• Sonuç bulunamadı

1. KORKU VE YALNIZLIK

1.1 HAYATI

1.1.4. Evliliği ve Ölümü

Sabahattin Ali çocuk yaşlarında bulamadığı anne şefkati sebebiyle ömrünün sonuna kadar duygusal bir yalnızlık hisseder. Bu yalnızlığı gidermek ve içinde bir türlü tamamlanmayan boşluğu doldurmak için hayatına giren hemen her kadından sevgi ve ilgi

80 Hıfzı Topuz, a. g. e. , s.83

81 Ramazan Korkmaz, Sabahattin Ali İnsan ve Eser, Kesit Yayınları, İstanbul 2016, s.53

bekler. O bu durumu ‘’15 – 16 yaşımdan beri şöyle bir haftacık olsun âşık olmadan durduğumu hatırlamıyorum’’82 diyerek açıklar.

En büyük aşkı ve sevgili eşi Aliye Hanım ile 1933 senesinde tanışsalar da evlilikleri 1935 yılını bulur. Aliye Hanım ilk tanışmalarını şu şekilde açıklar: ‘‘Tahminen 1933 senesi.

Eşim Sabahattin Ali İstanbul’da oturan Gülhane Hastanesi Baş eczacısı Salih Başotaç’ın evine misafir olarak gelmişti. Sabahattin ile tanışmam o aile ile komşuluk dolayısıyla oldu.’’83

Bu ilk tanışmanın ardından Sabahattin Ali, Yozgat, Aydın ve Konya’da öğretmenlik yapacak bu arada da hayatına giren başka kadınlara da âşık olacak ama nihayet sonunda Aliye Hanımla evlenmek isteyecektir. Evliliklerine Aliye Hanım’ın babası karşı çıksa da Aliye Hanım’ın ısrarı karşısında babası da rıza gösterir. Aliye Hanım aralarında evleninceye kadar ikinci bir karşılaşmanın olmadığını ancak Sabahattin Ali’ye kör kütük âşık olduğunu söyler.

‘‘İkinci mektubu ile birlikte Değirmen, Dağlar ve Rüzgâr kitabını gönderdi. Bu şiirleri ve hikâyeleri okuyunca Sabahattin’e körkütük âşık oldum, o da herhalde beni beğeniyordu ve bana güzel mektuplar yazmakta devam ediyordu.’’8416 Mayıs 1935 yılında Kadıköy Evlendirme Dairesinde nikâhlanırlar. Nikâhtan sonra Ankara’ya dönerler. Aliye Hanım, Sabahattin Ali’nin Ankara’daki çevresine çok çabuk uyum sağlar. Sabahattin Ali’nin o güne kadar yaptığı görüşmeler artık ailece yapılır. Pertev Naili Boratav, Muvaffak Şeref, Mehmet Ali Cimcoz, Rasih Nuri İleri, Niyazi Ağırnaslı, Ayşe Sıtkı İlhan, Niyazi Berkes ve aileleri çiftin en yakın aile dostlarıdır. Ankara Palas’taki yemek davetleri, kır gezileri, akşam yemekleri bu günlerin vazgeçilmezleridir. Muvaffak Şeref o dönem Ankara’sında yakın ilişkiler kuran bu dost ailelerin gece gündüz bir arada olduklarını söylüyor ve yaptıkları kır gezilerinden şu sözlerle bahsediyordu; ‘‘özellikle tatil günleri kırlara gidiyorduk. Çünkü doğaya tutkunduk. Belki de eğilimimiz gereği doğaya tutkunduk, belki toplumda bulamadığımız özgürlüğü doğada bulduğumuz içindir ki doğaya açılıyorduk.’’85

30 Eylül 1937’de kızları Filiz dünyaya gelir. Sabahattin Ali kızına son derece düşkündür. Kızının sıhhati başta olmak üzere, yemeği, uyku saati her şeyiyle bizzat kendisi ilgilenir. Filiz Ali artık bu neşeli gecelerin vazgeçilmez bir parçası olur.

82 Sevengül Sönmez, A’dan Z’ye Sabahattin Ali, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2017, s.59

83 Filiz Ali, Atilla Özkırımlı, Sevengül Sönmez, Sabahattin Ali – Anılar, İncelemeler, Eleştiriler, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2014, s.36

84 Filiz Ali, Atilla Özkırımlı, Sevengül Sönmez, a. g. e. , s.37

85 Filiz Ali, Atilla Özkırımlı, Sevengül Sönmez, a. g. e. , s.105

1946 senesinden sonra o neşeli günler geride kalır ve Aliye Hanım’ın tarifi ile sıkıntılı ve acı dolu günler86başlar. Sabahattin Ali hakkında açılan davalardan ve sürekli hapse girip çıkmaktan iyice bunalır. Gazetecilik faaliyetleri de engellenince nakliyecilik işine girer. Bu iş çok sevdiği okuma ve yazma imkânını elinden alır. Daha da önemlisi eşi ve biricik kızından ayrı kalmak zorunda kalır.

Hassas, duygulu ve sanatkâr bir ruha sahip olan Sabahattin Ali, kısacık ömrüne neredeyse rahat yüzü görmemiş denecek kadar sıkıntı yaşar. Bu sıkıntıların çoğu mahkeme koridorlarından geçer. Devamında da aylar süren hapislik hayatı başlar. Tüm bu kavgalar, çekişmeler, davalar, takipler ve tutsaklıklar Sabahattin Ali’yi çok yorar. Huzurlu bir ortama bu günlerde daha çok ihtiyaç duyar. Bu ihtiyacı kendinden çok kızı ve karısı Aliye Hanım’ı rahat ettirebilmek için hisseder. Kendisinin tek gayesi rahat okuyabilmek, sakince yazabilmek ve özgürce kitaplarını bastırabilmektir. Bunları Türkiye’nin o günkü koşullarında yapamayacağından emindir. Bu sebeple yurt dışına kaçma fikrini düşünmeye başlar. Yardım için aklına ilk gelen isim, Üsküdar Paşakapısı Cezaevinde yatarken tanıdığı ve bir kaçakçı şebekesinin elemanı olan Berber Hasan’dır.87Berber Hasan, Sabahattin Ali’yi eski bir asker olan ve ordudan atılan Ali Ertekin’le tanıştırır. Ali Ertekin’in görevi Sabahattin Ali’ye kaçışı esnasında rehberlik etmek ve onu Bulgaristan sınırından geçirmektir. Bir iki görüşmeden sonra anlaşırlar. 31 Mart 1942 günü Kırklareli’ne doğru yola çıkarlar. Sabahattin Ali hemen aynı gün sınırı geçmek istese de Ali Ertekin bir gece sınırın Türkiye tarafında kalıp tam zamanını kollamanın faydalı olacağını söyler ve Sabahattin Ali’yi ikna eder. Kırklareli’nin Üsküp Nahiyesine bağlı Sazara köyünün çatağında geceyi geçirmeye karar verirler. 1942 yılından bugüne kadar failleri bulunamayan o feci cinayet işte o gece işlenir. Ali Ertekin, Sabahattin Ali’yi katleder. Ölüm olayı, Çoban Şükrü’nün Üsküp Nahiyesi Jandarma Komutanlığı’na 16 Haziran 1948 günü gelerek Kırklareli’nin Üsküp Nahiyesi’ne bağlı Sazara köyü yakınlarında ‘‘dört-beş ay önce’’ öldürüldüğü tahmin edilen bir ceset gördüğünü haber vermesi ile ortaya çıkar.88 Sabahattin Ali’nin kimliğini öğrenmesi üzerine cinayeti milli duygular ile işlediğini ifadesinde beyan eden Ali Ertekin bunun dışında hiçbir şey söylemez.

Ailesi, dostları ve yakın çevresi bunun bir kişinin basitçe tasarladığı bir cinayetten çok daha planlı ve kapsamlı bir infaz olduğunu düşünse de hiçbir şey ispat edemezler. Olay bir süre gazete manşetlerinde haber olduktan sonra unutulur. Zanlı dört yıl hapse mahkûm edilir. İki yıl sonra çıkan aftan faydalanarak salınır.

86 Filiz Ali, Atilla Özkırımlı, Sevengül Sönmez, a. g. e. , s.44

87 Ramazan Korkmaz, Sabahattin Ali İnsan ve Eser, Kesit Yayınları, İstanbul 2016, s.57

88 Ramazan Korkmaz, a. g. e. , s.59

Sabahattin Ali’nin cesedinden geriye kalanlar, Beypazar ve Üsküp kazaları arasında kalan Sazara köyü yakınlarındaki Palamuttepe’de Öksüz Çatak Mevkii’nde, yani cinayetin işlendiği yerde gömülü kalmıştır. Burası zamanla köylüler arasında ‘‘Sabahattin Ali Çatağı’’

olarak anılmaya başlanmıştır. Filiz Ali, Temmuz 1993’te babasının öldürüldüğü çatağa Sabahattin Ali’nin dizelerinin yazılı olduğu bir taş koydurmuştur. Taşın tasarımını mimar Ersen Gürsel yapmıştır.

Başım dağ, saçlarım kardır Benim meskenim dağlardır89

Sabahattin Ali henüz olgunluk çağı eserlerini veremeden ve kafasında tasarladığı hikâye ve romanları okuyucuları ile buluşturamadan hayattan, kızından ve eşinden koparılır. Geriye duygulu ve içten mektupları, hayatın içinden kaleme aldığı hikâye ve romanları, sevda kokan, hasret dolu şiirleri kalır.