• Sonuç bulunamadı

Etiğin olduğu yerde iyi ve kötü hareketleri ayırt edebilecek zihinsel olgunluğa erişmiş bireyler vardır. Bu kapsamda bireysel etik, kişinin davranışlarına temel oluşturan ve onları şekillendiren değer yargıları hakkında kişilerin sahip olduğu bilinçtir (Özgener, 2008: 33-34). Kişilerin bireysel özellikleri, etik sorunların algılanmasını etkilemekle beraber etik sorunların değerlendirme aşamasında etik yargılamalara rehberlik etmektedir. Bireylerin algılama ve yargılama kabiliyeti birbirinden farklı olduğundan benzer durumlarda farklı kararlar alınması ve farklı davranışlar gösterilmesi gayet normal bir durumdur. Diğer yandan, etiğin yapı taşlarından biri olan değerler sistemi de bireylerin davranışlarında belirleyici rol oynamaktadır. Bireyin değerleri, onun düşünce ve prensiplerini şekillendirmekte ve bireyin davranışlarına, tutumlarına, kıyaslamalarına, olayları değerlendirmelerine ve

69

muhakeme yapmasına yol gösteren standartları meydana getirmektedir (Akbaba ve Erenler, 2011: 449).

Etik algıların demografik özelliklere göre farklılık gösterdiği aşağıda açıklanmaktadır:

Cinsiyet: Literatürde cinsiyet ile etik karar verme süreci arasındaki ilişkinin pek çok

araştırmacı tarafından ele alındığı ve farklı sonuçlara ulaşıldığı görülmektedir. Kadın yöneticilerin işgücündeki yükselen oranı kayda değer bir eğilimdir. Çünkü bu eğilim “etik karar verme” hususundaki ilgiye dikkatleri çekmektedir. Araştırmacıların birçoğuna göre etiksel konulardaki sorunların çözümünde kadın ve erkeklerin birbirlerinden ayrıldıkları gözlenmektedir (Dundar, 2011: 36-37). Buckley, Wiese ve Harvey’in (1998) işletme lisans öğrencilerinin etik olmayan durumlar karşısında sergiledikleri davranışlarda cinsiyet faktörünün farklılık yaratıp yaratmadığını ele alan çalışmalarında, erkeklerin etik olmayan davranışlarda bulunma eğilimi oranının kadınlardan daha fazla olduğu tespit edilmiştir (Akt. Akbaba ve Erenler, 2011: 450). Cinsiyet ve etik kurallarla ilgili önceki ampirik araştırmaları gözden geçiren Collins (2000), kadınların etik kurallar ve iş etiği konusunda erkeklerden daha ihtiyatlı ve daha kaygılı olduğunu belirtmiştir (Akt. Atakan, Burnaz ve Topcu, 2008: 574). Beltramini, Peterson ve Kozmetsky (1984) ve aynı şekilde Ameen, Guffey ve McMillan (1996) kadınların etik olmayan davranışlara ilişkin algı ve endişelerinin daha yüksek ve etik davranma eğilimlerinin yüksek olduğu sonucuna varmışlardır. Cohen ve arkadaşları (2001), muhasebe öğrencileri ve büyük denetim kurumlarında çalışan profesyoneller üerinde yapılan bir çalışmada kadınların etik sorunları erkeklerden daha iyi tanımladıklarını saptamışlardır (Akt. Costa, Pinheiro ve Ribeiro, 2016: 330).

Yaş: Kariyer yaşamında genç yaşlardaki çalışanların kendinden yaşça büyük

meslektaşlarına göre daha fazla etik olmayan davranışlara yönelebileceği öne sürülmüştür. Genç çalışanların belli bir kıdeme ulaşmak, yerini sağlama almak ve yükselme isteme çabaları etik olmayan davranışları tetikleyebilmektedir (Dundar, 2011: 38).

70

Cinsiyet gibi yaşı dikkate alan araştırmaların sonuçları çelişkilidir. Browning ve Zabriskie (1983) yaş faktörünün, karar verme sürecini etkilediği ve genç yöneticilerin yaşlı yöneticilere göre daha etik bir bakış açısına sahip olduğu sonucuna varmışlardır. Buna karşın, Karcher’in (1996) denetleyiciler üzerinde yaptığı bir çalışmada, etik duyarlılık ile yaş arasında pozitif yönlü bir ilişki bulmuştur. Elango, Paul, Kundu ve Paudel (2010), yeni yöneticilerin daha izlenimci olma eğilimi gösterdiğini ve buna bağlı olarak kıdemli yöneticilere nazaran daha az etik karar verebildiğini ortaya koymuşlardır. Benzer şekilde, Su (2006), daha büyük yaştaki öğrencilerin, etik problemleri daha genç yaştaki öğrencilerden daha kolay algıladıklarını tespit etmiştir (Akt. Costa, Pinheiro ve Ribeiro, 2016: 331).

Eğitim: Gerek geçmişte gerekse günümüzde yapılan etik çalışmaları eğitimin etik

karar verme sürecindeki önemli role sahip olduğunu ön plana çıkarmaktadır. Kurumlardaki etik eğitimi programları etiksel çatışmaları azaltıcı bir görev üstlenmektedir. Etik eğitimlerin artması, yöneticilere işletmedeki etik kurallar ve kodlar hakkında daha net ve anlaşılır şekilde konuşabilme imkânı tanıyabilecektir. Etik eğitimler, çalışanların etik algılarını ve bunun sonucunda gerçekleşen etiksel yargılarını olumlu yönde etkileyecek ve onlara fayda sağlayacaktır (Dundar, 2011: 36-37).

Ritter (2006) etik eğitiminin ahlaki farkındalık ve akıl yürütme üzerindeki etkisini test eden ampirik bir çalışma yürütmüştür. Bu çalışma sonucunda, etik eğitimin kadınların etik uygulamalar ve her konuyla ilgili tartışmalar sonrasında ahlaki farkındalık ve etik karar verme süreçlerini önemli ölçüde geliştirdiğini ortaya koymuştur (Akt. Costa, Pinheiro ve Ribeiro, 2016: 334).

Makyavelist Yaklaşım: Makyavelizm, İtalyan politikacı Niccolo Machiavelli’nin

“De Principatibus – Prenslikler Hakkında” adlı kitabında yer alan düşüncelere dayalı bir yaklaşımdır. Machiavelli, kitabında temel olarak “amaca ulaşmak için her yolun mübah olduğu” iddiasını dile getirmiştir. Makyavelizm kavramı O’Connor ve Athota (2013) tarafından, kişisel çıkarları her şeyin üzerinde tutma, amaçlara ulaşmak için başkalarını kullanma ve sömürme ve duygusal çıkarcı davranışlarla vasıflandırılmış bir kişilik özelliği olarak tanımlanmıştır (Demirtaş ve Biçkes, 2014: 101-102).

71

Makyavelist bireylerin diğer bireylere göre etik algılarının farklı olup olmadığına ilişkin literatürdeki birçok araştırmanın bulgularına göre; etik algısı yüksek olan bireyler düşük olanlara göre daha az Makyavelist eğilimler taşımaktadır (Demirtaş ve Biçkes, 2014: 87). Güney ve Mandacı (2009) bankacılık sektöründe Makyavelizm ve etik algı ilişkilerini inceledikleri araştırmada, makyavelizm düzeyi ile etik algı arasında güçlü bir negatif ilişki saptamışlardır. Ayrıca, cinsiyet ve eğitim düzeyi gibi demografik faktörler ile hem Makyavelizm düzeyleri, hem de etik algı düzeyleri arasında anlamlı ilişkiler bulmuşlardır (Güney ve Mandacı, 2009: 83). Jones ve Kavanagh (1996) yaptıkları çalışmada, yüksek Makyavelistlerin etik olmayan davranışlarda bulunma ihtimalinin daha yüksek olduğunu tespit etmişlerdir (Jones ve Kavanagh, 1996: 514).