysel değil, aynı zamanda toplumsal bir olgudur. Daha önceden şiddet olayları yasal çerçevede ele alınırken, günümüzde bir insan hakları ihlali olarak görülmektedir. Şiddetin diğer bir özelliği de cinsiyete özgü olmaması, hem kadın hem de erkek tarafından şiddeti -farklı ton ve renklerde de olsa- uygulamasıdır. Erkekler biyolojik yapıları itibariyle fiziksel şiddeti daha kolay ve sık uygularken; kadınlar psikolojik, sözel şiddeti daha sık uygulamaktadır. Şiddet aynı zamanda ilk uygulanışından itibaren diğerlerinin devamını sağlayıcı, tetikleyici bir niteliğe sahiptir. Şiddete uğrayan mağdurun hem eşinden hem de diğer aile

bireylerinden şiddet görme ihtimali yüksektir. Bu bakımdan şiddet aynı zamanda şiddeti doğurur diyebiliriz. Şiddetin nasıl gelişeceğinin önceden kestirilememesi de şiddetin bir özelliğidir.

Diğer taraftan şiddet, geçmiş zamanlara ait arkaik bir olgu değildir. Yani şiddetin insanlığın gelişimiyle yok olacağı iddiası gerçekleşmemiştir. Aksine her geçen gün kendini toplumsal şartlara göre yenileyen, teknik ve bilimsel gelişmelere kendini adapte eden bir olgudur. Geçmişte kılıçlarla birbirini imha eden insanlık, günümüzde savaşlarda kullanılan kitle imha silahlarıyla toplu katliamlar yaşamaktadır. Aile içinde ise eşlerin birbirlerine yönelik, kameralı kayıt, şantaj, cinsel yaşamı internet ortamında teşhir ve tehdit gibi çeşitli insanlık onuruna sığmayan eylemleri yeni şiddet araçları haline getirmişlerdir. Bu da bilim ve teknoloji alanında insanlığın ilerlemesine karşılık şiddetin sürdüğünü, insanlığın gelişmesine paralel şiddetin de kendisini geliştirdiğini göstermektedir.

Fiziksel şiddet dışarıda bırakılırsa, şiddet; ölçülemeyen, görülemeyen niteliklere de sahiptir. Özellikle aile içi şiddet ayıplanma, kınanma vb. endişelerden dolayı gizlenmekte, toplumsal baskı şiddetin varlığını ortaya koymayı engellemektedir. Aynı zamanda kadın ve erkeğin eşit yaşam koşullarında olmaması şiddetin hem gizlenmesine hem de sürmesine hizmet etmektedir. İyi, kötü, güzel, çirkin gibi nitelemelerin kişiye göre değiştiği göz önünde bulundurulursa, şiddetin ölçülmesinin zorluğu kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Toplumumuzda kimine göre "sırtında sopanın kırılması" şiddet olarak algılanırken, kimine göre "incitici bir söz" şiddet olarak kabul edilmektedir.

Belli bir süre şiddete maruz kalan bireyin -şayet durumunu değiştirecek ortam mevcut değilse- mevcut durumu kabullenecek ve yeni şiddet durumlarını kabullenmesi kolaylaşacaktır. Şiddet, kendini kolayca kabul ettiren bir olgudur. Yani aile içindeki şiddete görsel ya da işitsel olarak tanık olmak; bir anlamda "sessiz", "unutulmuş" ya da "görünmez" kurbanlar olmak anlamına gelmektedir (Vahip, 2002:317).

Yukarıda ifade ettiğimiz şiddetin mahiyeti hakkında tam bir uzlaşmanın sağlandığını söylemek zordur. Ancak aile içi şiddetin çeşitli özellikleri bulunmakla birlikte, özet olarak şu temel nitelikleri sıralanabilir (TBMM, 2006):

• Üzerinde konuşulan şiddet, canlılarda türün devamını sağlamak ve hayatta kalabilmek için ortaya çıkan saldırganlıktan farklıdır.

• Şiddetin uygulayıcılarının genelde erkek olması, şiddet içerikli davranışların insanda sadece içgüdüsel olarak ortaya çıkmadığını göstermektedir.

• Şiddet her zaman kişiden kişiye doğrudan uygulanmaz, bu nedenle sadece insan fizyolojisi ya da psikolojisi ile de açıklanamaz.

• Genel olarak şiddetin, egemenlik ilişkilerinin sürdürülmesi amacı ile kullanılan bir yöntem olduğu düşünülmektedir. Şiddet, güçlüden güçsüze doğru sahip olunan güç ya da kudretin egemenlik kurma amacıyla kullanılması olarak ifade edilebilmektedir.

• Bugüne kadar yapılmış olan araştırmalardan elde edilen bulgulara göre bireysel ve toplumsal nedenler şiddeti ortaya çıkarmaktadır.

• Şiddet, çok değişik türlerde ortaya çıkmaktadır ve şiddet türlerinin kendi içerisinde durumu, yaşanılan sosyo-kültürel yapıyla ilişkilidir.

• Şiddet türlerinin ortaya çıkış sıklığı, tarihsel süreç içerisinde var olan konjonktüre bağlı olarak değişim göstermektedir.

• Şiddet, farklı türleri olsa da, çözüm için bütün şiddet tiplerinin bir arada düşünülmesi gerekmektedir. Yani şiddetin fiziksel yönü göz önüne alınıp çeşitli hukuki düzenlemelerin yapılmış olması, engelleme, baskı, küfür, hakaret, bağımlı kılma gibi diğer şiddet davranışlarını da içeren bir çözüm yolunun bulunması gerekir. Bu bakımdan, son dönemlerde yapılan aile içi şiddetin önlenmesine yönelik atılan adımların daha dikkatli değerlendirilmesini gerekli kılmaktadır (Damka, 2009: 13).

Sonuç olarak şiddetin, hem şiddete başvuranlarda hem de şiddet mağdurları üzerinde fiziksel, psikolojik, ahlaki, manevi vb. tahribatlara yol açacağı söylenebilir. Şidde; yaşandığı dönem, toplum ve kültüre göre farklılıklar sergilemektedir. Bu bakımdan şiddet kavramıyla ilgili çeşitli problemlerin ele alınması gerekmektedir.