• Sonuç bulunamadı

6.1. Çözümleme

6.1.2. Anlamsızlık (Non-sens)

Tiyatronun dilinde değişiklik yapmayı ilke edinen absürd tiyatro, özellikle iletişimsizi iletişir hale getirme özelliğiyle 20. Yüzyıl Tiyatrosu’na öncülük eder. Doğal olarak, kişilerin repliklerinde dil oyunlarına ya da tekrarlamalara benzer bir anlamsızlık kavramı karşımıza çıkar ve Ionesco, Shakespear’in Macbeth’e söylettiği şu cümleyle absürd kavramına dikkat çeker: “Dünya, bir aptal tarafından anlatılan anlam ve ifadeden yoksun gürültü ve öfke dolu bir tarihtir. Bu absürd tiyatronun en iyi tanımıdır” (Mask, 1987, s.150).

İstemeden gelinen dünyadan istemeden gidiyoruz. Niçin? Yanıtsız kalan bu soru karşısında yaşama nasıl bir anlam yüklenebilir ki? Camus’ya göre absürd, insanoğlunun varoluş nedeniyle ilgili sorduğu sorulardan ve bu soruların yanıtsız kalmasından kaynaklanır (1942, s.10). Böyle bir durumda yani insan varoluşuna yönelik soruların cevap bulmadığı bir yaşamın anlamından nasıl söz edilebilir? Yaşamın anlamsızlığı, boşunalığı absürd tiyatronun, dolayısıyla Ionesco tiyatrosunun her aşamasında anlatılır. İçi boşaltılmış, her türlü kişilik ve psikolojik özelliklerden yoksun oyun kişilerinin kullandığı dil her türlü anlamdan yoksun olur, varlığın saçmalığını anlatan en önemli unsur olarak karışımıza çıkar. “Beni çevreleyen her şey gösteridir, anlamsız gösteridir.” (Ionesco, 1966a, s.291) diyerek Ionesco, sadece yaşadığı dönemde değil aynı zamanda günümüzde halen devam eden kullandığımız dilin anlamsızlığı ya da anlamlı olsa da karşı tarafında anlamadığı bu yüzden ne dediğimizin de çok da önemi olmadığı gerçekliğini göstermeye çalışır. Bu yüzden, çoğu zaman diyalogların anlamını boşaltır ve bunun sonucu olarak ses uyumsuzluğu içeren bir gürültü ortaya çıkar (Vernois, 1991, s.224). Çünkü Ionesco, sözcüklere hiç söylemek istemedikleri şeyleri söyletmek ister ve ortaya çıkan anlamsızlıktan oluşan karmaşanın ifade edilişinin de komik olduğunu söyler” (Ionesco, 1966a, s.252). Dilin ustaca kullanımıyla oluşturulan anlamsızlığın komedisi (comique du non-sens) aynı zamanda trajiktir de! Tıpkı

91

Ionesco’nun komiği tanımlarken belirttiği gibi: Hiçbir zaman komik ile trajik arasındaki farkı anlamadım (age, s.60).

Bu nedenle, Ionesco oyunlarında kimi zaman seslerin uyumsuzluğundan oluşan anlamsız gürültüyle ve kullanılan sözcüklerin yersizliğinden ve farklı kullanılmasından ortaya çıkan anlamsız fakat komik olan sahnelerle de karşılaşılır.

Bu çerçevede, anlamsızlık başlığımıza uygun alıntı yapacağımız çözümleme örneklemleri YÇK’ya göre incelenecektir.

KM

Mme. MARTIN Je peux acheter un couteau de poche pour mon frère, mais vous ne pouvez acheter l'Irlande pour votre grand-père.

M. SMITH On marche avec les pieds, mais on se réchauffe à l'électricité ou au charbon.

M. MARTIN Celui qui vend aujourd'hui un bœuf, demain aura un œuf. Mme. SMITH Dans la vie, il faut regarder par la fenêtre.

Mme. MARTIN On peut s'asseoir sur la chaise, lorsque la chaise n'en a pas. M. SMITH II faut toujours penser à tout.

M. MARTIN Le plafond est en haut, le plancher est en bas. Mme. SMITH Quand je dis oui, c'est une façon de parler. Mme. MARTIN A chacun son destin.

M. SMITH Prenez un cercle, caressez-le, il deviendra vicieux! (Ionesco, 1991d, s.38-39).

HM1

BAY SMITH. İnsan ayaklariyle yürür, ama elektrik ya da kömürle ısınır. BAY MARTIN. Bugün bir öküz satanın yarın bir yumurtası olur. BAYAN SMITH. Ben evet dediğim zaman muhakkak lâfın gelişidir. BAYAN MARTIN. Herkese kendi kaderi.

BAY SMITH. Bir daire al, biraz okşa, canavar kesilir (1965, s.45).

HM2

BAYAN MARTİN: Ben kardeşime bir çakı satın alabilirim, ama siz büyük babanıza İrlanda'yı satın alamazsınız.

BAY SMİTH: İnsanlar ayaklarıyla yürürler, ama elektrikle ya da kömürle ısınırlar.

BAY MARTİN: Bugün bir inek satan yarın bir sinek alır. BAYAN SMİTH: İnsan yaşamda pencereden bakmalıdır.

BAYAN MARTİN: Sandalyeye oturulabilir, eğer sandalyede sandalye yoksa. BAY SMİTH: Her zaman her şeyi düşünmek gerekir.

BAY MARTİN: Tavan yukarıdadır, yerse aşağıda.

92

BAYAN MARTİN: Herkesin yazgısı kendisinedir.

BAY SMİTH: Bir döngü alın, biraz okşayın, hemen kısırlaşır! (1997, s.73-74).

Anlamsızlık çözümleme kısmının yukarıdaki bu ilk örneklemi, İtfaiye Şefi’nin gidişinden sonra yalnız kalan Smith ve Martin çiftinin anlamsız cümleler ve ifadelerden oluşan bir diyaloğun içinde kendilerini buldukları sahneyi ele alır. YÇK’nın merkezinde bulunan çevirmenin anlamsızı, anlam ve anlama aşamalarından geçirmesi bir o kadar önemlidir. HM1’in çevirmeni, kaynak metnin beş cümlesini çevirmez. YÇK’nın aşamalarını yerine getirerek, özellikle dilbilimsel bakımdan uymaya çalışarak uygun bir çeviri yaptığı şeklinde nitelendirebiliriz. Çevirmen burada anlama sürecinde, belki de bu kadar çok anlamsız cümlenin çokluğunda sahneleme kaygısından dolayı kısıtlamaya gitmiş olması muhtemeldir. HM2’de kaynak metne bağlı kalarak hem eşdeğer hem de uygun bir çeviri yapılmıştır. Anlamsızlık HM1’de de vurgulansa da, HM2’de bir bütünlük halinde olduğu için bu örneklemdeki anlamsızlık daha iyi vurgulanmıştır. Özellikle ikinci cümledeki HM2’nin çevirmeni “un boeuf-un oeuf” ses uyumunu fark eder ve yeniden ifade etme aşamasını “inek-sinek” şeklinde yorumlayarak gerçekleştirir. Bunu yaparken hem kaynak metne bağlı kalır hem hedef dile uyum sağlar hem de absürd tiyatronun özelliği olan anlamsızlık içindeki dil oyununu verir.

KM

Mme. SMITH Le maître d'école apprend à lire aux enfants, mais la chatte allaite ses petits quand ils sont petits.

Mme. MARTIN Cependant que la vache nous donne ses queues. M. SMITH Quand je suis à la campagne, j'aime la solitude et le calme. M. MARTIN Vous n'êtes pas encore assez vieux pour cela.

Mme. SMITH Benjamin Franklin avait raison: vous êtes moins tranquille que lui.

Mme. MARTIN Quels sont les sept jours de la semaine?

M. SMITH Monday, Tuesday, Wednesday, Thursday, Friday, Saturday, Sunday. M. MARTIN Edward is a clerk; his sister Nancy is a typist, and his brother William a shopassistant.

Mme. SMITH Drôle de famille!

Mme. MARTIN J'aime mieux un oiseau dans un champ qu'une chaussette dans une brouette.

M. SMITH Plutôt un filet dans un chalet, que du lait dans un palais. M. MARTIN La maison d'un Anglais est son vrai palais.

93

Mme. MARTIN Je te donnerai les pantoufles de ma belle-mère si tu me donnes le cercueil de ton mari.

M. SMITH Je cherche un prêtre monophysite pour le marier avec notre bonne. M. MARTIN Le pain est un arbre tandis que le pain est aussi un arbre, et du chêne naît un chêne, tous les matins à l'aube.

Mme SMITH Mon oncle vit à la campagne mais ça ne regarde pas la sage- femme (Ionesco, 1991d, s.39).

HM1

BAYAN SMITH. Bir öğretmen, öğrencilerine gülmesini öğretir, ama kedi yavrularını emzirir.

BAYAN MARTIN. Her şeye rağmen bize kuyruklarımızı veren öküzdür. BAY SMITH. Kırlara çıktığım vakit, yalnızlıkla sessizliği pek severim. BAYAN SMITH. Haftanın yedi günü nelerdir?

BAY SMITH. Monday, Tuesday, Wednesday, Thursday, Friday, Saturday, Sunday.

BAY MARTIN. Edward bir sekreterdir, kız kardeşi Nancy bir daktilodur, ağabeyi William da bir satıcıdır.

BAYAN SMITH. Acayip bir aile.

BAY MARTIN. Bir İngiliz’in evi aynı zamanda onun şatosudur. BAYAN SMITH. İspanyolcam pek küflü (1965, s.45).

HM2

BAYAN SMİTH: Öğretmen okulda çocuklara okumayı öğretir, ama dişi kedi yavrularını küçükken emzirir.

BAYAN MARTİN: Ama inek bize kuyruklarını verir.

BAY SMİTH: Köyde olduğum zaman, yalnızlığı ve sakinliği severim. BAY MARTİN: Daha o kadar yaşlı değilsiniz.

BAYAN SMİTH: Benjamin Franklin haklıydı. Siz onun kadar rahat değilsiniz. BAYAN MARTİN: Haftanın yedi günü nelerdir?

BAY SMİTH: Monday, Tuesday, Wednesday, Thursday, Friday, Saturday, Sunday.

BAY MARTİN: Edward is a clerck; his sister Nancy is a typist, and his brother William a shop- assistant.

BAYAN SMİTH: Garip aile!

BAYAN MARTİN: Kırdaki kuşu el arabasındaki çoraba yeğlerim. BAY SMİTH: Sarayda süt içeceğime, köşkte fileto yiyeyim. BAY MARTİN: Bir İngiliz'in evi onun gerçek sarayıdır. BAY SMİTH: Derdimi anlatacak kadar İspanyolca bilmiyorum.

BAYAN MARTİN: Eğer sen bana kocanın tabutunu verirsen ben de sana kaynanamın terliklerini veririm.

BAY SMİTH: Hizmetçimizle evlendirmek için monofizit tarikatından bir papaz arıyorum.

BAY MARTİN: Ekmek bir ağaçtır, oysa ekmek de bir ağaçtır, meşeden de meşe doğar, her sabah, tan vakti.

94

BAYAN SMİTH : Amcam köyde oturur ama bu, ebe kadını ilgilendirmez (1997, s.74-75).

Yukarıdaki alıntıda da karşımıza HM1’in çevirmeninin çıkarma işlemine rastlarız. Bu örneklemde dokuz cümle atlanılmış ve çevrilmemiştir. HM1’in bu şeklide bir yorumlama yolu seçmesinin nedeni hakkında yukarıda yaptığımız öngörü bu çözümlemede de geçerlidir. Çözümlememizin ilk cümlesinde çevirmenin yorumladığı anlama aşaması farklı bir şekilde gerçekleşmiş, özneler ve fiiller yeniden ifade edilirken değiştirilerek çevrilmiştir. İngilizce ve İngiliz kültürünü eleştiren bir oyun olarak ön plana çıkan Kel Şarkıcı da İngilizce ifadelerle karşılaşmak oldukça mümkündür. HM1’in çevirmeni, anlam ve anlama sürecini çok iyi yorumlamış fakat yeniden ifade ederken iki İngilizce cümlenin birinin İngilizce olarak bırakılması ve diğerinin de Türkçeye aktarılması anlamsızlığı kuvvetlendirse de, konu bütünlüğüne uygunluk konusunun sözcüklerden sıyırma aşamasına dikkat çeker. “İspanyolcam pek küflü” ifadesiyle de eşdeğer bir çeviri işlemi yapmıştır. HM2’in çevirmeni genel olarak YÇK’nın tüm aşamalarını sağlıklı bir şekilde yerine getirerek ve bunlarla birlikte ifadeleri dikkatli bir şekilde yorumlayarak daha doğrusu sözcüklerinden özenle sıyırarak çeviri işlemini gerçekleştirmiştir. İngilizce iki cümleyi yeniden ifade etme aşamasında olduğu gibi bırakarak, her ne kadar anlamsız bir diyalog olmasına rağmen içinde geçen “İngiliz” ifadesini bu çözümleme örnekleminin bütünlüğüne uydurmuştur. İspanyolca ile ilgili olan ifadeye hem eşdeğer hem uygun bir şekilde yeniden ifade etmiştir.

KM

M. MARTIN Le papier c'est pour écrire, le chat c'est pour le rat. Le fromage c'est pour griffer.

Mme. SMITH L'automobile va très vite, mais la cuisinière prépare mieux les plats.

M. SMITH Ne soyez pas dindons, embrassez plutôt le conspirateur. M. MARTIN Charity begins at home.

Mme. SMITH J'attends que l'aqueduc vienne me voir à mon moulin.

M. MARTIN On peut prouver que le progrès social est bien meilleur avec du sucre.

M. SMITH À bas le cirage!

M. MARTIN On ne fait pas briller ses lunettes avec du cirage noir. Mme. SMITH Oui, mais avec l'argent on peut acheter tout ce qu'on veut. M. MARTIN J'aime mieux tuer un lapin que de chanter dans le jardin (Ionesco, 1991d, s.39-40).

95 HM1

BAYAN MARTIN. Kâğıt, yazmak içindir. Fare, kedi içindir. Peynir, dişlenmek içindir.

BAY SMITH. Gün doğmadan neler doğar.

BAY MARTIN. Şehrimizin toplumsal evrimdeki rolü pekâlâ meydandadır. BAY SMITH. Yalamanın canı cehenneme!

BAY MARTIN. İnsan camlan kara maunla parlatmamalıdır. BAYAN SMITH. Öyle ama, parayla her şey alınır.

BAY MARTIN. Gidip yumurta emmektense çalılıkta domuz dürtmek daha iyi (1965, s.45-46)

HM2

BAY MARTİN: Kâğıt yazı yazmak içindir, kediyse fare için. Peynir tırmalamaya yarar.

BAYAN SMİTH: Otomobil çok hızlı gider, ama yemek ocakta daha iyi pişer. BAY SMİTH: Enayi olmayın, dalavereciyle işi pişirin.

BAY MARTİN: Charity begins at home.

BAYAN SMİTH: Su kemeri gelsin, beni değirmenimde görsün diye bekliyorum.

BAY MARTİN: Toplumsal gelişmenin şekerle çok daha iyi gittiği kanıtlanabilir.

BAY SMİTH: Kahrolsun ayakkabı boyası! BAY MARTİN: Gözlük siyah boyayla parlatılmaz. BAYAN SMİTH: Evet, ama para her şeyi satın alabilir.

BAY MARTİN: Bahçede şarkı söyleyeceğime tavşan öldürmeyi yeğlerim (1997, s.75).

Ionesco, yukarıdaki alıntıyla birlikte son üç örneklemde, Smith ve Martin çiftinin düşünemedikleri için konuşamadıklarını belirtir. HM1’in çevirmeni bu örneklemde de üç ifadeyi çevirmemiştir. Kaynak metnin içeriğinden çok uzaklaşmadan “gün doğmadan neler doğar”, “şehrimizin toplumsal evrendeki rolü pekâlâ meydandadır” gibi farklı yorumlamalar yaparak çevirmen, YÇK’nın aşamalarında, özellikle sözcüklerden sıyırma aşamasındaki Lederer’in belirttiği gibi ilham anının bu şekilde gerçekleştiğini görüyoruz. Ayakkabı boyası anlamına gelen “Cirage” sözcüğünü bir önceki cümleyle bağlamaya çalışarak kaynak metinden uzaklaşsa da “yalama” olarak yorumlayarak yeniden ifade etmiştir. Yine sözcüklerden sıyırma aşamasındaki kendi karar sürecine uygun olarak cümlenin dilbilgisel anlamından uzaklaşır ve “insan camlan kara maunla parlatmamalıdır” gibi bir ifade kullanılır. Aslında anlamsızlık içermesi gereken bu son üç replik sanki çevirmen tarafından yeniden ifade etme süreçlerinde anlamlandırılmaya çalışılmış gibi duruyor. Unutulmamalıdır ki, her anlamsızlık, kendi içinde bir anlamlılık taşır. Ionesco bu yüzden, özellikle Smith ve

96

Martin çiftinin düşünemedikleri için artık konuşamadıklarını belirtir (1966a, s.249). Bu yüzden söylecekleri çoğu şey anlamsız olmaya mahkumdur. Çevirmen kendi oluşturduğu içerikle devam eden diyaloğu, son cümlede yine metinden uzak bir karşılaştırma içeriğiyle yeniden ifade ederek sonlandırır.

HM2’nin çevirmeninin “dalavereciyle işi pişirin” yorumlaması, anlama ve sözcüklerden sıyırma işleminin dikkatlice yapıldığını ve bunun sonucu olarak eşdeğer bir şekilde yeniden ifade edildiğini gösterir. Ayrıca yine bir İngilizce ifadeyi “Charity begins at home” olduğu gibi bırakma tercihi, yazarın edebi kaygısını ve oyunun sahnelenme anındaki estetik kaygısını göz önünde bulundurduğunun kanıtıdır. Genel olarak bu çözümlemede HM2’nin çevirmeninin, YÇK’nın tüm aşamalarını dikkatlice ele alarak eşdeğer ve uygunluk içeren bir çeviri işlemi yaptığı söylenebilir.

KM

M. SMITH, toujours dans son journal. Tiens, c'est écrit que Bobby Watson est mort.

Mme. SMITH Mon Dieu, le pauvre, quand est-ce qu'il est mort?…

M. SMITH C'était le plus joli cadavre de Grande Bretagne! Il ne paraissait pas son âge. Pauvre Bobby, il y avait quatre ans qu'il était mort et il était encore chaud. Un véritable cadavre vivant. Et comme il était gai!

Mme. SMITH La pauvre Bobby.

M. SMITH Tu veux dire « le » pauvre Bobby.

Mme. SMITH Non, c'est à sa femme que je pense. Elle s'appelait comme lui, Bobby, Bobby Watson. Comme ils avaient le même nom, on ne pouvait pas les distinguer l'un de l'autre quand on les voyait ensemble… (Ionesco, 1991d, s.12)

HM1

Bay SMITH. (Gazetesini okuyarak.) Cık, cık, cık. Burada Bobby Watson’ın öldüğü yazılı.

Bayan SMITH. Allah Allah, zavallı adam ölmüş mü?

Bay SMITH. İngiltere’nin en yakışıklı cesediydi onunki. Yaşını da hiç göstermezdi üstelik. Zavallı Bobby dört yıldır ölüydü de gövdesi hâlâ soğumamıştı. Yaşıyan bir ceset gibi. Ne de neşeliydi.

Bayan SMITH. Zavallı Bobby.

Bay SMITH. Hangi zavallı Bobby’den bahsediyorsun kuzum?

Bayan SMITH. Karısından canım. Onun da adı Bobby ya, Bobby Watson. İkisinin de adı aynı; bu yüzden, beraber olduklarında kimse onları ayırt edemezdi (1965, s.9-10)

Bay SMİTH: ( Hep gazetesini okumaktadır.) A, burada Bobby Watson’un öldüğünü yazıyor.

97 HM2

Bay SMİTH: Bütün Büyük Britanya’nın en yakışıklı cesediydi! Yaşını göstermiyordu. Zavallı Boby, öleli dört yıl olmuştu ama cesedi hâlâ sıcaktı. Gerçek bir canlı cesetti. Ne kadar da neşeliydi.

Bayan SMİTH: Zavallı Bobby, ne iyi bir kadındı. Bay SMİTH: Bir adam’dı, demek istiyorsun yani.

Bayan SMİTH: Hayır, ben karısını kasdediyorum. Onun adı da onunki gibi Bobby’di, Bobby Watson. İkisinin de adları aynı olduğu için birlikte olduklarında birbirlerinden ayırt edilemiyorlardı (1997, s.42-43)

Yukarıdaki örneklemde, Bobby Watson üzerine kurulu bir mantık oyunu (1991h, s.1475) ile karşılaşılır. Oyundan anlaşılır ki yaşanılan yerdeki hemen hemen herkesin adı Bobby Watson’dur. HM1’de çevirmen anlama sürecinde “la” tanımlığını atladığı için, yeniden ifade ederken karmaşık olan durumu daha karmaşık hale getiremez. Yukarıda adam olarak geçen burada kadınlaşması gerekirdi ki, bundan sonraki replikte şaşırma ile ilgili bir ifade yer alabilsin. Sırf konuşmak için konuşulan bu konunun anlamsızlığını HM2’de çevirmen, yeniden ifade etme aşamasında dikkatli davranır. Adam ve kadın ayrımına dikkat ederek hem eşdeğer ve hem uygun bir çeviri işlemi gerçekleştirir.

KM

LE PROFESSEUR : Continuons, continuons. Quant aux langues néo- espagnoles, elles sont des parentes si rapprochées les unes des autres, qu’on peut les considérer comme de véritables cousines germaines. Elles sont d’ailleurs la même mère : l’espagnole, avec un e muet. C’est pourquoi il est si difficile de les distinguer l’une de l’autre. C’est pourquoi il est si utile de bien prononcer, d’éviter les défauts de prononciation. La prononciation à elle seule vaut tout un langage. Une mauvaise prononciation peut vous jouer des tours. À ce propos, permettez-moi, entre parenthèses, de vous faire part d’un souvenir personel. (Légère détente, le Professeur se laisse un instant aller à ses souvenirs; sa figure s’attendrit; il se reprendra vite.) J’étais tout jeune, encore presque un enfant. Je faisais mon service militaire. J’avais, au régiment, un camarade, vicomte, qui avait un défaut de prononciation assez grave: il ne pouvait pas prononcer la lettre f . Au lieu de f , il disait f. Ainsi, au lieu de : « fontaine, je ne boirai pas ton eau », il disait : « fontaine, je ne boirai pas de ton eau. » Il prononçait « fille » au lieu de « fille », « Firmin » au lieu de « Firmin », « fayot » au lieu de « fayot », « fichez-moi la paix » au lieu de « fichez-moi la paix », « fatras » au lieu de « fatras », « fifi », « fon », « fafa » au lieu de « fifi », « fon », « fafa » ; »Philippe », au lieu de « Philippe » ; « fictoire » au lieu de « fictoire » ; « février » au lieu de « février » ; « mars-avril » au lieu de « mars- avril » ; «Gérard de Nerval » et non pas, comme cela est correct, « Gérard de Nerval » ; « Mirabeau » au lieu de « Mirabeau », « etc. », au lieu de « etc. », et ainsi de suite « etc. » au lieu de « etc. », et ainsi de suite, etc. Seulement il avait la chance de pouvoir si bien cacher son défaut, grâce à des chapeaux, que l’on ne s’en apercevait pas (Ionesco, 1991f, s.62-63).

PROF. : Devam... devam... neo-ispanyolca dillere gelince, birbirlerinin o kadar yakınlarıdır ki gerçekten süt kardeş denilebilir. Esasen anaları aynıdır: İspanyolca ca-ca -tanrıça gibi-. Bunun için birbirlerinden ayırdetmek o kadar

98 HM1

güçtür. Bunun için iyi söylemek, söyleyiş yanlışlarından kaçınmak o kadar faydalıdır. Söyleyiş, başlı başına bir dile bedeldir. Fena bir söyleyiş size oyun oynayabilir. Bu konuda müsaade ederseniz, tırnak açarak, size bir kişisel anımı anlatayım. (Hafif bir rahatlık olur, Profesör kendini hâtıralarına koyuverir, yüzü tatlılaşır, amma çabuk toparlanacaktır.) Çok gençtim, hemen hemen çocuktum. Askerliğimi yapıyordum. Alayımızda, söyleyiş kusuru olan, Vikont, bir arkadaş vardı. «F» harfini söyleyemezdi, «f» yerine «f» derdi- «Fırka komutanı» diyeceğine «Fırka Komutanı» derdi. «Fil» yerine «Fil» derdi. «Fazla konuşma» yerine «Fazla Konuşma», «fifi, fofo» diyeceğine «fifi, fofo», «Felek» yerine «Felek», «Kelebek» e «Kelebek», «Melek» e, «Melek»,. «Şebek» e, «Şebek» derdi. «Viktor Hugo» der, gerektiği gibi «Viktor Hugo», «Lamartin» der, doğru dürüst «Lamartin» diyemezdi. «Ve başkaları» yerine «ve başkaları», «daha da neler» yerine «daha da neler» der dururdu. Yalnız, çok talihliydi, kusurunu şapkalarının altında gizlerdi, kimse farkına varmazdı (1962a, s.23,24).

HM2

ÖĞRETMEN : Devam edelim, devam edelim. Yeni- İspanyol dillere gelince, bunlar birbirleriyle o kadar yakın akrabadırlar ki, onları kardeş çocukları olarak kabul edebiliriz. Zaten hepsinin annesi de birdir: Bu da dişi İspanyolcadır. Bunları birbirlerinden ayırdetmek işte bu yüzden çok güçtür. Bütün sesleri çok