• Sonuç bulunamadı

Annesi Fransız ve babası Rumen olan Eugène Ionesco, 26 Kasım 1909 tarihinde Romanya’nın Slatina şehrinde dünyaya gelmiştir. Her ne kadar halen doğum günü ve yılı ile ilgili bilgi karmaşası yaşansa da Montparnasse Mezarlığının altıncı bölümünde bulunan mezarının taşından da anlaşılacağı üzere doğum yılı 1909’dur. Ortodoks takvimine göre de 13 Kasım doğumludur. Ailesiyle 1913 yılında Fransa’ya göçtü. Çocukluğu ilk önce Paris, daha sonra Mayenne şehrinin La Chapelle-Anthenaise kasabasında geçmiştir. 1925 yılında anne ve babasının boşanmasının ardından babasıyla birlikte Romanya’ya döner. Burada, orta öğretiminden sonra lisans eğitimini de Bükreş Üniversitesinde Fransız Dili ve Edebiyatı üzerine yapar. Eğitimi esnasında, birçok eserinde de izlerini taşıyacağı Rumen asıllı Fransız düşünürler Emile Cioran ve Mircea Eliade ile tanışır. Eğitimini tamamladıktan sonra Fransızca Öğretmenliği yapmaya başlar. Daha sonra, 1936 yılında Rodica Burileanu ile evlenir. Bu esnada, Ionesco’nun bulunduğu yerlerde, savaşın tüm izleri ve İkinci Dünya Savaşı’nın sesleri hakimdir. 1938’de Paris’te Baudelaire’den Bu Yana Modern Fransız Şiirinde Günah ve Ölüm konulu doktora tezi hazırlamak üzere Fransız Kültür Merkezinin bir bursunu kazanır. Aynı yıl Romanya’daki artan faşist atmosfer Ionesco’yu rahatsız eder. Hem bu durumdan kurtulmak hem de doktorasını yapmak üzere Paris’e eşiyle tekrar gelir. Hiçbir zaman tamamlayamayacağı doktorasını savaş yüzünden yarıda bırakır ve zorunlu olarak Romanya’ya döner. 1942’de ülkesindeki toplumsal olaylar ve savaş nedeniyle Fransa’ya tekrar gelir. Artık bir daha ayrılmamak üzere Fransa’dadır. Burada da savaşın sıcak hallerine

22

şahitlik ederek savaşın ortasında kalır. O sırada Alman işgalinde olan Fransa, ülkenin her tarafında Alman güçleriyle ve güney batıda da İtalyanlarla savaş halindeydi. Almanların ateşkes bölgesi ve alt hükümet olarak nitelendirdiği bugünkü Vichy şehrine, Ionesco yerleşir. Daha sonra yine Fransa’nın güney bölgesini temsil eden ateşkes alanı içinde yer alan Marsilya’ya gider. İleride eserlerinin ana fikirleri olacak tüm bu deneyimler, o esnada kendi aklına kazınır. Müttefiklerin gelmesiyle Paris’in kurtulmasından bir gün sonra, 26 Ağustos 1944 tarihinde kızı Mari-France Vichy’de dünyaya gelir. Daha sonra, başarılı bir kariyerin başlayacağı ve 28 Mart 1994 tarihinde hayatını kaybedeceği Paris’e tekrar döner. İşte, Fransa ve Romanya arasında gidip gelen bir hayat. Bir yandan toplumsal olaylar diğer yandan ailesel problemler, Ionesco’nun yaşantısının temelini oluşturur. Ionesco tıpkı Beckett ve Adamov gibi savaş sonrası manzaraya şahitlik yapmış bir yazar olarak oyunlarında insanlık durumuna, insanlık durumunun saçmalığına yoğunlaşır. Bu nedenledir ki Mask Ionesco tiyatrosunu savaş sonrası tiyatro olarak belirtir (1987,s.46).

Ionesco ile yapılan bir görüşmede, kendisine gerçek kabusun ne olduğu ile ilgili soru yöneltildiğinde verdiği cevap aslında tam olarak kendisinin çıkış noktasının ne olduğunu gösterir: “Etrafınıza bakın: savaşlar, felaketler ve yıkımlar, nefret ve işkenceler, karışıklık, bizi bekleyen ölüm…” (Ionesco, 1966a, s.164). Böyle bir cevap veren Ionesco’nun çocukluğundaki şu kesit bu duruma daha açıklık getirir:

Çocukken, Vaugirard Parkının, yakınında yaşıyorduk. Uzun zaman önceydi, bir sonbahar ya da kış akşamında, kötü aydınlatılmış sokağı anımsıyorum: annem elimden tutuyordu, çocuklar nasıl korkarsa ben de öyle korkuyordum; akşam yemeği için alışveriş yapıyorduk. Kaldırımlar üzerinde, karanlık gölgeler hareket ediyordu, insanlar acele ediyorlardı: hayaleti andıran şaşırtıcı gölgeler. Sokağın bu resmi aklıma geldiği zaman, tüm bu insanların bugün ölü olduklarını düşündüğüm zaman, aslında her şey bana karanlık ve giderek kayboluyor gibi görünüyor. Başım dönüyor ve içimi bir sıkıntı kaplıyor. İşte bu dünyadır: bir çöl ya da can çekişen gölgeler…

Silinikliği ve katılığı, boşunalığı ve öfkeyi, hiçliği ya da faydasız olan kötü nefreti ifade edenden başka bir diğer dünya imgem yoktur (age, s.216).

Ionesco, böyle bir dünya algısından yola çıkarak kendi tiyatrosunu oluşturur. Diğer absürd tiyatro yazarlarında olduğu gibi Ionesco’ya göre de, güvenilen devlet sistemleri ve inanç değerleri anlamını yitirmişti. İşte tiyatro bu anlamsızlığın en güzel sunum aracı olmalıydı. Çünkü insanlar yaşadıklarının her ne kadar başta algılayamasalar da, hepsi gerçekti. Geleneksel tiyatroda bunlar sahnelenseydi olduğu gibi gerçek şekliyle kalacaktı. Ölüm korkusu içinde olan insanın korkusuna korku katılacaktı. Bundan dolayı, onun için tiyatroda da artık geleneksel kurallar geçerliliğini yitirmişti. Bu durum karşısında Ionesco, onlara bu yaşadıklarını geleneksel tiyatro yöntemleriyle tekrar verilemeyeceğini düşünerek bir yenilik arayışına girdi. Bu yüzden dünya tarihinin bu döneminde yaşanılan olayları gelecek nesillere

23

etki edecek bugün ki adı absürd olan mantık dışı, aykırı, uyumsuz, bayağı, traji-komik ve saçma bir düşünüş biçimi çerçevesinde sanatı yansıtma ihtiyacı doğdu. Ionesco da bunu en iyi yansıtanlardan biri olarak absürd tiyatronun öncülerinden biri olma kimliğini kazandı. Absürd, Ionesco için çok farklı düşünceleri ifade eder. O, anlayamadıklarını absürd diye ifade eder, çünkü ona göre anlayamayan ya kendisidir ya da anlaşılmaz olan anlamaya çalıştığı şeydir. Onun için, toplumdaki fonksiyonunu unutmuş, amaçsız yaşayan insan da absürttür. Akla yatkın olmayan ve zıt olan her şeyin absürd olduğu gibi dünyanın kendisiyle ve insanlarla, insanların da kendileriyle ve dünya ile olan uyumsuzluğunu da absürd olarak ifade eder (Bonnefoy, 1966-1977, s.136-137).

Ionesco’nun tiyatrosu anlaşılamayan, uyumsuz ve zıt olan tüm bu unsurlar çerçevesinde şekillenir. Bu yüzden tiyatrosunu oluşturan her unsur geleneksel unsurlara aykırıdır. Kişilerine bakacak olursak, var olmalarının nedenini unutmuş, otomatikleşmiş, iletişim kuramayan, iletişim kursalar da anlaşamayan ve eylemlerinde zıtlık olan kişilerdir. Ionesco kişilerini şöyle açıklar: “İlk oyunlarımın kişilerine gelince, iletişim kurmayı istemezler, arzu etmezler. Tüm düşünüş biçimden yoksundurlar. Adeta mekanikleşmişlerdir. Mekanikleşerek, iletişim kuramazlarsa, bu onların kendileriyle birlikte bile yapamamasındandır. Düşünmezler. Birbirlerinden ayrıdırlar. Toplumsal dünyanın içindedirler” (age, s.124). Düşünüş biçiminden yoksun, mekanikleşmiş bir şekilde gündelik hayata dalıp giden bu kişilerin eylemlerinde bilinç dışılıkta hissedilir. Claude Abastado, Ionesco kişilerinin kişiliklerine şöyle değinir: “Ionesco için, gerçek kişilik derindedir. Tiyatrosunun tümü, düşüncenin ve olayın kaynağı gibi ve aynı zamanda tüm bireylere özgü ruhsal gerçeklik gibi algılanan bilinçaltının bir araştırmasıdır” (1973, 167). İnsan hayatını temsil eden bu kişilerde, bu bilinçaltı durumunun önemi göz ardı edilemez. Tüm bunlar 20. yüzyılın ilk yarısında yazarların yaşadıklarının ve hissettiklerinin oyunlarına yansımasıdır. Bu duruma ek olarak, diğer absürd yazarlar gibi Ionesco da insanlığın içinde bulunduğu bu absürd durumu en az ikili ilişkilere dayandırır. Absürdü, çift ilişkileri ile veren Ionesco, bu tür kişilerini de şöyle tanımlar: “Birbirlerini biraz seven ve birbirlerinden çok nefret eden, birbirlerinden ayrılmak isteyen ve birbirlerinden vazgeçemeyen kişiler birlikte buradalar. Birlikte oldukları zaman birbirlerinden nefret ederler, sonuç olarak belki de yeni bir sıkıntı çölüne doğru kaçanın yokluğunun acısını çekerler” (Ionesco, 1966a, s.334-335).

Aslında kişilerin bu durumunun nedeni, gerçek anlamda başta kendileriyle ve sonra yaşamlarında her alan her kişi ve her nesneyle iletişime geçememelerindendir. İşte burada

24

Ionesco tiyatrosunda, iletişimsizlik kavramı ön plana çıkar. Ona göre, iletişim eyleminin olmazsa olmaz unsuru dil, fonksiyonunu yitirmiştir. Bu durumu, modern zamanın içinde bulunan acıklı bir durum olarak nitelediği için dil konusu, Ionesco’nun tüm sanatçı kişiliğinin ve eserlerinin temelini oluşturur. Her ne kadar uyumsuzluk, us dışılık, zıtlık, tekrarlar, yalnızlık, ölüm korkusu, kara güldürü gibi konuları temel alsa da aslında tüm bunları eserlerinde dil çatısı altında vermeye çalışır. Kimi zaman bu dil insana özgü olandır, kimi zamanda absürd oyunları içinde olan bir nesnenin kendisi ve etrafıyla iletişim için kullandığı dildir. Bu dilin kendi tiyatrosundaki önemini Ionesco’nun şu cümlelerinde gözlemleriz: “ Tiyatroda her şey dildir: sözcükler, jestler, nesneler, olay akışının kendisi de, çünkü hepsi anlatmaya, bildirmeye yarar. Her şey sadece dildir” (Ionesco, 1966a, s.194). Geleneksel tiyatroda gerçekçiliğin olduğu gibi verilmesinden dolayı, sahnede kullanılan dil, sade ve açıktır. Öncü olan absürd tiyatro, en önemli yeniliği dil alanında yapar. Bu sadece Ionesco için değil, Beckett ve Adamov için de geçerlidir. Emmanuel Jacquart bu üç öncünün çıkış noktasını şu düşünceleriyle ifade eder: “Beckett, Ionesco ve Adamov, geleneksel olarak sözlü biçim altında belirtilenlerin, daha şaşırtıcı ve daha etkili ifade edilmesi için tiyatronun bütün kaynaklarına başvurarak farklı bir şekilde dile getirilebileceğinin farkına vardılar” (1998, s.187). İşte bu yüzden Ionesco için tiyatro da her şey dildir. Sözlü ifadede alışılmışın dışına çıkarak, sözcüklerle adeta oynayarak, diyaloglardaki cümle akışlarını oluşturan cümlelerin yerini değiştirerek, deyimleri yersiz kullanarak, acıklı bir olayı bazı sözcüklerle gülünç kılarak, gerçeküstücü hikâyeleri bile sözlü anlatımıyla daha da absürdleştirerek yeni bir ifade anlayışına, yani dile yeni bir görev yükler. Dile yüklediği bu görevi şöyle açıklar: “İfade yeniliği olduğunda, bu anlam belirtisidir. İfadenin yenilenmesi, basmakalıp sözlerin, artık hiçbir şey ifade etmeyen bir dilin yıkımıdır; ifade yenilenmesi, iletişimsizi yeniden iletişir kılmanın sonucudur” (Ionesco, 1966a, s.185).

Bu yüzden ilk oyunları oynanmaya başlandığında, oyunları kimsenin anlamamasıyla ve dünya çapında eleştiriler almasıyla karşılarız. Doğal olarak bir gelenek yıkıldığına göre, bu gibi yeniliklerin anlaşılması ve sindirilmesi vakit alacaktı.

Londra Observer’in oyun eleştirmeni Kenneth Tynan’ın 1958 yılında Ionesco’ya yaptığı Londra Tartışmaları diye adlandırılan eleştirileri, Ionesco tiyatrosunun anlaşılmasındaki sürece dikkat çeker. Sandalyeler ve Ders oyununu izleyen eleştirmen, Ionesoco’yu tiyatronun gerçekçilik özelliğine karşı çıkan bir Mesih olarak şu sözleriyle eleştirir:“ İşte sonunda kendini anti-tiyatro’nun sözcüsü olarak gören birisi: Açıkça gerçeğe ve üstü kapalı

25

olarak da gerçekçiliğe karşı. Sözcüklerin anlamsız, insanlar arasındaki tüm iletişimin olanaksız olduğunu açıklamaya hazır bir yazar vardı karşımızda” (Esslin, 1999, s.105-106). Bu iki cümleden oluşan eleştirinin ilk cümlesinde geçen gerçeklik aslında Ionesco’nun bir ideolojik yönünün olup olmadığı ile ilgili göndermedir. Bu dönemde yaşayan eleştirmenler, tüm yazın alanındaki eserlerden yaşananları olduğu gibi geleneksel kurallar çatısı altında görmek istemesiyle birlikte bu kadar tarihi ve devam etmekte olan yaşanan olaylara kayıtsız kalanlara ve oyunlarında mesaj bulundurmayanlara da gönderme yapıyorlardı. Ionesco’nun oyunlarındaki ideoloji ayrı başlıkta incelenecek bir konu olmasının yanı sıra oyunları detaylı ele alındığında dönemin tüm olaylarına çokta sessiz kalmadığını ama bunu kendi öncü tiyatrosu çerçevesinde ele aldığını söyleyebiliriz. Ama bu hiçbir zaman onu ideolojik bir tiyatro yazarı kategorisine dahil etmez. İkinci cümle ise, Ionesco’nun tiyatrosunun tam anlaşılmadığını bir kez daha gösterir. Günümüz içinde geçerli olan bu iletişimsizlik, savaş dönemindeki insanların, Ionesco’nun çocukluğu ile ilgili yukarıdaki anısında bahsettiği gibi kaçışmalarına kadar uzanır. Ölüm karşısında yiten tüm değerler, sağlıklı iletişimi engellemesiyle birlikte, insanların diyaloglarını oluşturan sözcüklerin de bir önemi yoktur. Çünkü itiraf edemeseler de, sonunda onları ölümün beklediğinin ruh hali eylemleri üzerinde kendini gösteriyor. İşte bu da insanlık durumudur. Bu yüzden Ionesco bu eleştireye şu şekilde cevap verir:

Çünkü Mesihleri sevmem ve kesinlikle Mesih arayanın Bay Tynan olduğunu izlenimi var. Ama dünyaya bir ileti göndermek, onun gideceği yönü belirlemeyi istemek, onu korumak, dinlerin kurucularının, törelcilerin ya da politikacıların işidir… Bir oyun yazarı, içinde öğretici bir ileti değil, bir tanıklık sunabileceği oyunlar yazar yalnızca… Yalnız ideolojik olan her sanat yapıtı anlamsız… onun kendi tutarsız dilinde çoktan açıklanmış olacak… göstermeye çalıştığı öğretinin gerisinde kalacaktır. İdeolojik bir oyun bir ideolojinin değersizleştirilmesinden başka bir şey olmayabilir… (age, s.106)

Bu cümleden Ionesco’nun ideolojik tiyatroya ne denli karşı olduğunu anlayabiliyoruz. Çünkü onun için yönlendirmek yerine, toplumun içinde bulunduğu kendi durumunu anlatmak sanatçının görevidir. Bu yüzden cevapları şu şeklide devam eder: “Hiçbir toplum, insanın üzüntüsünü yok edemedi, hiçbir politik düzen bizi yaşamanın acısından, ölüm korkusundan, mutlak duyduğumuz susuzluktan çekip alamaz; toplumsal koşulu yönlendiren insanlığın durumudur, aksi değil” (age, s.106). Bundan dolayı toplumsal koşulu yönlendiren de, yazarın kalemini yönlendiren de onların yaşadıkları ve içinde bulunduğu durumdur. Bu durumu devam eden cevabında şöyle dile getirir:

Tüm insanlığın temel ortak sorununu ortaya çıkarmak için, kendime benim temel sorunumun ne olduğunu, benim en yok edilemez korkumun ne olduğunu sormam gerekiyor. O zaman, tam anlamıyla herkesin sorunlarını ve korkularını bulacağımdan eminim. Bu, gün ışığına çıkarmaya

26

çalıştığım kendi karanlığıma, karanlığımıza giden yol… Bir sanat yapıtı insanın iletişim kurmaya çalıştığı –ve bazen iletişim kurulabilen- iletişim kurulamayan bir gerçekliğin anlatımıdır. Bu onun paradoksu ve gerçeğidir (age, s.107).

Ionesco da öncelikle kendi yaşadıkları doğrultusunda oyunlarını kaleme alır. O yüzden iletişim kuran ya da kuramayan sanat yapıtın dili çok önemlidir. Esslin kitabında Ionesco’nun düşüncelerini özetleyerek dilde yenilik yapılması gerekliliğini şöyle belirtir: “Toplumun basmakalıplıktan, boş formüllerden ve sloganlardan başka hiçbir şey olmayan dilini parçalama gereği bu yüzden” (1999, s.106).

Bu nedenle Ionesco, geleneksel kuralların ve toplumsal olayların gerçeklik baskısı altında kalan dile farklı bir bakış açısı getirerek dili absürd tiyatronun en önemli unsurlarından biri yapar. Çünkü Ionesco için “dili yenilemek, dünyanın anlayışını, görüşünü yenilemektir” (1966a, s.154).

Dili yenileme amacı taşıyan ve tiyatroda her şeyin dil olduğunu ifade eden Ionesco, oyunun dekorunu oluşturan nesneleri de bu kapsam içinde tutar. Artık nesne de Ionesco ile birlikte absürd tiyatroda yeni bir görev kazanır. Bir oyun kişisi görevini üstlenmekle kalmaz, aynı zamanda oyunun temel kişisi olur. Hiçbir zaman oyun kişileri listesinde yer almayan bu nesneleri, bir oyun kişisi olarak çoğu zaman oyunun sonuna kadar varlıklarını gözlemleyebiliriz. Bu yüzden “Ionesco Tiyatrosu’nun sahne gösteriminin bir kısmını ne değiştirebiliriz ne de silebiliriz, çünkü dekor bir kişi olarak rol alır” (Mask, 1987, s.122). Çoğu zaman oyun kişilerinin içinde bulundukları durumu temsil eden bu nesneler, asıl amacına aykırı hareket eder. Bunun sonucu olarak izleyiciler de, bu nesnelerin hem varlıklarını hem de eylemlerini sorgulayarak anlamaya çalışırlar. İşte burada Ionesco Tiyatrosu’nun şu özelliği ortaya çıkacaktır: “Tiyatroda her şey mümkündür: kişileri canlandırmanın yanı sıra bunaltıları ve iç belirtileri de maddeleştirmek. Aksesuarları oynatmaya, nesneleri yaşatmaya, dekorları canlandırmaya, sembollerin somutlaştırılmasına izin verildiği gibi bunların yapılması da öneriliyor” (Ionesco, 1966a, s.63). Geleneksel kuralların dekora yüklediği görevler Ionesco’nun bu düşünceleriyle yenilenir. Artık izleyiciler de, oyun kişileri de bu nesnelerin varlığını ve eylemlerini kabul etmek zorunda kalır. Benmussa bu duruma şöyle açıklık getirir:

Nesneye verilen önem, çağdaş edebiyatın gerçekçiliğine bağlıdır. Fakat bu önem ne olursa olsun, insan kendini çevreleyen anlamsız nesneler evreninin efendisi olmaya devam eder; mesafesini korur. Ionesco’nun görüşü her şeye rağmen dikkat çeker, çünkü nesne orada bağımsız bir rol oynar, insan dünyasının içine dahil olmaz, aksine insan, onun kurallarına uymak zorundadır (1973, s.51).

27

Anlamsız ve eylemlerinde zıtlık olan bu nesneler absürd tiyatronun temelini oluşturan unsurlardan biridir. Bu yüzden Ionesco için, “bir tiyatro eseri, unsurlarının zıtlaşarak dengelendiği dinamik bir yapıdır (Ionesco, 1966a, s.208). Her ne kadar bu nesnelerin oyundaki sahnelendiği yerleri ve eylemleri anlamsızlıkla beraber zıtlık içerse de, Ionesco bunu harikulade bir uzlaşım içinde verir. Bu uzlaşım, olumlu durumların bir araya gelmesini değil, karmakarışık durumların bir arada uyum içinde verilmesine dikkat çeker. Bu uzlaşımı Artaud (1993), Tiyatro ve İkizi adlı eserinde şöyle ele almıştır: “Bir nesnenin varlık nedenindeki her şey, bir doğal biçimin anlamındaki ya da kullanışındaki her şey bir uzlaşma sorunudur” (s.38). Bu uzlaşımı sorundan çok özellik olarak gören Ionesco, tiyatrosunu oluşturan tüm unsurlarını uyumsuzluklarıyla, aykırılıklarıyla ve zıtlıklarıyla uzlaştırarak sahneye bir uyum içinde koyması kendi tiyatrosunun ayrıcalığına vurgu yapar.

“Mizah, özgürlüktür. Bizim mizaha ve gülünçlüğe ihtiyacımız var” (1966a, s.200) diyen Ionesco oyunlarında kullandığı tüm unsurları belirli bir absürd durum içerisinde verirken elbette güldürmeyi unutmaz. Bu yüzden, gülme ya da komik Ionesco’nun tiyatrosunun en temel başlıklarından biridir. Çoğu zaman tiyatrosu, kara güldürü ya da alay tiyatrosu olarak adlandırılır. Çünkü yukarıdaki paragraflarda da belirttiğimiz üzere, absürd yazarların çıkış noktası insanlık durumudur. İnsanların çaresizliği, yaşantılarının boşunalığı ve çevrelerini oluşturan her şeyin asıl amacı dışında işlev göstermesi gibi içinde bulundukları durumları güldürerek vermeyi tercih eder. Çünkü, onun için “insanın bu zayıflığı, çabalarımızın bu boşunalığı, bir anlamda komik görünebilir” (age, s.61). Aslında trajik olan bu durumlara, izleyicinin gülmesi beklenemez. Geleneksel tiyatro da, bir şey trajik ise üzüntü duyulur ya da komik ise gülüşülür. Fakat Ionesco’nun tiyatrosunda olduğu gibi absürd tiyatroda da gülme eylemi kendi işlevine aykırılık taşır. Ona göre “komik trajiktir, trajedi ise gülünçtür” (age, s.61). Ionesco, burada da trajediyi komik bir sahneyle, komiği de trajik bir sahneyle kendine özgü bir yöntemle vererek kendi tiyatrosuna bir ayrıcalık daha getirir. Edith Mora ile yaptığı görüşmede kendisine yöneltilen gülme ile ilgili soruyu şöyle yanıtlar:

Gülmek…gülmek…, kesinlikle size güldürmeye çalışmadığımı söyleyemem, yine de burası benim en önemli amacım değildir. Gülme, sahnede gördüğümüz ya da komik bir oyun olduğunda görmediğimiz sadece bir dramın varılan son noktasıdır, öyle ki, açıkça söylenmeden anlatılmıştır ve gülme bir kurtulma olarak gelir: ağlamamak için gülüyoruz… (age, s.172-173).

İşte bu noktada Ionesco için tiyatro asıl işlevini döneminin özelliklerine göre yerine getirir. Aksi takdirde, içinde bulunulan duruma doğrudan ve gerçekçi bir biçimde vurgu yapan geleneksel tiyatro oyunları insanların içini daha da sıkar. Bu yüzden “komik, varlığın trajedisine katlanma gücünü verebilmede tektir” (age, s.202).

28

Üzüntü hissetmemiz gereken yerde güldürmeyi başarabilen Ionesco, savaş yıllarından başlayarak tanık olduğu tüm olayları ve hissettiği tüm duyguları kendine özgü bir yöntemle oyunlarında ele alır. Her oyunu ele alışında insanlığın o dönemki içinde bulunduğu durumuna aşağıda sıraladığımız şu özellikler çerçevesinde değinir:

 Devlet ve manevi değerler sistemine güvensizlik.  Ölüm korkusu ve yalnızlık.

 Varlığın verdiği iç sıkıntı.

 Hayatın boşunalığı ve tekrarlardan ibaret olması.  Hayatın anlamsızlığı.

 Bilinçdışı bir yaşam.  Anlamsız eylemler.

 Normalin anormal ve anormalin normal algılanması.

 İnsanların ve çevresindeki nesnelerin eylemlerindeki zıtlıklar.  Dilin alışılmışın dışında kullanılması.

 Dilin işlevini yitirmesiyle ortaya çıkan iletişimsizlik.  Sıradanlaşmış diyaloglar.

 Dil karmaşası ve dil oyunları.  Kara güldürü.

Tüm bu konuları kapsayan hayatın gerçekliği, izleyiciye farklı bir bakış açısıyla sunulur. Bu demek değildir ki, Ionesco hayatın gerçekliğini hiçe sayıyor. Aksine, tüm bunları kendi tiyatro anlayışı etrafında vermeye çalışıyor. Bu yüzden 20. yüzyılda ortaya çıkan absürd tiyatro ve absürd tiyatro yazarları, öncü olarak adlandırılır. Ionesco da bu öncü kimliğini en iyi taşıyanlardan biri olmasını, halen kendisi ve tiyatrosu hakkında yapılan çalışmalardan anlıyoruz.

Tüm bu konuların, teorik bilgilerin ve Ionesco hakkındaki savların en iyi anlaşılacağı yer,