• Sonuç bulunamadı

3.2. Ionesco’nun Türkçeye Çevrilen Oyunları

3.2.20. Ölüler Ülkesine Yolculuk (Voyages Chez Les Morts)

Ölüler Ülkesine Yolculuk, ilk kez 22 Eylül 1980 tarihinde New York Guggenheim Museum’da oynamıştır. Aslında Michel Bataillon da Ölüler Ülkesine Yolculuk oyununun, “Eugène Ionesco’nun 1981 yılında on beş kadar otobiyografik sahne ve monoloğu bir araya getirmek için seçtiği başlık” (1991ı, s.1856) olduğunu belirtir. On sekiz sahneden oluşan oyunun genel olarak kişileri şöyledir: Jean, Léon, Ernest, Büyükanne, Jean’ın Babası, Jean’ın Annesi, Bayan Simpson (Hélène), Paul, Pierre, Lydia, Louis, Arlette, Alexandre, Violette, Georges, Sinemacı, Köylüler ve Kadınlar. 1999 yılında Mitos Boyut Yayınları tarafından basılan Şehsuvar Aktaş’ın çevirisiyle Türkçeye kazandırılmıştır.

Annesini arayan Jean’ın anne tarafından dedesi Léon ile sahnesiyle başlar. Arama esnasında ölmüş dedesi, dayısı, babası ve babasının ikinci hanımı Bayan Simpson (Hélène)’nin Paul ve

52

Pierre isimli kardeşleri ile karşılaşır. Babası ile uzunca geçmişe dair konuşur. Daha sonra annesiyle karşılaşır. Jean’ın borcunu kapatması ve Ernest dayısını kurtarması için paraya ihtiyacı olduğu üzerine konuşulur. Jean, babasının ikinci karısı Analık Hélène’den bir kısım parayı güç bela alır. Yalnız para yeteri kadar değildir. Bu esnada birçok kişiyle karşılaşır ve geçmişe gelgit sahneleri yaşar.

Ionesco’nun rüyalarını, kabuslarını, saplantılarını, annesi ve babasının anlaşmazlığını ve düş yoluyla bir ailenin para sıkıntılarının gerçekçi halini anlatmaya çalıştığı bu oyun, aynı zamanda kimi kez parçalanmış kimi kez de düşsel imgeler etrafında oluşturulmuş bir dil kullandığını bize sunar (1991ı, s.1862-1863).

Bir süre devam eden hesaplaşma sahneleri sonunda annesini bulur gibi olur, fakat karşısındaki Büyükannesi’dir. Herkesin sahneyi terk etmesiyle Jean tek kalır. Jean’ın uzunca yaptığı son replik karşımıza çıkar. Bulanık anılar çerçevesinde kendine kendine yarı bilinç içinde adeta kendini sorgularcasına konuşur. Absürd bir biçimde sözcük oyunlarıyla, mantık dışı cümlelerle ve basmakalıp ifadelerin yer aldığı bu replikle oyun biter.

53

BÖLÜM IV

KURAMSAL ÇERÇEVE

Doğası gereği iletişim kurma ihtiyacı taşıyan insanoğlu, var olduğu günden bu yana kendini ya da çevresini ifade etmek için işitsel ve görsel unsurlardan yararlanmıştır. Her ne kadar kesin bir zaman dilimi belirtilmese de, bilimsel çalışmalar sonucu çevirinin “çeviri” kavramı olarak adlandırılabileceği dönem Antik Çağ’dır. Yazıcı çeviriyi, “…Antik Çağda doğadaki nesnelerin sese, yazılı simgeye, resme ve dansa dönüşümüyle başlayan bir etkinliktir” (2010, s.29) diye tanımlayarak çevirinin ilk ortaya çıktığı dönemi işaret etmiştir. Yine aynı dönemde ilk yazının bulunmasıyla ve kağıdın kullanılmasıyla çeviri eylemi artık önem kazanacaktır. Eski Yunan’da da yazın çevirisi çalışmaları ve kutsal kitapların çevirileri dikkat çekmektedir. Daha sonra, dünyayı etkileyecek tarihin her bir çağında meydana gelen dini, sosyal ve siyasi olayların yayılmasında, çıkan savaşlarda ve toplumlararası kültürel etkileşimde çeviri daima önemli bir rol üstlenmiştir.

20. yüzyıla geldiğimizde, çeviri artık bir bilim alanı olma yolunda bir çok bilimsel çalışmanın ve tartışmanın ana konusu olmuştur. Bu yüzden, bu yüzyıl, çeviri eyleminin işlevselliğinden çok çevirinin bilimdeki yeri üzerine sorulan soruları kapsamaktadır. Bu sorular genellikle şu şekildedir: “Çeviribilim, dilbilimin bir alt alanı mıdır? Çeviri, tüm diğer disiplinlerle bağlantılı bir alan mıdır? Çeviri, bir bilimsel eylem midir? Çeviri, başlı başına bir bilim dalı olup çeviribilim çatısı altında ele alınmalı mıdır?”. Bu sorulara baktığımız da elbette ki muhtemel cevaplarının birbirinden çokça farklı olmayacağı, hepsinin aynı noktada buluşacağı olasıdır. Yalçın da, kitabında bu konuya şu şekilde değinmiştir:

Uzun süren tartışmalar neticesinde, çevirinin, disiplinlerarası bir dal olduğu ve bu çalışma alanının dilbilim, metindilbilim, göstergebilim, kültür, toplumdilbilim, söylem çözümlemesi gibi pek çok sosyal bilimlere ait disiplinlerle ilişkili olduğu ortaya çıkmıştır. Çevirinin bu kadar çok disiplinle bir arada olması onun bir bilim dalı olarak görülmesini geciktirmiştir (2015, s.31).

54

Çeviribilimin ayrı bir bilim dalı olarak ele alınması konusuna değinmeden önce, yukarıdaki tüm sorularda geçen alanlara baktığımızda dilbilimin hakim olduğunu görmekteyiz. Bu durum, 20. yüzyılın son çeyreğine kadar sürse de, halen bazı kurumlar ve araştırmacılar çeviriyi dilbilimin alt başlığı olduğunu savunmaya devam etmektedir. Şüphesiz, dili temel alan dilbilim çatısında geliştirilen yaklaşımların, iletişimi oluşturan her ögeyi önemseyen çeviribilimin gelişmesinde ve ayrı bir bilim dalı olarak ortaya çıkmasında yararı olmuştur. Yazıcı bu duruma şöyle açıklık getirmiştir:

Geçmişteki dilbilim odaklı araştırmaların çeviri edimini düzenek değiştirme şeklindeki tanımı, günümüz iletişim ağırlıklı çeviribilimin anlayışına ters düşer. Dilbilimin çeviriye dilbilim odaklı yaklaşımı çeviribilimde ancak yüzeysel yapıyı ya da metiniçi ilişkileri çözmeye yeter. Oysa çeviribilimdeki eksiksiz ve kusursuz iletişim hedefine ancak nesnel öğeler kadar öznel öğeler ve ekinsel farklılıkları da göz önünde bulundurarak varılabilir. Bu da, her iki bilim dalının inceleme odaklarının birbirinden farklı olmasından kaynaklanır. Dilbilimde inceleme gereci “dil” olgusu, çeviribilimde ise “iletişim” olgusudur. (2010, s.76)

İletişim kaygısı taşıyan çeviribilim, giderek çeviri alanında yapılan çalışmalara yön vererek bilim dalı olarak dilbilimden ayrılma konusunda ivme kazanmıştır. Çeviribilimin, tarihte çeviribilim olarak ele alınmasını Suçin (2013) kitabında şöyle açıklar: “Bu dalın bilimsel bir disiplin olarak çerçevesi ilk kez Amerikalı araştırmacı James Holmes tarafından çizilmiştir. Holmes, 1972’de Kopenhag’da bir bildiri olarak sunduğu ve The Name and nature of Translation Studies adıyla 1988’de yayınladığı makalesinde bugünkü çeviri araştırmaların haritasını çıkarmıştır” (s.25). Gentzler’den aktaran aynı yazar, “Gentlzer gibi bazı araştırmacılar bu makaleyi çeviribilimin kuruluş sözleşmesi ya da manifestosu şeklinde nitelemişlerdir” (s.25) şeklinde ifadesiyle çeviribilimin 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra temellerinin atıldığına dikkat çekmiştir.

“Çeviribilim, çevirinin hem kuramını hem de uygulamasını sözlü ve sözlü olamayan her biçimini inceleyen bilim dalıdır” (Guidère, 2008, s.12). Bu tanımda geçen kuram kavramı önem arz etmektedir. Çünkü çeviribilimin ortaya çıktığı dönemde, bu alanın uzmanları çeviri eylemini analiz etmek için çeşitli kuramlar geliştirmeye başlamışlardı. Kuramcılar, kimi zaman savundukları savlarla görüş ayrılığına varsalar da Guidère’in “…bu kuramlar, çeviribilimin özerkliğini ve bağımsızlığını güçlendirmek isterler” (2008, s.69) ifadesi, çeviribilimin bilimselliğinin gücünü kuramlardan ve bu kuramların yanı sıra çeşitli çeviri stratejilerinden aldığı ortaya çıkmaktadır. Biz de bu amaç doğrultusunda, Paris 3 Sorbonne Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Okulu’nun kuramı, Yorumlayıcı Çeviri Kuramı’nı (La Théorie Interprétative de la Traduction-TIT) çalışmamız için seçtik. Çünkü bu kuram, çevirmeni çeviri işleminin merkezine koyarak çevirmenin kararlarını aşamalar halinde ele

55

almaktadır. Bu da, yapılacak çeviri incelemesinin daha kapsamlı ve sağlıklı yapılmasını sağlamaktadır. Yorumlayıcı Çeviri Kuramı’nın özelliklerinin daha iyi anlaşılması için bir sonraki “genel çeviri kuramı” başlığı altında, 20. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan kuramlara da genel olarak kısaca değinilecektir.

4.1.Genel Çeviri Kuramları