• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

2. ŞİDDET

2.3. Şiddet Kavramı İle İlgili Problemler

Her toplumun yapısal ve kültürel özellikleri ile toplum tarafından benimsenen değer yargıları, bir davranışın şiddet olarak kabul edilmesiyle yakından ilgilidir. Durkheimci perspektiften bakıldığında şiddet olarak kabul edilen bir davranış, toplumun geneli tarafından belirlenmiştir. Şiddet içeren davranış bir kültürden

diğerine farklılıklar gösterirken; toplumun bütün katmanlarında -özellikle medyada- şiddet içerikli haberlerin sıkça yer alması, şiddet içerikli davranışların sıklığı, suç işleyenlerin yakalanması, medyanın suç kabul edilen bazı şiddet içerikli davranışları daha sık ve vurgulayıcı biçimde ortaya koyması bireylerin şiddet algısını etkilemektedir. Bir ileri adımda izleyicilerin daha önce hiç görmediği/düşünmediği işkence biçimlerinin açıklıkla sergilenmesi, dizilerde yer alan kahramanların problem çözme aracı olarak sıklıkla şiddete başvurması gibi faktörler toplumda şiddetin algılanmasını etkilemekte, şiddetin ne olduğu konusunda kafa karışıklığına neden olmaktadır. Dolayısıyla, bir davranışın şiddet olarak algılanması, toplumdan topluma farklılıklar gösterirken aynı toplum içerisinde dahi farklılıklar gösterebilmektedir.

Şiddeti tanımlamanın birçok yolu bulunmakla birlikte, şiddetin kim tarafından ve hangi amaç için tanımlandığı da önemlidir. Örneğin bir devlet kurumu tarafından tutuklama veya suçlama amacıyla kullanıldığında şiddetin tanımı, şiddete yönelik müdahalelerde bulunan sosyal hizmetlerin bakış açısından farklı olabilmektedir. Şiddetin tanımı; şiddete maruz kalmış bireylerin davranışlarından toplumun bu olaya bakış açısına kadar birçok değişkeni içerisinde barındırmaktadır. Turam'a göre şiddet duygusu ile şiddet davranışı da birbirinden oldukça farklıdır ve iki kavram arasında kesin bir ayrım yapılması gerekir. Çünkü iki çocuğun oyuncak yüzünden birbirlerine vurmaları ile bir yetişkinin diğerini öldürmesi aynı şiddet durumunu karşılar ve her ikisi de şiddettir. Davranışa dönüşmedikçe şiddet duygusunun her bireyde olması doğaldır; çünkü saldırganlık insanlığın doğasında bulunan bir güdü (Turam, 1996: 397), belli bir noktaya kadar da yaşamını sürdürmek için gerekli davranışların itici gücüdür (Köknel, 1996: 22).

Şiddetin insana özgü olduğu, örneğin sel, deprem gibi doğal afetlerin şiddet olarak nitelendirilmediği öne sürülmüştür. Şiddeti uygulayan insan olduğunda, insanın bu eylemini uygar toplumlarda yasalar cezalandırır. Hatta daha çok bedensel saldırı (cinayet, yaralama, ırza tecavüz, silahlı saldırı, gasp vs.) olarak anlaşılan şiddeti yasalar ağır suç olarak görür (Çiçek, 2009: 62).

Şiddet kavramıyla ilişkili ancak şiddetten farklı olan kavramlar bazen şiddet yerine kullanılmaktadır. Bunlardan biri olan istismar, bir nesnenin ya da kişinin zayıflığının kötüye kullanılması ve bu davranışın bilerek ya da bilmeyerek sürdürülmesi olarak tanımlanmaktadır. Saldırganlığın duygusal tanımı, öfke

duygusunun yol açtığı bir davranış olarak tarif edilir. Engelleme saldırganlığın meydana gelmesinde önemli bir etkendir. Saldırgan davranışın temelinde mutlaka bir engellemenin olduğu ileri sürülmektedir. Engellemenin saldırganlık için basit bir uyarıcı olduğu ve organizmayı saldırgan olmaya hazırladığı öne sürülmektedir (Balcıoğlu, 2011: 21).

Şiddet tanımlarındaki en karmaşık boyut, niyet'in yönüne yönelik kasıtsız/bilmeden-bilerek/kasıtlı olarak kavramlarıdır. Davranışla ilgili 'kasıt' ile sonuca yönelik 'kasıt'ın aynı şey olmadığına dikkat çekilmektedir. Şiddet kullanımı bilerek, istemli, kasıtlı olabilir ama yol açtığı hasar bilmeden, istenmeden gerçekleşmiş olabilir. Bu bağlamda, boğa güreşlerinde boğanın öldürülmesini İspanyollar sevinç nidasıyla karşılarken, farklı kültürdeki bireyler bunu cinayet olarak algılayabilir. Boks müsabakasında bir sporcunun diğerini yumrukla yaralaması da şiddet sayılmamakta; en azından yasal açıdan suç sayılmamaktadır. Bu da şiddet kavramının anlaşılmasını zorlaştırmaktadır. Bu nedenle bir eylemin şiddet olup olmadığını belirleyen bir etmen de şiddetin sergilendiği yer, zaman ve durumdur. Bir yumruk bazen şiddettir, bazen de değildir. Bu, şiddetin anlaşılmasını zorlaştırdığından, tartışılması gereken bir konudur. Bu durumda şiddeti belirleyen adeta niyet oluverir. Diğer taraftan niyete göre şiddeti belirlemek de mümkün değildir. Şiddetin karmaşıklaşmasına neden olan da, hakkında kesin hüküm verilmesini engelleyen de irdelenmesi gereken bu verilerdir (Çiçek, 2009: 62; Daryal, 2009: 177-198).

Etkileşim halinde olup farklı değer algılamalarına sahip bireyler veya kurumlar, kasıt unsuru gözeterek karşısındaki birey ya da gruplara zarar veriyorsa, bu durumda şiddetin varlığı söz konusudur. Kasıtlı davranışlardan hareketle çatışma kavramı konuya dahil edilebilir. Toplumun kendi içerisinde gelenek, adet, töre, hukuk gibi kültürel ve hukuksal yapıları mevcuttur. "Her toplum kendi gerçekleriyle, kendi kültür yapısıyla, kendi kural ve kaideleriyle, kendi toplumsal anlayışıyla kendine özgü bir tarzda şiddeti biçimlendirmektedir" (Somersan,1996; 50). Bu yapıların genel kabul gören norm ve davranışlarının dışına taşma durumu söz konusu ise orada da şiddetin varlığından söz edilebilir. Kısacası şiddet, meşru olarak nitelendirilmeyen eylemler olarak ele alındığında, incelenen herhangi bir araştırma evreninde meşruluğu olmayan, genel kabul görmeyen veya yadırganan amillerin

bütününü kapsayacak şekilde, ortak noktalara atıfta bulunur. Homojen toplum yapılarında meşruluk sorunu daha iyi belirlenebilmektedir. Aynı şekilde, kültürel ve etnik çeşitliliğin olduğu heterojen özellikteki toplumsal yapılarda ise niyet / kasıt unsurları dikkate alınmalıdır. Dolayısıyla, şiddet bireysel kullanım için de kurumsal kullanım için de el altında bir araçtır. Bu nedenle şiddet, ancak her toplumun kendine özgü bir yolla biçimlendirdiği kurallarla yarattığı karşıtıyla ilişkisi içinde anlaşılabilir (Copet-Rougier, 1989: 90).

Şiddetin ne olduğunun anlaşılmasında görülen zorluğun yanında çok çeşitli biçimlerde anlaşılmasına neden olan etkenlere şunları da ekleyebiliriz (Polat, 2004: 57-59):

1. Öncelikle vurgulanması gereken karşılıklı ilişkiler ortamının karmaşık yapısıdır. Burada pek çok sorumlu bulunabilir. Böylece sorumlu sayışı arttıkça sorumluluk bölünür, dağılır ve azalır. Bu durumda şiddet olayı, iki düşmanın çarpışması olmaktan çıkar; adsız (anonim) bir düzeneğin, sorumluluğunu kimsenin yüklenmediği bir etkinliği haline dönüşür. 20. yüzyıl soykırımları, Sovyet ve Nazi kampları bunlara iyi bir örnektir.

2. Elleriyle öldürmek, kurşunlamak ile bir bombalama emrini imzalamak aynı şey değildir. Teknoloji alanındaki ilerlemeler şiddet eylemlerinin giderek daha özgün yöntemlerin kullanımıyla dolaylı yollardan gerçekleştirilmesini sağlamıştır.

3. Zamanlama, yani şiddetin zaman içindeki yayılımıdır. Şiddet eylemi bir kerede (toptan), kademeli, hatta hissettirmeden (zamana yayılmış olarak) gerçekleştirilebilir. Doğrudan öldürmek kadar, açlıktan ölmeye terk etmek veya yetersiz beslenme koşulları yaratmak da olasıdır.

4. Bir başka boyut da verilebilecek zararın çeşitliliğidir. Ağır veya hafif bedensel zararlar, ruhsal veya maddi zararlar, mala verilebilecek zararlar. Maddesel ve bedensel olanlar görülebildikleri için en önemli zararlar olarak algılanmaktadırlar, fakat ruhsal ve bedensel zulüm, sürekli baskı ve tehdit, geleneklere ve inançlara saldırı da çok ciddi boyutlara ulaşabilir.

Şiddet kavramıyla ilgili diğer bir problem, son yirmi-otuz yılda 'aile içi şiddet' teriminin gelişmesinde olduğu gibi, askeri ceza hukukunun temel alanlarından hayatın diğer alanlarına ve başka eylem biçimlerine genişletilmesi sırasında ortaya çıkmıştır. Ünsal'ın da işaret ettiği gibi, şiddet kavramı ana özellikleri ne olursa olsun,

zamana ve topluma göre değişir. Osmanlı dönemindeki şiddet ile günümüz Türkiye'sindeki şiddet aynı kefeye konulamaz. Toplumlar değiştiği gibi, normları da doğal olarak değişmektedir (Kocadaş ve ark. 2010: 10). Bu tür mekânsal ve zamansal değişiklikler, şiddetin kuramsal olarak değerlendirilmesi çabalarının kaçınılmaz olarak daha karmaşık, daha sıkıntılı bir hale gelmesine yol açmıştır. Ancak yine de terimin özgün ve asli anlamını korumak gerekmektedir. Gevşek eğretilemeler (belge ya da anlaşmalar "ihlal edildi", bir şeye "şiddetli tepki gösterildi", o "şiddetle sarsıldı" derken ya da ihtiraslı ve ölçüsüz bir kişi için "şiddetli" derken yapıldığı gibi) kullandığımızda terimi çarpıtmış oluyoruz. Dahası sanki insanlar birer mülkiyetmişçesine, şeylere yönelik şiddetin insanlara yönelik şiddetle bir ve aynı olduğu inanışında olduğu gibi, yanılgılı ve yaygın ön kabullerle terimin ağırlığını azaltıyoruz (Keane, 1998: 67). Çünkü bu durum her toplumun kendine has iç dinamikleri, gelişme seyri ve bakış açılarının farklılığı ile sosyo-kültürel ve sosyo- ekonomik özelliklerini şekillendiren etmenlerin çokluğundan ve çeşitliliğinden kaynaklanmaktadır. Bir davranışın herhangi bir sosyal yapı içerisinde şiddet olarak nitelendirilmesinin, niyet ve meşruiyet kavramlarının göz önünde bulundurulmasıyla mümkün olabileceği öne sürülmüştür. Buna göre bir eylemin şiddet olarak kabul edilmesinde; niyet, toplumsal onaylama, uluslararası uzlaşma ve bireysel nedenler gibi kriterler öne sürülebilir (Cengiz, 2008: 8). Üzerinde uzlaşılmış kavramsal bir çerçeve olmamasına rağmen, şiddetin bireylerin gelişimlerini engelleyen her türlü tehdit algılamalarını kapsadığı hususunda görüş birliği vardır. Bir davranışın şiddet olarak algılanması için iki kıstas yeterli görülmektedir. Bunlar 'niyet' ve 'meşruiyet' kavramlarıdır. Farklı kültürel öğelerin etkileşim haline geçtiği veya farklı toplumsal mozaiklerin iç içe yaşadığı ortamlarda, davranışın öteki üzerinde şiddet olarak nitelendirilmesi, ancak eylemi gerçekleştirenin niyetinin anlaşılması ile mümkündür. Şiddet karmaşık ve çok boyutlu bir olgu olduğundan önemli bir toplum sağlığı sorunu olarak da kabul edilmektedir (Vatandaş 2003).

Dönmezer'e göre şiddet, gücün ve kuvvetin hukuka aykırı olarak kullanılmasıdır. Bu durumda şiddet, kuralla zıtlaşan insana özgü eylemdir. Şiddete başvurmada toplumsal normlara, hukuk kurallarına saldırı niyeti ve kastı vardır. Bu sebeple örneğin, dikkatsizlikle trafik kurallarını ihlal ederek yaralanmalara veya ölümlere sebebiyet veren kimsenin taksirli eylemi şiddet sayılmaz. Yine aynı

sebeple, cebir ve kuvvetin savaş kuralları çerçevesinde kullanılması şiddet olmadığı gibi; kolluk güçlerinin, kanunların tanıdığı sınırlar içinde kalarak görevi gereği kullandığı kuvvet, şiddet oluşturmaz (Dönmezer, 1996, 215-16). Anlaşılan kanunlarla çerçevelenmiş eylemler şiddet sayılmamakta, kanunların tanıdığı sınırların aşılması durumunda yapılan eylemler ise şiddet olarak kabul edilmektedir.

Diğer bir konu da şiddetin hangi ölçüde saldırgan olduğudur. Saldırı amaç değil araç olabilmektedir. Kurmak için yıkmak üzere zora başvurulabilir. Zor kullananlar, düzene zarar vermeyi değil; düzeni arındırmayı, düzeltmeyi, frenlemeyi, yeniden kurmayı veya restore etmeyi istiyor olabilirler. Bunun en güzel örneğini savaşlar oluşturmaktadır. Bazı kültürler amaç olarak şiddeti kınar, ama araç olarak şiddeti mazur görebilir veya meşru bulabilir. Bir cerrahın kullandığı bıçak, bir katilin kullandığı bıçaktan daha az saldırgandır. Aynı şekilde polisin kullandığı zor, eşkıyanın kullandığı zordan daha az saldırgandır. Genellikle, "meşru" şiddetin "gayrimeşru" şiddete göre daha sınırları belli, formel olarak daha organize ve düzenlenmiş olduğu söylenebilir (Copet-Rougier, 1989: 69; Halıcı, 2007: 54).

Yapılan şiddet tanımlarında görülen temel zafiyet; ortaya çıkan durumun şiddet olarak nitelendirilmesinin kimi zaman etkinlik kazandığı sosyal bünyelerde normal karşılanmasına rağmen, o kültürün temel kodlarına vakıf olmayan 'öteki' toplumsal yapılar tarafından yadırganmasıdır. İspanyada her yıl yapılan boğa güreşleri hakkında Marvin'in (1989: 149) yapmış olduğu bir araştırma, İspanyolların 'La Fiesta Nacional (Ulusal Şenlik)' gösterilerini normal karşılamalarına ve şiddet ile ilişkilendirmemelerine karşın, İspanyalı olmayanların gösterilere bakışında farklı algılamaların olduğunu göstermiştir. Çocukların küçük yaşlardan itibaren ayrı odalarda yatırıldığı ABD'de normal karşılanan durumun, farklı kültürel yapılarda çocuk istismarı sayılması konunun makro düzeyde değil ama mikro ölçekte ele alınmasını anlamlı kılmaktadır.

Şiddetin günümüzde "her yerde var" olduğu görülmektedir. Şiddet ilk olarak aile içinde kendini çocuğa ve kadına tanıtmaktadır. Sonra yaşanılan çevrede karşımıza çıkmaktadır. Kaçınılmaz olarak da kitle iletişim araçlarında şiddetle sürekli ve düzenli olarak karşılaşılmaktadır. Ailenin de kitle iletişim araçlarının da şiddeti çocuklara, gençlere ve yetişkinlere tanıttığı, sergilediği ve onları şiddetle eğittiği inkar edilemez bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır. Bunun

gerekçesini tüketim toplumu olmanın bir gerekliliği olarak göstermek yanlış olmayacaktır. Aile içinde, günlük yaşamda ve insan ilişkilerinde şiddeti bulmak olasıdır. Aynı nedenden ötürü, yani tüketim toplumunun özelliklerinin şiddeti giderek içermesine dayanarak insanların eğlence aracı olarak kullandıkları yollardan biri de şiddettir. Bu bakımdan şiddet, bir eğlence aracı olarak iyi satmakta, tüketim malzemesi olarak bolca kullanılmakta, her geçen gün çeşitlenmekte, ambalajlar içinde insanlara sunulmaktadır. Tüketim kültürü toplumsal alanda var olan ve değer ifade eden her şeyi bir tüketim malzemesi olarak değerlendirmekte, dolayısıyla aileden dine ve ahlaka kadar her şey bir tüketim malzemesi olarak görülmektedir. Bu değerler 'şiddet' ile harmanlanarak TV. showlarında, kadın programlarında, yazılı ve görsel medyada yeni ve farklı biçimlerde yerini almaktadır.